Sağlık Hukuku

Sağlık hukuku kapsamında hasta haklarının ihlali, hekim sorumluluğu, sağlık çalışanlarının iş hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıkları ve ilgili tüm tazminat davalarında profesyonel hukuki danışmanlık ve dava takibi hizmeti sunmaktayız.

Sağlık hukuku, bireyin bedeni üzerindeki en temel mefhum olan yaşamın korunmasıyla doğrudan ilişkili bir hukuk disiplinidir. Bu alan, bilhâssa hekim, hasta ve sağlık kuruluşları arasındaki hukukî münasebetleri düzenleyen; tıp ilminin icrası esnasında doğabilecek ihtilafların çözümünde müracaat edilen özel bir dal olarak telâkki edilmektedir. Hâliyle hem kamu hem özel hukuk alanına sirayet eden karma yapısıyla, sağlık hukuku oldukça müstesna bir mahiyet arz eder.

Bu çerçevede sağlık hukuku, ekseriyetle tıbbi müdahalenin hukukî sınırları, hastanın rızası, bilgi alma hakkı, mahremiyetin korunması ve malpraktis (tıbbî hata/hekim kusuru) gibi meselelerle ilgilenir. İlgili konuların tetkiki neticesinde, uygulamada karşılaşılan birçok hâl ve iddia; müteaddiden içtihatlarda olduğu üzere, Bölge Adliye Mahkemeleri, Yargıtay ve zaman zaman Anayasa Mahkemesi tarafından farklı yönleriyle ele alınmakta; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bakışıyla da mukayeseli olarak mülâhaza edilmektedir.

Şöyle ki, bir hekim tarafından yapılan tıbbi müdahale, sonuçları itibarıyla hasta açısından zararlı neticelere sebebiyet verebilir. Bu durumda ortaya çıkan zararın hukuk düzeni içerisindeki karşılığı ne olacaktır? Soru basittir, lâkin cevabı tafsilâtla incelenmelidir. Tıbbi müdahalenin, hukuka uygun kabul edilebilmesi için üç temel şartın birlikte bulunması gerekir: hastanın aydınlatılmış rızası, tıbbi gereklilik ve usule uygunluk. Bu üç unsurdan biri dahi eksikse, müdahale hukuka aykırı telâkki edilir.

Hasta, bilgi alma hakkı mucibince sağlık durumu hakkında aydınlatılmalı, yapılacak işlemler hakkında makul şekilde bilgilendirilmelidir. Bu aşamada aydınlatma yükümlülüğü, sadece sözlü anlatımla sınırlı kalmayıp, yazılı belgelerle de desteklenmelidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da vurgulandığı üzere, kişinin vücudu üzerindeki tasarruf hakkı, açık ve bilgilendirilmiş bir rıza olmaksızın sınırlandırılamaz.

Hekimin sorumluluğu ise, tedavi sonucunun garanti edilmesiyle değil, mesleğini icra ederken gereken dikkat ve özeni göstermesiyle sınırlıdır. Bu itibarla, tıbbi müdahalelerde meydana gelen zararlarda kusur aranır. Netice itibarıyla, kusurun varlığı hâlinde hekimin hukuki ve cezai sorumluluğu gündeme gelebilecektir. Ancak hekimin kastı bulunmaksızın gerçekleştirdiği hatalı müdahaleler, çoğunlukla taksir kapsamında değerlendirilir. Burada önemli bir soru daha akla gelir: Hasta, tedavi sürecinde bir zarar gördüğünde yalnızca hekime mi başvurabilir? Cevap, mezkûr zararın hangi müessese içinde ve hangi kapsamda doğduğuna göre farklılık arz eder. Zira sağlık kuruluşları da, idare hukuku yahut özel hukuk hükümleri çerçevesinde sorumluluk taşır. Hatta kimi durumlarda hem hekim hem de kurum birlikte sorumlu tutulabilir.

Sağlık hukukunun cezaî boyutu, tedavi sürecinde işlenen suçlar bakımından önemlidir. Özellikle taksirle ölüme veya yaralamaya sebebiyet verme, görevi kötüye kullanma, özel hayatın gizliliğini ihlâl gibi suçlar, sıklıkla yargının önüne gelmektedir. Anayasa Mahkemesi kararları, bu noktada bireyin bedensel ve ruhsal bütünlüğüne yönelik müdahalelerde devletin pozitif yükümlülüklerini hatırlatmakta, etkili soruşturma yükümlülüğü vurgulanmaktadır.

Malpraktis iddiaları, sağlık hukukunun en fazla ihtilafa konu edilen alanlarından biridir. Bu tür iddialarda, hekimin mesleki standartlara aykırı davrandığı, güncel bilgi ve tecrübeye uygun hareket etmediği ileri sürülmektedir. Mahkemeler, bilirkişi raporları ile desteklenen teknik incelemelere binâen karar verir. Bu durum, hem hasta hem de hekim yönünden hakkaniyetli bir yargılamanın tesisini gerekli kılar.

Öte yandan, hasta bilgilerinin gizliliği meselesi de hukukî anlamda büyük önem taşır. Hasta dosyalarının üçüncü kişilerle paylaşılması, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ve ilgili hükümler mucibince ağır yaptırımlara tabi tutulmuştur. Bu kapsamda ihlaller, sadece hukukî değil aynı zamanda cezai sonuçlar doğurabilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bireylerin tıbbi bilgileri üzerinde makul bir denetim hakkına sahip olması gerektiğini hükmünce ortaya koymuştur.

Uygulamada, sağlık hukuku ile ilgili ihtilaflar yalnızca özel hastanelerle sınırlı değildir. Kamu hastanelerinde de sıklıkla benzer uyuşmazlıklar doğmakta; bu durumda idari yargının yetki alanına girilmektedir. Burada idarî eylem ve işlemlerle ortaya çıkan zararlar için tam yargı davaları açılması mümkündür. Mahkemeler, idarenin hizmet kusuru kapsamında değerlendirme yaparak karar tesis ederler.

Tedavi reddi hakkı, hastaların kendi kaderlerini tayin etme özgürlüğünün uzantısı olarak tanınır. Şartların oluşması hâlinde, birey tedaviyi reddedebilir. Ancak bu durum bazı temel istisnaları da beraberinde getirir. Örneğin, bulaşıcı hastalık taşıyan bireylerin tedaviyi reddetmeleri kamu sağlığı açısından tehlike arz ettiğinden, müdahale zorunlu hâle gelebilir.

Bununla birlikte, özel nitelikli sağlık hizmetlerinin sunumu sırasında ücretlendirme, bilgilendirme ve onam sürecinde yaşanan uyuşmazlıklar, tüketici hukuku ile sağlık hukuku arasında geçişken bir yapı meydana getirir. Misal olarak, estetik cerrahi işlemlerinde ortaya çıkan zararlar çoğu kez tüketici mahkemelerinde değerlendirilmektedir.

Sağlık personelinin hizmet kusurundan kaynaklanan tazminat talepleri yönünden Yargıtay içtihatlarında, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi yahut hiç işlememesi gibi kategoriler hâlinde tasnif yapılmıştır. Bu tasnif, tazminatın miktarı ve türü üzerinde belirleyici olmaktadır. Aynı zamanda kararlar, benzer nitelikteki dosyalarda içtihat birliğini sağlama amacı güder.

Aile hekimliği, acil servis uygulamaları, ruh sağlığı hizmetleri gibi özel alanlarda yaşanan hukukî sorunlar, alanın dinamik yapısını ortaya koymaktadır. Bu yönüyle sağlık hukuku, statik değil; değişen toplum yapısı, teknolojik gelişmeler ve etik tartışmalar ışığında sürekli yenilenen bir hukuk dalıdır.

Pandemi süreci, sağlık hukukunun birçok yönünü yeniden tahayyül etmeyi zorunlu kılmış; özellikle aşı rızası, izolasyon kararları ve acil durum yetkileri gibi meselelerde yeni uygulamaların doğmasına sebebiyet vermiştir. Hâlbuki bu tür düzenlemeler, bireysel özgürlükler ile kamu yararı arasındaki dengeyi gözetmek mecburiyetindedir.

Bu alanda çalışan uzmanların, hem tıbbi gelişmeleri hem de hukukî yenilikleri takip etmesi elzemdir. Zira mevzuat değişiklikleri, ulusal ve uluslararası mahkeme kararları doğrultusunda hızlı şekilde güncellenmektedir. Hükmünce belirtmek gerekir ki, uygulayıcının her iki alanda da yeterli bilgiyle donatılması, hata payını minimize eder.

Sağlık hukuku, bireyin yaşamına, sağlığına ve kişilik haklarına doğrudan temas eden nazik bir disiplindir. Dolayısıyla sağlık hukuku alanında ortaya çıkan ihtilafların çözümünde, yalnızca maddi zararların tazmini değil; kişinin ruhsal bütünlüğü, itibar ve güven duygusunun da korunması hedeflenmelidir. Bu itibarla, özellikle cezaî boyutu olan meselelerde, uzmanlık bilgisine vakıf kişilerden alınacak teknik yardım, hem yargılamanın selameti hem de hakkın teslimi açısından büyük ehemmiyet arz eder. İlgili prosedürlerin, sürelere riayetle ve ilâm hükümlerine uygun şekilde yürütülmesi, izahı gerekmeyen bir zorunluluktur.

Hukuk Büromuzca, Sağlık Hukuku alanında sunulan başlıca hizmetler şunlardır:

Hasta Haklarının ihlali nedeniyle tazminat davası açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Hastaların, tıbbi müdahaleye rıza gösterme, bilgilendirilme, mahremiyetlerinin korunması ve tedaviyi reddetme gibi hakları, hem ulusal mevzuat hem de uluslararası mukarrerat çerçevesinde tanınmış temel mefhumlar arasında yer alır. Bu hakların ihlâli hâlinde, ilgili sağlık çalışanı ya da kuruluşu aleyhine tazminat davası ikame edilmesi mümkündür. Özellikle Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararlarında, kişinin beden bütünlüğüne yapılan müdahalenin yalnızca hukuka uygunluk şartlarına değil, aynı zamanda aydınlatılmış onamın gerçekliğine de bağlı olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu itibarla, hukuk bürosu nezdinde tetkik edilen her olayda, hasta haklarının ihlâli varsa, bu ihlâl bilâkis bir zarar doğurmuşsa, zarar-ihlal illiyet zinciri kurularak tazminat talep edilebilecektir.

Hekimlerin mesleki sorumluluğu ve hekim hataları temelinde zarar meydana geldiği hallerde tazminat davası açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Tıbbi uygulama hataları, yani malpraktis, hekimin mesleki özen yükümlülüğüne aykırı davranışları neticesinde hasta nezdinde meydana gelen zararların hukukî sorumluluğunu doğurur. Burada mesele yalnızca tedavi sonucunun olumsuzluğu değildir; tedavi sürecinin mevzuat hükümlerine, bilimsel standartlara ve mesleki dikkat kurallarına uygun yürütülüp yürütülmediği de dikkate alınır. Yargıtay, müteaddiden kararlarında, hekimin güncel bilgiye istinaden teşhis koyma ve tedavi etme yükümlülüğü bulunduğunu vurgulamış, kusurlu davranış hâlinde tazmin sorumluluğunu hukuken kabul etmiştir. Bu bağlamda, hekimin hatası nedeniyle zarar gören hasta lehine açılacak dava, delillerin detaylı incelenmesini ve bilirkişi görüşleriyle desteklenmesini icap ettirir.

Hekimlere yönelik haksız soruşturma ve yaptırımlara itiraz edilmesi, bu temelde yasal koşulların oluşması tazminat davası açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi ile hekime karşı açılan davanın takip edilmesi: Hekimler hakkında başlatılan idari veya adli soruşturmalarda, çoğu zaman soyut isnatlara dayalı işlemler nedeniyle kariyer ve itibar açısından telâfisi güç zararlar doğabilmektedir. Hâlbuki, soruşturma ve yaptırım süreçleri, hukukun temel güvenceleri çerçevesinde yürütülmelidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da belirtildiği üzere, kişi aleyhine yürütülen disiplin veya ceza süreçleri, adil yargılanma hakkı ve lekelenmeme ilkesi mucibince titizlikle yürütülmelidir. Bu sebeple, haksız işlemlere karşı itirazın yapılması, uygun şartlar oluştuğunda tazminat davası açılması ve hekime yöneltilmiş davaların hukuk bürosu marifetiyle sistemli şekilde takip edilmesi, meslek onurunun korunması açısından zarurîdir.

Hastane ve Sağlık Kuruluşu çalışanlarının, hastabakıcıların, hemşirelerin ve hekimlerin iş sözleşmelerinin haksız feshi, mobbing uygulaması, fazla mesai ücretlerinin ödenmemesi gibi uygulamalara karşı işçilik alacakları nedeniyle tazminat davası açılması: Sağlık sektöründe çalışan hemşire, hastabakıcı ve hekimlerin iş ilişkisi çoğunlukla özveriye dayalı yürütülse de, işveren uygulamaları zaman zaman iş mevzuatı hükümlerine aykırı olabilmektedir. Haksız fesih, psikolojik taciz (mobbing) ve fazla çalışma ücretlerinin ödenmemesi gibi durumlar, işçinin şahsiyetine zarar verdiği gibi, ekonomik haklarını da zedeler. İş Mahkemeleri nezdinde açılan tazminat davalarında, Bölge Adliye Mahkemeleri tarafından yapılan mülâhaza neticesinde işverenin kusurlu davranışı ortaya konulduğunda, işçi lehine netice doğmaktadır. Hâl böyleyken, bu tür taleplerin tafsilâtla belgelenmesi ve hukuki çerçevede istifade edilmesi mühimdir.

Hastane ve Sağlık Kuruluşu çalışanlarının, hastabakıcıların, hemşirelerin ve hekimlerin sigorta primlerinin düşük gösterilmesi halinde hizmet tespiti ve prim tahsili davası açılması: Sosyal güvenlik hukuku kapsamında çalışanların sigorta primlerinin tam ve doğru şekilde ödenmesi, hem emeklilik hem de diğer sosyal yardımlar açısından hayati öneme sahiptir. Bilhâssa özel sağlık kuruluşlarında düşük prim gösterilmesi suretiyle yapılan kayıt dışı uygulamalar, işçilerin uzun vadeli sosyal haklarını ihlâl etmektedir. Hükmünce hizmet tespit davası açılması hâlinde, mahkemeler tanık, bordro ve denetim raporlarına binâen karar vermektedir. Yargıtay içtihatları, işçinin fiilen çalıştığını ispat etmesi hâlinde, işvereni mükellefiyet altına sokmaktadır. Bu itibarla, prim alacaklarının tahsili ve sigorta süresinin düzeltilmesi, sosyal güvenlik hakkının korunması açısından elzemdir.

Yasada aranan koşulların mevcudiyeti durumunda, Hastane ve Sağlık Kuruluşu çalışanlarının, hastabakıcıların, hemşirelerin ve hekimlerin iş akitlerinin haksız feshi halinde işe iade davası açılması: İş güvencesi hükümleri gereği, belirli kriterleri sağlayan sağlık çalışanları, iş akitlerinin haksız sona erdirilmesi durumunda işe iade talebinde bulunabilmektedir. Kanun koyucu, bu noktada hem işverenin fesih gerekçesini ispat yükünü düzenlemiş, hem de feshin son çare olması gerektiğini kabul etmiştir. İş Mahkemeleri, fesih gerekçesinin ispatlanamaması hâlinde işe iadeye hükmetmekte, çoğu zaman dört aya kadar boşta geçen süre ücreti ve tazminata da karar vermektedir. Bu tür davalar, özellikle sağlık sektörü gibi dinamik çalışma alanlarında, işçinin güvencesini sağlamak bakımından müstesna bir işlev görmektedir.

Sağlık hukuku alanında her türlü bilgilendirme hizmeti sunulması: Sağlık hukuku, sürekli gelişen bir alan olup hem hasta hem de sağlık çalışanı açısından çok yönlü mevzuat bilgisi gerektirir. Bilgilendirme hizmetleri, yalnızca dava süreçlerine hazırlık teşkil etmekle kalmaz; aynı zamanda kişilerin hak ve yükümlülüklerini zamanında ve doğru öğrenmelerine de imkân sağlar. Bu hizmet, hukuk bürosu tarafından sunulan, bilimsel veri ve mukarrerat ışığında şekillenen kapsamlı bir danışmanlık sürecidir. Netice itibarıyla, sağlık hukukunun teknik detaylarına hâkim olmak, gerek koruyucu hukuk hizmetlerinde gerekse uyuşmazlık çözümünde önemli bir fark yaratmaktadır.