Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru: Sık Sorulan Sorular
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru, iç hukuk yollarının tüketilmesine rağmen temel hakların korunamadığı hâllerde başvurulabilen ve adaletin uluslararası düzeyde tesisi açısından hayati öneme sahip olan bir yol olup, başvurunun kabul edilebilirliğinin sağlanabilmesi ve esasa ilişkin değerlendirmede etkili sonuç elde edilebilmesi için başvuru formunun hukuki usule uygun şekilde hazırlanması, delillerin eksiksiz sunulması ve sürecin yetkin bir avukat tarafından titizlikle yürütülmesi zaruri bir nitelik arz etmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuru müessesesi, ulusal düzeyde tüketilen adalet yollarının yetersiz kalması hâlinde, temel hakların korunmasını sağlayan müstesna bir mekanizmadır. Bu süreç, yalnızca bir hukuki çare değil, aynı zamanda devletin hukuk devleti ilkesine riayet edip etmediğinin uluslararası ölçekte tetkikine imkân veren bir denetim vasıtasıdır. Şöyle ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) güvence altına aldığı hakların ihlâli hâlinde ve iç hukuk yollarının etkisiz kalması neticesinde, bireylerin AİHM nezdinde başvuruda bulunma hakkı, adalet mefhumunun sınırlarını ulusal mahkemelerin ötesine taşır.
Ancak her bireysel başvurunun kabul edilebilir sayılması mümkün olmayıp, başvurunun münderecatı ve şekli, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik mukarreratı ışığında titizlikle değerlendirilir. Bu bağlamda, başvuru formunun doğru ve eksiksiz şekilde doldurulması, delillerin tafsilâtla sunulması, kararın kesinleştiği tarihten itibaren altı ay (ve güncel içtihatlara göre dört ay) içinde başvurunun yapılması gibi koşullar büyük ehemmiyet arz eder. Aksi hâlde, usul yönünden red kararı verilmesi izahtan varestedir. Bu nedenle, hukuk bürosu nezdinde uzman bir avukat rehberliğinde yapılan başvurular, hatalı usul işlemleri sebebiyle telâfisi güç neticelerin doğmasını önleme bakımından bilhâssa kıymetlidir.
Burada şu sual tevcih edilebilir: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bireysel başvuruları yalnızca nihai mahkeme kararlarına mı yöneliktir? Elbette hayır; mühim olan, iç hukuk yollarının tüketilmiş olmasıdır. Bu da kimi zaman bir yargı kararını değil, idari bir eylem yahut ihmali kapsayabilir. Dolayısıyla, başvurunun dayanağını teşkil eden olayın hukuki mahiyeti ve etkileri, başvuruya esas olan hak ihlâlini doğuran bağlamla birlikte mütalaa edilmelidir. Aksi takdirde başvurunun özünü teşkil eden hukuki mefhumlar, AİHM nezdinde yeterince anlaşılamayabilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvurularının kabulünde en sık karşılaşılan engellerden biri, “önemli bir zarar olmaması” gerekçesidir. Bu noktada, başvurucunun maruz kaldığı zararın yalnızca maddi boyutunu değil, aynı zamanda manevi etkilerini de izah edebilmesi gerekmektedir. Misal olarak, ifade özgürlüğü kapsamında yapılan bir başvuruda yalnızca cezai müeyyidelerin değil, kişinin sosyal itibarı üzerindeki etkilerinin de izahı, Mahkeme’nin değerlendirmesi bakımından hayatîdir. Bu yönüyle, bir hukuk bürosunun sağlayacağı teknik destek, başvurunun kabul edilebilirliği üzerinde doğrudan etki yaratabilir.
Önemle vurgulanması gereken bir diğer husus ise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının dinamik yapısıdır. Mahkeme, zaman içerisinde evrilen hak mefhumlarına uygun şekilde yorum değişikliklerine gitmekte, “yaşayan sözleşme” ilkesini tevilen uygulamaktadır. Bu durum, geçmişte kabul edilemez bulunan bir başvuru türünün, günümüzde kabul görebileceği anlamına gelebilir. Hâliyle, güncel içtihatların yakından izlenmesi ve başvuruların bu çerçevede şekillendirilmesi elzemdir.
Bir diğer sual ise şu olabilir: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvurusu sonucunda alınan bir karar, ulusal hukuk sistemine ne şekilde tesir eder? Şöyle ki, AİHM kararları doğrudan iç hukuku bağlamamakla birlikte, Anayasa’nın 90. maddesi mucibince uluslararası sözleşmelere üstünlük tanındığından, bu kararlar hâliyle içtihat yoluyla bağlayıcılık kazanır. Nitekim Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararlarında, AİHM içtihatlarının referans alınması, bu telâkkinin en bâriz tezahürüdür.
Başvuru sürecinin kendisi, başlı başına teknik ve müteaddiden dikkat gerektiren bir süreçtir. Avukat aracılığıyla yapılan başvurular, başvuru formunun münderecatındaki izahların hukuki terminolojiyle inşa edilmesini, delillerin hukukî bağlamda düzenlenmesini ve Mahkeme’nin kavramsal dünyasına uygun bir dil kullanılarak hazırlık yapılmasını temin eder. Bilhassa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Fransızca ve İngilizce çalışma dillerini esas alması, çeviri sürecinin de mülâhaza edilmesini gerekli kılar.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvurusunun yalnızca hak arama süreci değil, aynı zamanda hukuk devletine dair uluslararası bir teyit işlevi gördüğü unutulmamalıdır. Bu nedenle bireylerin, haklarının ihlâli hâlinde hukuk bürosu bünyesinde yetkin bir avukat ile istişare ederek süreci yürütmesi, gerek başvurunun kabul edilebilirliği gerekse etkili bir sonuç alınabilmesi bakımından mühimdir. Hâlbuki bu süreç, yeterli bilgi ve hukuki donanım olmaksızın yürütüldüğünde, tahayyül edilen adaletin sağlanması bilâkis imkânsız hâle gelebilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru hangi şartlarda mümkündür?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru, ancak iç hukuk yollarının tamamının tüketilmiş olması hâlinde ve başvurucunun AİHS ve protokolleri kapsamındaki bir hakkının ihlâl edildiği iddiası varsa mümkündür. Şöyle ki, bu süreçte yerel mahkemelerdeki hukukî başvuru yollarının etkili bir biçimde kullanılması ve iç yargı sürecinin kesin bir kararla sona ermiş olması gerekmektedir. Bu şartların sağlanıp sağlanmadığını tetkik edecek olan bir avukat, başvurunun kabule şayan olup olmadığını hukuki mevzuat ve mukarrerat çerçevesinde değerlendirebilir. Hâliyle, hukuk bürosu nezdinde yürütülecek bu hazırlık süreci, hakikat ile tahayyül arasındaki sınırın isabetle çizilmesini ve adaletin tecellisine yönelik doğru bir hukuki stratejinin kurgulanmasını temin eder. Bu itibarla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru süreci sıradan bir dilekçeyle değil, bilâkis çok yönlü hukuki ve kavramsal mülâhazalarla desteklenmiş ciddi bir hazırlık gerektirir.
Başvuru süresine ilişkin düzenlemeler nelerdir ve bu süre nasıl hesaplanır
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru süresi, iç hukuk yollarının tüketilmesinden itibaren dört aydır; bu süre daha önce altı ay olarak telâkki edilmekteydi, lakin güncel içtihatlar ve mukarrerat doğrultusunda dört ay olarak revize edilmiştir. Avukatın burada en kritik işlevi, nihai karar tarihini ve bu karara ilişkin tebliğ sürecini tafsilâtla inceleyip süre hesaplamasını doğru biçimde yapmasıdır. Zira sürenin kaçırılması hâlinde Mahkeme, başvuruyu şeklen reddedecektir ki bu da bireyin adalete erişim hakkının fiilen ortadan kalkması anlamına gelir. Hukuk bürosu bu noktada yalnızca süre takibi değil, aynı zamanda başvurunun kabul edilebilirliği açısından elzem olan diğer unsurları da mütalaa eder. Bu sürecin şekli ve esas yönünden mevzuata uygun biçimde yürütülmesi ancak tecrübeli bir avukat marifetiyle mümkündür.
AİHM’ye hangi hakların ihlâli gerekçesiyle başvuru yapılabilir?
AİHM’ye yalnızca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokollerinde düzenlenen hakların ihlâli hâlinde başvuru yapılabilir. Bu haklar arasında yaşam hakkı, işkence yasağı, adil yargılanma hakkı, özel hayatın gizliliği gibi temel ve evrensel nitelikli haklar yer alır. Ancak her haksızlık bu kapsamda telâkki edilmez; başvurunun mefhumu itibarıyla sözleşmeye uygunluk arz etmesi gerekir. Bu yönüyle bir hukuk bürosu bünyesinde görev yapan avukatın, müvekkilinin yaşadığı ihlâlin hukuki mâhiyetini isabetle belirleyip bu ihlâli AİHS bağlamında nasıl tevilen değerlendireceğini tayin etmesi gerekmektedir. Hâlbuki bu gibi değerlendirmeler sıradan hukuki bilgiyle değil, bilâkis mukayeseli hukuk ve uluslararası insan hakları hukuku birikimiyle yürütülmelidir.
Başvurunun kabul edilebilirlik koşulları nelerdir?
Başvurunun esasa geçmeden önce “kabul edilebilir” sayılması için birtakım koşulların sağlanması gerekmektedir. Bu koşulların başında, iç hukuk yollarının tüketilmiş olması, başvurunun süre içinde yapılmış olması, başvurucunun mağdur sıfatını haiz bulunması ve başvurunun önemli bir zarara neden olmuş olması gibi unsurlar gelir. Avukat, bu şartların sağlanıp sağlanmadığını hem içtihat hem de mevzuat ışığında tetkik ederek hukuk bürosu vasıtasıyla başvuru dosyasını şekillendirir. Şayet kabul edilebilirlik aşaması geçilemezse, Mahkeme başvuruyu değerlendirmeye almaksızın reddeder ki bu da tüm sürecin akim kalması anlamına gelir. Bu sebeple, kabul edilebilirliğe dair hususların tafsilâtla açıklanması, başvuru formunda açık ve ikna edici şekilde sunulması mühimdir.
AİHM’ye başvuru sürecinde avukat zorunlu mudur?
AİHM başvurularında başvurunun ilk safhasında avukatla temsil zorunlu olmasa da, esasa geçildikten sonraki aşamalarda avukatla temsil edilme mecburiyeti doğmaktadır. Ancak bilhâssa ilk başvurunun hazırlanması aşamasında da avukat desteği alınması, başvurunun hukuken geçerli bir çerçevede şekillenmesi açısından zaruridir. Zira başvuru formu yalnızca teknik bir belge olmayıp, ihlâlin mefhumunu, mağduriyetin mâhiyetini ve iç hukuk yollarının neticesiz kalmasını izahtan varestedir şekilde ortaya koymalıdır. Hukuk bürosu bünyesindeki bir avukat, başvuruyu yalnızca biçimsel olarak değil, aynı zamanda kavramsal tutarlılık içinde düzenleyerek, Mahkeme’nin değerlendirme sistematiğine uygun biçimde sunar.
Başvuru formu ve ekleri nasıl hazırlanmalıdır?
AİHM’ye yapılan başvurular, Mahkeme’nin resmi başvuru formu üzerinden yapılır ve formda belirtilen tüm alanların eksiksiz doldurulması gerekir. Bununla birlikte, formun eki niteliğindeki belgeler ve ilâmlar da dosyaya eklenmeli, tüm belgeler dil kurallarına uygun olarak İngilizce veya Fransızca’ya çevrilmelidir. Şöyle ki, herhangi bir belge eksikliği veya çelişkili ifade, başvurunun reddine sebep olabilir. Bu noktada bir avukatın görevi, yalnızca formu doldurmak değil, aynı zamanda mefhum bütünlüğünü sağlamak, metnin hukukî müktesebata uygunluğunu temin etmek ve belgeleri sistemli şekilde sunmaktır. Bu bağlamda, hukuk bürosu, sürecin her aşamasında başvuruya dair tüm unsurları tafsilâtla tanzim ederek etkili bir başvuru dosyası hazırlar.
AİHM kararları bağlayıcı mıdır ve iç hukuka etkisi nasıldır?
AİHM kararları, taraf devletler bakımından bağlayıcıdır; zira bu bağlayıcılık Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46. maddesi mucibince teyit edilmiştir. Türkiye açısından da Anayasa’nın 90. maddesi gereğince usulüne uygun yürürlüğe girmiş uluslararası sözleşmeler, yasa hükmünde kabul edilmektedir. Bu nedenle AİHM kararları yalnızca başvurucu için değil, aynı zamanda iç hukuk sisteminde genel telâkkiye yön veren emsal nitelikli ilâmlar hâline gelir. Avukat, bu kararların uygulanmasını müteakip süreçlerde takip ederek hukuk bürosu aracılığıyla bireyin haklarının korunmasına yönelik yeni başvurular veya yeniden yargılama talepleri de hazırlayabilir. Bu itibarla, AİHM süreci yalnızca bireysel bir hak arayışı değil, iç hukuka sirayet eden bir denetim fonksiyonu da ifa etmektedir.
AİHM’den tazminat talep edilebilir mi?
AİHM’ye bireysel başvuru yapılırken, sözleşmeden doğan hakların ihlâlinden kaynaklanan maddi ve manevi zararlar için tazminat talebinde bulunulabilir. Ancak bu taleplerin yalnızca soyut iddialarla değil, delillere ve hukuki gerekçelere dayalı şekilde açıklanması zaruridir. Avukat bu aşamada, zararların nasıl hesaplandığını, ihlâlin ne gibi neticeler doğurduğunu ve bunların telâfisi için ne kadar tazminat talep edilmesi gerektiğini açık ve sistematik biçimde izah eder. Hukuk bürosu, bu taleplerin somut olayın şartlarına uygun şekilde düzenlenmesini sağlayarak Mahkeme’nin ikna olabileceği bir başvuru zemini inşa eder. Bilhâssa manevi zararların meşru ve inandırıcı gerekçelere dayandırılması önem taşır.
Mahkeme süreci ne kadar sürer ve bu süreçte ne tür aşamalar vardır?
AİHM süreci ekseriyetle birkaç yılı bulabilecek kadar uzun ve karmaşık bir prosedüre sahiptir. Başvuru öncelikle kabul edilebilirlik açısından değerlendirilir; kabul edildikten sonra ise esas yönünden incelemeye geçilir ve ilgili devletten savunma istenir. Bu süreçte yazılı müzakereler yapılır, tarafların beyanda bulunması istenir. Hâliyle, avukat süreci başından sonuna dek takip ederek, her aşamada müvekkilinin haklarını hukuk bürosu aracılığıyla temsil eder. Mahkeme, nihai kararı verdikten sonra gerekçesini açıklar ve bu kararın uygulanması için Bakanlar Komitesi devreye girer. Bu süreçte de yeniden değerlendirme, izleme ve icra aşamaları mevcuttur.
AİHM’ye yapılan başvurularda başarı şansını artırmak için nelere dikkat edilmelidir?
Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas yönünden başarıya ulaşabilmesi için başvuru formunun hukuka, içtihatlara ve olayın gerçekliğine uygun biçimde hazırlanması gerekir. Avukat burada yalnızca hukuki bilgi değil, aynı zamanda stratejik ve dilsel yetkinlik de sergileyerek Mahkeme’nin karar usulünü tevilen gözetmelidir. Hukuk bürosu bünyesinde yürütülen çalışmalar, yalnızca metin hazırlamakla sınırlı kalmaz; mefhum netliği, kavramsal derinlik ve ikna gücü de sürece entegre edilir. Misal olarak, ihlâlin sadece varlığını değil, sistematik boyutunu da ortaya koymak, Mahkeme nezdinde başvuruyu daha güçlü kılar.
Hukuk yargılamasında temel haklarının ihlal edildiğini düşünen kişi, iç hukuk yollarını ve Anayasa Mahkemesi başvurusunu tükettikten sonra AİHM’ye başvurabilir. AİHM’ye başvuru için, adil yargılanma, mülkiyet ya da özel hayata saygı gibi hakların ihlali iddia edilmelidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne Bireysel Başvuru