Miras Hukuku

Miras hukuku, müteveffa kişinin vasiyetname bırakıp bırakmadığına göre farklı usullerin uygulandığı, yasal mirasçıların saklı paylarının korunmasını ve mal paylaşımının usule uygun şekilde yürütülmesini esas alan bir disiplindir; vasiyetname mevcutsa tenfiz, saklı pay ihlali varsa tenkis, mal kaçırma şüphesi varsa iptal davası gibi yollarla yasal miras düzeni tafsilâtla teminat altına alınmaktadır.

Miras hukuku, şahsın vefatıyla malvarlığının hukukî akıbetini tayin eden, mülkiyetin intikaline dair esasları düzenleyen hukuk dalıdır. Bu itibarla Türk Miras Hukuku, hem bireyin tasarruf serbestîsi çerçevesinde düzenleme yapmasına müsaade eder hem de zümre sistemiyle yasal mirasçılık rejimini oluşturur. Miras, kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olmayıp ölüm hâlinde mirasçılara geçer. Bu geçiş, terekenin bir bütün hâlinde istifade edilmesini temin eden müteselsil sorumluluk esasına binâen şekillenir. Türk hukukunda yasal mirasçılık sistemi; altsoy, üstsoy, eş ve sağ kalan eş kategorileriyle şekillenir. Misal olarak, murisin altsoyu bulunmaması hâlinde, üstsoyu devreye girer. Eş, her zümrede farklı oranlarda mirasa iştirak eder. Anayasa Mahkemesi kararları, mirasta eşitlik ilkesine atıfla, özellikle evlat edinme hâllerinde ayrımcılığı önlemeye yöneliktir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de mülkiyet hakkı bağlamında miras hakkını, özel hayat ve aile hayatına saygı ilkesiyle birlikte mütalaa etmektedir.

Miras hukukunda, müteveffa mirasbırakanın vasiyetnamesinin bulunup bulunmadığı önem taşımaktadır. Mirasbırakanın vasiyetnamesi bulunmaması halinde, mirasçılar mal paylaşımı için işlem başlatacaklardır. Yasal mirasçılar veraset ilamı alarak, yasal paylarını belirleyecek, bunun üzerine veraset ilamı temelinde mal paylaşımı yoluna gidilecektir. Mirastan mal kaçırma halinde tedbir talepli dava açılması gerekmektedir. Müteveffa mirasbırakanın vasiyetname bırakması halinde ise, yasal mirasçıların vasiyetnamenin iptali davası açma hakkı bulunmaktadır. Saklı pay oranlarını aşan tasarrufların halinde tenkis davası açılarak yasal mirasçıların saklı pay oranları korunmaktadır. Müteveffa mirasbırakanın, yasal mirasçıları mirastan mahrum etme amacıyla sağlığında mal kaçıracak tasarruflarda bulunması halinde ise, bu işlemlerin dava yoluyla iptal edilmesi mümkündür. Vasiyetname lehdarı olan kimse açısından ise, vasiyetnamenin okunması akabinde tenfiz davası ile bu vasiyetnamenin gereğince bırakılan malların kazanılması yoluna gidilmektedir.

Murisin ölümünden sonra mirasçılar, terekeye dair beyanda bulunmak durumundadır. İradi red süresi, üç ay olarak belirlenmiştir. Bu sürenin geçirilmesi hâlinde, miras otomatik olarak kazanılmış sayılır. Hükmünce, bu durum bazen külfetli bir mirasın da kabûlünü netice verir. Hâliyle, mirasın borca batık olması ihtimali göz önünde bulundurulmalı, özellikle ayırt etme gücüne haiz küçüklerin menfaati gözetilmelidir.

Tereke, ölenin şahsına bağlı olmayan tüm malvarlığını içerir. İlgili mevzuat hükümleri çerçevesinde, kişiye bağlı haklar, mirasçılara geçmez. Şöyle ki, evlenme vaadi, şahsî borçlar yahut soybağına dair davalar bu kapsama girer. Bilâkis, alacaklar, taşınmaz mülkiyeti gibi haklar ise intikal eder. Mirasçılar arasında paylaşım ise ya sulh yoluyla yahut mahkeme kararıyla gerçekleştirilir.

Bu noktada sorulması gereken şudur: “Terekeye dahil bir malın paylaşımında anlaşmazlık çıkması hâlinde nasıl bir yol izlenmelidir?” Cevaben belirtmek gerekir ki, paylaşımın mümkün olmaması durumunda, mahkemeye başvuru yoluna gidilerek izale-i şuyu davası açılabilir. Bölge Adliye Mahkemesi kararları, bu hususta mükerrer davaların önüne geçilmesi açısından açık içtihatlar sunmaktadır.

Mirasın paylaşımı aşamasında, saklı pay kurumu büyük ehemmiyet arz eder. Saklı paylı mirasçılar; altsoy, ana-baba ve eşten ibarettir. Muris, vasiyetname düzenleyerek mallarının bir kısmını üçüncü kişilere bırakabilir. Ancak bu tasarruf, saklı paylara müdahale etmeyecek şekilde yapılmalıdır. Aksi hâlde tenkis davası gündeme gelir. Yargıtay içtihatları, bu konuda saklı payın ihlal edilip edilmediğini tafsilâtla incelemektedir.

Vasiyetnamenin hukuken geçerli olabilmesi için kanunda sayılı şekil şartlarına riayet edilmelidir. El yazısı vasiyet, resmî vasiyet ve sözlü vasiyet olmak üzere üç tür vasiyet mevcuttur. Her bir tür, belirli şartları taşımazsa, murisin iradesi geçerlilik kazanamaz. Mefhum olarak, vasiyetname sadece mal dağılımı değil, aynı zamanda cenaze işleri yahut evlâtlık tanıma gibi irade beyanlarını da içerebilir.

Tereke temsilciliği, mirasçılar arasında ihtilafen vukua gelen durumlarda mahkemece atanır. Bu temsilci, terekenin korunmasını, borçların ödenmesini ve malların idaresini sağlar. Mahiyet itibariyle vekil sıfatını taşıyan temsilcinin görev ve yetkileri sınırlıdır. Anayasa Mahkemesi’nin benzer bir konuda verdiği kararda, özel mülkiyet hakkına halel getirmeyecek bir temsil sisteminin esas alınması gerektiği mülâhaza edilmiştir.

Mirasın açılmasıyla birlikte başlayan süreçte, mirasçılar arasında mal kaçırma teşebbüsleriyle sıklıkla karşılaşılır. Bu durumda, terekenin mühürlenmesi ve defterinin tutulması talepleri gündeme gelir. Söz konusu talepler, mirasın korunması yönünden mühimdir. Bölge Adliye Mahkemeleri bu hususta, terekenin kapsamına dair izahattan varestedir şeklinde hüküm kurmakta, kapsamı geniş yorumlamaktadır.

Miras bırakanın ölümünden sonra ortaya çıkan borçlar da mirasçılar tarafından üstlenilir. Bu borçlar, şahsi malvarlığı ile sınırlı olmayıp müşterek sorumluluk doğurabilir. Hâlbuki bazı durumlarda, murisin sağlığında yaptığı bazı işlemler, muris muvazaası teşkil edebilir. Bu tür işlemler, gerçekte bağış niteliğinde olup satış gibi gösterildiğinde, muris muvazaası nedeniyle dava konusu yapılabilir.

Bu minvalde sorulması gereken ikinci sual şudur: “Muris muvazaası nedeniyle açılan tapu iptali ve tescil davasında ispat yükü kime aittir?” Hukuken cevabı, davacı mirasçıya düşmektedir. Ancak, Yargıtay kararları, hayatın olağan akışı, taraf ilişkileri ve murisin sağlık durumu gibi müteaddiden hâli tetkik eden kriterleri kullanmaktadır. Bu içtihatlar, davacı lehine ispat kolaylığı sağlayacak yöndedir.

Veraset ilâmı, mirasçılığın resmi olarak tespiti bakımından zaruridir. Bu belge, sulh hukuk mahkemesinden talep edilir. Mirasçıların kimler olduğu ve pay oranları burada belirtilir. Mukabilinde, üçüncü kişilerin tereke mallarına ilişkin işlem yapması engellenir. Uygulamada sıklıkla, veraset ilâmına dayalı tapu işlemleri, bankadan hesap çözümü gibi işlemlerle karşılaşılır.

Ölüme bağlı tasarrufların iptali, ehliyetsizlik, hata, hile gibi sebeplerle istenebilir. Bu davalar, hukuki süjelerin irade açıklamalarına dair sınırların çizilmesi açısından mühimdir. Mahkemeler, murisin vasiyetname düzenleme sırasında ayırt etme gücüne haiz olup olmadığını tetkik ederek karar verir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları da, bu noktada bireyin iradesine saygıyı önceler.

Türk Medeni Hukuku, mirasın geçişinde cebrî icrayı da düzenlemiştir. Tereke alacaklıları, mirasçılara karşı icra takibi başlatabilir. Bu hâlde mirasçıların kişisel malvarlığı da tehlikeye girebilir. Bu sebeple, mirasın gerçek yükümlülüklerinin araştırılması büyük ehemmiyet taşır. Bilhassa borca batık miraslarda redd-i miras, zaruri bir tedbir olarak telâkki edilmelidir.

İzale-i şuyû davaları, ortaklığın giderilmesi amacıyla açılır. Mirasçılar arasında paylaşım sağlanamadığında başvurulur. Bu davalar, taşınır ve taşınmaz mallar için açılabilir. Uygulamada sıklıkla, taşınmazların satış suretiyle paraya çevrilmesi yöntemi tercih edilir. Hakikat şu ki, bu süreçte çıkan anlaşmazlıklar, kardeşler arası hukukî ihtilaflara evrilmekte, mahkemelerin iş yükünü artırmaktadır.

Mirasın paylaşımına ilişkin uyuşmazlıklar, hem maddi hem de duygusal boyutlar içerdiğinden, uzman desteğiyle yürütülmesi zarurîdir. Bazı hallerde, vasiyetin hükümleri farklı yorumlara açık olduğundan, bu metinlerin tevilen değerlendirilmesi gerekir. Ayrıca, uygulamada karşılaşılan muğlak hükümler, doktrin ve içtihatlarla açıklık kazanır. Bu yönüyle miras hukuku, durağan değil, dinamik bir mefhum taşır.

Türk Miras Hukuku’nda düzenlemelerin teknik, dava süreçlerinin karmaşık ve taraflar arası ilişkilerin hassas olduğu izahtan varestedir. Mirasçılar arasındaki hak ve yükümlülüklerin dengeli biçimde tayini, ancak profesyonel yönlendirme ile sağlanabilir. Bu bağlamda, konuya hâkim, hukukî mevzuatı ve mukarreratı bilen kişilerden destek alınması, tarafların telafisi güç zararlara uğramasının önüne geçebilir. Özellikle cezaî boyut taşıyan muvazaa, belgede sahtecilik, tehdit gibi ihtimallerin söz konusu olduğu hâllerde, süreç daha da dikkatle yürütülmelidir. Bu süreçte verilecek kararlar, gelecekteki malî ve sosyal dengeyi doğrudan etkileyebilir.

Hukuk Büromuzca, Miras Hukuku alanında sunulan başlıca hizmetler şu şekildedir:

Mirasbırakanın mirasçılarını gösterir veraset ilamı alınması: Veraset ilamı, mirasbırakanın vefatı sonrasında yasal ya da atanmış mirasçılarının kim olduğunu ve miras üzerindeki pay oranlarını gösteren resmî nitelikte bir ilâmdır. Sulh hukuk mahkemesi veya noterlik aracılığıyla temin edilebilen bu belge, terekeye dair her türlü tasarrufun hukukî altyapısını teşkil eder. Mirasçılar arasında doğabilecek ihtilafların bertarafı ve tasarruf yetkisinin belirlenmesi açısından veraset ilamı, tafsilâtla düzenlenmiş ve mukarreratla sabit bir belgedir. Bu itibarla, ilâmın iptalini gerektiren sebeplerin varlığı hâlinde, ayrıca mahkeme nezdinde dava açılması da mümkündür.

Vasiyetname hazırlanması: Vasiyetname, bir kimsenin ölümünden sonra malvarlığına ilişkin tasarruf iradesini ifade ettiği, tek taraflı ölüme bağlı bir hukuki işlemdir. Türk Medeni Hukuku’na göre vasiyetname resmî, el yazılı ya da sözlü şekillerde hazırlanabilmekte olup, şekle ve içeriğe dair hükümlere aykırılıklar hâlinde iptali gündeme gelebilmektedir. Hazırlanacak vasiyetnamenin hem şekil hem de ehliyet yönünden hukukî güvenceye kavuşması için düzenleme süreci, ilgili mevzuat hükümlerinin titizlikle tetkik edilmesini icap ettirir. Zira bu belge, saklı payların sınırlarını aşmamak kaydıyla tasarruf serbestîsini temsil etmektedir.

Mirasbırakanın ölüm tarihi itibariyle tüm malvarlığının tespitini içerir tereke davası açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Tereke davası, murisin vefat tarihi itibariyle sahip olduğu tüm malvarlığının ve borçlarının yargı eliyle tespiti amacıyla açılan hukukî bir süreçtir. Bu davanın açılması, çoğunlukla terekenin paylaşımından önce mal kaçırma şüphesi yahut belirsizlik mevcutsa zarurî hâle gelmektedir. Mahkemece yapılan araştırma neticesinde müteveffaya ait taşınmazlar, banka hesapları, alacaklar ve borçlar tafsilâtla ortaya konulmakta; bu da sonraki işlemler için mühim bir hukuki temel teşkil etmektedir. Tereke tespiti, ayrıca saklı pay iddialarının ve muris muvazaasının tetkiki bakımından da belirleyici bir işlev görür.

Vasiyetnamenin okunması davasının takip edilerek neticelendirilmesi: Vasiyetnamenin okunması davası, genellikle resmi senet veya el yazılı vasiyetnamenin mahkeme huzurunda açıklanması ve taraflara tebliği amacıyla yürütülür. Bu süreç, terekenin devrini etkileyebilecek muhteviyatın anlaşılması için zarurîdir. Şöyle ki, vasiyetnamenin açıklandığı bu safhada, vasiyet alacaklıları ile yasal mirasçılar arasında ilk mülâhazalar ortaya çıkmakta ve hukuki tavırların şekillenmesi mümkün olmaktadır. Hâliyle, vasiyetin tenfizi veya iptali gibi devam eden süreçlerin hukukî alt yapısı bu aşamada inşa edilir.

Vasiyetnamenin tenfizi davasının açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Tenfiz davası, vasiyet alacaklısı sıfatını haiz kişinin, vasiyetnamenin yerine getirilmesini talep etmesi amacıyla açtığı özel bir dava türüdür. Mahkeme, vasiyetnamenin hukuka uygun düzenlenip düzenlenmediğini tetkik ederek, vasiyetin infazına yönelik karar verir. Bu davada, vasiyetnamenin şekli unsurları kadar, vasiyet edilen malın mevcut olup olmadığı ve saklı paylara müdahale edilip edilmediği gibi unsurlar da mühimdir. Tenfiz davası, yalnızca vasiyetname lehdarının değil, miras hukukunun genel işleyişi açısından da hukukî bir denge unsurudur.

Vasiyetnamenin iptali davasının açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Vasiyetnamenin iptali davası, çoğunlukla vasiyetnamenin düzenlendiği esnada mirasbırakanın ehliyetsizliği, irade fesadı ya da şekil eksikliği gibi nedenlere dayanmaktadır. Bu davanın açılması, yasal mirasçıların saklı paylarını korumak yahut hakkaniyetli paylaşımı temin etmek amacı taşır. Bilâkis, geçerli bir vasiyetnamenin varlığı hâlinde yasal düzen sıklıkla sekteye uğrayabilir. Bu nedenle iptal süreci, yalnızca usulî değil, aynı zamanda adalet duygusunun tesisi bakımından da hayati öneme haizdir.

Tenkis davası açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Tenkis davası, saklı pay sahibi yasal mirasçıların, mirasbırakanın tasarruflarının kendi saklı paylarını aşması hâlinde bu fazlalığın iptalini talep ettikleri bir dava türüdür. Türk Medeni Hukuku, saklı pay oranlarını açıkça belirlemiş olup, bu sınırın ihlali, tasarruf serbestîsinin sınırlandığı nadir durumlardan biridir. Tenkis talebi, muris muvazaasıyla karıştırılmamalı; zira bu dava, vasiyetname yahut bağış gibi görünürde geçerli işlemler için geçerlidir. Bu yönüyle tenkis davası, müktesep haklarla yasal koruma arasında bir denge noktası teşkil etmektedir.

Mirasçılık belgesinin iptali davasının açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: irasçılık belgesi (veraset ilamı), her ne kadar yargı kararı olmasa da bağlayıcı nitelik taşıyan bir belgedir ve yanlışlıkla düzenlenmiş olması hâlinde iptali mümkündür. Bu tür bir iptal davası, çoğunlukla mirasçılık sıfatının bulunmadığı ya da sahte beyanla belge alındığı hâller üzerine bina edilir. İlâmın iptali hâlinde, terekeye dair tüm işlemler yeniden düzenlenmek zorunda kalabilir. Bu durum, hukuki işlemlerin iptali ile birlikte tescil iptali ve alacak-borç ilişkilerinin yeniden tesisi gibi müteaddiden neticeler doğurur.

Mirastan feragat sözleşmesi hazırlanması: Mirastan feragat sözleşmesi, mirasbırakan ile mirasçısı arasında yapılması gereken, ivazlı ya da ivazsız olabilen ve ileride doğacak miras hakkından vazgeçmeyi içeren bir akittir. Bu sözleşmenin geçerliliği, yazılı şekle ve mirasbırakanın açık iradesine tâbidir. Mirastan feragat, özellikle aile içi mal paylaşımında denge kurmak ya da belirli mirasçıların menfaatlerini önceliklendirmek amacıyla tercih edilmektedir. Hukukî güvenliğin sağlanabilmesi için sözleşme öncesi mülâhaza, değerlendirme ve şekil şartlarının detaylıca tetkiki zaruridir.

Reddi miras (mirasın reddi) davasının açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Mirasın reddi, murisin borçlarının terekeyi aşması yahut diğer mirasçılarla paylaşım ihtilafı gibi nedenlerle yasal süresi içinde Sulh Hukuk Mahkemesi’ne yapılacak beyanla gerçekleştirilir. Hükmünce, reddi miras beyanı süresi üç aydır ve bu süre zarfında açık bir irade beyanı yapılması gerekir. Red işleminin mahkemede tescili, müteveffanın borçlarına dair sorumluluğu ortadan kaldırmakta, mirasın mirasçının malvarlığına intikal etmesini engellemektedir. Bu yönüyle, özellikle borçlu murisler yönünden önemli bir korunma müessesesidir.

Muris muvazaasına dayalı tapu iptali davaları açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi:
Muris muvazaası, mirasbırakanın, mirasçılarından mal kaçırmak kastıyla yaptığı ve görünürde bağış değil de satış gibi gösterdiği işlemlerdir. Bu tür işlemlere karşı açılan tapu iptali ve tescil davaları, Yargıtay içtihatlarında bilhâssa ailevi ilişkiler çerçevesinde mündemiç saiklerle değerlendirilmiştir. Muris muvazaası, yalnızca işlem tarafları bakımından değil, terekenin bütünlüğü açısından da adaletsizlik doğurabileceğinden, mülkiyetin gerçek mâna ve gayesi yönünden tafsilâtla tetkik edilmesi gerekir.

Ölünceye kadar bakma sözleşmesine ilişkin davaların açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, bir kimsenin yaşamı boyunca bakım ve gözetimi karşılığında malvarlığını devretmesini konu alan, şekle tâbi bir sözleşme tipidir. Ancak bu sözleşmeler, muris muvazaasına karıştırıldığı takdirde iptal davasına konu olabilir. Şöyle ki, sözleşmenin amacının bakım değil, mirasçılardan mal kaçırma olduğu ispatlandığında iptal gündeme gelir. Bu nedenle, sözleşmenin şekil şartlarına uygun olması ve bakım yükümlülüğünün fiilen yerine getirilmiş bulunması mühimdir.

Ortaklığın giderilmesi davası açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Miras yoluyla intikal eden mallar üzerinde çoğu zaman iştirak hâlinde mülkiyet doğar. Ortaklığın giderilmesi davası (izale-i şuyu), bu ortaklığın sona erdirilerek bireysel mülkiyete geçilmesini sağlar. Ortaklık, aynen taksim ya da satış yoluyla giderilebilir. Taraflar arasında bu noktada sıklıkla tahayyül edilen paylaşım tarzına dair ihtilaflar doğar ve mahkemenin takdir yetkisi mühim rol oynar. Bu dava, bilhâssa uzun süren uyuşmazlıkların çözümünde tesirli bir araçtır.

İştirak halindeki mülkiyetin, müşterek mülkiyete çevrilmesine dair açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: İştirak hâlindeki mülkiyet, mirasçılar arasında eşit ve bölünemez bir ortaklık şeklindedir. Bu mülkiyet rejimi, miras paylaşımını zorlaştırdığı için çoğu zaman müşterek mülkiyete çevrilmesi talep edilir. Müşterek mülkiyet, her paydaşın kendi hissesini serbestçe devretmesine imkân verir. Bu geçiş süreci, gerek mal yönetimi gerekse tasarruf serbestîsi bakımından hukuki kolaylıklar sağlamaktadır. Hükmünce, bu dava, paylaşım öncesi tarafların taleplerinin şekillenmesini kolaylaştırır.

Mirasın gerçek mahiyetinin tespiti amacıyla mirasın hükmen reddi davasının açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Mirasın hükmen reddi, murisin vefat ettiği anda açıkça borca batık olması hâlinde mirasçıların herhangi bir beyanda bulunmasına gerek kalmaksızın mirası reddetmiş sayılmalarını sağlayan hukuki bir durumdur. Şöyle ki, murisin borçlarının terekeyi tamamen aşması ve alacaklılara ödeme yapılmasının fiilen imkânsız olması bu hâlin varlığına delâlet eder. Hükmen red davası, mirasçılar açısından sorumluluk doğmaması amacıyla açılır ve ilgili belgelerle desteklenerek mahkemeye sunulur. Bu tür davalarda Yargıtay, terekenin mâhiyeti ve borç yüküyle ilgili delillerin tafsilâtla tetkik edilmesini telkin eden mukarreratlar ortaya koymuştur.

Tereke alacaklarının tahsiline yönelik alacak davası açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Miras bırakanın sağlığında sahip olduğu ve mirasçılara intikal eden alacak haklarının korunması ve tahsil edilmesi için açılan alacak davaları, terekenin aktiflerinin artırılmasına yöneliktir. Bu tür davalarda, murisin ölümüyle birlikte mirasçılara geçmiş hakların tesisi için somut delillere dayanmak gereklidir. Hâliyle, borçlunun murise olan borcunu ödememesi durumunda, alacak davası açılarak ilâm alınması şarttır. Mülkiyetin devri, borç ilişkisi ve kişisel haklar bakımından değerlendirilen bu davalarda, hem içtihatlar hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, mülkiyet hakkının üstünlüğüne vurgu yapmaktadır.

Miras bırakanın sağlığında yaptığı bağışların tespitine ilişkin davaların açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Murisin sağlığında yaptığı bağışlar, bilâkis saklı paylı mirasçıların haklarını zedeleyebilecek mahiyetteyse, tenkis yahut muvazaa davalarına konu olabilir. Bağışlamanın bağış mı yoksa muvazaalı bir satış mı olduğu, taraf iradelerinin tevilen değerlendirilmesini gerektirir. Bu bağlamda, mirasçılar murisin malvarlığını elinden çıkarmış olmasının gerçek sebebini tetkik ederek dava açabilirler. Bölge Adliye Mahkemeleri bu konularda müteaddiden delil değerlendirmesi yaparak murisin gerçek iradesini ortaya koymaya çalışmaktadır.

Ölüme bağlı tasarrufların yorumlanması ve geçerliliği konusunda danışmanlık verilmesi: Murisin ölümüne bağlı olarak yaptığı tasarrufların içerik bakımından geçerliliği, Türk Medeni Hukuku ve yargı içtihatları çerçevesinde titizlikle değerlendirilmelidir. Tasarrufların açık, net ve hâliyle icraya elverişli olması gerekir. Hükmünce, vasiyet veya miras sözleşmesi yoluyla yapılan beyanlarda belirsizlik hâli varsa, taraflar arasında ciddi ihtilafen doğması kuvvetle muhtemeldir. Bu sebeple murisin iradesinin mefhumu, tasarrufun hüküm ve sonuçlarıyla birlikte hukuki çerçevede değerlendirilmeli, varsa muğlak ifadeler tevilen açıklanmalıdır. Anayasa Mahkemesi de bu konuda bireysel başvuru kararlarında özel hayatın korunması ve mülkiyet hakkına öncelik vermektedir.

Miras paylaşımına ilişkin sulh protokolünün hazırlanması: Mirasçılar arasında uyuşmazlık doğmadan mirasın paylaşılması amacıyla hazırlanan sulh protokolleri, taraf iradelerinin açık ve karşılıklı muvafakatiyle tanzim edilir. Bu belgeler, mirasın feragat, taksim yahut ivaz karşılığı paylaşımını içerebilir. İlgili protokol, ileride açılabilecek davaları bertaraf eder. Şöyle ki, paylaşım sırasında taraflardan birinin muvafakati dışındaki bir işlem, geçersizlik iddiasına sebebiyet verebilir. Bu itibarla protokollerin hazırlanmasında hukuki mülahazalarla hareket edilmesi, hakkaniyetli çözüm açısından elzemdir. Mukarreratlar, taraf iradelerinin açık ve çekincesiz şekilde beyan edilmesini zaruri telâkki etmektedir.

Murisin mal kaçırma maksadıyla yaptığı işlemlere karşı tedbir talep edilmesi ve ihtiyati tedbir kararlarının uygulanması: Murisin ölümünden hemen önce yaptığı ve terekenin değerini düşüren işlemler, muris muvazaası veya bağış kisvesi altında mal kaçırma olarak değerlendirilerek, mirasçıların alacaklarını koruma amacıyla ihtiyati tedbir kararı talep edilmesi mümkündür. Bu kararlar, tapu kayıtlarına şerh verilmesi, bankalardaki mevduatın dondurulması gibi uygulamalara kapı aralayabilir. Tedbir, mahiyet itibariyle geçici olsa da, mefhum olarak esas hakkındaki kararın tesisi açısından büyük önem taşır. Yargı organları, bu tür başvuruların kabulünde kuvvetli ispat ve meşru menfaatin varlığını mülâhaza etmektedir.

Tereke üzerindeki şerhlerin kaldırılması ve tasarruf engellerinin bertaraf edilmesine yönelik davaların açılması: Tereke malları üzerindeki haciz, ipotek yahut benzeri sınırlamaların kaldırılması, mirasın sağlıklı paylaşımı ve tasarruf edilebilir hâle getirilmesi için açılan davalardır. Bu süreçte, şerhlerin hukuki dayanağının ortadan kalktığına dair ilâm gereklidir. Şayet muris, malvarlığı üzerinde kendisinin ölümünden sonra tasarruf edilmesini engelleyecek şekilde sınırlamalar koymuşsa, bu sınırlamalar mirasçıların tasarruf serbestisini kısıtlayabilir. Hâlbuki, Yargıtay içtihatları müktesep hakka halel gelmemesi koşuluyla şerhlerin kaldırılabileceğini kabul etmektedir.

Yabancı unsurlu miras işlemlerinde Türk hukukuna göre temsil ve dava süreçlerinin yürütülmesi: Yabancı unsurlu miraslar, murisin yabancı uyruklu olması, malların yurtdışında bulunması veya mirasçının yabancı olması gibi unsurlarla birlikte, milletlerarası özel hukuku devreye sokar. Bu durumda, hem Türk hem yabancı hukuk sistemi iç içe geçer. Davanın Türkiye’de görülmesi hâlinde Türk mevzuatı esas alınır, lakin yabancı hukuk hükümlerinin uygulanması da mümkündür. Mâna ve mâhiyet açısından bu davalarda uluslararası mukaveleler, yerel düzenlemeler ve içtihatlar birlikte değerlendirilerek hareket edilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, bu gibi durumlarda bireyin mülkiyet hakkını sınırlandıran keyfî uygulamaları hukuk dışı telâkki etmektedir.