Şüphelinin İfade Stratejisinin Belirlenmesi

Ceza muhakemesi sürecinde şüphelinin ifade stratejisinin, isnadın niteliği, delil durumu ve savunma hakkı kapsamında bütüncül biçimde belirlenmesi; hem hukuka aykırı delillerin etkisiz kılınması hem de yargılamanın adil yürütülmesi açısından zorunlu olup, bu süreçte ceza avukatının yönlendirmesi belirleyici bir hukuki güvence işlevi görür.

Ceza muhakemesi süreci içerisinde şüphelinin ilk ifadesi, yalnızca soruşturma safhasındaki usuli işlemlerin değil, aynı zamanda kovuşturma sürecinin de yönünü belirleyebilecek niteliktedir. Bu bağlamda, şüphelinin savunma hakkının en etkin biçimde kullanılabilmesi ve sonradan telafisi güç zararların doğmaması adına, ifade öncesi stratejik planlama yapılması hukuki açıdan zaruri bir nitelik taşır. İfade stratejisi belirlenirken, yalnızca olayın kronolojisi değil; isnadın hukuki mahiyeti, delillerin içeriği ve elde ediliş biçimi, soruşturmanın evresi ve kamu makamlarının yaklaşımı da dikkate alınmalıdır. Bu aşamada ceza avukatı tarafından yapılacak kapsamlı değerlendirme, yalnızca mevcut isnada karşı savunma değil, aynı zamanda ileride doğabilecek muhtemel hukuki risklerin öngörülmesini de sağlar.

İfade stratejisi belirlenirken başvurulabilecek hukuki yollardan biri, şüphelinin susma hakkıdır. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun m. 147. hükmü uyarınca, şüpheliye ifade vermeme hakkı olduğu hatırlatılmalı ve bu hakkın kullanımı, herhangi bir olumsuz değerlendirmeye sebep olmamalıdır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında, susma hakkının bir ceza muhakemesinin temel güvencelerinden biri olduğu ve bu hakkın kullanılmasının mahkûmiyet kararı açısından dolaylı bir delil olarak değerlendirilemeyeceği açıkça vurgulanmıştır. Dolayısıyla, ceza avukatı tarafından yapılacak değerlendirme neticesinde susma hakkının kullanımı, hem stratejik bir savunma tercihi olarak hem de ilerideki yargılamada hukuka aykırı delil yaratımını engellemek amacıyla değerlendirilebilir.

İfade stratejisi yalnızca susma hakkının kullanılıp kullanılmayacağına ilişkin bir karar değil, aynı zamanda neyin, ne zaman ve hangi bağlamda söyleneceğinin belirlenmesini de içerir. Bazı durumlarda, şüphelinin lehine olan hususların doğrudan açıklanması, tahkikâtın seyrini olumlu etkileyebilirken; kimi zaman ise belirli bilgilerin beyanının ertelenmesi, delil karartma veya çelişki doğurmadan kaçınmak adına önem arz edebilir. Bu nedenle, şüphelinin hangi konularda açıklamada bulunacağı, hangi konularda susma hakkını kullanacağı ya da hangi konulara hiç değinmeyeceği gibi taktiksel kararlar, ancak olayın bütünselliği içinde yapılacak hukuki değerlendirme sonucu belirlenebilir.

Bu stratejik süreçte ceza avukatının etkinliği, yalnızca teknik hukuk bilgisiyle sınırlı olmayıp; aynı zamanda yargı pratiğini ve yargılamanın dinamiklerini öngörebilme yetkinliğiyle de ilişkilidir. Özellikle Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairelerinin ve Yargıtay’ın verdiği bozma veya onama kararlarının sistematik incelenmesi, benzer olay tipolojileri çerçevesinde ifade stratejisinin nasıl şekillendirilmesi gerektiği hususunda yol göstericidir. Bu içtihatlar, delil değerlendirme kriterleri, çelişkili beyanların hükme etkisi ve susma hakkının yorumlanması gibi pek çok konuda savunma stratejisinin oluşturulmasında belirleyici rol oynar.

İfade stratejisinin belirlenmesinde dikkate alınması gereken bir diğer önemli husus da, isnadın niteliğiyle birlikte delillerin hukuka uygunluk durumudur. Hukuka aykırı yollarla elde edilmiş bir delilin varlığı, şüphelinin ifadesinde bu hususa dikkat çekmesini gerektirebilir. Nitekim Yargıtay uygulamasında, delilin hukuka aykırılığına yönelik itirazın ilk aşamada sunulmamasının sonraki aşamalarda bu itirazın etkinliğini azaltabileceği kabul edilmektedir. Bu nedenle, delil denetimiyle birlikte ifade stratejisinin uyumlu yürütülmesi, savunma bütünlüğünün sağlanması açısından kritiktir.

Her ne kadar ceza muhakemesinde "re’sen araştırma ilkesi" geçerli olsa da, savunma makamının faal bir tutum sergilemesi, usule ilişkin hakların tesisi ve delillerin hukuki denetiminden doğan neticenin isabetli biçimde sağlanması açısından elzemdir. Şüphelinin ilk ifadesi sırasında, delilin hukuka aykırılığına dair beyanda bulunmaması, bu delilin zımnen ikrarı veya kabullenilmesi anlamına gelebilecek neticeler doğurabilir. Bu durum, bilhassa ikrarın beyan delili ile desteklendiği vakıalarda, yargılamanın seyrini fail aleyhine çevirebilir. Hâlbuki muhakeme sürecinin en başında bu delilin meşruiyeti tartışma konusu yapılırsa, ileride bu delilin hükme esas alınmasının önüne geçilebilecektir.

Hukuka aykırı delilin varlığı yalnızca Anayasa’nın 38. maddesi ve CMK m.206-217 hükümleri çerçevesinde değil, aynı zamanda adil yargılanma hakkının bir tezahürü olarak da değerlendirilmelidir. Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları da delil elde etme yöntemlerine ilişkin ciddi usul ihlallerini, yargılamanın bütününe etki edecek nitelikte görmektedir. Nitekim irade fesadı ile alınan ifadeler, gizli soruşturma tedbirlerinin denetime tabi olmayan uygulamaları ya da sanığın bilgi edinme hakkını zedeleyen durumlar, AİHM tarafından 6. madde kapsamında ihlal olarak görülmektedir. Şüphelinin ifadesi bu yönüyle, yalnızca kendi aleyhine sunulan delile karşı bir itiraz değil, aynı zamanda yargılamanın adilliğine yönelik bir müdafaa beyanı olarak da fonksiyon icra eder.

Delil denetimi ile ifade stratejisinin yeknesak bir bütünlük içinde yürütülmesi, savunmanın hem maddi hakikat hem de usul güvenceleri yönünden tesisi bakımından zaruridir. Ceza muhakemesinin amacı yalnızca maddi gerçeğe ulaşmak değil, bu gerçeğe hukuka uygun surette ulaşmaktır. Bu sebeple, hukuka aykırı delil kullanılmaksızın gerçekleştirilen bir yargılamanın varlığı, kamu vicdanı açısından da daha yüksek meşruiyet taşır. Aksi takdirde, şeklen doğru fakat içerik bakımından sakat bir muhakeme neticesinde verilen mahkûmiyet kararı, ne hukuken ne de adalet duygusu bakımından tatmin edici olacaktır.

Ceza muhakemesinde müdafii, yalnızca şüphelinin beyanlarını şekillendiren bir vekil değil, aynı zamanda sürecin meşruiyet denetçisidir. Bu bağlamda, delilin hukuka uygunluğuna ilişkin erken safhalarda yapılan beyanlar, hem muhakemenin gidişatına yön verir hem de ileri aşamalarda savunma makamının tutarlılığına katkı sağlar. Usule aykırı elde edilmiş bir delilin açıkça ve zamanında tartışma konusu yapılması, müdafiin vakıaya ve dosya içeriğine nüfuz etmiş olduğunun göstergesidir ve savunmanın etkinliğini perçinler.

Şüphelinin psikolojik durumu, olayla kurduğu ilişkisel bağ ve önceki beyanları da ifade stratejisi oluşturulurken dikkate alınmalıdır. Aksi hâlde, maddi gerçeğe aykırı veya çelişkili beyanların soruşturma dosyasına yansıması, yargılamanın ileri safhalarında telafisi güç hukuki sakıncalar doğurabilir. Ceza muhakemesi sisteminde yargılamanın amacının yalnızca suçun sübutunu değil, adil yargılanma hakkının da gerçekleştirilmesini içerdiği dikkate alındığında, ifade süreci salt şeklî bir usul işlemi değil, savunmanın temel taşı niteliğindedir.

Şüphelinin ifade öncesinde ve sırasında izlenecek hukuki stratejinin belirlenmesi, yalnızca ceza muhakemesinin şeklî güvencelerini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda maddi gerçeğin adil biçimde ortaya çıkarılmasına da katkı sunar. Bu süreçte bir ceza avukatının hukuki rehberliği, şüphelinin hak kaybına uğramaması, isnada uygun savunma kurulması, delil değerlendirmelerinin yerinde yapılması ve tüm yargı aşamalarında tutarlı bir savunma çizgisi izlenmesi bakımından kritik önem taşır. Nitekim savunmanın etkinliği, yalnızca hukuki malumatla değil; aynı zamanda sürecin stratejik ve bütüncül bir bakış açısıyla yönetilmesiyle mümkündür.