Vakıflar Hukuku

Vakıflar Hukuku kapsamında, vakıf kuruluş süreçlerinden gayrimenkul işlemlerine, tüzük hazırlığından yönetim kararlarının denetlenmesine kadar geniş bir yelpazede hukuki danışmanlık, dava takibi ve sözleşme hizmetleri sunmaktayız.

Vakıflar Hukuku, tarihsel kökleri itibarıyla Türk hukuk sisteminde hem İslâmî hem de Osmanlı hukuk geleneğiyle şekillenmiş, Cumhuriyet döneminde ise laik ve modern hukuk anlayışı doğrultusunda yeniden düzenlenmiştir. Vakıf kurumu, sosyal adaletin tesisinde ve kamu yararının temininde tarih boyunca önemli bir rol üstlenmiştir. Türk hukuk sisteminde vakıf, belirli bir mal varlığının belirli ve sürekli bir amaca tahsis edilmesi suretiyle meydana gelen, tüzel kişiliğe sahip özel bir hukuk kurumudur. Vakıf kuruluş işlemlerinde, öncelikle vakfın amacı, malvarlığı unsurları ve bu malvarlığının idaresi açıkça belirlenmeli; sonrasında ise ilgili tüzük ve resmi senetler hazırlanarak Vakıflar Genel Müdürlüğü nezdinde gerekli işlemler tamamlanmalıdır.

Osmanlı dönemindeki vakıf hukuku ile Cumhuriyet döneminde şekillenen vakıf mevzuatı arasında esaslı farklar mevcuttur. Osmanlı hukukunda vakıflar, fıkıh kaynaklı hükümler çerçevesinde düzenlenmiş olup, “hayrat” ve “akar” ayrımı ile vakfın devamlılığı teminat altına alınmaktaydı. Bu dönem vakıflarında, kurucunun iradesi mutlak nitelikte olup, kadı sicillerine kaydedilen vakfiye hükümleri ilâm kuvvetinde telâkki edilirdi. Hâlbuki Cumhuriyet döneminde, vakıf kurma iradesi belli şekil şartlarına tâbi tutulmuş, idari ve yargısal denetim arttırılmış, özellikle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte vakıfların kuruluşu, işleyişi ve sona ermesine ilişkin kurallar sistemli ve yeknesak hâle getirilmiştir.

Bu doğrultuda, vakıf tüzüğü hazırlanırken yalnızca vakıf senedinin değil, aynı zamanda kanuni şartların da tafsilâtla değerlendirilmesi gereklidir. Tüzüğün hukuka uygunluğu, ileride doğabilecek uyuşmazlıkların önüne geçmek bakımından elzemdir. Peki, tüzükte yer alan bir hüküm kamu düzenine aykırıysa ne olur? Bu hâlde, ilgili idari makamlarca yapılan tetkik neticesinde, vakıf kuruluşunun reddi veya tescilin iptali söz konusu olabilmektedir. Bu nedenle, tüzük ve vakıf senedi hazırlanırken, güncel içtihatlar ve mevzuat hükümleri titizlikle göz önünde bulundurulmalıdır.

Vakıf organlarının ve müdürlüklerinin aldığı kararlar, idarî işlem niteliği taşımasa da vakıf iç hukuku bakımından bağlayıcıdır. Ancak bu kararların hukuka uygunluğu her zaman tartışmalı olabilmektedir. Bir başka sual de şudur: Vakıf yönetiminin kanuna aykırı kararı hangi usulle iptal ettirilebilir? Netice itibarıyla, ilgili kararın iptali için genel mahkemelerde dava açılması ve hukuki sürecin sıkı surette takibi gerekmektedir. Bu noktada, Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararlarında, vakıf yöneticilerinin keyfî uygulamalarının iptali yönünde birçok mütalaa ve mukarrerat yer almaktadır.

Vakıf adına taşınmaz alım-satım işlemleri, Türk Medeni Kanunu ve ilgili tapu mevzuatı çerçevesinde gerçekleştirilmekte olup, özel bir dikkat gerektirir. Zira, bu tür işlemler kamu yararı güden bir tüzel kişiliğin malvarlığında artış veya eksilmeye neden olmakta, dolayısıyla doğrudan vakıf amacını etkilemektedir. Tapu işlemleri sırasında, vakfın mülkiyet hakkına ilişkin belgeler ile yönetim kurulu kararları ibraz edilmelidir. Ayrıca, bazı hâllerde izin alınması veya mahkeme kararı temin edilmesi gerekebilir ki bu da süreci müteaddiden karmaşıklaştırmaktadır.

Devlet adına intikal etmiş vakıf gayrimenkullerinin, asıl vakfına iadesi meselesi, özellikle Osmanlı döneminden kalma taşınmazlar bakımından güncelliğini muhafaza etmektedir. Bu durumda, ilgili taşınmazın tarihî vakıf kaydına dayanılarak geri alınması ve tapuya tescil edilmesi için dava açılabilir. Bu davalarda, hem idari belgeler hem de tarihî siciller üzerinden mütalaa yapılmakta, hâkimler taşınmazın mefhum olarak vakıf gayrimenkulü olup olmadığını araştırmakta ve buna göre ilâm tesis etmektedirler.

Evladiye alacaklarına ilişkin davalar, vakıf evlatlarının, kendilerine vakfiye gereği ödenmesi gereken gelir paylarını tahsil etmek istemeleri hâlinde gündeme gelmektedir. Bu tür alacaklar, bazen vakıf yönetimi ile vakıf evlatları arasında ihtilafen ortaya çıkmakta; gelirlerin dağılımı ve muhasebesi yönünden detaylı hesaplamalar yapılmasını icap ettirmektedir. Şöyle ki, galle fazlası alacakları da benzer şekilde, vakıf gelirlerinin belirli oranlarla dağıtılması ve fazlalığın hak sahiplerine ödenmesi gereğine dayanır. Bu konudaki uyuşmazlıklar, bilhâssa denetimsiz vakıflarda sıkça rastlanan meselelerdendir.

Vakıf için yapılacak her türlü sözleşmenin, vakfın amacıyla doğrudan ilintili olması gerekir. Özellikle kira, inşaat, işletme, işbirliği gibi sözleşmelerde vakfın menfaatinin korunması, hukuk bürosu tarafından yapılan tafsilâtlı incelemelerle mümkündür. Sözleşmelerde yer alan yükümlülükler, sonradan doğabilecek davaların mahiyetini belirleyebilir. Hâliyle, sözleşme öncesinde yapılan müzakere ve tetkikler, ilerde çıkabilecek hukuki ihtilafların önünü kesmek bakımından ehemmiyet arz eder.

Vakıf faaliyetleri çerçevesinde ilgili idarelerden alınması gereken izinler konusunda da dilekçelerin, hukuki dayanakları ile birlikte hazırlanması ve sürecin titizlikle takibi icap eder. Vakfın tesisinden itibaren, işlem yapılan her adımda idare ile uyumlu ve kanuna uygun hareket edilmesi, vakfın devamlılığı açısından elzemdir. Mülâhaza edilmelidir ki, izin süreçlerinin gecikmesi veya eksik belgelerle müracaat edilmesi hâlinde vakıf ciddi idari yaptırımlarla karşı karşıya kalabilir.

Vakıf kuruluşu, işleyişi ve feshine ilişkin davalarda, Türk Medeni Kanunu ve Vakıflar Mevzuatı çerçevesinde açılan davalar, yalnızca hukukî değil aynı zamanda sosyal sonuçlar da doğurmaktadır. Vakfın amaç dışı faaliyeti, yönetim ihlalleri veya malvarlığına ilişkin tasarrufların denetlenmesi, bu davaların temelini teşkil eder. Bu kapsamda, vakıfların feshi ya da yönetim organlarının görevden alınması yönündeki talepler, mahkeme huzurunda tafsilatla değerlendirilmekte ve karar müstakilen hükmünce tesis olunmaktadır.

Vakıflar hukukunda sunulan hukuki hizmetler, yalnızca danışmanlıkla sınırlı kalmamakta, aynı zamanda dava takibi, belge hazırlığı, sözleşme denetimi gibi geniş bir yelpazeye yayılmaktadır. Bilhassa, evladiye veya galle fazlası gibi tarihi ve fıkhi temeli bulunan dava türlerinde, geçmişe yönelik kayıtların tetkiki ve mülkiyetin tarihsel evriminin izlenmesi, uzmanlık gerektiren bir süreçtir. Bu nedenle, hukuki hizmet sağlayan kişinin, sadece pozitif mevzuatı değil, aynı zamanda vakıf kurumunun tarihî ve sosyal bağlamını da tahayyül edebilmesi önem arz eder.

Vakıflar hukukunun kendine has yapısı, teknik ayrıntıları ve tarihsel arka planı göz önüne alındığında, bu alanda ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümü dikkat ve ihtisas gerektirir. Kanun koyucunun amacı, toplumsal yararın korunması ve vakıf mallarının istismardan ari şekilde yönetilmesidir. Bu bağlamda, hukuki süreçlerde müktesep hakların korunması, yalnızca yasaların değil, aynı zamanda içtihatların da dikkatli bir biçimde değerlendirilmesini icap ettirir. Vakıf hukuku gibi hem tarihî hem de güncel düzenlemelerle şekillenen bir alanda, usule ve esasa dair meselelerin doğru teşhisi ve çözümlenmesi hayati önemdedir. Mülkiyetin korunması, gelirlerin adil dağıtımı, yönetimin denetlenmesi gibi pek çok meselede, ilâm niteliğindeki mahkeme kararları yalnızca bir sonuç değil, aynı zamanda müstakbel işlemlere yön veren içtihadi kaynaklar hâline gelmektedir. Hâl böyleyken, vakıf işlemlerinde yetkin bir uzman görüşünden istifade edilmesi, bir hukuk bürosu ile mütalaa yürütülmesi, sadece mevcut uyuşmazlığın çözümünde değil, müstakbel ihtilafların önlenmesinde de etkili bir yol olarak telâkki edilmelidir.

Vakıflar hukukuna dair Hukuk Büromuzca sunulan ve bir kısmı aşağıda izah olunan hizmetler, yalnızca şekli prosedürlerin ifasından ibaret olmayıp; tarihî köklere, sosyal bağlama ve modern hukuk düzenine dayanan çok katmanlı bir hukukî zemin üzerinde icra edilmektedir. Gerek tescil işlemleri gerekse dava süreçleri, kanunların lafzından ziyade, onların ruhuna vâkıf bir yaklaşımla değerlendirilmelidir. Hâliyle, bu alanda ortaya çıkabilecek ihtilafların çözümünde yalnızca mevzuat bilgisi değil, aynı zamanda müktesep içtihat birikimi ve teknik yorum yetisi de belirleyici rol oynar. Bu bağlamda, ilgili işlemlerde yapılacak küçük bir hata dahi vakfın kamu nezdindeki itibarını zedeleyebilir, malvarlığının ziyanına sebebiyet verebilir veya kurucu iradenin ihlâline yol açabilir. Bu nedenle, hukukî sürecin başından itibaren profesyonel destek alınması, yalnızca yükümlülüklerin ifası bakımından değil; aynı zamanda müstakbel uyuşmazlıkların bertaraf edilmesi için de zaruridir. Bu hizmetlerin mütehakkim ve çok boyutlu bir değerlendirme ile yürütülmesi, vakıf faaliyetlerinin sürdürülebilirliği açısından esaslı bir gereklilik arz eder. Bu yönüyle, bir hukuk bürosu tarafından sunulan danışmanlık, yalnızca yardımcı değil, aynı zamanda yönlendirici ve koruyucu bir işlev görmektedir.

Hukuk Büromuzca Vakıflar Hukuku alanında şu hizmetler sunulmaktadır:

Vakıf Kuruluş İşlemlerinin Takibi ve Neticelendirilmesi: Vakıf kuruluşu, belirli bir malvarlığının belirli bir amaca tahsis edilmesiyle oluşan tüzel kişiliğin, Türk Medeni Kanunu’nun 101 ve devamı maddeleri mucibince resmiyet kazanmasıdır. Kuruluş sürecinde vakıf senedinin hazırlanması, mahkemeye başvurularak tescil kararı alınması ve ilâm hükmünde bir karar elde edilmesi zaruridir. Vakıf senedinde yer alan amaç ve faaliyetlerin kamu yararına uygunluğu, ilgili mercilerce tetkik edilerek kuruluşun kabulü ya da reddi yönünde karar verilir. Bu bağlamda şu sual akla gelir: Vakıf kuruluş işlemleri yalnızca noter senediyle mi tamamlanabilir? Hâlbuki uygulamada bu süreç, noter işleminin ötesinde, mahkeme tescili, vakıf senedinin denetimi ve yönetmeliklere uygunluğun sağlanması gibi müteaddiden adımlar gerektirir. Bu süreçte yapılacak bir hata, netice itibarıyla kuruluşun iptaline sebebiyet verebilir. Bir vakfın hukukî varlığının kazanılması, sadece malvarlığı tahsisiyle değil; aynı zamanda bu tahsisin hukuk düzeniyle uyumlu, denetlenebilir ve sürdürülebilir olmasıyla mümkündür. Kuruluş işlemleri sırasında sağlanacak hukuki hizmet ve danışmanlık, yalnızca şekli değil, içerik yönünden de uygunluğu temin etmekte; bilhâssa vakfın ilerleyen süreçte karşılaşabileceği denetim ve ihtilaflar açısından hayati bir zemin teşkil etmektedir.

Vakıf Tüzüğü Hazırlanması ve Hukuki Bilgilendirme Hizmeti: Vakıf tüzüğü, vakfın organizasyon yapısını, idaresini ve amaçlarını düzenleyen temel iç mevzuat niteliğindedir. Tüzükte yer alan düzenlemelerin, kanun hükümlerine ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün içtihat haline gelmiş uygulamalarına uygun olması zaruridir. Şayet tüzük maddeleri, mefhum itibarıyla kamu düzenine aykırı ise vakfın tescili mümkün olmaz. Burada şu sual tevilen sorulabilir: Tüzükte vakıf kurucusuna geniş yetkiler tanımak mümkün müdür? Şöyle ki, kurucuya bazı takdir yetkileri tanınabilir; lâkin bu yetkilerin keyfîliğe varması ve adalet ilkesini zedelemesi hâlinde, yargı organlarınca vakıf iradesinin sınırlandırılmasına gidilebilmektedir. Bu da tüzüğün tafsilâtla ve hukukî müktesebat dikkate alınarak hazırlanmasını gerektirir. Bir vakfın hukuki yapısı tüzüğüyle şekillenir. Bu belge, vakıf amacının ifasını teminat altına alırken; aynı zamanda denetim organlarının da dayanağını teşkil eder. Bu nedenle, hukuk bürosu nezdinde yapılan çok yönlü mülâhaza ve danışmanlık hizmetleri, vakfın gelecekteki faaliyetlerinin istikrarlı yürümesi bakımından mukabilinde bir güvence anlamı taşır.

Vakıf Tüzüğü İncelenmesi ve Hukuki Bilgilendirme Hizmeti: Hazırlanmış bir vakıf tüzüğünün incelenmesi, yalnızca dil ve ifade yönünden değil; aynı zamanda hukuka, mevzuata ve yargı içtihatlarına uygunluk açısından değerlendirilmesini gerektirir. Bu tetkik, yalnızca yüzeysel bir okuma olmayıp; tüzüğün mâhiyetinin, amaç maddelerinin ve idari işleyiş hükümlerinin her birinin müstakil olarak hukukî normlara göre yorumlanmasını icap ettirir. Peki, incelenen bir tüzükte kanuna açıkça aykırı bir madde bulunursa ne olur? Bu hâlde, tescilden önce gerekli revizyonların yapılması için kurucuya bildirim yapılır; tescil sonrası ise iptal davası yoluyla hükmünce düzeltilmesi istenebilir. Bu da, ön inceleme safhasının ne derece mühim olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bir tüzüğün içerdiği hatalı ya da eksik hüküm, vakfın faaliyetlerinin durmasına, müfettiş raporlarında olumsuzluklarla karşılaşılmasına yahut doğrudan idari yaptırımlara neden olabilir. Bilâkis, önleyici nitelikteki bu hukukî hizmet, potansiyel zararların engellenmesinde büyük rol oynar ve vakıf yöneticilerinin mükellefiyetlerini sağlıklı şekilde icra etmeleri için zemin hazırlar.

Vakıf Organ ve Müdürlüklerinin Kararlarının Hukuka Uygunluğunun İncelenmesi ve Dava Sürecinin Takibi: Vakıf yönetim organlarının aldığı kararlar, vakfın iç işleyişine yön vermekle birlikte, zaman zaman hukuka aykırı işlemlerin tesis edilmesine sebebiyet verebilir. Bu kararlar bilhâssa vakıf amacından sapma, eşitlik ilkesinin ihlali veya malvarlığının usulsüz idaresi gibi meselelerde denetime muhtaçtır. Yürürlükteki mevzuat uyarınca, bu tür kararlar için genel mahkemelerde iptal davası açılabilmekte; vakfın zarar görmesi hâlinde sorumlulara yönelik tazminat davası da gündeme gelebilmektedir. Şu noktada bir sual sorulabilir: Bu tür kararlar idari işlem olarak mı değerlendirilir, yoksa özel hukuk işlemine mi tabidir? Hâlbuki Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi uygulamalarında, vakıf yönetim kararlarının kamu otoritesinden bağımsız oluşu sebebiyle özel hukuk işlemi olarak telâkki edildiği, dolayısıyla iptali için özel hukuk yargı yerinde dava açılması gerektiği yönünde müstakar görüşler mevcuttur. İptal ve tazminat davalarında, dava dilekçesinin vakıf senedi, alınan karar metni ve faaliyet raporları gibi belgelerle desteklenmesi; ayrıca maddi ve hukuki sebep-sonuç bağının tafsilâtla ortaya konulması gerekmektedir. Bu bağlamda sunulan hukukî hizmetler, yalnızca yargılamayı yürütmekle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda kararların önleyici denetimi ve alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının mülâhazasını da içermektedir.

Vakıf Faaliyeti Temelinde Gerekli İzinlerin Alınması için Dilekçe Hazırlanması ve Müracaat Süreci: Vakıfların kamu yararına yönelik projeleri gerçekleştirmeleri için çoğu zaman ilgili kamu idarelerinden izin alma yükümlülüğü doğmaktadır. Bu izinler, eğitim kurumu açmaktan sosyal yardım faaliyetlerine, kültürel etkinliklerden gayrimenkul yatırımlarına kadar farklı alanlarda gerekebilir. Bu çerçevede hazırlanan dilekçelerin, ilgili yasa ve yönetmelik hükümlerine uygun olarak kaleme alınması, başvurunun neticesini doğrudan etkiler. Peki, usulüne uygun hazırlanmamış bir dilekçenin reddedilmesi hâlinde başvuru süreci nasıl devam eder? Müracaat sahibi, ret işlemini müteakip ya eksiklerini tamamlayarak yeniden başvurabilir ya da idari yargıda iptal davası açarak mülâhazaya esas teşkil eden gerekçeleri tartışma imkânı elde eder. Bu durumda, sürecin başından itibaren yürütülen profesyonel danışmanlık, ileride doğabilecek ihtilafların önlenmesi bakımından kıymet taşır. İzin dilekçelerinde yalnızca talepler değil, taleplerin dayanakları, toplumsal katkısı ve hukuki temelleri de gösterilmeli; dilekçe içeriği ilgili kamu görevlileri açısından ikna edici olmalıdır. Bu bağlamda hukuk bürosu tarafından yapılan tetkik ve müteakip başvuru işlemleri, yalnızca şekli değil, stratejik olarak da sonuç odaklı bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır.

Vakıf Adına Gayrimenkul Alım-Satımına İlişkin Hukuki Danışmanlık: Vakıf malvarlığının korunması ve artırılması, vakfın amacına hizmet etmesi için bilhâssa taşınmaz yatırımları oldukça önemlidir. Lakin gayrimenkul alım-satım işlemleri, yalnızca tapuda yapılan bir devir işlemi değil; aynı zamanda ciddi bir hukukî altyapı ve çok yönlü muvazaa tetkiki gerektiren süreçtir. Vakıf lehine yapılan taşınmaz işlemlerinde, hem vergi muafiyetleri hem de özel izin prosedürleri yürürlüğe girmektedir. Bu noktada şu sual gündeme gelebilir: Vakıf yönetimi kendi kararıyla taşınmaz alım-satımına girişebilir mi? Kanunen mümkündür; ancak mefhum olarak bu kararların vakıf amacına uygunluk taşıması ve yönetim organı kararıyla belgelenmesi gerekir. Aksi hâlde, işlemin iptali ve yönetimin sorumluluğu gündeme gelir. Bu gibi işlemlerde hukukî danışmanlık almak, yalnızca mevzuata uygunluğu sağlamakla kalmaz; bilhâssa taşınmazın geçmişine dair ipotek, haciz veya tapu şerhi gibi kayıtların tetkik edilmesini de mümkün kılar. Böylece, vakıf malvarlığının zedelenmesinin önüne geçilmiş olur. Bu alanda yapılan hataların, ilerleyen dönemde vakıf tüzel kişiliği aleyhine açılacak davalara temel teşkil edebileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.

Devlet Adına İntikal Ettirilmiş Vakıf Gayrimenkullerinin Geri Alınması ve Tescili: Osmanlı döneminden kalan bazı vakıf taşınmazları, mülkiyetin devriyle birlikte hazine adına tescil edilmiş olup, bunların geri alınması günümüzde dahi hukukî mücadele konusu olabilmektedir. Bu davalarda, vakıf lehine tesis edilen mazbutiyet kararı, kadim vakfiye örneği, arşiv belgeleri ve şer’iyye sicilleri delil olarak sunulabilir. İlgili davalar, taşınmazın iadesi ve vakıf adına yeniden tescili amacı taşır. Burada önemli bir sual şudur: Bu tür davalarda hangi belgeler en etkili kanıt olarak kabul edilir? Bilâkis genel kanaatin aksine, yalnızca tapu kaydı değil; vakfiyeye dayalı arşiv belgeleri, zabıtlar, ilmühaberler ve tarihî ilâm metinleri de büyük önem arz eder. Bu belgeler, taşınmazın tarihsel olarak vakıf mülkiyetine ait olduğunu göstermek bakımından kıymetlidir. Bu tür dava süreçlerinde, ilgili taşınmazın tarihçesinin tafsilâtla ortaya konulması, kadim hukukî düzenlemelerin bugünkü mevzuatla tevilen yorumlanması gereklidir. Zira bu tür davalarda yalnızca hukukî bilgi değil, tarihî bağlamın tahayyülü de hâliyle dava stratejisinin şekillenmesinde etkili olur. Mukabilinde alınan tescil kararları, yalnızca taşınmazı değil, vakfın tarihî kimliğini de iade eden mahiyettedir.

Vakfın Tesisi, İşleyişi ve Feshine İlişkin İdari ve Hukuki Davaların Açılması ve Sürecin Takibi: Vakıf hukukunda tesisten feshine kadar uzanan süreç, hem idarî hem de adlî denetime açık bir yapıda gelişir. Bir vakfın tesisi, yalnızca kuruluş işlemleriyle tamamlanmaz; müteakip dönemlerde yürütülen faaliyetlerin yasa ve tüzüğe uygunluğu, idari otoritelerce ve mahkemelerce mütemadiyen tetkik edilir. Bilhassa amacın dışına çıkılması, yönetim organlarının görevini ihmal etmesi veya malvarlığının maksada aykırı şekilde kullanılması gibi hâller, fesih davasının ikamesine neden olabilmektedir. Peki, bir vakıf hangi sebeplerle feshedilebilir? Bu konuda temel kıstas, artık vakıf amacının gerçekleşmesinin imkânsız hâle gelmesi veya faaliyetlerin ciddi surette yasa dışı yürütülmesidir. Bu gibi durumlarda mahkemeler, vakıf senedinde yer alan hükümleri tafsilâtla değerlendirir; zaruret bulunması hâlinde vakfın sona ermesine karar verir. Fesih davaları genellikle kamu yararını da ilgilendirdiğinden, karar sürecinde geniş çaplı mülâhaza yürütülür. Bu tür davaların yürütülmesinde, vakıf yöneticilerinin hukuki sorumluluğu, hesap verebilirliği ve işlemlerin geriye etkili sonuç doğurması gibi teknik hususlar önemlidir. Dolayısıyla hukuk bürosu tarafından sunulan danışmanlık, yalnızca mevcut uyuşmazlığın çözümüne değil; ileride doğabilecek müteselsil sorumluluk ihtimallerinin bertarafına da hizmet eder.

Vakıflar Hukukuna İlişkin Her Türlü Sözleşmenin Hazırlanması: Vakıflar, kamu yararını gözeten tüzel kişiler olmakla birlikte, gündelik faaliyetlerini özel hukuk sözleşmeleriyle yürütürler. Bu sözleşmeler; kira, işletme, hizmet alımı, ortaklık ve inşaat gibi farklı kategorilere ayrılır ve her biri kendi içinde farklı hukuki riskler barındırır. Bu sebeple, sözleşmelerin hem mevzuata uygun hem de vakıf amacına hizmet edecek şekilde düzenlenmesi gerekir. Şu husus önemli bir soruya kapı aralar: Vakıf, ticari bir şirket gibi her türlü sözleşmeyi özgürce akdedebilir mi? Hâlbuki vakıf, tüzüğünde belirlenen sınırlar çerçevesinde ve kamu yararına uygun bir mecrada sözleşme yapabilir. Amaç dışı bir sözleşme, hem vakıf denetçileri hem de mahkemeler nezdinde geçersiz telâkki edilebilir; ayrıca yöneticiler için şahsî sorumluluğu da doğurabilir. Bu nedenle hukukî hizmet kapsamında sunulan sözleşme hazırlama süreci, sadece metin üretmeye değil; ihtilaf doğurmayacak bir yapının tesisine, yükümlülüklerin dengeli dağıtılmasına ve özellikle gelir getiren sözleşmelerde vakıf yararının azamileştirilmesine yöneliktir. Müstesna hâllerde özel hükümler içeren maddelerin yer alması da söz konusu olabilir; bu gibi durumlarda tafsilatlı değerlendirme ve gerektiğinde taraflar arası protokol yapılması icap eder.

Evladiye Alacağı Davası Açılması ve Dava Sürecinin Takibi: Evladiye, Osmanlı hukuk sisteminden tevarüs eden bir kurum olup, kurucunun soyundan gelen kimselere vakfın gelirlerinden belirli oranlarda ödeme yapılmasını ifade eder. Bu uygulama, günümüzde bazı mazbut vakıflarda hâlâ geçerliliğini muhafaza etmektedir. Ancak çoğu durumda, bu ödemelerin yapılmaması ya da eksik yapılması nedeniyle mirasçılar tarafından evladiye alacağı davası açılmaktadır. Bu noktada şu sual gündeme gelir: Evladiye hakkı, zamanaşımına uğrar mı? Evet, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tâbi olan bu alacak türü, genel zamanaşımı sürelerine tabidir; ancak birçok hâlde mirasçılar bu hakka dair bilgi sahibi olmadığından, hakikate ancak yıllar sonra vâkıf olurlar. Bu da geçmişe dönük taleplerin mülâkaten hesaplanmasını ve geçmiş dönem gelir tablolarının tetkikini zorunlu kılar. Söz konusu davalarda mahkeme, vakıf senedi, mazbata, gelir-gider cetveli gibi belgeler üzerinden hareket eder. Bu belgelerin düzenli tutulmamış olması, davayı açan taraf açısından ciddi bir delil sıkıntısı doğurabilir. Bu nedenle, evladiye davalarında avukatlık hizmeti yalnızca temsil yetkisi anlamına gelmez; aynı zamanda tarihî kayıtların yorumlanması ve hakkın hukuken tanınması için mütehakkim bir bakış açısını da ihtiva eder.

Vakıf Evlatlarının Galle Fazlası Alacağı Davası Açılması ve Takibi: Galle fazlası, vakıf gelirlerinden kurucu ailesine tahsis edilen sabit oranların dışında kalan fazlalıkların, senette belirtilen oranlara göre paylaşılması anlamına gelir. Bu dava türü, evladiye alacaklarından farklı olarak, yalnızca belirli bir yılın gelir artışına yahut geçmiş yıllara sirayet eden eksik ödemelere dayanabilir. Özellikle kadim vakıflarda bu hesaplamaların yapılması teknik bilgi ve dikkat gerektirir. Şöyle bir sual doğar: Galle fazlasının hesabı hangi yöntemle yapılır? Bu hesaplamalarda yalnızca muhasebe kayıtları değil; aynı zamanda vakıf gelirleri ile giderlerinin dağılımı, yedek akçeler, yönetim giderleri gibi unsurlar da dikkate alınır. Hâliyle, yanlış bir değerlendirme, hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabilir. Bu sebeple mahkemelerce çoğu zaman bilirkişi raporları istenir ve içtihatlarla şekillenmiş hesaplama yöntemleri esas alınır. Bu davalarda başarıya ulaşmak, yalnızca alacağın mevcudiyetinin ispatına değil, aynı zamanda hakkaniyete uygun paylaşımın sağlanmasına bağlıdır. Galle fazlası davalarında, müteveffa kurucu soyundan gelen birden çok davacının bulunması hâlinde taraf teşkili ve feri müdahale meseleleri de dikkate alınmalıdır. Bu da sürecin uzmanlık gerektiren bir yapıya bürünmesine yol açar.