Kişisel Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme, Yayma Veya Ele Geçirme Suçu
Kişisel verilerin korunması, çağdaş hukuk sistemlerinde bireysel özgürlüklerin temel unsuru olup, Türkiye’de TCK m.136 ile kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde verilmesi, yayılması veya ele geçirilmesi suçu düzenlenmiştir; suçun oluşabilmesi için verinin kişisel veri niteliği taşıması ve hukuka aykırı olarak ifşa edilmesi şarttır, kamu yararı hâlinde ise farklı değerlendirmeler yapılabilir.
Kişisel verilerin korunması, çağdaş hukuk sistemlerinde bireysel özgürlüklerin temel unsurlarından biri olarak telâkki edilmektedir. Bilhassa teknolojik gelişmelerin bireyin özel hayatını tehdit eder hâle geldiği günümüzde, veri güvenliğinin sağlanması yalnızca bireysel düzeyde değil, toplumsal barışın korunması açısından da zarurîdir. Türkiye’de bu koruma mekanizması, Türk Ceza Kanunu’nun 136. maddesinde kişisel verilerin hukuka aykırı olarak verilmesi, yayılması veya ele geçirilmesi suçu kapsamında düzenlenmiştir. Bu düzenleme, bireyin mahremiyet hakkını korumaya yönelik önemli bir ceza normu mâhiyetindedir.
Türk Ceza Kanunu md. 136, yalnızca özel hayatın gizliliğini ihlal eden fiilleri cezalandırmakla kalmayıp, aynı zamanda bireyin bilişim sistemlerindeki varlığını da koruma altına alır. Suçun oluşabilmesi için, kişisel verilerin kasten ve hukuka aykırı bir şekilde üçüncü kişilere aktarılması, ifşa edilmesi veya ele geçirilmesi gerekmektedir. Bu noktada, kişisel veri kavramı; belirli veya belirlenebilir bir kişiye ait her türlü bilgi olarak tanımlanmakta, sosyal bilimler perspektifinden ise bireyin toplumsal kimliğinin dijital tezahürü olarak telâkki edilmektedir.
Şöyle ki, herhangi bir bilginin paylaşılması her zaman suç teşkil etmeyebilir. Bu bağlamda şu soru gündeme gelmektedir: Her türlü veri paylaşımı TCK md. 136 anlamında cezalandırılabilir mi? Bilhassa kamu yararının bulunduğu hâllerde bazı bilgilerin açıklanması hukuka uygun addedilebilir. Netice itibarıyla, suçun oluşması için kişisel verinin hukuka aykırı biçimde ifşa edilmiş olması ve verinin kişisel veri mâhiyetinde bulunması zaruridir.
Kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ifşa edilmesi suçu, şikayete bağlı suçlardan değildir. Şöyle ki, mağdurun şikayeti aranmaksızın Cumhuriyet savcılığı re’sen soruşturma başlatabilir. Bilhassa mağdurun sonradan gösterdiği rıza, suçun oluşumunu ortadan kaldırmaz; zira suç, verinin hukuka aykırı şekilde üçüncü kişilere ifşa edildiği anda tamamlanmış olur. Ceza avukatı müdafiliğinde yapılan savunmalarda da bu noktanın altı sıklıkla çizilmektedir. Keza bu suç uzlaşmaya tabi suçlar arasında yer almamaktadır. Zira uzlaşma hükümleri Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yalnızca belirli suçlar için öngörülmüş olup, kişisel verilerin ihlali suçu, hem suçun kamu düzenini ilgilendiren yönü hem de toplumsal güvene olan etkisi sebebiyle uzlaşmaya elverişli suçlar listesinde sayılmamıştır. Netice itibarıyla, bu suçun soruşturulması ve kovuşturulması sürecinde taraflar arasında uzlaşma sağlansa dahi, yargılama re’sen devam eder ve mahkeme, delil durumu ile hukuki değerlendirme binâen hüküm tesis eder.
Suçun dava zamanaşımı süresi TCK m. 66/1-e uyarınca 8 yıldır. Yani, suçun işlendiği tarihten itibaren 8 yıl içinde hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılmazsa, dava zamanaşımı nedeniyle ceza davası düşer. Ceza zamanaşımı bakımından ise, kesinleşen 3 yıl veya daha az süreli hapis cezaları için TCK m. 68'e göre 10 yıllık bir infaz zamanaşımı süresi öngörülmüştür. Netice itibarıyla zamanaşımı süreleri, hem kamu davası açılmasını hem de mahkûmiyet hükümlerinin infazını doğrudan etkiler.
Zamanaşımını kesen veya durduran işlemler binâen, dava zamanaşımı süreci kesildiği andan itibaren yeniden tam süre olarak işlemeye başlar. Halbuki uygulamada zamanaşımının kesilmesine neden olan işlemlerin doğru tespit edilmemesi, adil yargılanma hakkını zedeleyebilmektedir. Bilhassa Bölge Adliye Mahkemeleri Ceza Daireleri ve Yargıtay içtihatlarında, kişisel veri ihlallerinde zamanaşımı hükümlerinin titizlikle değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.
Kişisel verilerin hukuka aykırı ifşası suçunda şikayete gerek olmaksızın re’sen soruşturma yürütülürken, dava zamanaşımı süresinin 8 yıl, ceza zamanaşımı süresinin ise 10 yıl olduğu dikkate alınmalıdır. Bu süreçte ceza avukatı tarafından yapılacak tetkik ve savunmalar, zamanaşımı riskinin doğru yönetilmesi ve hak kayıplarının önlenmesi bakımından büyük ehemmiyet arz etmektedir. Bütün bu hususlar, veri güvenliğinin sadece bireysel hak değil, aynı zamanda toplumsal barış açısından da hayati bir mâna taşıdığını göstermektedir.
Failin özel bir saik taşıması suçun unsuru değildir. Lakin uygulamada failin menfaat sağlama, zarar verme ya da toplumda infial yaratma gibi amaçlarla hareket ettiği sıklıkla tetkik edilmektedir. Bilginin kötüye kullanımı, iktidar ilişkileri ve birey üzerindeki kontrol mekanizmaları ile doğrudan bağlantılıdır. Zira bilgiye sahip olmak, güç kullanımı açısından tarih boyunca önemli bir enstrüman olagelmiştir.
Bu noktada bir diğer soru ortaya çıkmaktadır: Kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde ifşası toplum yapısını nasıl etkiler? Bilâkis, kişisel verilerin kötüye kullanımı, yalnızca bireysel mağduriyetlere yol açmakla kalmaz; toplumda genel bir güvensizlik ortamının teşekkül etmesine sebebiyet verir. Bu durum, sosyal sermaye kavramı ışığında değerlendirildiğinde, bireylerin birbirine ve kamu kurumlarına duyduğu güvenin erozyona uğramasına yol açmakta, böylece toplumsal dayanışmayı zayıflatmaktadır.
TCK md. 137'de düzenlenen nitelikli hâller ise, bu suçun daha ağır şekilde cezalandırılmasını mümkün kılmaktadır. Suça kamu görevlisinin görevini kötüye kullanarak iştirak etmesi veya belirli mesleklerin sağladığı imkânlar dolayısıyla işlenmesi gibi durumlar, fiilin mâhiyetini daha tehlikeli bir seviyeye taşımaktadır. Özellikle kamu görevlilerinin veri ihlalleri hâlinde, toplumsal güvenin telafisi güç bir şekilde zarar gördüğü görülmektedir.
Ancak, veri güvenliğinin sağlanmasına yönelik koruma yalnızca ceza hukuku sınırlarında kalmamıştır. 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) ile getirilen idari ve özel hukuk düzenlemeleri, kişisel veri hakkının çok boyutlu bir koruma altına alınmasını sağlamaktadır. Bu çok katmanlı koruma yaklaşımı, bireyin haklarının yalnızca ceza tehdidi ile değil, aynı zamanda idari yaptırımlar ve özel hukuk sorumlulukları binâen güvenceye alınmasını temin etmektedir.
Ceza yargılaması sürecinde kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde ifşa edilip edilmediğinin belirlenmesi, ekseriyetle teknik ve bilişim alanında uzmanlık gerektiren tetkikler vasıtasıyla mümkündür. Delillerin değerlendirilmesinde hukuka uygunluk ilkesi gözetilerek, hem leh ve hem aleyhte delillerin toplanması zorunludur. Bu süreçte ceza avukatı tarafından yapılacak müdafaa faaliyetlerinin de, adil yargılanma hakkının temininde önemli bir rol oynadığı yadsınamaz.
Kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ifşa edilmesi suçu bakımından, indirim nedenleri genel ceza hukuku hükümleri çerçevesinde değerlendirilir. Şöyle ki, Türk Ceza Kanunu’nun genel hükümlerinde yer alan etkin pişmanlık, takdiri indirim nedenleri (TCK m. 62) ve haksız tahrik (TCK m. 29) gibi müesseseler, uygun şartların varlığı hâlinde bu suç tipi için de uygulanabilir. Failin soruşturma aşamasında kişisel verilerin yayılmasını önlemek amacıyla etkin pişmanlık göstererek verileri geri alması, mağdurun zararını gidermesi veya kamuoyunda oluşan zararları asgariye indirmeye çalışması, takdiri indirim sebebi olarak değerlendirilme imkânı doğurabilir. Ayrıca, suç işlenirken failin kişisel nedenlerle haksız bir tahrike maruz kalması hâlinde, hâkim tarafından cezada indirim yapılması da mümkündür.
Bununla birlikte, kişisel veri ihlali suçlarında özellikle failin suç sonrası tutumu büyük önem taşır. Lakin cezada indirime gidilmesi hâlinde bile, suçun mâhiyeti ve toplumsal etkisi göz önünde bulundurularak indirim oranı sınırlı tutulmaktadır. Bölge Adliye Mahkemeleri Ceza Dairelerinin ve Yargıtay’ın ekseriyetle benimsediği yaklaşıma göre, verilerin yayılmasından kaynaklanan ağır sonuçlar veya çok sayıda kişinin mağdur edilmesi hâlinde takdiri indirimin uygulanması daha dikkatli ve gerekçeli şekilde yapılmalıdır. Bu hususların tetkik edilmesi, mahkemelerin hem bireysel adaleti hem de toplumsal barışı sağlama yükümlülüğüne binâen önem arz etmektedir.
Bölge Adliye Mahkemeleri Ceza Daireleri ile Yargıtay’ın içtihatlarında kişisel veri ihlallerinin unsurlarının somut olay bağlamında dikkatle irdelenmesi gerektiği ifade edilmektedir. Halbuki, bazı kararlar eksik inceleme nedeniyle bozulmakta, bu da ceza yargılamasında maddi gerçeğin doğru biçimde ortaya çıkarılmasının önemini göstermektedir. Bilhassa veri niteliği, hukuka aykırılık ve kast unsurlarının açıkça ortaya konulması, adaletin tecellisi açısından büyük bir ehemmiyet arz etmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin içtihatlarında açıkça vurgulandığı üzere, kişisel verilerin korunması hakkı, bireyin onur ve haysiyetinin temel güvencelerinden biri olarak telâkki edilmektedir. Şöyle ki, bireyin kimliğine, özel hayatına ve mahremiyetine ilişkin bilgilerin izinsiz ifşa edilmesi, yalnızca maddi zararlar değil, aynı zamanda bireyin manevi bütünlüğü üzerinde derin yaralar açmaktadır. Bu bağlamda, kişisel veri ihlalleri, bireysel kişilik haklarının doğrudan bir ihlali olarak değerlendirilmekte, bireyin toplum içerisindeki saygınlığına zarar vermektedir.
Anayasal güvenceye sahip olan kişisel verilerin korunması hakkı, yalnızca bireysel düzlemde değil, aynı zamanda demokratik toplum düzeninin devamı bakımından da yaşamsal bir öneme sahiptir. Lakin bu hak ihlal edildiği takdirde, netice itibarıyla ortaya çıkan zarar, sadece mağdur bireyle sınırlı kalmamakta, kamusal güvenin zedelenmesi suretiyle toplumun genel yapısına da sirayet etmektedir. Zira bireylerin özel hayatlarının sürekli tehdit altında olduğu bir toplumda, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve diğer temel hak ve özgürlükler de fiilen işlevsiz hâle gelmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, özel hayatın gizliliği kapsamında kişisel verilerin korunmasına büyük önem atfetmektedir. Mahkeme, Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında tesis ettiği içtihatlarında, veri güvenliğinin bireyin özel hayatına saygı hakkının ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtmekte ve devletlere, yalnızca negatif yükümlülükler değil, aynı zamanda pozitif yükümlülükler de yüklemektedir. Bu pozitif yükümlülükler, devletin kişisel verilerin korunmasını sağlamak üzere gerekli mevzuatları yürürlüğe koymasını ve etkili idari ve yargısal denetim mekanizmaları tesis etmesini zorunlu kılmaktadır.
Bu noktada şu husus önem arz etmektedir: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ve Anayasa Mahkemesi'nin içtihatları, bireysel başvuru mekanizmaları vasıtasıyla kişisel veri ihlallerinin doğrudan korunmasını temin etmektedir. Halbuki iç hukuk yollarının tüketilmemesi ya da etkisiz olması hâlinde, bireyler Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapabilmekte ve ihlalin tespit edilmesi durumunda devletin etkin önlem alma yükümlülüğü gündeme gelmektedir. Bu gelişmeler, ceza avukatlarının veri ihlali mağdurları adına bireysel başvuru süreçlerinde önemli bir temsil ve savunma fonksiyonu üstlenmelerine de zemin hazırlamaktadır.
Kişisel verilerin korunması, hem bireyin kişiliğinin serbestçe gelişebilmesi hem de demokratik bir toplumun sağlıklı şekilde varlığını sürdürebilmesi açısından zarurîdir. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında ifade edilen ilke ve standartlar, ulusal hukuk uygulayıcılarına da yol göstermekte, kişisel veri ihlallerine karşı etkili koruma sağlanmasının gerekliliğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu bağlamda kişisel verilerin korunması, yalnızca bireysel bir hak değil, aynı zamanda toplumsal bir barış ve güven ortamının tesisi için vazgeçilmez bir önkoşul mâhiyetindedir.
Kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ifşa edilmesi suçu, bireylerin kişilik haklarının ve demokratik toplum düzeninin korunması açısından temel bir işleve sahiptir. Ceza hukuku düzenlemeleri ile idari ve özel hukuk önlemlerinin birlikte işler hâle getirilmesi, bireyin veri güvenliğinin etkin biçimde korunmasına katkı sağlamaktadır. Bu noktada, gerek soruşturma gerekse kovuşturma aşamalarında profesyonel bir ceza avukatı desteği almak, hem maddi gerçeğin doğru biçimde ortaya konulması hem de hak ihlallerinin önlenmesi bakımından kritik bir öneme sahiptir. Veri güvenliği, artık yalnızca teknik bir mesele değil; insan onurunun ve özgürlüklerin korunmasının ayrılmaz bir parçası hâline gelmiştir.