Soykırım Suçu
Soykırım suçu, Türk Ceza Kanunu m. 76’da düzenlenmiş olup, millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubu tamamen ya da kısmen yok etmek amacıyla bu gruba mensup kişilere yönelik öldürme, ağır bedensel veya ruhsal zarar verme, yaşam şartlarını ortadan kaldırma gibi fiilleri kapsar. Özel kastla işlenen bu suç, insanlığa karşı suçlar arasında yer alır. Zamanaşımına tabi değildir, şikâyet aranmaksızın re’sen soruşturulur ve uzlaştırmaya konu edilemez. Cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır.
Soykırım suçu, insanlık tarihinin karanlık sayfalarında yer alan en ağır fiillerden biri olup, gerek ulusal hukukta gerekse uluslararası ceza hukukunda en sert şekilde cezalandırılması öngörülen suç tiplerinden biridir. Türk Ceza Kanunu’nun 76. maddesinde düzenlenen bu suç, yalnızca bireye değil, belirli topluluklara yönelen sistematik ve kasıtlı saldırıların ceza hukukî karşılığı olarak telâkki edilmektedir. İnsan onurunu derinden sarsan bu fiiller, yalnızca mağdurları değil, tüm toplumları etkileyecek mâhiyettedir.
TCK m. 76 hükmü, soykırımı “millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubu kısmen veya tamamen yok etmek amacıyla, bu gruba mensup kişilerin öldürülmesi, bedensel veya ruhsal olarak ciddi surette zarar verilmesi, yaşam şartlarının değiştirerek grubun tamamen veya kısmen yok edilmesinin sağlanması” gibi fiilleri kapsayan bir suç olarak düzenlemektedir. Bu suçun tanımında yer alan eylemler, sistematik ve kasıtlı bir yok etme iradesiyle işlendiğinden, suçun mâhiyetinde özel kastın bulunması zorunludur. Bu bağlamda, failin sıradan bir öldürme kastıyla değil, belirli bir grubu yok etme saikiyle hareket etmesi gerekmektedir.
Bu noktada akla gelen ilk soru şudur: Soykırım suçunun şikâyet süresi ve zamanaşımı var mıdır? TCK m. 76 uyarınca düzenlenen bu suç, insanlığa karşı işlenen suçlardan biri kabul edildiği için, zamanaşımı süresine tâbi değildir. Türk Ceza Kanunu’nun 77. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, bu tür suçlar yönünden zamanaşımı hükümleri uygulanmaz. Dolayısıyla, bu suçun işlendiğinin tespit edilmesi hâlinde aradan ne kadar zaman geçmiş olursa olsun, fail hakkında cezai işlem başlatılabilir. Soykırım suçu şikâyete tâbi suçlardan da değildir. Suçun işlendiğinin öğrenilmesiyle birlikte, kamu davası doğrudan Cumhuriyet savcısı tarafından re’sen açılabilir. Bu suçta mağdur olan toplulukların bireysel şikâyetleri davayı başlatma açısından önem arz etse de, şikâyet bir dava şartı değildir. Hâl böyleyken, mağdur ya da yakınlarının ihbarı, sadece soruşturma sürecini tetikleyici bir unsur olarak değerlendirilebilir.
Bir diğer önemli husus ise uzlaştırma kurumunun bu suç açısından uygulanabilir olup olmadığıdır. Cevap kesindir: Soykırım suçu uzlaştırma kapsamında değildir. Uzlaştırma, basit yapılı ve mağdurla fail arasında telafiye açık suç tipleri için öngörülmüştür. Lakin TCK m. 76 kapsamındaki eylemler, toplum vicdanında derin izler bırakan ağır suçlar arasında yer aldığından ve uluslararası suç niteliğinde olduğundan, uzlaştırma gibi sulh ve barışa yönelik yöntemlerle çözülmesi hukuk düzeni tarafından mümkün görülmemektedir.
Soykırım suçunun oluşumu için, yalnızca fiilin işlenmiş olması yetmez; ayrıca belirli gruplara yönelmiş yok etme kastının ispatı gerekir. Bu özel kast, failin zihnindeki niyetin açık biçimde ortaya konulmasını zorunlu kılar. Bilâkis, genel kastla işlenen bir öldürme eylemi, sıradan bir kasten öldürme suçu olarak değerlendirilir. Soykırım suçunu diğer ağır suçlardan ayıran temel fark da budur.
Uygulamada bazı fail davranışları, doğrudan değil dolaylı olarak soykırım suçuna katkı sunabilir. Bu gibi durumlarda, ceza hukukunun iştirak kuralları devreye girer. Özellikle yardım etme veya azmettirme gibi hâllerde faillerin cezai sorumluluğu ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Daireleri ve Yargıtay kararlarında bu husus, suçun kapsamının genişletilmemesi adına titizlikle ele alınmaktadır.
Peki bu suç bağlamında failin lehine olan indirim sebepleri nelerdir? Öncelikle, genel hükümler çerçevesinde etkin pişmanlık ya da takdiri indirim nedenleri değerlendirilemez. Çünkü bu suçun ağırlığı, failin kamu düzenini ihlâl etme derecesi ve toplum üzerindeki etkisi dikkate alındığında, ceza indirimleri ekseriyetle uygulanmaz. Ancak çok istisnai durumlarda, failin suçu engelleme çabası veya diğer failleri deşifre edici mahiyetteki beyanları gibi davranışlar, hâkim tarafından değerlendirmeye alınabilir.
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, soykırım suçuna ilişkin yapılan başvurular sıklıkla ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ve insanlık onuru gibi ilkeler çerçevesinde tetkik edilmektedir. Bu çerçevede, suça iştirak ettiği iddia edilen kişilerin savunma haklarının kısıtlanmaması, yargılamanın adil biçimde yürütülmesi gerektiği yönünde ciddi vurgular yer almaktadır. Bununla birlikte, AİHM içtihatlarında, devletlerin bu suça karşı etkili soruşturma yapma yükümlülüğü bulunduğu da açıkça ifade edilmektedir.
Soykırım suçları, genellikle karmaşık siyasi, sosyal ve tarihî süreçlerin ürünü olduğu için yargılamalarda devlet politikaları, resmi söylemler ve kamu vicdanı ile hukuk arasındaki denge dikkatle gözetilmelidir. AİHM, özellikle bu tür hassas davalarda, ifade özgürlüğüne müdahale gerekçesiyle açılan başvurularda, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını titizlikle değerlendirmektedir. Bu bağlamda, bazı başvurularda soykırımın inkârı veya tarihî olaylara ilişkin alternatif görüşlerin cezalandırılması, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmiş ve başvurucular lehine ihlal kararları verilmiştir. Ancak bu kararlar, nefret söylemini teşvik eden ya da mağdurları aşağılayan açıklamalardan farklı olarak, yalnızca düşünce açıklamalarına ilişkin durumlarda ortaya çıkmıştır.
Adil yargılanma hakkı açısından ise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarında sıklıkla yargılama sürecinde sanığın avukatıyla etkili şekilde görüşmesine imkân tanınması, yargılama makamlarının tarafsızlığı ve mahkeme kararlarının yeterince gerekçelendirilmesi gibi unsurlar öne çıkmaktadır. Mahkeme, yargılamanın şekli adaletinin sağlanamadığı hâllerde, mahkûmiyet kararlarını ihlal olarak değerlendirmektedir. Bu çerçevede, bilhâssa uzun süren tutukluluk hâlleri, delillere erişimde yaşanan kısıtlamalar veya savunma hakkının kullanılmasını engelleyen idari uygulamalar, adil yargılanma hakkı bağlamında sorun teşkil etmektedir.
Öte yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında yer alan bir diğer önemli prensip, devletin pozitif yükümlülüğüne ilişkindir. Bu yükümlülük yalnızca suçun kovuşturulmasıyla sınırlı değildir; aynı zamanda etkin, tarafsız ve bağımsız bir soruşturmanın yürütülmesini de kapsar. Aksi hâlde, devletin cezasızlığa zemin hazırladığı kabul edilmekte ve mağduriyetlerin daha da derinleşmesine neden olabileceği değerlendirilmektedir. Nitekim, bazı içtihatlarda, mağdur yakınlarının olayla ilgili başvuruları üzerine devletin yeterli ve zamanında müdahalede bulunmaması ciddi bir ihlal sebebi olarak gösterilmiştir. Bu da soykırım gibi ağır suçlarda yalnızca failin cezalandırılmasının yeterli olmadığını, aynı zamanda mağdurların haklarının korunmasının ve kamu vicdanının tatmin edilmesinin de hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğunu ortaya koymaktadır.
Soykırım suçuna ilişkin delil toplama süreci, diğer suç tiplerine göre daha karmaşıktır. Suç genellikle organize şekilde işlendiğinden, delillerin yok edilmesi ya da gizlenmesi ihtimali yüksektir. Bu nedenle, soruşturma makamlarının delilleri hızlı ve etkili biçimde toplamaları, ceza muhakemesi bakımından büyük önem taşır. Ayrıca uluslararası belgeler ve tanıklık beyanları da delil olarak kullanılabilir.
Ceza hukukunun temel işlevlerinden biri toplumu korumanın yanında adaleti sağlamaktır. Soykırım suçunun bu işlev doğrultusunda etkin şekilde kovuşturulması, yalnızca mağdurlar için değil, hukukun üstünlüğü ilkesine olan toplumsal inancın tesisi bakımından da önem arz eder. Soykırım gibi ağır suçlarla mücadelede ceza yargısının, yalnızca ceza vermeye değil aynı zamanda hakikati ortaya çıkarmaya da hizmet etmesi beklenir. Bu tür ağır suçlarla mücadele hem hukuki hem de etik sorumluluk taşır. Türk Ceza Hukuku, TCK m. 76 hükmü ile bu sorumluluğu açıkça üstlenmiş durumdadır. Bu gibi davalarda süreç, teknik bilgi, kapsamlı dosya incelemesi ve yoğun yargılama pratiği gerektirir. Bu nedenle, süreci iyi analiz edebilecek bir uzmanlık desteği alınması, bireyin yargılamada hak kaybı yaşamasının önüne geçebilir. Hukuki temsilin güçlü ve donanımlı olması, hakkaniyete uygun bir yargılamanın sağlanması bakımından çoğu zaman belirleyici bir unsurdur.