İcra ve İflas Hukuku
İcra ve iflas hukuku kapsamında alacakların tahsili, haciz işlemleri, itiraz ve iptal davaları ile borçlulara karşı yürütülecek tüm hukuki süreçlerde Avukat Dr. Tolga Ersoy tarafından profesyonel avukatlık ve danışmanlık hizmeti sunulmaktadır.
İcra ve İflas Hukuku, borçlunun borcunu yerine getirmemesi hâlinde, devletin cebrî icra gücü eliyle alacaklının hakkını elde etmesini sağlayan kamu hukuku karakteri taşıyan bir hukuk dalı olarak telâkki edilir. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu 9 Haziran 1932 tarihinde kabul edilip 19 Haziran 1932 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yasa, zaman içinde bilhassa ekonomik dönüşümler, mülkiyet rejimi değişiklikleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının etkisiyle birçok kez tadil edilmiş; güncel ihtiyaçlara cevap verebilecek hâle getirilmiştir.
Söz konusu mevzuat, yalnızca alacak-borç ilişkilerini değil; iflas, konkordato, tasfiye, haciz, rehin, sıra cetveli ve benzeri birçok müesseseyi de kapsamına alarak müteaddiden düzenlemeler barındırır. Hâliyle, İcra ve İflas Hukuku yalnızca bireysel alacak ilişkilerinin değil, ekonomik yapının şeffaflığı ve sürdürülebilirliğinin de hukuki teminatıdır. Burada, ilâmlı ve ilâmsız takip ayrımı kadar, iflas prosedürlerinin mâhiyeti de bilhassa önem arz eder.
Peki, cebrî icra hukukunun bu denli genişlemesinin arkasında yatan temel saik nedir? Cevap, hukuk düzeninin mülkiyet hakkını koruma ve borçlunun keyfiliğini önleme amacında mündemiçtir. Lakin, bu koruma mutlak olmayıp, gerek borçlunun gerekse üçüncü kişilerin haklarını da gözeten dengeli bir sistem tesis edilmiştir. Örneğin, borçlunun haczedilemeyen malları “kısmî dokunulmazlık” ilkesinin, kişilik haklarına saygı ise “muhakeme adaleti”nin birer yansımasıdır.
Haciz işlemleri sürecinde usul hükümleri, özellikle sürelerin takibi ve başvuru yolları açısından hukukî danışmanlık gerektiren karmaşık yapılardır. Şöyle ki, ödeme emrine itiraz, istihkak iddiası, menfi tespit davası gibi müesseseler, hak arama yollarının çeşitliliğini ve özelleşmesini ortaya koyar. Bu hususların tetkikinde yalnızca İcra ve İflas Kanunu hükümleri değil, Yargıtay içtihatları ve Bölge Adliye Mahkemesi kararlarının da mühim etkisi bulunmaktadır.
İflas hukuku ise, borçlunun birden çok alacaklıya karşı borcunu ödeyemez hâle gelmesi durumunda devreye girer. Konkordato kurumunun yeniden düzenlenmesi, mali kriz içindeki işletmelere bir nevi “nefes alma süresi” tanıyarak, ekonomik varlıklarını koruyabilmelerini temin etmeyi hedeflemektedir. Bu noktada, mahkemeler tarafından verilen kesin mühlet kararları, sadece alacaklılar nezdinde değil, kamu nezdinde de mühim hukukî sonuçlar doğurmaktadır.
Bir diğer soru ise şudur: Konkordato süreci gerçekten borçluların kötü niyetli davranışlarını önlemeye yeterli midir? Cevaben ifade edilmelidir ki; her ne kadar yasa koyucu tarafından çeşitli denetim ve süre mekanizmaları ihdas edilmiş olsa da, uygulamada hâlâ bazı kötüye kullanımların varlığı mülâhaza edilmektedir. Bu durum, sistemin dinamik bir denetim süreciyle desteklenmesini zorunlu kılmaktadır.
İcra hukukunun mühim bir parçasını teşkil eden “kambiyo senetlerine mahsus takip yolu” ise bilhassa ticari ilişkilerde sık başvurulan ve sürelere sıkı sıkıya bağlı bir prosedürdür. Şayet alacaklı, senet üzerindeki vadesi geçmiş alacağını tahsil etmek isterse, bu özel yolun sağladığı sürat ve güvenlikten istifade edebilir. Ancak, bu takip yolunda yapılacak en küçük bir hata, netice itibarıyla telafisi imkânsız hak kayıplarına sebebiyet verebilir.
Rehinin paraya çevrilmesi yolu ile takip de, güvenceye bağlanmış alacakların tahsili noktasında özel bir önem arz eder. Hâl böyleyken, hem borçlu hem de üçüncü kişiler bakımından rehin ilişkilerinin tafsilâtla değerlendirilmesi elzemdir. Bu müessesede rehin bedelinin kıymet takdiri, artırma şartları ve rehin alacaklısının sıra cetveline yazılması gibi hususlar, uygulamada çoğu zaman ihtilaf konusu olmaktadır.
Borçlu ve alacaklı arasındaki hukuki münasebetin tek yönlü olmadığını vurgulamak gerekir. Zira, borçlu da kimi hâllerde cebrî icra tehdidine karşı korunmaya muhtaçtır. Özellikle kötü niyetli alacaklıların mükerrer takip başvuruları, borçlunun itibarını zedeleyebilir. Bu durumun önlenmesi adına menfi tespit ve istirdat davaları gibi hukukî müesseseler geliştirilmiştir. Mezkûr davalarda mahkemelerce yapılan değerlendirmeler, çoğu kez “hakikatin” değil, şekli usul kurallarının öne çıktığı karmaşık bir sürece dönüşebilmektedir.
İcra mahkemelerinin kararlarının bağlayıcılığı, hukuki güvenlik ilkesinin bir gereği olarak teşekkül etmiştir. Ancak bu mahkemelerin görev ve yetki sınırları hususunda uygulamada zaman zaman tereddütler doğmaktadır. Bu bağlamda, Yargıtay’ın müstakar içtihatları, uygulayıcılara rehberlik etmekte ve mücerret normlar yerine somut örneklerle açıklamalar getirmektedir.
İcra ve iflas işlemlerinin bir diğer boyutu da üçüncü kişilerin haklarıyla ilgilidir. Özellikle istihkak iddiaları, ortak malların haczi, muvazaa iddiaları gibi meseleler, eşzamanlı olarak Medeni Hukuk ve Borçlar Hukuku ile de irtibatlıdır. Bu çok katmanlı yapı, avukatların disiplinlerarası bilgiye sahip olmasını zaruri kılmaktadır.
Bu hukuki alanın bir başka cephesi de ilâmlar ile ilgilidir. Bir mahkeme hükmünün ilâm hâline gelmesi, onun icraya konulabilirliğini temin eder. Ancak ilâmın içeriği, ilâmın tarafları ve hükmünce neyin icra edileceği gibi meseleler, uygulamada sıkça mübaheseye sebep olur. Hâliyle, ilâmın icraya elverişli olması hususu dikkatle değerlendirilmeli ve icra dairelerinin yetki sınırları doğru tayin edilmelidir.
Ayrıca, icra takibinin durdurulması, teminat gösterilmesi, şikâyet yolları, tehir-i icra gibi kurumlar, hukukî güvenliği temin eden diğer mekanizmalar olarak karşımıza çıkar. Bu süreçlerin tamamında, yerel mahkemelerden istinafa ve oradan temyize kadar uzanan çok katmanlı bir denetim zinciri mevcuttur. Bu zincirin adil ve etkin işlemesi, ancak teknik bilgiye dayalı bir mülahaza ile mümkün olur.
İcra ve İflas Hukuku, yalnızca “tahsilat” değil; aynı zamanda “adalet” düzeninin parçası olan bir hukuk alanıdır. Bu sistemin gereği gibi işlemesi için mevzuat bilgisi kadar içtihatların da dikkatle izlenmesi gerekir. Hâlbuki uygulamada karşılaşılan birçok sorunun temelinde, süreçlerin yeterince doğru anlaşılmaması ve hatalı işlem yapılması yatmaktadır. İşte bu noktada, İcra ve İflas Hukuku alanında uzmanlaşmış bir avukatın hukuki hizmet ve danışmanlık sağlaması, hem sürecin selameti hem de hak kayıplarının önlenmesi bakımından büyük önem taşır. Bir hukuk bürosu nezdinde sunulan profesyonel hizmetler, sadece bir hakkın tahsilini değil, aynı zamanda hukukun özüne uygun, adil ve ölçülü bir çözümün elde edilmesini temin eder. Zira hukuk, şekli kurallar kadar, hakkaniyeti de gözeten bir denge sistemidir. Bu dengeyi koruyabilmek için teknik bilgi kadar, tecrübe ve basiret de zaruridir. İcra ve İflas Hukuku, şekli kurallarla sınırlı bir teknik alan olmaktan ziyade, mülkiyet hakkının korunması, borç-alacak ilişkilerinde denge kurulması ve ekonomik düzenin güvence altına alınması gibi temel adalet ilkeleriyle doğrudan ilişkilidir. Bu hukuk dalında yürütülen her bir işlem—ister takip başlatma, ister haciz tatbiki, isterse iflas süreci olsun—hem alacaklının menfaatini hem borçlunun haklarını gözeten hassas bir değerlendirme süreci gerektirir. Bu nedenle, anılan işlemlerin gerek mülâhaza gerekse tatbikat safhasında, İcra ve İflas Hukuku alanında tecrübeli bir avukatın yönlendirmesi, yalnızca şekli işlem güvenliği açısından değil; hakikatin hukuk önünde temsili açısından da müstesna bir önem arz eder. Zira, her dava yalnızca bir alacak mücadelesi değil; aynı zamanda adaletin güncelde yeniden tecellisidir.
Hukuk Büromuzca İcra ve İflas Hukuku alanında aşağıda belirtilen hizmetler sunulmaktadır:
Her türlü alacak temelinde borçluya karşı açılacak olan icra takibi hazırlanması ve icra işlemlerinin takibi:
Borçlu tarafından ödenmeyen veya inkâr edilen bir alacağın tahsili amacıyla başlatılacak olan icra takibi, İcra ve İflas Kanunu'nun 42 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan takip yolları kapsamında yürütülmektedir. İlâmsız takip, ilâmlı takip ve kambiyo senetlerine özgü takip yolları, takip konusu alacağın mâhiyetine ve dayanağına göre tercih edilmelidir. Bu bağlamda, takip talebi, ödeme emri, itiraz süreci ve takibin kesinleşmesi gibi safhalar, hem şekli hem de maddi hukuk yönünden dikkatle tetkik edilmelidir. Zira, icra takibinin şekil şartlarına aykırı yapılması hâlinde, takibin iptali veya durdurulması gibi neticeler doğabilir. Peki, avukat desteği olmaksızın icra takibi yürütülebilir mi? Elbette yürütülebilir; ancak uygulamada sıklıkla karşılaşılan hata ve usulsüzlükler, alacaklının hakkına ulaşamamasına veya süresinde hareket edememesine neden olmaktadır. Bu durumda, hukuki hizmet sunan bir hukuk bürosu tarafından takip işlemlerinin yürütülmesi, yalnızca teknik sürecin yönetilmesi açısından değil, adaletin hızlı ve doğru tecellisi açısından da önem arz eder. Nitekim Yargıtay’ın müstekar içtihatlarında da, takibin usule uygun yapılmasının, ilâm niteliği kazanmasında ve haciz aşamasına geçilmesinde doğrudan etkili olduğu görülmektedir.
Alacağın tahsili için haciz işlemlerinin tatbiki: Haciz işlemleri, icra takibinin kesinleşmesinden sonra borçlunun malvarlığına cebrî müdahale yapılmasını ve alacaklının hakkının fiilen elde edilmesini temin eden süreci ifade eder. Bu kapsamda taşınır haczi, taşınmaz haczi, üçüncü şahıslardaki alacakların haczi ve maaş haczi gibi yöntemler kullanılabilir. İcra müdürlüklerince tesis edilen bu işlemler, hem şekli usullere hem de borçlunun şahsî haklarına uygun olarak yürütülmelidir. Hâliyle, haciz işleminin iptaline yol açacak herhangi bir usulsüzlük, telâfi edilemeyecek zararlara sebebiyet verebilir. Peki, haciz işlemi, borçlunun malı bulunmadığında nasıl yapılır? İşte bu durumda, hukuki danışmanlıkla desteklenmiş bir araştırma süreci devreye girer. Bilhassa borçlunun mal kaçırma veya muvazaa yoluyla mal devri yaptığı durumlarda, haciz işlemi aynı zamanda istihkak iddiaları ve tasarrufun iptali gibi davalarla da desteklenmek durumundadır.
Alacağın tahsili için borçlu adına kayıtlı araç ve taşınmaz olmadığının tespiti işlemleri: Borçlu hakkında yapılan icra takibinin fiili tahsilata dönüşebilmesi için, öncelikle borçlunun malvarlığının tespiti zorunludur. Tapu müdürlükleri, trafik sicilleri, vergi daireleri ve SGK kayıtları gibi kurumlardan alınacak bilgiler, borçlunun aktif malvarlığına ulaşılmasını sağlar. Hâlbuki uygulamada, borçlu adına hiçbir taşınmaz ya da araç bulunamaması hâlinde, takip süreci sekteye uğrayabilir. Bu durumda, alacaklının hukuki imkânları daralmakta ve tahsilat süreci belirsizlik taşımaktadır. Bu gibi hâllerde yapılması gereken nedir? Öncelikle, borçlunun aktif çalıştığı yerlerin araştırılması, üçüncü şahıslardaki alacaklarının sorgulanması ve şayet mümkünse muvazaalı işlemlerin tespitiyle tasarrufun iptali davası açılması gündeme gelir. Bu süreçte bir hukuk bürosu tarafından yürütülen detaylı malvarlığı araştırması, alacaklının elindeki bilgiyle sınırlı olmayan geniş çaplı bir mülâhaza imkânı doğurur. Avukat marifetiyle yapılan bu tetkikler, yalnızca tahsilatın başarısını değil, adaletin tesisini de doğrudan etkiler.
Borçlunun mal kaçırması durumunun tespiti için geçmişe yönelik olarak pasif araştırması yapılması ve bu suretle borçlunun kaçırdığı malların tespiti hâlinde ve yasal şartların oluşması durumunda tasarrufun iptali davasının açılması ve alacaklıyı zarara uğratma suçunun oluşması hâlinde borçlu hakkında hapis istemli dava ikamesi ve takibi: İcra takibi sürecinde en çok karşılaşılan güçlüklerden biri, borçlunun mal kaçırma amacıyla üçüncü kişilere muvazaalı işlemlerle devir yapmasıdır. İcra ve İflas Kanunu m. 277-284 arasında düzenlenen tasarrufun iptali davası, bu gibi durumlarda alacaklının başvurabileceği en etkili hukuki yoldur. Ancak bu dava, yalnızca şeklen yapılan işlemlerle sınırlı olmayıp; malvarlığının eksiltilmesi sonucu doğuran ve iyiniyetli olmayan her türlü tasarrufun iptalini hedefler. Mezkûr davalar, çoğu zaman tafsilâtla delillendirilmesi gereken ve geçmişe yönelik araştırma yapılmasını icap ettiren karmaşık dava türlerindendir. Peki, bu mal kaçırma fiili aynı zamanda suç teşkil eder mi? Evet; eğer borçlu alacaklıyı bilerek ve isteyerek zarara uğratma saikiyle hareket etmişse ve tasarrufları kötü niyetliyse, Türk Ceza Kanunu hükümleri uyarınca “alacaklıyı zarara uğratma suçu” veya “hileli iflas suçu” gündeme gelebilir. Bu hâlde, şikâyet üzerine ceza davası açılarak borçlu hakkında hapis cezası talep edilebilir. Avukat desteğiyle yürütülen bu süreç, hem hukukî hem cezai yolların eşgüdüm içinde değerlendirilmesini sağlar. Nitekim Yargıtay uygulamasında, tasarrufun iptali ve ceza davasının birlikte yürütülmesi hâlinde daha etkili neticeler alındığı müşahede edilmektedir.
İcra ve İflas Kanunu’ndan kaynaklı suçlar için şikayetçi veya sanık vekilliği olarak ceza davası takibi hizmeti: İcra ve İflas Kanunu kapsamında, yalnızca alacak tahsili değil; aynı zamanda belirli fiillerin cezai müeyyideye bağlandığı düzenlemeler de mevcuttur. Bu kapsamda özellikle mal beyanında bulunmama, gerçeğe aykırı beyan, taahhüde aykırılık, hileli iflas gibi fiiller, şikayete bağlı suçlar olarak düzenlenmiş olup ceza mahkemelerinin görev alanına girer. Şöyle ki, alacaklının şikâyeti üzerine başlatılan bu tür soruşturmalarda, borçlunun savunması ve ceza sorumluluğu, teknik hukukî değerlendirmelere tâbidir. Bu süreçte avukat sıfatıyla hem şikayetçi vekilliği hem de sanık vekilliği yapılması, tarafların hukuki menfaatlerinin korunması bakımından bilhassa önemlidir. Hâlbuki bu tür davalarda sadece alacağın tahsili değil, kişisel hakların ve itibarın da etkilenmesi söz konusu olabilir. Ceza davası süreci, müteaddiden usulî engel içerebildiğinden, hak kaybı yaşanmaması için danışmanlık hizmeti alınması, hukukî güvenliği pekiştirecektir. Uygulamada ceza ve icra hukukunun kesiştiği bu alan, tetkik edilmesi gereken çok katmanlı bir mefhum hâlini almıştır.
Çekten kaynaklı ceza davalarında şikayetçi veya sanık vekilliği olarak ceza davası takibi hizmeti: Karşılıksız çek keşide edilmesi hâlinde, 5941 sayılı Çek Kanunu mucibince, çekin ödenmemesi durumunda idari yaptırımlar ve hapis cezası öngörülmüştür. Bu bağlamda, çekin zamanında ibraz edilmesi, ödeme yapılmaması ve protesto süreci gibi şekli şartların yerine getirilmesi neticesinde, alacaklıya şikâyet hakkı doğmaktadır. Lakin burada da usule ilişkin birçok teknik ayrıntı bulunduğundan, sürecin doğru işletilmesi ve talep edilen cezanın dayanağının isabetli şekilde kurulması zaruridir. Borçlunun yani çek düzenleyicisinin, cezai sorumluluktan kurtulabilmesi bazı yasal şartların varlığına bağlıdır. Peki bu durumda savunma stratejisi nasıl kurulmalıdır? Cevaben belirtmek gerekir ki, hukuki mütalaaya dayalı gerekçelendirmelerle, örneğin çekin ciro zincirinin geçersizliği, şekil şartı eksiklikleri ya da ödeme teklifinde bulunulması gibi durumlar öne sürülebilir. Her iki taraf açısından da, hukuk bürosu nezdinde sağlanan avukatlık hizmeti, hem çek hukukunun karmaşık yapısını açıklığa kavuşturmakta hem de mahkemede tarafların pozisyonunu güçlendirmektedir.
Hileli iflas suçunda müşteki veya sanık vekili olarak hizmet sunulması: Hileli iflas, İcra ve İflas Hukuku ile Ceza Hukuku’nun kesiştiği, özel uzmanlık gerektiren bir suç tipidir. Bu suçta, borçlunun malvarlığını kasten azaltarak iflasa sebebiyet vermesi ve alacaklıları zarara uğratması söz konusudur. Hileli iflas suçu, bilhassa şirket yöneticileri ve tacirler bakımından gündeme gelmekte olup, şikâyetçi alacaklılar nezdinde ceza davası açılmasına imkân tanır. Ceza Mahkemelerinde yürütülen bu süreçlerde sunulan hukuki hizmet, delillerin tafsilâtla toplanması ve muhakeme safhasının etkin yürütülmesini sağlar. Sanık açısından bakıldığında ise, ticari hayatın doğal riskleri ile suç teşkil eden fiiller arasındaki sınırların doğru şekilde kurulması elzemdir. Peki, iflas eden her borçlu cezai sorumluluk taşır mı? Elbette hayır. İflasın kötü niyetle gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği, işlem zincirleri, defter kayıtları, mali raporlar ve tanık beyanlarıyla ortaya konulmalıdır. Bu noktada, tecrübeli bir avukat tarafından yapılan müdafaa, sanığın hakikate uygun şekilde temsilini ve adil yargılanma hakkının korunmasını mümkün kılar.
Taksirle iflas suçunda müşteki veya sanık vekili olarak hizmet sunulması: Taksirle iflas, borçlunun kasıt olmaksızın, ancak dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket ederek iflasa sebebiyet vermesiyle oluşan suç tipidir. Bu suç tipi, ticari hayattaki sorumluluk ihlallerini cezai çerçevede değerlendirmeye imkân tanır. Özellikle mali raporların eksik düzenlenmesi, ödeme güçlüğünün öngörülemediği durumlar veya alacaklıların bilgilendirilmemesi gibi davranışlar, ceza soruşturmasının konusu olabilir. Hükmünce, suçun oluşabilmesi için iflasın gerçekleşmiş olması ve taksirle bağlantısının kurulması gerekir. Peki, bu suç tipinde ceza verilebilmesi için hangi şartların ispatı gerekir? Taksirin ispatı, teknik bilirkişi raporlarına ve mali analizlere dayanır. Bu nedenle, müşteki veya sanık sıfatıyla hareket eden tarafların bir hukuk bürosu aracılığıyla temsil edilmesi, mülâhaza sürecinin doğru yönetilmesini sağlar. Ceza sorumluluğunun sınırlarının çizilmesi, yalnızca kanun metnine dayanılarak değil, Yargıtay’ın istikrarlı içtihatları da gözetilerek yapılmalıdır. Netice itibarıyla, hem alacaklının hakkının korunması hem de borçlunun hukukî sınırlar içinde değerlendirilmesi, adalet ilkesinin gereğidir.
Taahhüde aykırılık hâlinin mevcudiyetinde borçlu hakkında hapis istemli dava ikamesi ve takibi: Borçlunun, borcunu ödemeyi taahhüt ettiği hâlde bu taahhüdünü yerine getirmemesi, İcra ve İflas Kanunu m. 340 uyarınca hapis cezasıyla cezalandırılabilir. Bu durum, taahhüdün icra müdürlüğünde yapılmış olması ve ödeme tarihinin gelmiş olmasına rağmen yerine getirilmemiş olması şartlarına bağlıdır. Ancak burada önemli olan, borçlunun bu taahhüdü serbest iradesiyle vermiş olması ve ödeme gücünün bulunmasına rağmen ödememiş olmasıdır. Aksi hâlde, hapis cezası verilemez. Şöyle bir soru sorulabilir: Borçlu taahhüdünü ihlal ettiğinde derhâl hapis cezasına mı çarptırılır? Cevap, hâlbuki bu kadar basit değildir. Öncelikle, şikâyet dilekçesiyle birlikte duruşma açılır ve borçluya savunma hakkı tanınır. Bu süreçte hukuki hizmet veren bir avukat, taahhüdün geçerliliğini, ödeme gücünü ve olası mazeretleri değerlendirerek adil bir muhakemenin yürütülmesine katkı sağlar. Böylece hem alacaklının talebi hem de borçlunun savunma hakkı, adalet ilkesi doğrultusunda değerlendirilebilir.
Borçlunun alacaklı olduğu kurum ve bankalara 89/1 Haciz İhbarnamesi gönderilmesi suretiyle borcun tahsili işlemleri: İcra ve İflas Kanunu’nun 89. maddesi uyarınca, borçlunun üçüncü kişilerden olan alacaklarına doğrudan haciz tatbik edilebilmesi mümkündür. Bu bağlamda, borçlunun banka hesabı, maaşı, kira geliri veya diğer menkul alacakları hakkında haciz ihbarnamesi gönderilerek üçüncü kişilerin bu alacakları icra dosyasına ödemeleri sağlanır. Şayet üçüncü kişi, borçludan olan borcunu icra dairesine bildirmez veya ödemekten imtina ederse, doğrudan doğruya sorumluluk altına girebilir. Bu durumun mâhiyeti itibarıyla “ikinci derecede borçluluk” ilişkisi yarattığı mukarrerdir. Peki bu haciz işlemi neden alacaklının lehine sonuç doğurur? Zira borçlu adına taşınır veya taşınmaz malvarlığı bulunmaması hâlinde, üçüncü kişilerdeki alacaklar icra takibinin etkili hâle gelmesini sağlar. Bu noktada, borçlunun finansal durumunun tafsilâtla araştırılması ve 89/1 haciz ihbarnamelerinin zamanında ve hukuka uygun şekilde tebliğ edilmesi gerekir. Bir hukuk bürosu marifetiyle yürütülen bu işlemler, hem teknik hata riskini azaltır hem de borcun daha kısa sürede tahsil edilmesine imkân tanır.
Borçlunun adına kayıtlı marka/patent/faydalı model bulunup bulunmadığının Türk Patent Enstitüsü’nden araştırılması ile bulunması hâlinde kaydına haciz işlenmesi ve satış işlemlerinin yapılması: Borçlunun maddi olmayan malvarlığı unsurları da, İcra ve İflas Kanunu hükümleri kapsamında hacze konu edilebilir. Bu bağlamda, borçlu adına tescilli marka, patent ya da faydalı model hakları mevcutsa, bu haklara haciz şerhi konularak alacaklının tahsil kabiliyeti artırılır. Söz konusu fikrî mülkiyet hakları, taşınır malvarlığı gibi değerlendirilir ve hukuken müstakil kıymetleri bulunduğundan, icra takibinin seyrini doğrudan etkileyebilecek değerdedir. Peki, fikrî mülkiyet hakkı olan kıymetler üzerine haciz konulması ne ölçüde tahsilat sağlar? Cevaben ifade edilmelidir ki; bu tür varlıkların kıymet takdiri, potansiyel ticari değerleri üzerinden yapılır ve satışı, ihale yoluyla gerçekleştirilebilir. Ancak bu işlemlerin usulüne uygun yürütülmesi, hem Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde hem de icra dosyasında eşzamanlı işlemler gerektirir. Dolayısıyla, avukatlık hizmeti kapsamında sunulan danışmanlık ile teknik prosedürlerin eksiksiz uygulanması, netice alınmasını kolaylaştırır.
Borçlu adına kayıtlı gayrimenkul bulunması hâlinde, müvekkil talebi üzerine satış işlemlerinin yapılması: İcra takibi kesinleştikten sonra borçlunun adına kayıtlı taşınmaz mallara haciz konulması, en yaygın tahsilat yollarından biridir. Taşınmazlara yönelik haciz, tapu siciline şerh edilmek suretiyle gerçekleştirilir ve alacaklının mülkiyete yönelik tasarrufları sınırlandırılır. Haczin ardından, borçlunun taşınmazının kıymet takdiri yapılır ve icra müdürlüğü marifetiyle satış işlemi başlatılır. Bu süreç, İcra ve İflas Kanunu’nun 110 ve devamı maddelerinde tafsilâtla düzenlenmiştir. Gayrimenkul satışı her zaman tahsilat sağlar mı? Hâlbuki uygulamada, satışın yapılamaması yahut düşük bedelle sonuçlanması gibi riskler söz konusudur. Bu nedenle, satış işleminin doğru biçimde yürütülmesi, borçlunun itirazlarına karşı hukuki savunma yapılması ve satış ilanının eksiksiz hazırlanması zaruridir. Bu sürecin teknik ve usulî karmaşıklığı dikkate alındığında, hukuk bürosu tarafından sunulan hizmetler, hem icra dosyasının etkinliğini hem de alacaklının hakka erişimini doğrudan etkiler.
Borçlu adına kayıtlı araç bulunması hâlinde, trafikten men işlemlerinin yapılarak yakalama çıkartılması ve bağlanması, akabinde müvekkil talebi üzerine satış işlemlerinin yapılması: Borçlunun adına tescilli araçlara haciz konulması, taşınır malvarlığına ilişkin etkili takip yollarından biridir. Bu durumda araç için trafikten men kararı alınarak sistemde yakalama kaydı oluşturulur. Araç yakalandıktan sonra icra dosyasına kaydı yapılır ve satış süreci başlatılır. Haciz işleminin ve müteakip satışın şekil şartları, İcra ve İflas Kanunu hükümlerine tâbidir ve uygulamada sıklıkla itiraz konusu olmaktadır.
Gerçek kişi borçlunun sigortalı çalışması hâlinde işyerine maaş haczi gönderilmesi. Borçlunun vefatı durumunda, yetki talep edilerek veraset ilâmı alınması ve icra takibinin borçlunun mirasçılarına yöneltilmesi: Gerçek kişi borçlunun sigortalı olarak çalıştığı hâllerde ise, Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan alınacak bilgiye binâen işyerine maaş haczi gönderilebilir. Ayrıca, borçlunun vefat etmesi hâlinde icra takibi sona ermez; mirasçılar devreye girer. Peki, bu durumda takip nasıl sürdürülür? Cevaben, veraset ilâmı temin edilerek borcun hukuken intikal ettiği mirasçılara yöneltilmesi sağlanır. Bu işlemlerin tamamı, teknik bilgi gerektiren ve çoğu zaman istifade edilmeyen hakları kapsayan hukuki hizmetlerdir.
İcra dosyasına itiraz edilmesi işlemi: İlâmsız icra takibinde borçlunun, ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde icra müdürlüğüne yapacağı itirazla takibi durdurma hakkı vardır. Bu hak, İcra ve İflas Kanunu'nun 62. maddesinde düzenlenmiş olup, borçlunun takip konusu alacağa, imzaya veya yetkiye itiraz etmesine olanak tanır. İtiraz süresinin kaçırılması hâlinde takip kesinleşir ve haciz aşamasına geçilir. Bu noktada, zaman yönetimi ve usul kurallarına riayet edilmesi, borçlunun hukuki menfaatlerinin korunması açısından elzemdir. Şöyle bir soru akla gelir: Borçlunun icra takibine itiraz etmesi, her zaman haklı ve etkili midir? Hâlbuki uygulamada birçok borçlu, şekli eksiklikler nedeniyle süresinde veya usule uygun itirazda bulunamamakta ve netice itibarıyla ciddi hak kaybı yaşamaktadır. Bu nedenle, itiraz dilekçesinin içeriği, dayanak belgelerin sunulması ve hangi itirazın neye yönelik olduğu hususunda avukat desteğiyle hareket edilmesi, hukuki sonuçlar açısından belirleyici olmaktadır. Zira, hatalı yapılmış bir itiraz, borçlunun müstakbel dava haklarını dahi zayıflatabilir.
İtirazın kaldırılması davasının açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Borçlunun süresinde yaptığı itiraz, icra takibini durdurur. Ancak alacaklı, bu itirazın kaldırılmasını talep ederek İcra Mahkemesi’nde itirazın kaldırılması yoluna başvurabilir. Bu prosedür, yalnızca ilamsız takibin dayanağının bir senede bağlanmış olması hâlinde mümkündür. Hâliyle, noter onaylı senetler, kira sözleşmeleri veya benzeri belgeler itirazın kaldırılmasında kullanılabilecek deliller arasında yer alır. İcra Mahkemesi'nin vereceği karar, takip açısından kesin nitelik taşıyabilir. Bu noktada şu soru önemlidir: Hangi hâllerde itirazın iptali değil, kaldırılması yoluna gidilmelidir? Cevap, takip dayanağının senet olup olmadığına bağlıdır. Şayet yazılı bir belge yoksa ya da belge hukuken geçerli değilse, itirazın iptali davası açılması gerekir. Bu sebeple, sürecin başından itibaren hukukî danışmanlık alınması, hem dava yolunun doğru seçilmesini sağlar hem de olası usul hatalarını önler. Ayrıca, İcra Mahkemesi kararları kesin hüküm doğurmasa da, takip sürecinin ilerleyip hacze geçilebilmesi için bu aşama büyük önem arz eder.
İtirazın iptali davasının açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Alacaklı, borçlunun yapmış olduğu itiraz üzerine, eğer elinde yazılı bir belge bulunmuyorsa, genel hükümlere göre Asliye Hukuk Mahkemesi’nde itirazın iptali davası açmak durumundadır. Bu dava, İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesi uyarınca yürütülür ve mahkemenin vereceği karar, hem maddi hukuk açısından hem de takip hukuku yönünden bağlayıcı olur. Mahkeme, alacağın varlığını tespit eder ve icra takibinin devamına karar verirse, ayrıca borçlu aleyhine %20 oranında icra inkâr tazminatına hükmedebilir. Peki, itirazın iptali davası ile alacak davası arasında ne fark vardır? Her iki dava da alacağın varlığını ispatlamaya yöneliktir; ancak itirazın iptali davası, icra takibinin akıbetini de doğrudan etkiler. Bu yönüyle dava, hem şekli hem maddi hukukun kesişiminde yer alır. Davanın açılması ve yürütülmesi sürecinde bir hukuk bürosunun sağlayacağı teknik destek, özellikle delil sunumu, dilekçe hazırlığı ve yargılama stratejisinin belirlenmesi açısından büyük avantaj sağlar. Hâliyle dava sürecinin neticesi, yalnızca tahsilat değil, hukukî güvenlik bakımından da belirleyicidir.
Borçlu olunmadığına dair menfi tespit davası açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Borçlu sıfatı taşımayan kişilere yönelik olarak başlatılan icra takiplerinde, hukuka aykırı takibin durdurulması ve borçluluk iddiasının reddi için menfi tespit davası açılması gerekir. Bu dava türü, borçlunun, borçlu olmadığını ispatlamaya yönelik olarak açtığı bir davadır. Özellikle sahte senetlere dayalı takiplerde veya borcun ifa edilmiş olmasına rağmen takibe devam edilmesi hâlinde menfi tespit davası, hakkın korunmasında etkili bir hukuki çaredir. Bu davanın açılabilmesi için icra takibinin kesinleşmemiş olması ya da borcun ödenmesi hâlinde istirdat talebiyle birlikte açılması gerekir. Peki, menfi tespit davası, takipten bağımsız bir dava olarak mı görülmelidir? Bu soruya cevaben belirtmek gerekir ki; dava, takip hukukunun içinden doğan bir koruma mekanizmasıdır. Dolayısıyla, icra takibinin şekli şartları, ödeme belgeleri ve delil sunumu gibi hususların tümü dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Avukat marifetiyle hazırlanan dilekçeler, hem davanın kabul şansını artırır hem de mülâhaza edilen hakkın hukuken tanınmasını sağlar.
İflas dosyasına müdahil olunması: Bir borçlunun iflasına karar verilmiş olması, yalnızca takip eden alacaklıyı değil; aynı zamanda diğer tüm alacaklıları da etkileyen kolektif bir sonuç doğurur. Bu nedenle alacaklının, açılmış bir iflas dosyasına müdahil olarak haklarını koruması mümkündür. Müdahale, İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre sıra cetveli düzenlenmeden önce yapılmalı; müdahale dilekçesiyle birlikte alacak belgeleri sunularak resmî kayıt altına alınmalıdır. Aksi hâlde, alacaklının alacağı masa alacaklısı olarak kabul edilmez ve iflas masasına katılım imkânı ortadan kalkar. Peki, müdahil alacaklıların sırası nasıl belirlenir? Bu hususta alacağın türü, doğum tarihi, teminatla desteklenip desteklenmediği gibi kriterler, mühim rol oynar. Sıra cetveli oluşturulurken yapılan mülâhaza ve değerlendirmelerde, müdahil alacaklının hukuki temsilinin ehil kişiler eliyle sağlanması, ilâm ve belgelerin zamanında sunulması bakımından zorunlu addedilir. Avukat aracılığıyla yapılan bu müdahale, hem sürecin usulüne uygun işlemesini sağlar hem de tahsilat bakımından güçlü bir zemin teşkil eder.
İflasın ertelenmesi davasının açılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: İflasın ertelenmesi müessesesi, özellikle sermaye şirketleri ve kooperatifler bakımından ekonomik bütünlüğün korunması amacıyla düzenlenmiş olup, alacaklılardan gelen baskıya rağmen borçlunun faaliyetlerini sürdürebilmesini hedefler. Şirketin ödeme güçlüğü içerisinde bulunduğu ancak makul bir iyileşme planı çerçevesinde yeniden yapılandırılabileceği hâllerde, mahkemeden iflasın ertelenmesi talep edilebilir. Bu dava, somut delillere ve mali raporlara dayanmalı; hâkim ikna edilmeden erteleme kararı verilmesi mümkün olmamalıdır. Ancak bu soruyu sormak gerekir: Erteleme talebi, kötü niyetli borçlular tarafından suiistimal edilebilir mi? Bilhâssa uygulamada bu risk mevcuttur. Bu sebeple, hâkimler borçlunun ödeme kabiliyetini ve iyileşme ihtimalini tafsilâtla tetkik etmekte, bilirkişi incelemelerine sıklıkla başvurmaktadır. Davanın teknik düzeyi ve ekonomik içerikli değerlendirmelerle yürütülmesi, bir hukuk bürosu tarafından sağlanan profesyonel danışmanlıkla başarıya ulaşabilir. Erteleme kararı, iflası engellemekle kalmaz; ticari faaliyetin devamı ve istihdamın korunması açısından da toplum menfaatine hizmet eder.
İhtiyati haciz işlemlerinin yapılması: İhtiyati haciz, alacağın tahsil kabiliyetini koruma altına almak amacıyla mahkeme kararıyla alınan ve borçluya ait malvarlığı üzerinde önleyici nitelikte bir tedbir kararıdır. Özellikle kambiyo senedine dayalı, para alacağına ilişkin ve muaccel borçlarda sıkça başvurulan bu yol, alacaklının alacağını teminat altına almasını sağlar. Mahkemeden alınan kararın icra dairesi marifetiyle tatbiki, alacaklı lehine haciz yapılmasına imkân tanır. Ancak şu husus önemlidir: Her talep ihtiyati hacizle neticelenir mi? Hâlbuki ihtiyati haciz, ancak yasal şartlar mevcutsa ve mahkemece alacağın ispatına yönelik kanaat oluşmuşsa verilir. Bu nedenle, dilekçelerin içeriği, senetlerin geçerliliği ve delil sunumu, avukatın teknik değerlendirmesine dayanmalıdır. Yanlış başvuru, hem vakit kaybına hem de karşı taraf aleyhine haksız bir işlem yapılması riskine yol açabilir. İhtiyati haciz, süresinde kesin hacze dönüştürülmediği takdirde hükümsüz kalacağından, takip sürecinin istikrarlı biçimde sürdürülmesi şarttır.
İcra ve İflas Kanunu temelinde yapılacak her türlü haciz işlemi ve icra davalarının açılarak takibi: İcra ve İflas Kanunu, hem bireysel hem de kolektif cebrî icra yollarını düzenlerken, bu işlemler kapsamında yapılacak haciz uygulamalarını da detaylı biçimde tanımlamıştır. Haciz işlemleri, taşınır, taşınmaz, alacak, maaş, fikrî haklar gibi farklı kategorilerde uygulanabilir. Her bir haciz türü, kendi özel prosedürlerine, itiraz yollarına ve sürelere sahiptir. Bu işlemler eksiksiz yerine getirilmediği takdirde, takip ya usulen düşer ya da tahsilat süreci sekteye uğrar. Burada şu soru sorulmalıdır: Haciz işlemlerinin başarısı yalnızca borçlunun malvarlığına mı bağlıdır? Elbette ki hayır. Malvarlığının olup olmadığı kadar, alacaklının hukuki öngörüsü ve işlem zincirini doğru kurabilme kabiliyeti de önemlidir. Hâliyle, bir hukuk bürosu tarafından yürütülen profesyonel takip hizmeti, yalnızca teknik işlem değil; aynı zamanda stratejik bir yönetimdir. Netice itibarıyla, haciz işlemleri adaletin somutlaşmasıdır ve bu mefhumun hakkıyla tesisi, bilgi, özen ve yetkiyle mümkündür.
Konkordato Başvurusu Hazırlanması ve Sürecin Takibi: Konkordato, borçlunun muaccel borçlarını ödeyemez hâle gelmesi durumunda, alacaklıların da rızasıyla ödeme planı oluşturularak ticari faaliyetini sürdürebilmesine imkân tanıyan bir yargısal koruma müessesesidir. 7101 sayılı Kanun ile Türk İcra ve İflas Hukuku'na getirilen yeni konkordato sistemi, iflasın önlenmesini ve borçlunun ayakta kalmasını amaçlamaktadır. Bu sistem, mahkeme nezaretinde ve konkordato komiserinin gözetiminde yürütülen, teknik ve şekli şartlara bağlı olarak işleyen bir süreçtir. Başvuru sırasında bilanço, faaliyet raporu, ödeme planı ve alacaklı listesi gibi belgelerin eksiksiz sunulması zaruridir. Şöyle bir soru gündeme gelebilir: Konkordato, alacaklıların zararına mı bir uygulamadır? Hâlbuki bu müessese, ödeme güçlüğüne düşmüş ancak ekonomik varlığını sürdürebilecek işletmelere tanınan geçici bir muhafaza tedbiridir. Alacaklılar bakımından da konkordato, iflas hâlinde doğabilecek tam kaybın önlenmesi ve alacağın makul bir oranda ve vadede tahsili imkânı sunar. Konkordato projesinin mahkeme tarafından kabul edilebilmesi için borçlunun dürüstlük kuralına uygun hareket etmesi ve borçlarını ödeme niyeti taşıması gerekir. Bir hukuk bürosu tarafından sağlanan danışmanlık hizmeti, konkordato sürecinin hem başvuru hem de mühlet ve tasdik aşamalarında teknik isabetle yürütülmesini mümkün kılar. Nitekim uygulamada birçok konkordato talebi, şekil eksiklikleri, gerçek dışı mali tablolar ya da yetersiz borç azaltma teklifleri nedeniyle reddedilmektedir. Avukat marifetiyle hazırlanan dosya, yalnızca yasal kriterlere değil; aynı zamanda Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi uygulamalarına da muvafık şekilde düzenlendiğinde, adaletin sağlanması ve ekonomik devamlılık arasında denge kurulabilir.
Sıra Cetveline İtiraz ve Sıra Cetveli Davasının Takibi: İcra ve İflas Hukuku çerçevesinde birden çok alacaklının aynı borçludan alacak talep etmesi hâlinde, elde edilen paranın nasıl dağıtılacağını belirlemek üzere icra müdürlüğü tarafından sıra cetveli düzenlenir. Bu cetvel, rehinli, imtiyazlı veya genel alacaklılar arasında sıralama yapılmasını sağlar. Ancak, cetvelin düzenlenmesi sırasında yapılan eksiklik, yanlış sıralama veya bazı alacakların dışlanması gibi durumlarda, hak kaybına uğrayan tarafın sıra cetveline karşı dava açma hakkı doğar. Peki, sıra cetveline kimler ve ne zaman itiraz edebilir? Sıra cetvelinin kendisine usulüne uygun tebliğinden itibaren yedi gün içinde ilgililer icra mahkemesine dava açarak bu listeye itiraz edebilir. Bu süre hak düşürücü nitelikte olup, ihlâli hâlinde itiraz hakkı sona erer. Bilhassa rehinli alacaklıların derece sıralamasına ilişkin ihtilaflar, müteaddiden Yargıtay içtihatlarında da değerlendirilmiş, “öncelik hakkının ispatı” esası vurgulanmıştır. Hatalı bir cetvelin infazı, hukuk devleti ilkesini zedeleyeceği gibi, alacaklının tahsilat hakkını da fiilen ortadan kaldırabilir. Avukat desteği ile yürütülen sıra cetveli davası, sadece bir miktar alacağın korunmasını değil, aynı zamanda şekli adaletin tesisini de temin eder. Dava sürecinde mülkiyet hakkına müdahale, istihkak ilişkisi ve rüçhan hakkı gibi mefhumlar tafsilâtla değerlendirilmekte; usule uygun hareket edilmediği hâllerde icra işlemleri tümüyle sakatlanabilmektedir. Bu bağlamda, hukuk bürosu tarafından sunulan hukuki hizmet, yalnızca dava kazanımı değil; hakikat temelli bir tahsilat süreci için de elzemdir.
Rehin Açığı Belgesine Dayalı İlamsız Takip Başlatılması: Taşınır veya taşınmaz rehni ile teminat altına alınmış bir alacağın cebrî icra yoluyla tahsili sırasında, malın satış bedeli alacağı tamamen karşılamazsa, ortaya çıkan bakiye “rehin açığı” olarak adlandırılır. İcra ve İflas Kanunu’na göre, bu durumda alacaklı, rehin açığını gösterir belgeyle birlikte borçlu aleyhine ilamsız takip başlatabilir. Bu takip, genel ilamsız takipten farklı olarak, rehinli takibin devamı niteliğindedir ve özel şekil şartlarına tâbidir. Şu husus önemlidir: Rehin açığı belgesi, alacaklının tahsil kabiliyeti bakımından ne tür sonuçlar doğurur? Bu belge sayesinde alacaklı, satıştan doğan eksik bedel için yeni bir takip başlatma imkânı elde eder. Ancak belge düzenlenmeden ve kesinleşmeden önce takip yapılamaz. Ayrıca borçlu, bu takipte de itiraz hakkına sahiptir. Hâliyle usul hatası yapılmaksızın yürütülen bir tetkik süreci, alacaklının hukuki güvenliğini artırmak bakımından büyük önem taşır. Bu takip türünün başarıya ulaşabilmesi için, kıymet takdirinin zamanında yapılması, satış işlemlerinin usule uygun yürütülmesi ve rehin açığının doğru hesaplanması gerekir. Bu işlemlerden herhangi birindeki eksiklik, hem tahsilatın sekteye uğramasına hem de borçlunun itiraz hakkının doğmasına yol açabilir. Hukuki danışmanlık eşliğinde sürdürülen süreç, yalnızca alacağın devamlılığına değil; hukuki korumanın etkinliğine de hizmet eder. Nitekim Yargıtay uygulamalarında da, rehin açığı takiplerinin teknik hata içermemesi hâlinde doğrudan tahsilata dönüşebildiği görülmektedir.
Kira Alacaklarının Tahsili İçin Tahliye ve İcra Takibi Başlatılması: Kira sözleşmelerinden doğan alacakların tahsili ve kiralanan taşınmazın tahliyesi için, İcra ve İflas Kanunu’nda özel takip yolları düzenlenmiştir. Kira alacaklarının icra takibi yolu ile tahsili, genellikle tahliye talepli ilâmsız takip veya ilâmlı takip usulüyle yürütülmektedir. Kira sözleşmesinin yazılı olması hâlinde, alacaklı, borçlu aleyhine ödeme emriyle birlikte tahliye talebini de içeren takip başlatabilir. Bu takip neticesinde borçlu süresinde ödeme yapmaz veya itirazda bulunmazsa, alacaklı, icra mahkemesinden tahliye talebinde bulunma hakkına kavuşur. Şöyle bir soru doğabilir: Kiracının sadece borcu ödememesi tahliye için yeterli midir? Cevaben belirtmek gerekir ki; ödeme emrinde kira süresi, miktarı ve ödeme tarihi açıkça belirtilmiş olmalı ve tebliğe rağmen ödeme gerçekleşmemişse, tahliye koşulları oluşmuş sayılır. Ancak, borçlu süresinde itiraz ederse takip durur ve alacaklının dava açarak bu itirazı bertaraf etmesi gerekir. Özellikle kira sözleşmesinin geçerliliği, kira bedelinin ispatı ve ödeme emrine karşı süresi içinde yapılmış itirazların değerlendirilmesi hususlarında, Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi içtihatlarında şekil ve usul denetimi ön plandadır. Bir hukuk bürosu tarafından sunulan danışmanlık hizmeti, kira sözleşmesinin incelenmesinden ödeme belgelerinin sunulmasına, tahliye kararının takibinden haciz işlemlerine kadar tüm sürecin teknik isabetle yürütülmesini sağlar. Bilhâssa kira sözleşmesinin noterlikçe düzenlenmiş olması, ödeme tarihinin açık biçimde belirlenmesi ve kira ilişkisi boyunca taraflar arasında kurulmuş yazılı iletişimin dosyaya eklenmesi, alacaklının icra ve tahliye sürecini hızlandırır. Hâl böyleyken, bu sürecin hukuka uygun yönetilmesi, hem adaletin hem de mülkiyet hakkının tesisini mümkün kılar.
İpotek Alacaklarının Tahsili ve Taşınmazın Satışı Yoluyla İcra Takibi: İpotek, taşınmaz rehni türlerinden biridir ve Türk Medeni Kanunu’na göre, alacaklının alacağını güvence altına almak üzere tesis edilir. İcra ve İflas Kanunu m.150/a ve devamı hükümleri çerçevesinde, ipotekli alacaklı, borcun vadesi geldiğinde ipoteğe konu taşınmazın cebrî satışını talep edebilir. Bu takip, genel takiplerden farklı olarak özel usullere tâbidir ve yalnızca taşınmaz rehniyle teminat altına alınmış muaccel borçlar için öngörülmüştür. Alacaklının, ipotek belgesine dayanarak doğrudan taşınmazın satışını istemesi mümkündür. Şu soru akla gelir: Satış işlemi ne kadar sürede sonuç verir ve tüm alacaklar ödenebilir mi? Hâlbuki satış işleminin başarısı birçok faktöre bağlıdır: kıymet takdirinin isabeti, artırma şartlarının uygunluğu, ipoteğin derecesi ve varsa diğer haciz şerhleri. Şayet taşınmaz bedeli alacağın tamamını karşılamazsa, rehin açığı belgesi düzenlenir ve bu belgeyle borcun bakiye kısmı için ilamsız takip başlatılabilir. Bu bağlamda, satış öncesinde yapılan işlemlerin eksiksiz olması, alacaklının tahsilat imkânını doğrudan etkiler. Avukatlık desteğiyle yürütülen bu süreç, yalnızca hukuki sürecin takibini değil, aynı zamanda taşınmazın tapu kayıtlarının incelenmesi, kıymet takdirine itiraz ve artırma ilanlarının takibini de kapsar. Özellikle ipotek tesisinin tarihine, derecesine ve türüne göre yapılacak değerlendirme, icra dosyasının seyri bakımından belirleyicidir. Avukat aracılığıyla yapılan mülâhaza ve işlemler sayesinde, alacaklının hakkı korunurken, borçlunun da hukuk güvenliği içinde değerlendirilmesi sağlanır. Netice itibarıyla, hem tahsilat hem de adalet ilkesi gözetilmiş olur.
Yabancı Mahkeme İlâmının Tanınması ve Tenfizi Sonrası İcra Takibi Başlatılması: Yabancı bir mahkeme tarafından verilmiş kararların Türkiye’de icra edilebilmesi, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun (MÖHUK) hükümleri gereğince tanıma ve tenfiz davası açılmasına bağlıdır. Tanıma, kararın kesin hüküm etkisinin kabulünü; tenfiz ise kararın icra edilebilirliğinin Türkiye’de geçerlilik kazanmasını sağlar. Bu aşamalar tamamlanmadan, yabancı ilâm Türkiye'de icra takibine konu edilemez. Bu nedenle, tanıma ve tenfiz kararı, icra sürecinin ön koşuludur. Peki hangi hâllerde bir yabancı mahkeme kararı Türkiye’de tenfiz edilebilir? Hükmün, kamu düzenine aykırı olmaması, karşılıklılık (mütekabiliyet) ilkesinin sağlanması, usule uygun şekilde verilmiş olması ve kesinleşmiş bulunması gibi şartlar aranır. Bu şartlar oluşmadığı hâlde, mahkeme tenfiz talebini reddedebilir. Uygulamada bilhassa boşanma, tazminat ve alacak ilâmlarında sıkça tenfiz talepleriyle karşılaşılmakta olup, Yargıtay içtihatları bu alanda geniş bir uygulama pratiği ortaya koymuştur. Hukuk bürosu vasıtasıyla yapılan tenfiz başvuruları, hem ilgili ülkenin karar sistemine hem Türk hukukuna uygunluk denetimini içerdiğinden, teknik bilgi gerektirir. İcra takibinin bu tanıma/tenfiz kararının kesinleşmesinden sonra başlatılması, ilâmın icra kabiliyeti kazanması anlamına gelir. Bu noktada, icra dairesine sunulacak belgelerin sıhhati, ödeme emirlerinin içeriği ve borçluya tebliği gibi tüm safhalar, profesyonel hukuki hizmet gerektirir. Böylece hem şekli adalet korunur hem de uluslararası hukukla uyumlu bir tahsilat süreci işler hâle gelir.
Şirketlerin İflas Sürecinde Alacaklı Sıfatıyla Alacak Bildirimi ve Tasfiye Sürecine Katılım: İflas prosedürü, borçlunun mali yükümlülüklerini yerine getirememesi durumunda, alacaklıların alacaklarını tahsil etmelerini sağlayan yasal bir süreçtir. Bu süreçte, alacaklıların alacaklarını iflas masasına bildirmeleri gerekmektedir. Alacak bildirimi, alacaklının iflas masasına dahil olabilmesi ve tasfiye sürecine katılabilmesi için zorunlu bir adımdır. Bildirim süresi içinde yapılmayan alacak talepleri, alacaklının tasfiye sürecindeki haklarını kaybetmesine neden olabilir. Alacaklılar, alacaklarını bildirirken, alacağın türü, miktarı ve dayanağına ilişkin belgeleri sunmalıdır. Bu belgeler, alacağın geçerliliğini ve öncelik sırasını belirlemede önemli rol oynar. Özellikle rehinli alacaklar, diğer alacaklara göre öncelikli ödeme hakkına sahiptir. Ancak, rehinli alacakların da iflas masasına bildirilmesi gerekmektedir; aksi takdirde, alacaklı rehin hakkını kaybedebilir. Bu nedenle, alacak bildirimi süreci, dikkatli ve özenli bir şekilde yürütülmelidir. Tasfiye sürecine katılım, alacaklının iflas masasında yer almasını ve alacaklarının tahsil edilmesini sağlar. Bu süreçte, alacaklılar, tasfiye memurlarının hazırladığı sıra cetveline itiraz edebilir ve alacaklarının doğru şekilde değerlendirilmesini talep edebilirler. Ayrıca, alacaklılar, iflas masasında yapılan işlemleri denetleyebilir ve tasfiye sürecine aktif olarak katılabilirler. Bu katılım, alacaklının haklarının korunması ve alacaklarının en yüksek oranda tahsil edilmesi açısından önemlidir.
Kıymet Takdiri Raporlarına İtiraz ve Yeniden Değerleme Talebi: İcra takibi sürecinde, borçlunun mallarının kıymet takdiri, malların satışa çıkarılmadan önce değerinin belirlenmesi açısından önemlidir. Kıymet takdiri, icra müdürlüğü tarafından atanacak bilirkişiler aracılığıyla yapılır ve bu değer, satış işlemlerinde esas alınır. Ancak, kıymet takdirine itiraz edilmesi durumunda, mahkeme tarafından yeniden değerleme yapılabilir. Alacaklı veya borçlu, kıymet takdirine itiraz edebilir. İtiraz süresi, kıymet takdiri raporunun tebliğinden itibaren yedi gündür. İtiraz, icra mahkemesine yapılır ve mahkeme, yeni bir bilirkişi atayarak yeniden değerleme yapılmasına karar verebilir. Bu süreç, malların gerçek değerinin belirlenmesi ve satış işlemlerinin adil bir şekilde yürütülmesi açısından önemlidir. Yeniden değerleme talebi, özellikle malların değerinin düşük gösterildiği veya piyasa koşullarına uygun olmadığı durumlarda gündeme gelir. Bu durumda, alacaklı veya borçlu, malların gerçek değerinin belirlenmesi için yeniden kıymet takdiri talep edebilir. Mahkeme, bu talebi değerlendirerek, adil bir satış sürecinin yürütülmesini sağlar. Bu süreçte, avukat desteği, hukuki prosedürlerin doğru şekilde izlenmesi ve alacaklının haklarının korunması açısından önemlidir.
Tatil Kararına Rağmen Yapılan Haciz İşlemlerine Karşı Şikâyet Başvurusu: İcra ve İflas Kanunu'na göre, resmi tatil günlerinde haciz işlemleri yapılamaz. Ancak, bazı durumlarda, icra müdürlükleri tarafından tatil günlerinde haciz işlemleri gerçekleştirilebilir. Bu tür işlemler, hukuka aykırı olup, borçlu tarafından şikâyet konusu yapılabilir. Şikâyet başvurusu, icra mahkemesine yapılır ve mahkeme, işlemin iptaline karar verebilir. Borçlu, tatil gününde yapılan haciz işleminin iptali için icra mahkemesine başvurabilir. Şikâyet süresi, işlemin öğrenilmesinden itibaren yedi gündür. Mahkeme, işlemin hukuka aykırı olduğunu tespit ederse, haciz işlemini iptal eder ve borçlunun haklarını korur. Bu süreçte, borçlunun haklarının korunması ve hukuka aykırı işlemlerin önlenmesi açısından avukat desteği önemlidir. Tatil günlerinde yapılan haciz işlemleri, borçlunun özel hayatına müdahale anlamına gelebilir ve bu durum, Anayasa ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin ihlali anlamına gelir. Bu nedenle, icra işlemlerinin yasalara uygun şekilde yürütülmesi ve borçlunun haklarının korunması büyük önem taşır. Avukat desteği, bu süreçte hukuki prosedürlerin doğru şekilde izlenmesi ve borçlunun haklarının etkin bir şekilde savunulması açısından gereklidir.
Ortaklığın Giderilmesi (İzale-i Şuyu) Davası Sonrası İcra Takibi ile Alacağın Paylaştırılması: Taşınmaz mallarda müşterek mülkiyet ilişkisi sona erdirilmek istendiğinde, başvurulan yol “ortaklığın giderilmesi” ya da klasik tabiriyle “izale-i şuyu” davasıdır. Bu dava sonucunda mahkeme kararıyla taşınmazın açık artırma yoluyla satılmasına hükmedilir ve satıştan elde edilen bedel, taraflar arasında paylaştırılmak üzere icra dairesine aktarılır. Bu noktada, alacaklı bir üçüncü kişi, borçlunun ortaklık payına cebrî icra takibi uygulayarak, payına düşecek bedel üzerinde tahsilat imkânına kavuşabilir. Bu kapsamda şu soru sorulabilir: Alacaklı, ortaklık giderildikten sonra icra takibine doğrudan mı başvurabilir? Cevaben ifade edilmelidir ki, ortaklığın sona erdiği ve satış bedelinin icra dosyasına intikal ettiği hâllerde, alacaklı doğrudan re’sen icra müdürlüğü nezdinde borçlunun payına isabet eden kısımdan tahsilat talep edebilir. Ancak, borçlunun payı üzerindeki tasarruf hakkı, haciz tarihinden itibaren sınırlandığından, daha önce konulmuş haciz şerhleri ve varsa iflas iddiaları da tetkik edilmelidir. Netice itibarıyla, izale-i şuyu kararının icra hukukuna etkili biçimde aktarılması ve müteakip haciz taleplerinin yürütülmesi, teknik ve usulî ayrıntılara bağlıdır. Bir hukuk bürosu nezdinde sağlanacak avukatlık desteği, sadece sürecin teknik takibini değil; taşınmaz satış bedelinin doğru hesaplanmasını ve hakkaniyetli biçimde dağıtılmasını da mümkün kılar. Zira, adalet ilkesi, yalnızca paylaşımın değil; paylaşımın usulüne uygun biçimde yapılmasının da teminat altına alınmasını gerekli kılar.
İflasın Açılması Davası Açılması ve Sürecin Yürütülmesi: İflas davası, ticari hayatın olağan akışı içinde borçlarını ödeyemeyecek duruma gelen tacir borçlular için öngörülen cebrî tasfiye mekanizmasıdır. İcra ve İflas Kanunu’na göre, alacaklı sıfatını haiz bir gerçek veya tüzel kişi, borçlunun muaccel borcunu ödeyememesi hâlinde, ticaret mahkemesinde iflas talebinde bulunabilir. Bu dava, yalnızca borçlunun ekonomik çöküşünü değil; aynı zamanda alacaklıların eşit ve şeffaf biçimde alacaklarını tahsil etmelerini de hedefler. Peki hangi şartlarda iflas kararı verilebilir? Bu konuda en temel kriter, borçlunun borçlarını ödeyemediğinin mahkemece sabit görülmesidir. Borçlu malvarlığının pasifini karşılamadığı, alacaklıların ısrarlı icra takiplerine rağmen ödeme yapılmadığı veya ödeme zorluğunun süreklilik arz ettiği durumlar iflas gerekçesi sayılır. Alacaklının sunacağı belgeler, önceki haciz işlemleri, borçlunun mali tabloları ve banka kayıtları bu mülâhazanın temel dayanaklarıdır. İflas davası teknik ve şekli denetime son derece açık bir süreçtir. Bu nedenle, bir avukat tarafından hazırlanacak dava dilekçesi, yalnızca talep edilen iflas kararını değil; bu kararın hangi yasa hükümlerine ve hangi delillere dayandığını da açık biçimde ortaya koymalıdır. Tasfiye sürecinin doğru işlemesi, iflas masasındaki alacaklılar arasında adil dağılımın yapılabilmesi ve hukukun üstünlüğünün korunması açısından hukuki hizmetin önemi yadsınamaz.
Borçlunun Malvarlığına Geçici Hukuki Koruma Sağlamak Amacıyla Malvarlığına Tedbir Kararı Alınması: Borçlunun, icra takibi veya alacak davası süresince mal kaçırma ihtimali bulunduğu hâllerde, alacaklının malvarlığını korumak amacıyla ihtiyati tedbir talep etme hakkı bulunmaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 389 ve devamı maddeleri, bu hususu açıkça düzenlemektedir. Tedbir, alacaklının haklarını güvenceye alır ve borçlunun hileli işlemlerle malvarlığını elden çıkarmasının önüne geçer. Bu tür talepler, çoğunlukla tasarrufun iptali davası veya menfi tespit davası ile birlikte gündeme gelmektedir. Tedbir kararı ne gibi şartlara bağlıdır? Mahkemeden bu yönde karar alınabilmesi için, mevcut durumun ileride alacaklının hakkını önemli ölçüde tehlikeye düşürecek nitelikte olması ve açıkça ispatlanabilir bir hakka dayanması gerekmektedir. Tedbir talebiyle birlikte teminat gösterilmesi de çoğu durumda zorunludur. Aksi hâlde, tedbirin kötüye kullanılması hâlinde doğabilecek zararlar bakımından borçlunun korunması gerekir. Bu hassas denge, mülkiyet hakkı ile alacak hakkı arasında kurulması gereken anayasal bir eşgüdümdür. İhtiyati tedbir süreci, usul hukukuna uygun biçimde yürütülmediği takdirde reddedilmekte ve alacaklının maddi zararları doğabilmektedir. Bu nedenle, bir hukuk bürosu tarafından sunulan danışmanlık, yalnızca tedbirin alınması değil, alınan tedbirin etkin biçimde uygulanması ve sonuca dönüştürülmesi bakımından da hayati rol oynar. Hukuki destek sayesinde yalnızca şekli koruma değil, maddi adaletin de temini mümkün olur.
Alacaklı Tarafından Açılan Haczedilmezlik Şikâyetine Karşı Borçlu Vekilliği ve Davanın Takibi: İcra takibi sürecinde haczedilen bir malın “haczedilemez” nitelikte olduğunu ileri süren borçlunun bu iddiası, alacaklı tarafından şikâyet konusu edilebilir. Bu şikâyet, İcra ve İflas Kanunu'nun 82. ve 83. maddeleri çerçevesinde yürütülür. Özellikle meskeniyet iddiası, çalışma araçları ve yaşam için zaruri eşyalarla ilgili tartışmalar, uygulamada sıklıkla alacaklı ile borçlu arasında ihtilaf doğurmaktadır. Bu tür durumlarda borçlunun vekili sıfatıyla yapılacak savunma, yalnızca eşyanın niteliksel analiziyle değil; anayasal mülkiyet hakkı ve insan onuruna yaraşır yaşam koşulları çerçevesinde yürütülmelidir. Şu soruya açıklık getirmek gerekir: Borçlunun her malı haczedilemez mi? Elbette ki hayır. Haczedilmezlik ancak kanunda açıkça belirtilen hâllerde mümkündür. Ancak borçlu, eğer haczedilen malın geçimini sağlamada zorunlu olduğunu ve hayatını sürdürebilmesi için gerekli olduğunu ispat ederse, icra mahkemesi bu eşyalar için haczedilmezlik kararı verebilir. Alacaklı ise bu iddianın kötüye kullanım teşkil ettiğini öne sürerek şikâyet yoluna başvurabilir. Bu noktada mülâhaza edilmesi gereken husus, hem borçlunun asgari yaşam düzeyini sürdürme hakkı hem de alacaklının tahsilat hakkıdır. Borçlu vekilliği çerçevesinde yapılacak savunmalar, sadece maddi delillerle değil; hukuki değerlendirme ve anayasal ilkeler ışığında da hazırlanmalıdır. Bir avukat tarafından yürütülen bu süreçte, icra mahkemesinin yerleşik içtihatları ve Yargıtay kararları ışığında, malın nitelik, kullanım amacı ve ikame imkânı gibi unsurlar tafsilâtla ortaya konmalıdır. Netice itibarıyla, hukuk bürosu aracılığıyla sağlanan savunma, yalnızca takip sürecine müdahale değil; adaletin sosyal yönünün de icra hukukunda yer bulmasını sağlar.
Kamu Alacaklarının Takibi Dışında Kalan Özel Hukuk Kaynaklı Alacaklar İçin Lojistik Şirketlerine Yönelik Araç Haczi İşlemleri: Lojistik ve taşımacılık sektöründe faaliyet gösteren şirketler, genellikle yüksek değerli ve taşınabilir nitelikteki varlıklarla faaliyet yürütmektedir. Bu tür şirketlerin alacak takibine konu edilmesi hâlinde, taşınır mallar yani taşıma araçları, alacaklının tahsilat imkânını doğrudan etkileyen unsurlar hâline gelir. Türk İcra ve İflas Hukuku çerçevesinde, bu tür araçlara haciz tatbik edilerek trafikten men edilmesi ve sonrasında satış yoluyla paraya çevrilmesi mümkündür. Peki, bu tür işlemler yalnızca Trafik Sicili üzerinden mi yapılabilir? Hâlbuki uygulamada Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı kayıtları, TIR karneleri, C2 belgeleri gibi çok sayıda kaynak taranarak borçlunun faal kullanımda olduğu taşıtlar tespit edilebilir. Bu noktada, yalnızca plaka bazlı değil; aynı zamanda taşınırın fiilî kullanım alanı ve ekonomik değeri de göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca, ticari taşıtlar için yapılacak haciz işlemleri, bazen özel izin veya çalışma belgeleri gerektirdiğinden, hukuki işlem süreçleri teknik denetimle yürütülmelidir. Avukat aracılığıyla yapılan bu işlemler, yalnızca bir taşıtın satışını değil; aynı zamanda şirketin ekonomik faaliyetinin tespiti, mal kaçırma riskinin önlenmesi ve tahsilatın gerçekleştirilmesini sağlar. Haczin uygulanması sırasında alacaklı ve borçlu menfaatlerinin dengeli biçimde gözetilmesi, hem şekli hem maddi adaletin sağlanması bakımından zaruridir. Hukuk bürosu tarafından yürütülen bu takip işlemleri, yalnızca kanun hükümlerinin uygulanması değil; ticaretin güvenliğinin sağlanması açısından da mühimdir.
Borçlunun Sosyal Medya ve Dijital Platformlardan Gelir Elde Ettiğinin Tespiti ve Bu Gelirler Üzerine Haciz Uygulaması: Son yıllarda dijital ekonomi içerisinde faaliyet gösteren bireylerin gelir kaynakları, klasik borçlu profillerinden farklılık arz etmeye başlamıştır. Sosyal medya içerik üreticileri, yayıncılar, dijital reklam gelirine sahip kişiler gibi yeni nesil meslek erbapları, icra takiplerinde tahsil kabiliyeti yönünden farklı değerlendirilmelidir. Borçlunun banka hesap hareketleri, ödeme sağlayıcıları ve iş yaptığı dijital platformlar (YouTube, Twitch, Instagram vb.) üzerinde yapılan araştırmalar neticesinde, bu gelirlerin haczedilmesi mümkündür. Peki, bu tür dijital gelirler nasıl tespit edilebilir? Uygulamada, 3. kişilere gönderilen 89/1 haciz ihbarnameleri ile ödeme yapan firmalara ulaşılmakta, ayrıca kurumlar ve dijital ödeme hizmet sağlayıcılarından gelen yanıtlar doğrultusunda gelir akışı belirlenebilmektedir. Bu tür haciz işlemleri, teknolojik bilgiye dayalı inceleme ve geniş çaplı veri analizi gerektirir. Alacaklının bu süreçte yetkili bir avukat aracılığıyla hareket etmesi, yalnızca bilgiye erişim değil; işlemlerin geçerliliği bakımından da avantaj sağlar. Sosyal medya gelirlerinin haczi, klasik maaş haczinden farklı olarak dijital iz sürme becerisi ve hukuki yetkinlik gerektirir. Bu çerçevede avukat tarafından yapılacak mülâhaza; borçlunun dijital varlığının kapsamı, düzenli gelir yaratma potansiyeli ve ödeme sürekliliği yönünden değerlendirilmelidir. Netice itibarıyla, bu uygulama hem çağın ekonomik gerçeklerine uyum sağlar hem de adaletin yalnızca geleneksel değil, dijital mecralarda da tesisini mümkün kılar.
İcra ve İflas Hukuku, borçlunun borcunu ödememesi durumunda alacaklının hakkını devlet güvencesiyle almasını sağlayan önemli bir hukuk dalıdır. Vatandaşlarımızın bu alandaki tereddütlerini gidermek amacıyla, Avukat Dr. Tolga Ersoy sık sorulan soruları sade ve anlaşılır bir dille yanıtlıyor. Hacizden iflasa, mal varlığı korumasından hukuki başvuru yollarına kadar merak edilen pek çok konuya burada açıklık getirilmektedir.
İcra ve İflas Hukuku: Sık Sorulan Sorular