Yalan Yere Yemin Etme Suçu

Yalan yere yemin suçu, hukuk davalarında tarafların gerçeğe aykırı beyanda bulunmalarını cezai yaptırıma bağlayan, Türk Ceza Kanunu’nun 275. maddesiyle düzenlenmiş ciddi bir suçtur. Bu suç, yemin müessesesinin güvenilirliğini korumayı ve yargının adil şekilde işlemesini sağlamayı amaçlar.

Yalan yere yemin suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 275. maddesi kapsamında düzenlenen ve hukuk yargılamalarında tarafların maddi gerçeği çarpıtacak şekilde beyanda bulunmalarını cezai yaptırıma bağlayan bir suç tipidir. Bu düzenlemenin temel amacı, yargılama faaliyetinin adalet ilkesine uygun biçimde yürütülmesini temin etmek ve özellikle hukuk davalarında önemli bir delil niteliği taşıyan yemin müessesesinin güvenilirliğini korumaktır. Zira hukuk davalarında tarafların iddialarını desteklemek için başvurdukları yemin, yalnızca maddi vakıaların ispatına değil, aynı zamanda mahkemenin vicdani kanaatinin oluşumuna da hizmet eden ciddi bir delil türüdür. Bu nedenle, yalan yere yemin edilmesi, sadece bireysel dürüstlük ilkesinin ihlali olarak değil, yargı erkine yöneltilmiş sistemsel bir tehdit olarak değerlendirilmelidir.

Suçun oluşabilmesi için belirli koşulların gerçekleşmesi gerekir. Öncelikle, yemin teklifinin hukuk davasında taraf olan davacı veya davalıya usulüne uygun şekilde yöneltilmiş olması ve bu yeminin mahkeme huzurunda verilmiş bulunması gerekir. Yemin teklifinin şeklen geçersiz olduğu yahut hukuken teklif edilemeyecek bir konuda sunulduğu durumlarda suçun oluşmasından söz edilemez. Aynı şekilde, failin hukuki olarak taraf sıfatını taşımaması veya yemin etmeye yetkili merci önünde beyanda bulunmaması da cezai sorumluluğu doğurmaz. Öte yandan, yemin edilen beyanın somut bir vakıaya ilişkin olması ve bu vakıanın gerçeğe aykırı şekilde ifade edilmiş bulunması gerekir. Kusurluluk bağlamında ise suçun manevi unsuru doğrudan kasttır. Failin beyanının yanlış olduğunu bilerek ve gerçeğe aykırı şekilde yemin etmesi, kast unsurunun gerçekleştiği anlamına gelir. Buna karşılık, hataya düşerek yahut unutkanlık nedeniyle gerçeğe aykırı beyanda bulunulmuşsa, failin cezai sorumluluğundan söz edilemez.

Türk Ceza Kanunu’nda bu suç açısından etkin pişmanlık hükümlerine de yer verilmiştir. Hukuk davasında hüküm verilmeden önce gerçeğin itiraf edilmesi hâlinde fail hakkında ceza verilmez. Buna karşılık, hüküm kesinleşmeden ya da icraya konulmadan önce gerçeğin ortaya konulması durumunda ise verilecek ceza yarı oranında indirilecektir. Bu düzenleme, failin yargı sürecinin doğruluğuna katkı sunmasını teşvik etmeyi ve maddi gerçeğe ulaşılmasını kolaylaştırmayı hedeflemektedir. Suçun yaptırımı bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası olarak belirlenmiş olup, bazı durumlarda cezanın adli para cezasına çevrilmesi, ertelenmesi veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi ceza muhakemesi kurumlarının uygulanması da mümkün olabilmektedir. Ancak bu tür tedbirlerin uygulanmasında, suçun yargı sistemine olan güveni zedeleyici yönü göz önünde bulundurulmalı ve cezasızlık algısına neden olacak uygulamalardan kaçınılmalıdır.

Yalan yere yemin suçu, şikâyete bağlı suçlardan değildir. Dolayısıyla soruşturma ve kovuşturma süreci, herhangi bir şikâyet aranmaksızın re’sen başlatılabilir. Suçun mağduru olan tarafın şikâyetten vazgeçmesi, yargılamanın sona ermesini sağlamaz. Bu yönüyle, yemin suçları kamu düzenini ilgilendiren bir nitelik taşıdığı için devletin cezalandırma yetkisi, tarafların iradesinden bağımsız şekilde işlemektedir. Aynı şekilde, suç uzlaştırma kapsamında da değerlendirilmemektedir. Bu da, kamu düzenine yönelik zarar potansiyelinin yüksek olması ve mağdurun rızasıyla bertaraf edilemeyecek bir nitelik taşımasıyla ilgilidir. Suçun yargılaması, görevli asliye ceza mahkemelerinde yürütülür. Dava zamanaşımı süresi ise sekiz yıldır. Bu süre zarfında yargılama başlamamışsa veya açılmış dava kesin hükme bağlanmamışsa, ceza davası düşer.

Bu suçun uygulamada karşılaştığı en temel sorunlardan biri, ispat güçlüğüdür. Hukuk davalarında yemin genellikle yazılı delil bulunmayan konularda başvurulan bir yöntem olduğundan, cezai sorumluluğun tespiti aşamasında delil yetersizliği sıklıkla gündeme gelir. Özellikle ceza yargılamasında “her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil” standardı gereği, mahkûmiyet kararı verilebilmesi için suçun sübutunun açık biçimde ortaya konulması gerekir. Bu nedenle, yemin edilen beyanın doğruluğuna dair çelişkilerin yalnızca tanık anlatımlarına yahut yazılı delil niteliği taşımayan verilerle ortaya konulması çoğu zaman yeterli bulunmaz. Bu bağlamda, yazılı delil zorunluluğu, suçun soruşturulabilirliğini sınırlayan bir faktör haline gelmektedir. Öte yandan, failin hatırlamama savunması, olayın üzerinden uzun zaman geçmişse, kastın yokluğu bağlamında dikkate alınabilecek ve beraatle sonuçlanabilecek bir unsura dönüşebilmektedir.

Türk Ceza Kanunu’nda çeşitli suç tipleri bakımından düzenlenmiş olan etkin pişmanlık kurumu, failin işlediği suçtan sonra kendi iradesiyle hukuka uygun davranış sergileyerek suçun yol açtığı tehlikeyi veya zararı ortadan kaldırmaya çalışması hâlinde, cezasının azaltılması veya tamamen kaldırılması sonucunu doğurabilen özel bir ceza hukuku kurumudur. Genel olarak suçun oluşumundan sonra harekete geçen failin, geç de olsa hukuk düzeniyle uyumlu davranması teşvik edilmekte ve cezalandırılmasında ölçülülük ilkesi gereği esneklik tanınmaktadır.

Yalan yere yemin suçu bakımından etkin pişmanlık, Türk Ceza Kanunu’nun 275. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında açıkça düzenlenmiştir. Bu yönüyle, m.275 gerekçesiyle birlikte değerlendirildiğinde, etkin pişmanlık burada hem cezasızlık nedeni (mutlak etkin pişmanlık) hem de cezada indirim nedeni (nisbî etkin pişmanlık) olarak iki ayrı şekilde hüküm altına alınmıştır.

Türk Ceza Kanunu m. 275/2 hükmüne göre: “Dava hakkında hüküm verilmeden önce gerçeğin söylenmesi hâlinde, cezaya hükmolunmaz.” Bu hüküm, yalan yere yemin eden kişinin, hüküm tesis edilmeden önce gerçeği itiraf etmesi durumunda cezalandırılmamasını öngörmektedir. Buradaki temel amaç, maddi gerçeğe ulaşılması sürecine faile son bir katkı şansı tanımaktır. Suçun işlendiği andan itibaren hüküm kuruluncaya kadar olan süreçte, fail gerçeği beyan ederek hem adil yargılanma ilkesine hizmet etmekte hem de mahkemeyi yanıltan beyanını geri alarak yargı erkine duyduğu saygıyı göstermektedir. Bu davranış, kanun koyucu tarafından hukuka dönüş olarak değerlendirilmiş ve cezasızlıkla ödüllendirilmiştir. Dikkat edilmesi gereken husus, bu cezasızlık halinin yalnızca hüküm kurulmadan önce beyan edilen gerçeğe özgü olmasıdır; hüküm verildikten sonra yapılan itiraf, cezasızlık sonucunu doğurmaz.

Türk Ceza Kanunu m. 275/3 hükmüne göre: “Hükmün icraya konulmasından veya kesinleşmesinden önce gerçeğin söylenmesi hâlinde, verilecek cezanın yarısı indirilir.” Bu hüküm; yalan yere yemin eden tarafın, hüküm verilmiş olsa bile, bu hüküm kesinleşmeden veya icraya konulmadan önce gerçek durumu açıklaması halinde cezasının yarı oranında indirilmesini mümkün kılar. Bu düzenleme, hem failin gerçeğe dönüş çabasını teşvik eder hem de yargının verdiği kararın maddi gerçekliğe ulaşması sürecine geç de olsa katkı sunulmasını amaçlar. Böylece, hükmün infazından önce mahkemeyi yanıltan ifadenin düzeltilmesi mümkün kılınmış ve failin pişmanlığı hafifletici neden olarak kabul edilmiştir.

Bu iki hüküm birlikte değerlendirildiğinde, etkin pişmanlık kurumunun yalan yere yemin suçu özelinde dinamik bir yapıya sahip olduğu görülür. Cezasızlık ile indirim arasında bir zaman çizgisi oluşturulmuş, failin davranış zamanı cezai sonuç bakımından belirleyici hâle getirilmiştir. Gerçeğin ne zaman itiraf edildiği, failin cezasının belirlenmesinde anahtar rol oynamaktadır.

Ancak bu düzenlemelerin uygulanabilmesi için, failin beyanının samimi, bilinçli ve iradi olması; başka delillerle de desteklenmesi hâlinde geçerlilik kazanması gerekir. Örneğin, gerçeğin açıklanması salt ceza almamak için yapılmış görünüyorsa, bu beyanın etkili bir şekilde değerlendirilmesi mümkün olmayabilir. Ayrıca, gerçeğin açıklanması suretiyle hukuk mahkemesindeki kararın veya sürecin etkilenmesi, yani maddi gerçeğe doğrudan katkı sunulması gerekir.

Etkin pişmanlık hükümleri, ceza hukukunun önleyici ve ıslah edici yönünü güçlendiren mekanizmalardır. Bu nedenle, mahkemeler failin bu hükümden yararlanma talebini değerlendirirken yalnızca beyanın varlığına değil, beyanın zamanlamasına, içeriğine, doğruluğuna ve yargılamaya olan katkısına da dikkat etmek zorundadır. Yalan yere yemin suçu gibi adliyeye karşı işlenen suçlar bakımından, adaletin selameti adına bu ölçütler daha da hassasiyetle ele alınmalıdır.

TCK m.275’in ikinci ve üçüncü fıkralarında yer verilen etkin pişmanlık düzenlemeleri, hem ceza adaletinin hem de hukuk yargılamasının maddi doğruluk temelinde işlemesini sağlamayı hedeflemekte ve yemin müessesesinin korunmasına katkı sunmaktadır. Failin yargı sürecine sonradan da olsa katkıda bulunması, hukuka dönüş iradesini ortaya koyması halinde bu davranış ödüllendirilerek cezanın kaldırılması ya da azaltılması sağlanmaktadır. Bu sistem, ceza hukukunda cezalandırma ile ıslah arasındaki dengeyi gözeten bir anlayışın ürünüdür.

Yalan yemin bağlamında ele alınması gereken diğer bir konu ise mecburen yalan yemin etmiş olma durumudur. Türk Ceza Hukuku bakımından, "mecburiyet" hâli, failin cezai sorumluluğunu ya tamamen kaldırabilir ya da azaltabilir; ancak bu durum, ceza sorumluluğunun temel prensipleri çerçevesinde ve somut olayın özelliklerine göre değerlendirilir. Bu bağlamda, yalan yere yemin suçu açısından “mecburiyet nedeniyle yalan yere yemin etmek” durumu, TCK m.275 ile birlikte TCK m.27 ve m.29 hükümleri çerçevesinde analiz edilmelidir. TCK m.28'e göre, bir kimsenin "karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı şekilde mutlak ve ciddi bir cebir veya tehdit altında suç işlemesi", cezai sorumluluğunu tamamen ortadan kaldırır. Eğer kişi yalan yere yeminini ağır bir tehdit, fiziksel cebir veya benzeri kaçınılmaz bir zorlama altında yerine getirmişse, bu durumda kusurluluk ortadan kalkar ve ceza verilmez. Bu durum, örneğin ölüm tehdidi altında yemin etmeye zorlanan bir kişi için geçerlidir. Bu tür bir baskı altında yapılan eylem, cebir ve tehditin niteliğine göre hukuka aykırı fakat kusurluluğu kaldıran bir davranış olarak kabul edilir.

TCK m.27/1, meşru savunmada sınırın korku, heyecan veya panik nedeniyle aşılması hâlinde cezada indirim yapılabileceğini veya ceza verilmeyebileceğini düzenler. Bu hüküm doğrudan yalan yere yemin suçu ile ilişkilendirilebilecek bir çerçeve sunmasa da, "psikolojik baskı", "şiddetli kaygı", "aile üyelerinin zarar göreceği korkusu" gibi durumlar, bazen takdiri indirim nedenleri kapsamında değerlendirilebilir. Ayrıca, TCK m.29’da düzenlenen haksız tahrik hükümleri, failin duygusal durumu üzerinde etkili olan dışsal etkenleri dikkate alarak cezada indirim yapılmasını mümkün kılar. Ancak yalan yere yemin suçunda klasik anlamda bir tahrik koşulu oluşmadığı sürece, bu madde nadiren uygulanabilir.

Zorunluluk hali, yani “ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak için başka çare bulunmaması” durumu da cezai sorumluluğu kaldırabilir. Örneğin kişi, kendisi veya bir yakını için mevcut ve kaçınılmaz bir zarardan korunmak amacıyla yalan yere yemin ediyorsa, bu durum ceza hukukunda hukuka aykırı ancak kusurluluğu kaldıran bir davranış olarak değerlendirilebilir. Zorunluluk halinin uygulanabilmesi için:

  • Tehlikenin muhakkak olması,
  • Başka bir kurtuluş yolunun bulunmaması,
  • Failin tehlikeye kendi kusuruyla sebep olmamış olması gerekir.

Ceza mahkemeleri, zorlayıcı şartlar altında hareket ettiğini ileri süren sanıkların savunmalarını değerlendirirken, olayın oluş şekline, failin içinde bulunduğu psikolojik duruma, maruz kaldığı tehdidin gerçekliğine ve sürekliliğine bakar. Eğer baskı unsuru failin özgür iradesini ortadan kaldıracak düzeyde değilse, bu durum doğrudan sorumluluğu kaldırmaz ancak TCK m.62 uyarınca takdiri indirim sebebi olarak değerlendirilebilir. Yani hâkim, failin içinde bulunduğu zorlayıcı koşulları göz önüne alarak cezada alt sınırdan uzaklaşmayabilir veya cezayı indirerek hüküm kurabilir.

Mecburen yalan yemin etme hâli, somut olayın niteliğine göre, yalan yere yemin suçu bakımından:

  • Kusurluluğu tamamen kaldırabilir (örneğin ölüm tehdidi altında yemin),
  • Cezada indirim sebebi olabilir (örneğin yoğun psikolojik baskı, korku, sosyal zorunluluk),
  • Ya da yalnızca takdiri indirim uygulanmasını mümkün kılar.

Bu tür durumlarda, failin maruz kaldığı mecburiyetin yoğunluğu, yemin içeriğinin ne derece belirleyici olduğu, başka alternatif davranış yollarının bulunup bulunmadığı ve failin özgür iradesinin ne ölçüde etkilendiği titizlikle değerlendirilmelidir.

Bununla birlikte, yalan yemin suçunda Mahkeme, failin kişiliğini, sosyal ilişkilerini, suçtan sonraki tutum ve davranışlarını, yargılamadaki duruşunu, pişmanlık göstermesini ve benzeri unsurları göz önüne alarak cezada 1/6’ya kadar indirim yapabilir.

Yalan yere yemin suçunda, özellikle:

  • İlk kez suç işlemiş olması,
  • Suçtan dolayı duyduğu pişmanlığı açıkça beyan etmesi,
  • Sosyal ve iktisadî baskı altında hareket etmiş olması gibi durumlar takdiri indirim gerekçesi olabilir.

Yalan yere yemin suçu, yalnızca bireysel doğruluk ilkesine aykırılık teşkil eden bir davranış değil, aynı zamanda yargı fonksiyonunun doğru işlemesini engelleyen bir eylem olarak değerlendirilmelidir. Suçun düzenleniş biçimi, yargılamaların maddi gerçeğe ulaşma çabasını güvence altına almayı hedeflemekteyse de, uygulamada karşılaşılan delil yetersizliği, failin cezaî sorumluluğunun tespiti bakımından önemli sorunlara yol açmaktadır. Bu nedenle, hukuk davalarında yeminin delil olarak kullanım koşulları ile ceza yargılamasında aranan ispat standardı arasındaki uyumun sağlanması, suçun etkin biçimde kovuşturulabilmesi bakımından kritik önemdedir.