Delil Sunma ve Soruşturma Sürecini Etkileyici Dilekçe Sunumu
Soruşturma evresinde ceza avukatı tarafından usule uygun şekilde hazırlanan dilekçelerle delil sunulması, maddi gerçeğe ulaşılmasına katkı sağlamakla kalmayıp, şüpheli veya müşteki lehine sürecin yönlendirilmesini mümkün kılarak adil yargılanma hakkının soruşturma safhasından itibaren güvence altına alınmasında belirleyici bir rol oynar.
Ceza muhakemesi hukukunda, soruşturma evresi suç şüphesinin öğrenilmesinden itibaren başlayan ve kamu davasının açılıp açılmayacağına ilişkin karar verilmesine dek süren bir safhayı ifade eder. Bu evre, Cumhuriyet savcısının maddi gerçeğe ulaşmak ve kamu davası açılıp açılmayacağını tespit etmek amacıyla yürüttüğü faaliyetleri kapsar. Soruşturma süreci boyunca toplanan delillerin hukuka uygun şekilde elde edilmesi, muhakemenin sağlıklı ilerlemesi bakımından elzemdir. Bu kapsamda, gerek şüpheli lehine gerekse müşteki lehine sunulan bilgi, belge ve sair beyanların etkili bir dilekçe marifetiyle soruşturma makamına sunulması, dosyanın seyri üzerinde belirleyici bir rol oynayabilir.
Soruşturma evresinde delil sunulması, yalnızca usulî bir hak değil, aynı zamanda savunma ve iddia hakkının tesisi bakımından maddi adaletin sağlanmasına hizmet eden asli bir fonksiyondur. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160 ila 170. maddeleri çerçevesinde savcının maddi gerçeğe ulaşma yükümlülüğü, yalnızca aleyhe delilleri değil, lehe olanları da toplamasını gerektirir. Bu bağlamda, tarafların — bilhassa şüphelinin müdafii sıfatıyla hareket eden ceza avukatının — soruşturma dosyasına sunacağı dilekçeler, delillerin hukukî kıymetini ve ceza sorumluluğuna etkisini değerlendirme açısından önem arz eder.
Hukukî dilekçeler yalnızca belge sunumundan ibaret olmayıp, aynı zamanda delillerin hukuka uygunluk yönünden tartışılması ve olayın sübutu noktasında yorum getirilmesi işlevini de yerine getirir. Bu tür dilekçelerde hem maddi vakıaların kronolojisine hem de bu vakıaların ceza hukuku normları bağlamında yorumuna yer verilmesi, savcının kanaatini etkileyecek nitelikte olabilir. Bu noktada, dilekçelerde kullanılan dilin teknik, ölçülü ve mevzuata hâkim bir şekilde kaleme alınması, ceza muhakemesi sisteminin ciddiyetiyle de örtüşür.
Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairelerinin güncel uygulamaları, soruşturma aşamasında sunulan dilekçelerin, dosyada yer alan delillerin değerlendirilmesinde etkili olabileceğini ortaya koymaktadır. Özellikle şüphelinin olayla irtibatını çürüten veya isnadın dayanaksızlığını ortaya koyan belgelerin usulüne uygun olarak sunulması, kamu davasının açılmasını önleyebileceği gibi, ileride açılacak bir davada beraatle neticelenebilecek bir yargılamanın temelini oluşturabilir. Bu nedenle, delil sunumunda ve dilekçe yazımında şekil ve içerik bakımından yüksek bir dikkat ve özen gereklidir.
Soruşturma evresinde şüpheli lehine sunulan dilekçeler aracılığıyla ileri sürülen hukuki argümanların ve sunulan belgelerin, olayın maddi gerçekliğini yeniden kurma noktasında işlevsel olduğu kabul edilmektedir. Şüphelinin olay yerinde bulunmadığını kanıtlayan bir kamera kaydı, tanık beyanı veya teknik bilirkişi raporu, isnadın dayanaklarının çöktüğünü gösterebilir. Ancak bu tür belgelerin dosyaya usulüne uygun biçimde, gerekçeli ve teknik dayanaklı dilekçelerle sunulması gerekir; aksi hâlde savcılık makamı tarafından değerlendirilme ihtimali zayıflar. Dilekçede sunulan delilin delil niteliği taşıyıp taşımadığı, ceza muhakemesi ilkeleri çerçevesinde ve AİHS ile Anayasa’nın adil yargılanma hakkına dair hükümleri gözetilerek değerlendirilecektir.
Özellikle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160 ve 170. maddeleri arasında düzenlenen soruşturma usulü hükümleri uyarınca, savcının yalnızca şüpheyi doğrulayan delilleri değil, şüpheyi ortadan kaldırabilecek veya şüpheli lehine olan delilleri de araştırma yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmesinde müdafiin katkısı hayati önem taşır. Şüpheliyi suçtan soyutlayan veya şüphenin yoğunluğunu azaltan belgelerin dilekçe ekinde dosyaya sunulması, savcının kovuşturma açma yönündeki takdir yetkisini doğrudan etkileyebilir. Bu bağlamda dilekçeler yalnızca savunma aracı değil, aynı zamanda ceza soruşturmasında yönlendirici bir müdahale niteliği taşır.
Dilekçelerin şeklî kusurlar içermemesi, taleplerin somut ve açık şekilde ifade edilmesi ve hukukî dayanaklarla desteklenmesi, bu belgelerin dosya içi ağırlığını artırır. Hatalı veya belirsiz ifadelerle kaleme alınmış dilekçeler ise hem savcının delil değerlendirmesini güçleştirir hem de savunma açısından stratejik zaaflara yol açabilir. Bu sebeple dilekçe sunumunun yalnızca içerik yönüyle değil, aynı zamanda ceza muhakemesi usulüne uygunluğu yönüyle de titizlikle hazırlanması gerekir. Yargı mercileri tarafından yapılan değerlendirmelerde, usule uygun dilekçelere daha yüksek oranda itibar edildiği gözlemlenmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararlarında sıkça vurguladığı üzere, adil yargılanma hakkı yalnızca yargılama aşamasında değil, soruşturmanın ilk anından itibaren gözetilmesi gereken bir ilkedir. Bu bağlamda, şüphelinin etkin biçimde savunma yapabilmesi, somut olaya özgü hukuki argümanların ve delillerin makul bir gerekçelendirme ile savcılık makamına sunulmasıyla mümkündür. Aksi hâlde, savcının yalnızca kolluk tarafından temin edilen belgelere dayanarak yürüttüğü bir soruşturma, tarafsızlık ve hakkaniyet ilkelerine aykırılık teşkil edebilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da, ceza muhakemesi süreçlerinde savunma hakkının aktif kullanılmasını engelleyen uygulamaların, Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında ihlal teşkil ettiği yönünde kararlar mevcuttur. Bu kararlar, savunma tarafının etkili katılımının sağlanmadığı durumlarda, soruşturma aşamasındaki delil temin ve sunma faaliyetlerinin eksikliği nedeniyle adil yargılanma hakkının zedelendiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, dilekçeler aracılığıyla sunulan deliller, yalnızca usulî bir hak değil, aynı zamanda anayasal ve uluslararası güvenceler kapsamında bir zorunluluktur.
Soruşturma evresi, ceza muhakemesinin başlangıç safhası olup, suç şüphesinin öğrenilmesinden kamu davası açılmasına veya kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesine kadar geçen süreci kapsar. Bu evrede amaç, maddi gerçeğe ulaşmak ve suçun işlendiğine dair yeterli şüphe bulunup bulunmadığını tespit etmektir. Cumhuriyet savcısı, hem şüpheli aleyhine hem de lehine olan delilleri toplamakla yükümlüdür. Bu süreçte delillerin hukuka uygun şekilde elde edilmesi ve değerlendirilmesi, adil bir yargılamanın temeli olarak büyük önem taşır.
Cumhuriyet savcısının hem aleyhe hem lehine delilleri toplama yükümlülüğü, ceza muhakemesindeki tarafsızlık ve objektiflik ilkelerinin doğal bir sonucudur. Bu yükümlülük, Anayasa’nın 36. maddesiyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkının soruşturma evresinden itibaren korunmasını gerektirir. Savcı yalnızca şüpheliye yöneltilen isnadı ispatlamaya yönelik delillerle yetinemez; aksine, şüpheli lehine olabilecek hususları da resen araştırmak ve dosyaya dahil etmekle mükelleftir. Bu yükümlülüğün ihlali, ileride kovuşturma aşamasında ortaya çıkabilecek telafisi güç hak ihlallerine zemin hazırlayabilir.
Soruşturma evresi, aynı zamanda savunmanın da şekillenmeye başladığı bir dönemdir. Müdafi, bu evrede delillerin toplanmasına katkı sunabilir, dilekçeler yoluyla lehe hususlara dikkat çekebilir ve soruşturmanın yönünün şüpheli lehine gelişmesini sağlayabilir. Ancak bu katkının etkili olabilmesi için delillerin zamanında ve usule uygun biçimde dosyaya sunulması gerekir. Haliyle, soruşturma evresi boyunca savunmanın aktif ve bilinçli bir şekilde sürece dâhil olması, ceza muhakemesi sisteminin dengeli ve hakkaniyetli işlemesi bakımından son derece ehemmiyetlidir.
Delillerin hukuka uygun biçimde elde edilmesi ve kullanılması, ceza muhakemesinin en temel ilkelerindendir. Hukuka aykırı yollarla temin edilen delillerin yargılamada kullanılamayacağı yönündeki düzenleme, hem TCK hem de CMK çerçevesinde açıkça belirtilmiştir.
Bu ilke, yalnızca bireyin temel haklarını koruma amacı taşımaz; aynı zamanda kamu gücünün keyfîliğe karşı sınırlandırılmasını ve yargı mercilerinin meşruiyet zemininde karar vermesini sağlar. Dolayısıyla, delil elde etme sürecinde yapılan her bir usul hatası, soruşturmanın bütününe gölge düşürebilir.
Soruşturma evresi neticesinde verilen karar —ister kamu davası açılması ister kovuşturmaya yer olmadığına dair karar olsun— ceza muhakemesinin sonraki aşamalarını belirleyecek niteliktedir. Bu nedenle, bu evrede toplanan delillerin niteliği, sayısı, hukuka uygunluğu ve değerlendirme biçimi, yalnızca savcının değil, aynı zamanda ileride yargılamayı yapacak mahkemenin de kanaatini etkileyecektir. Dolayısıyla, soruşturma evresinin sadece bir hazırlık aşaması değil, ceza muhakemesinin en kritik yapı taşlarından biri olduğu kabul edilmelidir. Bu yapının doğru şekilde inşa edilmesi, ancak hukuk kurallarına tam bağlılık ve sürecin her aşamasında savunmanın faal şekile sürece katılımı ile mümkündür.
Soruşturma evresinde dilekçe ile delil sunulması, hem muhakemenin adil bir şekilde yürütülmesi hem de şüphelinin ya da müştekinin haklarının korunması açısından hayati önemdedir. Ceza avukatı tarafından kaleme alınacak bu tür dilekçeler, yalnızca maddi gerçeğe ulaşılmasına katkı sağlamakla kalmaz aynı zamanda müvekkilin hukuki durumunun lehe yönde şekillenmesine de vesile olur. Nitekim ceza muhakemesi pratiğinde, usule uygun şekilde yapılmış bir delil sunumu, çoğu zaman davanın kaderini tayin eden asli unsur haline gelebilmektedir. Bu sebeple, bir ceza avukatının bilgi, tecrübe ve teknik donanımıyla hazırlanmış dilekçelerle sürece müdahil olması, muhakemenin doğruluğu ve adaletin temini açısından elzemdir.