Soruşturmaya Konu Olan Fiilin Hukuki Nitelendirmesine İtiraz
Soruşturma evresinde yapılan ilk hukuki nitelendirmeye karşı itiraz, yalnızca isnadın doğruluğunu sorgulamakla kalmaz; aynı zamanda koruma tedbirlerinin meşruiyeti, temel hakların korunması ve adil yargılanma hakkının tesisi açısından belirleyici olup, bu süreçte ceza avukatının etkin müdahalesi hem bireysel savunma hem de yargılamanın adil bir şekilde yürütülmesi bakımından önemli bir işlev görür.
Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı tarafından yapılan ilk hukuki nitelendirme, ceza muhakemesinin sonraki aşamalarına doğrudan etki eden kritik bir değerlendirmedir. Nitekim tahkikâta konu fiilin, maddi olaylar ile ceza normları arasındaki ilişki çerçevesinde doğru şekilde sınıflandırılması, yalnızca isnadın şekillenmesi bakımından değil, aynı zamanda uygulanan koruma tedbirlerinin meşruiyeti ve orantılığı açısından da belirleyicidir. Hâlbuki uygulamada, somut olayın özellikleri tam olarak ortaya konulmadan veya deliller yeterince değerlendirilmeden yapılan ilk nitelendirmelerin, şüpheli bakımından ölçüsüz sonuçlar doğurduğu sıklıkla gözlemlenmektedir. Bu bağlamda, isnat edilen suç tipine yönelik hukuki itiraz mekanizmasının doğru işletilmesi, savunma hakkının etkin şekilde kullanılması açısından elzemdir.
Ceza muhakemesi sisteminde hukuki nitelendirmeye yönelik itirazlar, çoğu zaman katalog suçlar kapsamında uygulanan tutuklama, adli kontrol, iletişimin dinlenmesi ve benzeri koruma tedbirlerinin kaldırılmasını da mümkün kılabilecek niteliktedir. Zira isnat edilen suç tipi, koruma tedbirinin hukuki dayanağını oluşturur. Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da, kişinin özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik müdahalelerin ancak açık, belirli ve ölçülü bir yasal temele dayanması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu çerçevede, hukuki nitelendirmeye ilişkin itirazlar, yalnızca maddi ceza hukukunun değil, aynı zamanda temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin anayasal ilkelerin de doğrudan uygulama alanı bulduğu bir zeminde değerlendirilmelidir.
Cumhuriyet savcılığı tarafından yapılan ilk değerlendirmeye karşı geliştirilecek hukuki argümanlar, olayın bütünselliği, failin kast veya taksir derecesi, mağdurun durumu ve olayın oluş biçimi gibi unsurlar dikkate alınarak yapılandırılmalıdır. Bilhassa TCK’da yer alan bazı suç tiplerinin benzer fiil unsurlarına sahip olması nedeniyle, yanlış bir nitelendirme neticesinde kişi hakkında daha ağır bir suçlamada bulunulması mümkündür. Lakin bu gibi durumlarda, ceza avukatı tarafından yapılacak nitelikli bir hukuki analiz ile isnadın sınırları daraltılabilir, hatta bazı hallerde fiilin suç teşkil etmediği dahi ortaya konulabilir.
Ceza muhakemesi sürecinin temel ilkelerinden biri olan "masumiyet karinesi", şüpheli aleyhine yürütülen işlemlerde orantılılık ve ölçülülük ilkesinin de uygulanmasını gerektirir. Bu noktada, yanlış hukuki nitelendirmelere karşı yapılacak itirazların, sadece cezai sorumluluğun ortadan kaldırılması bakımından değil, aynı zamanda kişilik haklarının ve itibari varlığın korunması açısından da önem arz ettiği açıktır. Özellikle kamusal alanda yankı uyandıran dosyalarda, ilk nitelendirmeye dayalı olarak yapılan açıklamalar, kişinin toplum nezdindeki konumunu telafisi güç biçimde zedeleyebilir. Hâlbuki doğru hukuki vasıflandırma ile bu tür zararların önüne geçilmesi mümkündür.
Ceza muhakemesinde masumiyet karinesi yalnızca mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesine kadar süren edilgen bir koruma kalkanı değil, aynı zamanda soruşturma ve kovuşturma makamlarının tüm işlem ve değerlendirmelerinde esas alınması gereken temel bir ilkedir. Bu bağlamda, şüpheli hakkında yapılan ilk hukuki nitelendirmelerin, delillerin yeterince analiz edilmeden ve maddi olayın tüm boyutları ortaya konulmadan yapılması, masumiyet karinesini zedeleyebileceği gibi, isnadın nesnel dayanaklardan yoksun biçimde ağırlaştırılmasına da neden olabilir. Kaldı ki, suç isnadının yanlış bir hukuki değerlendirmeyle daha ağır bir tipe oturtulması, şüphelinin gerek medya gerekse kamuoyu nezdindeki konumunu geri dönülmesi güç şekilde sarsabilir.
Bilhassa katalog suçlar kapsamında yapılan nitelendirme hataları, sadece hürriyeti kısıtlayıcı tedbirlerin uygulanmasına değil, aynı zamanda kişinin özel hayatına, aile düzenine ve mesleki itibara müdahale anlamına gelen sonuçlara da yol açmaktadır. Şüpheliye isnat edilen suçun ağırlığı, tedbirlerin türü ve süresi üzerinde doğrudan etkili olmakta; tutuklama gibi ağır koruma tedbirlerinin ölçülülük ve zorunluluk kriterleri, suçun niteliği üzerinden değerlendirilerek şekillenmektedir. Lakin hukuki vasıflandırma hatalıysa, bu durumda tüm muhakeme süreci, hukuka aykırı bir isnat temelinde ilerlemiş olur.
Bu ise hem savunma hakkını zayıflatır hem de yargılamanın adil yürütülmesini imkânsız hâle getirebilir. Ceza yargılamasında kişilik haklarının korunması, yalnızca beraat hâlinde değil, yargılamanın her aşamasında sağlanması gereken anayasal bir yükümlülüktür. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile 20. maddede güvence altına alınan özel hayatın gizliliği ilkesi, şüpheli veya sanığın lekelenmeme hakkı ile doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla yanlış hukuki nitelendirme sonucunda, kamuoyuna yansıyan isnatların kişinin toplum içindeki sosyal statüsünü, aile hayatını ve meslekî kariyerini etkilemesi, Anayasal hakların ihlali sonucunu doğurabilir. Hâlbuki yargı mercilerinin isnada konu olayları değerlendirmede daha ihtiyatlı hareket etmesi ve şüpheli lehine yorum ilkesi doğrultusunda nitelendirme yapması, bu tür ihlallerin önüne geçebilir.
Masumiyet karinesine aykırı bir biçimde yapılan nitelendirme, kamuoyunun yargılama sürecine dair algısını da şekillendirmekte ve yargılamanın sonucundan bağımsız olarak kişi hakkında bir “mahkûmiyet” kanaati oluşturabilmektedir. Bu durum, özellikle medya organları üzerinden yapılan haberler yoluyla pekiştirildiğinde, şüphelinin veya sanığın sosyal tecridine, hatta fiilî olarak toplumsal dışlanmaya maruz kalmasına sebebiyet verebilir. Bu tür etkiler, ileride verilecek beraat kararını da anlamsız hâle getirebilir; çünkü kamu vicdanında kişi çoktan suçlu ilan edilmiştir. Bu noktada, ceza avukatının üstlendiği görev yalnızca adlî savunmayla sınırlı kalmamakta, aynı zamanda kişilik haklarının korunması ve sosyal itibarın iadesi için mücadele etmeyi de kapsamaktadır.
Bu bağlamda belirtmek gerekir ki, hukuki nitelendirmeye itiraz süreci, sadece maddi olay ile ceza normu arasındaki ilişkinin yeniden kurulmasını hedeflemez. Aynı zamanda hukuki güvenlik ilkesinin teminini, kişinin devlete olan güveninin korunmasını ve yargı sisteminin meşruiyetini de sağlar. Şüphelinin yalnızca yargılama sonunda değil, soruşturmanın her aşamasında hukuka uygun muamele görmesi, adalet sistemine olan inancın temel taşlarından biridir. Bu nedenle, ceza avukatı tarafından yürütülen hukuki denetim, yalnızca bireysel savunma hakkının değil, toplumsal düzlemde adil yargılanma idealinin de teminatıdır.
Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Daireleri'nin güncel kararlarında da, soruşturma evresinde yapılan ilk nitelendirmelerin değiştirilebilir olduğu, hatta bazı hallerde iddianame düzenlenmeden önce savunma tarafının ileri sürdüğü hukuki değerlendirmeler neticesinde soruşturmaya yer olmadığına karar verilebildiği görülmektedir. Kaldı ki bu tür müdahaleler, ceza yargılamasının erken safhalarında adaletin sağlanması ve yargı kaynaklarının etkin kullanımı bakımından da önemlidir. Bu nedenle, nitelendirme itirazı yalnızca bireysel hakları değil, yargı sisteminin işleyişini de doğrudan etkileyen bir işlemdir.
Yargıtay içtihatlarında, mahkemelerin isnat edilen suç tipini resen değerlendirme yükümlülüğü bulunduğu vurgulanmakla birlikte, ilk aşamada yapılan hatalı nitelendirmelerin giderilmemesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlali sonucuna varılabileceği belirtilmektedir. Bu bağlamda, nitelendirmeye yönelik zamanında ve yerinde yapılmış bir itiraz, hem usul ekonomisinin sağlanması hem de sanık aleyhine oluşabilecek telafisi güç zararların önlenmesi bakımından belirleyicidir. Ceza avukatı tarafından sunulacak argümanların, yalnızca normatif düzeyde değil, olayın maddi yapısına uygun somut değerlendirmelere dayanması gerekir. Keza Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da, ceza normlarının öngörülebilirliği ve somut olaya uygunluğu, ceza sorumluluğunun varlığı açısından temel koşul olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda, soruşturmanın başından itibaren yürütülecek etkili bir hukuki mücadele, ilerleyen aşamalarda kişiye yüklenen isnadın daraltılması, hafifletilmesi veya tamamen ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilir. Hâlbuki nitelendirme itirazı yapılmadığı takdirde, kişi hakkında haksız yere ağır bir isnat temelinde iddianame düzenlenmesi ve bu isnadın mahkemece esas alınması riski doğar.
Soruşturma evresinde yapılan hukuki nitelendirmeye itiraz, yalnızca bir prosedürden ibaret olmayıp, ceza muhakemesinin temel hak temelli yapısında hayati bir işlev üstlenmektedir.
Bu süreçte tecrübeli bir ceza avukatı tarafından yapılacak detaylı değerlendirme ve hukuki argümantasyon, hem kişinin ceza sorumluluğunun sınırlarının belirlenmesinde hem de koruma tedbirlerine karşı etkin savunmanın sağlanmasında belirleyici rol oynar. Bilhassa katalog suçlar kapsamında hürriyeti bağlayıcı tedbirlerin uygulanma ihtimalinin bulunduğu dosyalarda, nitelendirme itirazı ile usulün ve adaletin sağlanması, etkin bir savunma için son derece önem taşımaktadır.