• Dolandırıcılık suçunun maddi vakıada sabit görüldüğü hallerde, Mahkemeler takdiri indirimi nasıl ve neye göre yapacaktır? Yargılama neticesinde verilen kararda indirim yapılmamış olması ve üst sınırdan ceza verilmesi her durumda hukuka ve yasaya uygun mudur?

    Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yakın tarihli bir içtihadı, bu konudaki tartışmaları sonlandırmış ve izlenecek yolu göstermiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu‘nun 2010/11-205 E. 2010/258 K. Sayılı 14.12.2010 tarihli ilamına konu uyuşmazlık; dolandırıcılık suçunda 5237 sayılı TCY'de yer alan takdiri indirim nedenlerinin uygulanmamış olmasına ilişkin gerekçenin kararda gösterilmemiş olmasının, hükmün bozulmasını gerektirir nitelikle bir hukuka aykırılık oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesine ilişkindir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, cezanın belirlenmesi sırasında takdiri indirim nedenlerinin değerlendirilip değerlendirilmediği yönünde bir açıklamaya yer verilmeyerek, hükmün bu yönüyle gerekçesiz bırakılmasını hukuka aykırı bulmuştur.
    O halde, bu suçtan dolayı yapılan yargılamalarda, muhakkak takdiri indirim nedenlerinin değerlendirilmesi, bu yönde bir açıklama yapılması gerekmektedir. İndirim yapılmamışsa dahi, bunun gerekçesi belirtilmelidir.

    5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m. 62 hükmü, takdiri indirim nedenlerini düzenlemekte olup, takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabileceği belirtilerek, takdiri indirim nedenlerinin kararda gösterileceğine hükmedilmiştir.

    Yargıtay Ceza Genel Kurulu, TCK m. 62. hükmünün uygulanmamış olmasına ilişkin gerekçenin kararda gösterilmemiş olmasının, hükmün bozulmasını gerektirir nitelikle bir hukuka aykırılık olarak değerlendirmiştir. İncelemeye konu mahkumiyet hükmünde, sanıklar hakkında uygulanma olanağı bulunan ve lehe olacağında kuşku bulunmayan işbu maddenin uygulanmadığı gibi, "uygulamama" gerekçesinin de gösterilmediği anlaşılmaktadır. İçtihat gerekçesinde, bütün suçların gerçekleştirilme şekilleri birbirinden farklı olduğu gibi, faillerin kişisel özellikleri, sosyal ve psikolojik halleri de birbirinin aynı olmadığı belirtilerek, fiil ile karşılığı olan yaptırım arasında bir denge kurulabilmesi ve cezanın bu suretle belirlenebilmesi bakımından hakime bazı hususları gözönünde bulundurma zorunluluğu getirildiği vurgulanmış, bu durumda hakimin TCK m. 61 hükmüne göre; işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırları arasında temel cezayı takdir ederken, "suçun işleniş biçimini, suçun işlenmesinde kullanılan araçları, suçun işlendiği zaman ve yeri, suç konusunun önem ve değerini, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını, failin güttüğü amaç ve saiki"ni gözönünde bulunrması gerektiği belirtilmiştir. Zira fiil ve faillerdeki farklılıklar karşısında, cezanın bu yöntemle takdir edilmesi halinde dahi, yaptırımın tam olarak belirlendiğinden ve bireyselleştirildiğinden söz edilemeyeceğinden cihetle, cezanın gerek toplum, gerekse fail açısından etkili ve tatminkar olabilmesinin, yasal nedenler dışında da hakime takdir hakkının verilmesiyle mümkün olabileceği vurgulanmıştır.
    Cezanın belirlenmesi sırasında TCK m. 62 hükmünün değerlendirilip değerlendirilmediği yönünde bir açıklamaya yer verilmeyerek, hükmün bu yönüyle gerekçesiz bırakılması, Yargıtay Ceza Genel Kurulu‘nca usule ve hukuka aykırı bulunmuştur.

    İşbu içtihat, TCK m. 62 hükmüne atıf yapılmaksızın, indirim sebeplerinin değerlendirilmeksizin verilen kararların, bozma sebebi yapılacağını son derece sarih bir suretle ortaya koymaktadır.
  • olandırıcılık suçunda mağdurun zararının giderilmesi ne ölçüde indirim sebebi olacaktır? Eğer mağdur ödemeyi kabul etmezse depo kararı verilecek midir?

    Bu hususta, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2013/15-735 E. 2016/55 K. sayılı 9.2.2016 tarihli ilamı, izlenmesi gereken yolu göstermektedir. Şöyle ki; karara konu uyuşmazlık; dolandırıcılık suçundan mağdurların uğradıkları zararı kısmen gideren ve geri kalanını da karşılamak isteyen sanık hakkında TCK'nun 168. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının belirlenmesi açısından mahkemece bir ödeme noktası belirlenerek zararı gidermek üzere imkan tanınması amacıyla Özel Dairece hükmün bozulması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

    Bilindiği üzere, TCK m. 168/4 uyarınca, kısmen geri verme veya tazmin halinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için, mağdurun rızası aranmaktadır. Ancak zararın tamamının aynen geri verme veya tazmin suretiyle giderilmesi yahut giderilmek istenmesi halinde, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için mağdurun rızası aranmamaktadır.

    Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2013/15-735 E. 2016/55 K. sayılı 9.2.2016 tarihli ilamında, mağdurun iade veya tazmini kabul etmemesi olgusunun sanık aleyhine yorumlanmaması ve mahkemece bir ödeme noktası belirlenmek suretiyle zararı gidermek isteyen sanığa zararı giderme imkanı sunulması gerektiğine hükmedilmiştir.
    “Yerel mahkemece zararın miktarının ve bu zararın hangi aşamada karşılanmak istendiğinin tespit edilerek, bir ödeme noktası tayin edilip, sanığa zararı giderme imkanı sunularak sonucuna göre sanık hakkında TCK'nun 168. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi ve sanığın hukuki durumunun buna göre tayin edilmesi gerekmektedir“ (Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2013/15-735 E. 2016/55 K. sayılı 9.2.2016 tarihli ilamı).

    Dolayısıyla, sürmekte olan dolandırıcılık davalarında, şayet sanığın etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmayı istemesi halinde, işbu karara atıfla ödeme noktası tayini talep edilmesi gerekecektir. Katılanın rıza göstermemesi durumunda dahi, bu yöndeki talebin içtihatla desteklenmesi halinde Mahkemece dikkate alınacaktır. Talebin kabul görmemesi neticesinde daha ağır ceza tayininde ise, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun işbu kararına atıfla temyiz edildiğinde, kararın içtihatla gösterilen usule aykırı verilmesi nedeniyle bozulabilmesi de kuvvetle muhtemeldir.
  • 213 sayılı Vergi Usul Kanunu m. 256 hükmü uyarınca, vergi mükellefleri muhafaza etmek zorunda oldukları her türlü defter, belge ve karneler ile vermek zorunda bulundukları bilgilere ilişkin mikro fiş, mikro film, manyetik teyb, disket ve benzeri ortamlardaki kayıtlarını ve bu kayıtlara erişim veya kayıtları okunabilir hale getirmek için gerekli tüm bilgi ve şifreleri muhafaza süresi içerisinde yetkili makamlar, memurlar ya da yeminli mali müşavirlerce talep edildiğinde ibraz etmekle yükümlüdür. Bu kapsamdaki defterler ve sair belgelerin ibraz edilmemesi halinde Vergi Usul Kanunu m. 355 uyarınca usulsüzlük cezası kesilebilmektedir ancak daha önemlisi, bu ibraz etmeme fiilinin cezai tedbire konu olabilmesidir. Vergi Müdürlüğüne ve yetkili resmi makamlara defter ve belge ibraz etmeme suçu nedir ve cezası nedir sorusuna verilecek yanıt, aynı yasanın farklı bir maddesinde belirtilmiştir. Vergi Usul Kanunu m. 359 hükmü, defter ve belgeleri gizlemeyi suç olarak düzenlemiş olup, 18 aydan 3 yıla kadar hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektirmektedir. Yapılacak inceleme sırasında defter ve belge ibraz edilmemesi de gizleme sayılacaktır. Bu husus yasa hükmünde açıkça belirtilmiştir. Bu durumun yetkili makamlarca savcılığa ihbarı üzerine, defter ve belge gizlenmesi gerekçesiyle soruşturma süreci başlamaktadır.

  • Genellikle halk arasında naylon fatura ticareti denilen olgu, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nca suç olarak tanımlanmıştır. Naylon fatura ticareti suçu nedir ve cezası nedir sorusuna verilecek yanıt da kanun hükmünde yer almaktadır. Şöyle ki; Vergi Usul Kanunu m. 359/a/2 hükmü uyarınca muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenler hakkında on sekiz aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunacağı belirtilmişir. Naylon fatura ticareti yapanlar, bazen kendi adlarına firma kurarak, çoğu zaman da ekonomik durumu kötü olan yoksul insanların üzerine firma kurarak piyasaya naylon fatura denilen, hukuki tabiriyle muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge satmakta, bunun ticaretini yapmaktadır. Bu firmalar genellikle mal girişi olmadan mal çıkışı yapmakta, piyasaya naylon fatura satarak haksız kazanç elde etmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki naylon faturayı satan kadar alan kişi de suçludur. Vergi Usul Kanunu m. 359/a/2 uyarınca naylon fatura kullananlar hakkında da tıpkı satanlar gibi on sekiz aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu durumun tespiti halinde, yetkili makamlarca savcılığa ihbarda bulunulması akabinde soruşturma süreci başlamaktadır.

BİZE ULAŞIN

Bizimle görüşmek istediğiniz hukuki konular hakkında iletişime geçebilirsiniz.

AVUKAT TOLGA ERSOY

Hobyar Mh. Ankara Cd. No:31
Hoşağası İşhanı Kat:2 No:307
Sirkeci-Fatih/İSTANBUL
HUKUK BÜROSU

İstanbul'da olan Avukat Tolga Ersoy Hukuk Bürosu tüzel kişiliklere ve şahıslara hukuki hizmet vermektedir. Ağırlıklı olarak Ceza Hukuku alanında Ağır Ceza Avukatı olarak çalışmakta birlikte, Aile Hukuku ve Tazminat Hukuku başta olmak üzere hukukun birçok alanlarında Avukatlık hizmeti sunmaktadır.

SOSYAL MEDYA

Avukat Tolga Ersoy'u Takip Edebilirsiniz.