Teknik Takibe (CMK 135 Vd.) Karşı Hukuki Denetim ve İtiraz

Ceza muhakemesi hukukunda, teknik takip tedbirleri iletişim özgürlüğüne müdahale ettiği için tartışmalı bir alandır; CMK m.135 ve devamı, bu tedbirlere sıkı koşullar altında izin verirken, Anayasa ve AİHS uyarınca ölçülülük, gereklilik ve hukuka uygunluk ilkelerine uyulmasını zorunlu kılar; somut gerekçeler içermeyen, şablon teknik takip kararları ise hukuka aykırılık doğurur ve adil yargılanma hakkını ihlâl eder.

Ceza muhakemesi hukukunda, özel soruşturma yöntemleri kapsamında en çok tartışma yaratan uygulamalardan biri, teknik takip tedbirleridir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 135. maddesi ve devamı hükümleri, iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması gibi müdahalelere belirli koşullar altında izin vermektedir. Ancak bu tedbirlerin uygulanması sırasında, temel hak ve özgürlüklerin korunması esastır. Şöyle ki, iletişim özgürlüğü, hem Anayasa hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde güvence altına alınmıştır ve bu hakkın sınırlandırılması, ancak ölçülülük, gereklilik ve hukuka uygunluk ilkeleri doğrultusunda kabul edilebilir mâhiyettedir.

CMK m.135’e göre, bir suç işlendiğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka suretle delil elde edilmesinin imkânsız hâle gelmesi hâlinde, hâkim kararı ile iletişimin denetlenmesine karar verilebilir. Lakin, yalnızca şekli şartların sağlanması yeterli değildir. İçerik yönünden de anayasal ilkelerle tam uyum sağlanmalı; karar, somut olayın özelliklerine özgü ve yeterli gerekçeler içermelidir. Bilhâssa Anayasa Mahkemesi kararlarında, bu noktaya sıklıkla vurgu yapılmaktadır.

Peki, teknik takip tedbirlerinde hangi gerekçeler eksik veya hatalı gösterildiğinde hukuka aykırılık doğar? Bu sorunun cevabı uygulamada önemli tartışmalara sebep olmaktadır. Cevaben belirtmek gerekir ki, suçun vasıfları, delil elde etme ihtiyacı ve iletişimin konusu hakkında somut, kişiye özel açıklamalar bulunmadığı hâllerde kararların hukuka aykırı telâkki edilmesi kaçınılmazdır. Tatbikâtta ise ekseriyetle teknik takip kararlarının standart metinlerden oluştuğu, somut olaydan bağımsız şekilde hazırlandığı gözlemlenmektedir. Halbuki, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen temel haklara müdahalenin kanunla öngörülmüş, ölçülü ve gerekli olması şartları mutlaka sağlanmalıdır. Şablon kararlar, bireysel hukuki durumların göz ardı edilmesine ve adil yargılanma hakkının zedelenmesine yol açar.

Yargıtay içtihatları, teknik takip kararlarının denetiminde oldukça katı bir tutum sergilemektedir. Şöyle ki, delil elde etme yönteminin yasal şartlara uygun olup olmadığının tetkiki, ceza muhakemesinin en temel güvencelerinden biridir. Delil yasaklarına aykırı şekilde elde edilen veriler, netice itibarıyla hükme esas alınamaz ve bu durum doğrudan beraat veya davanın düşmesi sonucunu doğurabilir.

Teknik takip tedbirlerine karşı hukuki denetim, bilhâssa Sulh Ceza Hakimliği nezdinde itiraz mekanizması yoluyla gerçekleştirilir. CMK 267 ve devamı maddeleri uyarınca, teknik takip kararına karşı yedi günlük süre içinde itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesinde, hem şekli hem de esasa ilişkin hukuka aykırılıklar ayrıntılı şekilde gösterilmelidir. Binâen, etkili bir itiraz için derinlemesine hukuki bilgi ve uygulama pratiği gereklidir.

Bu noktada şu soru önem arz eder: Bir teknik takip kararına karşı yapılan itirazda hangi hususların ispatlanması veya ortaya konulması gerekir? Cevaben belirtmek gerekir ki, teknik takibin hukuka aykırı olduğunun ispatı için; kuvvetli şüphe bulunmadığı, delil elde etmede başka yolların tüketilmediği, gerekçesiz karar verildiği gibi argümanlar somut olayla ilişkilendirilerek ileri sürülmelidir.

Anayasa Mahkemesi kararlarında, “hukuki öngörülebilirlik” ilkesinin ihlali halinde iletişim özgürlüğüne yapılan müdahalenin keyfilik teşkil edeceği sıklıkla vurgulanmıştır. Bu bağlamda, teknik takip kararlarında hangi suç nedeniyle, hangi kişiye, hangi yöntemle ve hangi süreyle müdahale edildiğinin açıkça belirtilmesi zorunludur. Aksi hâlde, müdahale demokratik toplum düzeninde gerekli ve orantılı kabul edilemez.

AİHM içtihatları da iletişimin dinlenmesi ve kayda alınması gibi müdahalelerin sınırlı, belirli ve denetime açık olması gerektiğini ifade etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin birçok kararında, iletişim tedbirlerinin ancak son çare olarak kullanılması gerektiği vurgulanmıştır. Bilâkis, başka imkânlar varken doğrudan iletişimin denetlenmesine karar verilmesi, ağır hak ihlallerine sebebiyet vermektedir.

Müdafilik yönünden bakıldığında, teknik takip tedbirlerine karşı hukuki denetim yalnızca müvekkilin bireysel haklarını korumakla kalmaz; yargılamanın adil ve dürüst bir şekilde yürütülmesini de sağlar. Ceza avukatı, süreci yalnızca izlemekle yetinmez, teknik takip kararlarının gerekçesiz veya hukuka aykırı olması hâlinde gerekli itirazları yaparak müvekkilinin temel haklarını aktif biçimde savunur.

Özellikle, teknik takiple elde edilen kayıtların delil olarak yargılamaya dahil edilmesi sırasında, delil yasakları prensibinin titizlikle gözetilmesi gerekir. Zira hukuka aykırı elde edilen veriler, sadece ceza yargılamasında değil, bireyin anayasal haklarının korunmasında da kritik öneme sahiptir. Teknik takip delilinin usulsüz şekilde elde edilmesi, davanın neticesini doğrudan etkilemektedir.

CMK 138. madde hükmü gereğince, teknik takip yoluyla elde edilen kayıtların yalnızca soruşturma amaçlı kullanılması gerekir. Elde edilen kayıtların farklı amaçlar için kullanılması ya da üçüncü kişilerle paylaşılması açıkça hukuka aykırıdır. Bu tür ihlaller, hem iç hukukta hem de uluslararası hukukta ciddi yaptırımlar doğurur. Şöyle ki, iletişim tespiti ve dinlenmesi sonucunda elde edilen verilerin amacı dışında kullanımı, özel hayatın gizliliği, haberleşme hürriyeti ve kişisel verilerin korunması hakkı gibi Anayasa ile teminat altına alınmış temel hakları ihlal eder mâhiyettedir. Bu tarz ihlaller, yalnızca bireysel hakların değil, aynı zamanda yargıya olan güvenin de zedelenmesine yol açar. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında da, kamu otoritelerinin kişisel veriler üzerindeki keyfî tasarruflarının "demokratik toplum düzeni" ilkesine aykırı olduğu vurgulanmaktadır. Halbuki devletin pozitif yükümlülüğü, bu tür kişisel verilerin korunmasını güvence altına almak ve bireylerin ihlal iddialarına karşı etkili başvuru yolları tesis etmektir.

Teknik takip sırasında elde edilen kayıtların, uygulamada soruşturma amacı dışında başka ceza davalarında veya idari işlemlerde delil olarak kullanılmaya çalışıldığı örneklere rastlanmaktadır. Lakin CMK 138. madde hükmü, bu kayıtların yalnızca amaçla sınırlı kullanımını emrederek açık bir koruma kalkanı oluşturmuştur. Bu çerçevede, hukuka aykırı kullanım hâlinde doğrudan ilgili verinin delil değeri ortadan kalkar. Ayrıca, bu tür usulsüz kullanımlar, hem Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen "görevi kötüye kullanma" ve "kişisel verilerin hukuka aykırı ele geçirilmesi ve yayılması" suçlarına hem de hukuk yargılaması kapsamında tazminat sorumluluğuna sebebiyet verebilir.

Bir diğer önemli husus da, soruşturma sonrasında elde edilen bu kayıtların imha edilmesi mükellefiyetidir. CMK sistematiği içerisinde, teknik takibe dayalı olarak elde edilen ve dosyada kullanılmayan verilerin muhafaza edilmesi hukuken mümkün değildir. Hâl böyleyken, delil olarak kullanılmayan kayıtların arşivlenmesi, ileride başka soruşturmalarda kullanılmak üzere saklanması gibi uygulamalar, açık bir anayasal ihlal teşkil eder. Bu noktada, Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru kararlarında, delil olmayan verilerin muhafaza edilmesinin bile başlı başına özel hayatın gizliliği ihlali olarak telâkki edildiği görülmektedir.

Netice itibarıyla, teknik takip tedbirleri yoluyla elde edilen kayıtların yalnızca soruşturma amaçlı kullanımına izin verilmiş olması, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması yönünden zorunlu bir sınırlamadır. Bu ilkeye aykırı her türlü uygulama, sadece ceza muhakemesi hukukunda değil, aynı zamanda anayasa hukuku ve insan hakları hukukunda da ihlal olarak değerlendirilir. Hukuka aykırı kullanım hâlinde doğabilecek yaptırımlar arasında, elde edilen delillerin yargılamada kullanılmaması, idari ve cezai sorumlulukların doğması ve bireysel başvuru yoluyla ihlal tespiti yapılması gibi ağır sonuçlar yer almaktadır.

Son yıllarda, Bölge Adliye Mahkemeleri Ceza Daireleri, teknik takip kararlarının denetlenmesinde daha titiz bir yaklaşım sergilemeye başlamıştır. Ekseriyetle, gerekçesiz ve şablon nitelikli kararların iptali yönünde eğilim göstermektedirler. Bu gelişme, adil yargılanma hakkı açısından önemli bir ilerleme olarak telâkki edilmektedir. Ancak hâlâ uygulamada teknik takip kararlarına karşı yapılan itirazların her zaman etkin sonuçlar doğurmadığı görülmektedir. Yeterince gerekçelendirilmeyen, şablon ifadeler taşıyan ret kararları, bireysel hak ihlallerinin devamına sebebiyet vermekte ve hukukun üstünlüğü ilkesini zedelemektedir. Bu durum, hem ulusal hem de uluslararası hukuk açısından önemli eleştirilere konu olmaktadır.

Teknik takip tedbirleri, ceza muhakemesinde devletin müdahale imkânlarını genişleten araçlardır. Lakin bu araçların kullanımında her aşamada ölçülülük ve zorunluluk ilkelerine riayet edilmelidir. Aksi hâlde, bireyin temel haklarının ihlali ve adil yargılanma hakkının zedelenmesi gibi ağır neticeler doğabilir.

Teknik takip tedbirlerine karşı yürütülen hukuki denetim süreci, hem bireyin temel haklarının korunması hem de ceza muhakemesinin adaletli şekilde yürütülmesi için hayati önem taşımaktadır. Bu süreçte, yalnızca teorik hukuk bilgisi yeterli olmayıp, ceza muhakemesi pratiğinde yetkinleşmiş bir ceza avukatının desteği, hak arama yollarının etkili şekilde kullanılmasını sağlamaktadır. Zira savunma makamının güçlü olması, bireyin hukuk önünde yalnız bırakılmaması anlamına gelir. Binâen, teknik takip gibi temel haklara ağır müdahaleler içeren uygulamalarda ceza avukatının tecrübesinden faydalanılması, hakların korunması bakımından zaruri bir tedbir telâkki edilmelidir.