Sulh Ceza Hâkimlikleri Tarafından Verilen Tutukluluk ve Tedbir Kararlarına İtiraz

Sulh Ceza Hâkimlikleri tarafından verilen tutuklama, adli kontrol ve el koyma gibi koruma tedbirlerine karşı yapılan itirazlar, yalnızca şekli bir denetim değil; kişi özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının korunması amacıyla, CMK ve Anayasa hükümleri çerçevesinde yürütülen önemli bir hukuki süreçtir.

Sulh Ceza Hakimlikleri tarafından verilen tutuklama, adli kontrol ve el koyma gibi koruma tedbirlerine ilişkin kararlar, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) düzenlenen usul hükümleri çerçevesinde denetime tabi kararlardır. Bu kapsamda, ilgililer veya müdafiler tarafından söz konusu kararlara karşı kanuni süresi içerisinde itiraz yoluna başvurulabilir.

İtiraz kurumu, hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının korunması hem de yargılamanın hukuka uygun yürütülmesini sağlamak bakımından anayasal ve uluslararası normlarla desteklenen bir güvencedir.

CMK m. 267 ve devamı hükümlerine göre, itiraz kanun yolu, kural olarak hakimin veya mahkemenin vermiş olduğu kararlara karşı başvurulabilecek olağan bir denetim mekanizmasıdır. Sulh Ceza Hakimliklerinin verdiği tutuklama, adli kontrol, el koyma ve arama kararları gibi koruma tedbirleri, soruşturma evresinde verilmekle birlikte ciddi temel hak müdahaleleri içermektedir. Bu nedenle, bu kararların hukuka uygunluğunun denetlenmesi, yalnızca maddi olayın değerlendirilmesiyle sınırlı olmayıp, aynı zamanda ölçülülük, gereklilik ve orantılılık ilkeleri çerçevesinde de yapılmalıdır.

İtiraz dilekçesinin hazırlanması süreci, yalnızca şekli bir işlem olmayıp, dosya içeriğinin kapsamlı bir şekilde incelenmesini ve uygulanan tedbirin hukuki dayanaklarının sorgulanmasını gerektirir. İlgili dilekçede, CMK hükümlerine ve Anayasa’nın temel hak ve özgürlükleri düzenleyen maddelerine atıf yapılarak, koruma tedbirinin neden hukuka aykırı olduğu somut vakalarla ortaya konulmalıdır. Özellikle Anayasa Mahkemesi'nin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkına ilişkin içtihatları, bu tür dilekçelerin gerekçelendirilmesinde önemli bir yol gösterici işlevi görmektedir.

Koruma tedbirlerine yönelik itirazlarda en çok karşılaşılan hukuka aykırılıklar arasında; somut delil bulunmaksızın verilen tutuklama kararları, tutuklamanın ölçülülük ilkesine aykırı biçimde uygulanması, el koyma kararlarında hâkimin yeterli gerekçeyi ortaya koymaması ve alternatif tedbirlerin değerlendirilmemesi yer almaktadır. Bu çerçevede, itiraz dilekçesinde bu hususların ayrı ayrı ele alınarak kararın Anayasa, CMK ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile güvence altına alınan haklara aykırı yönleri açıklanmalıdır.

Yargıtay içtihatları da bu alanda önemli emsaller sunmaktadır. Özellikle, ilk derece sulh ceza hâkimliklerinin verdikleri koruma tedbiri kararlarının gerekçesiz ya da şablon ifadelerle oluşturulduğu durumlarda, Yargıtay denetiminde bu kararların bozulduğu gözlemlenmektedir. Kararların gerekçeli olması, yalnızca CMK m.34 ve m.230 gereği değil, aynı zamanda savunma hakkının etkin kullanımının teminatı olarak da değerlendirilmektedir. Bu nedenle itiraz dilekçesinde, gerekçesizlik vurgusu yapılmalı ve kararın somut olayla bağının kurulmadığı ortaya konulmalıdır.

Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Daireleri tarafından verilen kararlar ise, ilk derece mahkemesi kararlarının denetimi noktasında farklılık arz eder. Ancak Sulh Ceza Hakimlikleri kararlarına karşı yapılan itirazlar, istinaf kanun yoluna tabi olmadığından, bu tür koruma tedbirleri bakımından doğrudan üst sulh ceza hâkimliği tarafından incelenir. Buna rağmen Bölge Adliye Mahkemesi kararlarında koruma tedbirlerinin niteliği, amacı ve sınırlarına ilişkin yapılan değerlendirmeler, itiraz dilekçelerinde destekleyici mahiyet taşımaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ise, koruma tedbirleri bakımından çok daha geniş bir perspektif sunmaktadır. Özellikle “özgürlükten yoksun bırakılma”nın sadece şekli değil, maddi ve usuli yönleriyle de denetlenmesini öngören kararlar, Sulh Ceza Hakimliği kararlarına yapılan itirazlarda referans alınabilecek önemli kaynaklardandır. AİHM’e göre, tutuklama kararının geçerli sayılabilmesi için; kişinin ciddi bir suçla suçlanması, delil karartma veya kaçma şüphesinin somut biçimde ortaya konulması ve özgürlükten yoksun bırakmanın meşru bir amaca hizmet etmesi gerekir.

Koruma tedbirlerinin uygulanmasında ölçülülük ve gereklilik ilkeleri bağlamında değerlendirildiğinde, her bir kararın bireyselleştirilmiş olması büyük önem arz etmektedir. İtiraz mercilerinin, koruma tedbirinin gerekliliğini ve alternatif yolların neden uygulanmadığını irdelemesi gerekmektedir. Özellikle adli kontrol gibi tutuklamadan daha az müdahaleci tedbirlerin göz ardı edilmesi, kişi özgürlüğüne yönelik ağır bir müdahale oluşturmakta ve bu da itiraz dilekçelerinde vurgulanmalıdır.

Anayasa Mahkemesi, özellikle bireysel başvuru kararlarında, tutuklama ve diğer koruma tedbirlerinin otomatik biçimde uygulanmasına karşı eleştirel bir yaklaşım sergilemektedir. “Klişe gerekçelerle verilen kararlar”, “kişisel durumun göz önünde bulundurulmaması” ve “somut delil yetersizliği” gibi gerekçelerle yapılan başvuruların kabul edilebilir bulunduğu ve hak ihlali tespit edildiği görülmektedir. Bu kararlar, Sulh Ceza Hakimliği kararlarının hukuki denetimi açısından ciddi önem taşır.

İtiraz incelemesi, klasik bir yargılamadan farklı olarak, dosya üzerinden yürütülmekte olup, ilgili hakimin kararına karşı bir diğer hâkim tarafından yapılmaktadır. Bu noktada, yargılamanın tarafsızlık ve bağımsızlık ilkeleri çerçevesinde yürütülmesi, hem ulusal hukuk hem de uluslararası insan hakları belgeleri açısından zorunluluktur. Ancak uygulamada, Sulh Ceza Hakimliklerinin aynı adliye içinde sınırlı sayıda olması, denetim mekanizmasının etkinliğini azaltabilmektedir. Bu husus da itiraz sürecinde göz önünde bulundurulması gereken yapısal bir sorundur.

Koruma tedbirlerinin istisnai nitelikte olduğu ve bu tedbirlerin ancak zorunlu durumlarda başvurulabilecek araçlar olduğu unutulmamalıdır. İtiraz mekanizması, yalnızca usul kurallarının işletilmesi değil, aynı zamanda bireyin temel hak ve özgürlüklerinin korunmasını sağlama işlevi taşır.

Sulh Ceza Hakimlikleri tarafından verilen tutuklama, adli kontrol ve el koyma gibi koruma tedbirlerine karşı başvurulan itiraz yolu, ceza muhakemesinin temel güvencelerinden biridir. Bu sürecin hukuka uygun şekilde işletilebilmesi, yalnızca kanuni sürelere riayet edilmesini değil, aynı zamanda kararların maddi ve usuli yönlerden titizlikle incelenmesini gerekli kılmaktadır. Koruma tedbirlerinin bireyin temel hak ve özgürlüklerine doğrudan müdahale niteliğinde olduğu dikkate alındığında, itirazların şekli değil, içeriksel bir denetim anlayışıyla ele alınması gerektiği açıktır.

Bu süreçte, müdafiin hukuki bilgi ve deneyimiyle sürece katılımı, hak arama yollarının etkin biçimde işletilmesini sağlar. Müdafilik hizmeti sunan ceza avukatı, yalnızca itiraz dilekçesinin teknik açıdan eksiksiz hazırlanmasını temin etmekle kalmaz; aynı zamanda dosya kapsamındaki delillerin hukuki niteliklerini analiz ederek, uygulanan tedbirin ölçülülük, gereklilik ve orantılılık ilkeleriyle bağdaşmadığını somut gerekçelerle ortaya koyabilir. Müdafi tarafından yapılacak hukuki değerlendirme, kararın yalnızca şekli yönlerine değil, esasa ilişkin hak ihlallerine de odaklanılmasını sağlayarak, kararın üst denetim merciince yeniden ve kapsamlı şekilde gözden geçirilmesine imkân tanır. Dolayısıyla, koruma tedbirlerine ilişkin yargısal işlemlerde müdafi desteği, yalnızca bireysel savunma hakkının etkin kullanımı açısından değil, aynı zamanda yargılamanın adil, dengeli ve hukuk devleti ilkeleriyle uyumlu şekilde yürütülmesi bakımından da hayati önemdedir. Bu bağlamda, müdafi tarafından yapılan itirazların, içtihatlar da dikkate alınarak hazırlanması, kararların denetim mercilerinde daha sağlıklı değerlendirilmesine katkı sunar ve temel hak ihlallerinin önüne geçilmesini sağlar.