Ceza Hukuku
Başta Türk Ceza Kanunu ve özel ceza yasalarında suç olarak tanımlanan fiillere ve bu suçlara uygulanacak olan cezaları konu alan hukuk dalı Ceza Hukukudur. Ceza davalarında Savcılıklarca yürütülen soruşturma safhası ve iddianame düzenlenmesi akabinde kamu davası ikamesiyle süren kovuşturma safhası, mahkeme kararı akabinde kanun yollarına başvuru safhaları mevcuttur.
Ceza muhakemesi hukukunun temel ilkesine göre, bir suç şüphesinin öğrenilmesiyle birlikte, Türk Ceza Kanunu ve ilgili ceza mevzuatı çerçevesinde, suçun işlendiği yer itibarıyla yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma işlemleri başlatılır. Soruşturma aşaması, ceza yargılamasının ilk evresini oluşturmakta olup, amacına uygun olarak maddi gerçeğe ulaşmak için şüpheli lehine ve aleyhine olan tüm delillerin toplanmasını kapsamaktadır. Bu süreçte Cumhuriyet savcısı, olayla ilgili tanıkların beyanlarını almakta, bilirkişi incelemeleri yaptırmakta, gerektiğinde keşif ve teşhis işlemlerini yürütmektedir. Savcılıkça yürütülen bu soruşturma işlemleri, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun öngördüğü usul kuralları çerçevesinde yürütülmek zorundadır.
Soruşturma neticesinde elde edilen deliller doğrultusunda, Cumhuriyet savcısı kamu davası açılmasına yeterli şüphenin bulunduğu kanaatine varırsa, ilgili mahkemeye hitaben iddianame düzenler. Bu iddianame, Asliye Ceza Mahkemesi veya suçun vasfına göre Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunulur. Hakimlikçe iddianamenin iade edilmesine karar verilmediği takdirde, kamu davası açılmış sayılır ve yargılama aşamasına geçilir. Bu süreçte ceza muhakemesi tarafları olan müşteki ve şüpheli (ve kamu davasının açılması hâlinde sanık), kendi hukuki statülerine göre delil sunma, tanık dinletme ve usule ilişkin taleplerde bulunma hakkına sahiptir.
Müşteki bakımından, ceza davasının sağlıklı ilerleyebilmesi için olayın oluş biçimine dair bilgi ve belgelerin eksiksiz şekilde dosyaya sunulması ve hukuki nitelendirme yapılması büyük önem arz eder. Bu kapsamda müşteki, kamu davasına katılma talebinde bulunarak davaya müdahil olabilir; katılan sıfatını kazandığında, hüküm aleyhine istinaf ve temyiz başvurularında bulunma hakkını da elde eder. Sanık açısından ise, isnat edilen suçun işlendiğine dair yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığı durumlarda beraat talep edilebilir. Mahkeme aksi kanaatte olsa dahi, failin lehine olan tüm kanuni indirim nedenlerinin uygulanması, takdiri hafifletici sebeplerin değerlendirilmesi ve cezanın bireyselleştirilmesine ilişkin talepler ileri sürülmelidir.
Ceza muhakemesi sürecinin en hassas evrelerinden biri olan soruşturma safhası sırasında, şüpheli sıfatıyla işlem gören kişinin kolluk ve savcılık nezdindeki ifadesi sırasında savunma hakkının etkin şekilde kullanılması hayati önemdedir. Bu aşamada müdafi sıfatıyla bir avukatın hazır bulunması, soruşturmanın gidişatını ve şüphelinin haklarını doğrudan etkileyebilecek niteliktedir. Aynı şekilde, soruşturma sonunda verilen takipsizlik kararlarına müşteki tarafından yapılacak itirazlar, ceza soruşturmasının yeniden değerlendirilmesine imkân sağlayabilir. Keza tutuklama ve adli kontrol gibi koruma tedbirlerine karşı yapılacak itirazlar da kişinin temel hak ve özgürlüklerini doğrudan ilgilendirmektedir.
Bu çerçevede, ceza soruşturmaları ve kovuşturmalarına ilişkin süreçlerde; şikayet dilekçelerinin hazırlanması, ifade alma işlemlerinde müdafi veya vekil olarak hazır bulunulması, Sulh Ceza Hakimlikleri nezdinde tutukluluğa itiraz, el koyma ve adli kontrol kararlarına karşı başvuruların yapılması, Asliye ve Ağır Ceza Mahkemeleri nezdinde savunma ve vekillik hizmetleri sunulması, infaz erteleme taleplerinin hazırlanması ve cezaevinde tutuklu/hükümlü ziyaretlerinin gerçekleştirilmesi gibi birçok işlemin, ceza muhakemesi usul kurallarına uygun şekilde yürütülmesi gereklidir. Bu süreçlerin tümünde, usul hükümlerine riayet edilmesi, hak ihlallerinin önüne geçilmesi ve adil yargılanma hakkının temini açısından büyük önem taşımaktadır.
Ceza Hukuku bağlamında, Hukuk Büromuzca sunulan hukuki hizmetler şu şekildedir:
SORUŞTURMA ÖNCESİ EVRESİ HİZMETLERİ
- Suç duyurusunda bulunmadan önce hukuki değerlendirme yapılması ve delillerin toplanması safhasında danışmanlık
Kişi ya da kurumların bir suçun mağduru olduklarına ilişkin kanaatleri doğrultusunda doğrudan savcılığa başvurmadan önce, olayın ceza hukuku açısından değerlendirilmesi, suç vasfının ve hukuki dayanaklarının tespiti, soruşturma sürecinin etkinliği bakımından önemli olabilecek delillerin toplanması ve muhafazasına ilişkin danışmanlık sağlanmasıdır. Bu hizmet, olası hukuki risklerin önlenmesi ve başvuru sürecinin sistematik bir zemine oturtulması bakımından önem taşır.
SORUŞTURMA EVRESİ HİZMETLERİ
- Kolluk birimlerinde ve savcılık sorgu işlemlerinde hazır bulunmak ve avukatlık hizmeti sunulması
Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince, şüphelinin kolluk birimleri ve Cumhuriyet savcılığı nezdindeki ifade işlemleri sırasında müdafi yardımından yararlanma hakkı bulunmaktadır. Bu hizmet kapsamında, ifade öncesi müvekkilin bilgilendirilmesi, hukuki stratejinin belirlenmesi ve sorgulama sürecinde hak ihlallerine karşı hukuki koruma sağlanması hedeflenmektedir.
- Şikayet dilekçesi ve eklerinin hazırlanması
Suçtan zarar gören kişi veya kurum adına, mevzuata uygun şekilde ve olayın maddi ve hukuki nitelikleri dikkate alınarak Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulmak üzere şikayet dilekçesinin hazırlanması hizmetidir. Dilekçeye delil niteliği taşıyan belgeler, tanık beyanları ve gerekirse uzman görüşleri de eklenerek dosyanın bütüncül bir şekilde yapılandırılması amaçlanmaktadır.
- Sulh Ceza Hakimlikleri nezdinde tutukluluk talebiyle sevk edilen şüphelilerin müdafiliği
Şüphelinin soruşturma evresinde Sulh Ceza Hakimliği'ne sevki durumunda, tutuklama istemine karşı etkin savunma yapılması, tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin ileri sürülmesi ve kişisel özgürlüğün korunmasına yönelik hukuki girişimlerin gerçekleştirilmesi hizmetini kapsar.
- Sulh Ceza Hakimlikleri tarafından verilen tutukluluk ve tedbir kararlarına itiraz
Tutuklama, adli kontrol, el koyma gibi koruma tedbirlerine ilişkin olarak Sulh Ceza Hakimliği’nce verilen kararlara, CMK hükümleri doğrultusunda itiraz edilmesi, itiraz dilekçesinin hazırlanması, dosya içeriklerinin değerlendirilerek hukuka aykırılığın ileri sürülmesi ve kararın üst denetim merciince gözden geçirilmesinin sağlanması sürecini içerir.
- El koyma kararlarına itiraz
Koruma tedbiri olarak uygulanan eşya veya mal varlığı değerlerine el koyma kararına karşı, söz konusu kararın ölçülülük ve kanunilik ilkeleri doğrultusunda denetlenmesi talebiyle Sulh Ceza Hakimliği'ne itiraz edilmesi; gerektiğinde üçüncü kişi hak sahipliği iddialarının ileri sürülmesi hizmetini içerir.
- Adli kontrol kararlarına itiraz
Adli kontrol kararı ile kişiye yüklenen yükümlülüklerin ölçüsüz, gereksiz ya da hukuka aykırı olduğu durumlarda, bu tedbirin kaldırılması veya değiştirilmesi için Sulh Ceza Hakimliği’ne yapılan başvuruların yürütülmesi ve takip edilmesidir.
- Takipsizlik kararlarına itiraz
Soruşturma sonucunda kamu davası açılması için yeterli şüphe bulunmadığı gerekçesiyle verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı, müşteki sıfatıyla Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 173. maddesi uyarınca itiraz yoluna başvurulması ve dosyanın yeniden değerlendirilmesi amacıyla üst Cumhuriyet Başsavcılığı’na dilekçe ile başvuru yapılmasıdır.
- Uzlaştırma süreçlerinde taraf temsili
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 6763 sayılı Kanun kapsamında yürütülen uzlaştırma süreci, ceza muhakemesinde mağdur ve şüpheli arasında alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından biridir. Bu hizmet, tarafların hak ve menfaatlerini korumak üzere uzlaştırma müzakerelerine katılım sağlanması, görüşmelerin hukuki zeminde yürütülmesi, uzlaşma koşullarının açık, ölçülü ve denetlenebilir şekilde belirlenmesi, uzlaşma tutanağının ceza muhakemesi açısından geçerli sonuçlar doğuracak biçimde hazırlanması süreçlerini kapsar.
- Gözaltı sürecine müdahale ve süreç takibi
Kolluk kuvvetlerince gerçekleştirilen yakalama sonrası başlayan gözaltı sürecinde, şüphelinin kişi hürriyeti ve güvenliği ile savunma haklarının ihlal edilmesini önlemek amacıyla ivedi müdahale sağlanmasıdır. Bu kapsamda; gözaltı süresinin denetimi, avukatla görüşme hakkının sağlanması, sağlık kontrolü, gözaltı koşullarının izlenmesi, gözaltına alma tutanağı ve diğer belgelerin incelenmesi ile gözaltı süresinin uzatılmasına karşı itiraz gibi işlemler yürütülür.
- Şüphelinin ifade stratejisinin belirlenmesi
Şüphelinin ilk savunmasının, yargılamanın bütününü etkileyebileceği dikkate alınarak; olayın niteliği, delil durumu, isnadın yapısı ve hukuki seçenekler doğrultusunda, ifade öncesi ayrıntılı değerlendirme yapılması ve ifade sırasında kullanılacak hukuki stratejinin oluşturulmasıdır. Susma hakkının kullanımı, belirli konuların açıklanması veya belirli beyanların zamanlaması gibi taktiksel kararlar bu hizmetin kapsamındadır.
- Delil sunma ve soruşturma sürecini etkileyici dilekçe sunumu
Soruşturma dosyasına, şüphelinin lehine veya müştekinin iddialarını destekleyecek nitelikte belge, bilgi ve beyanların sunulması; ayrıca savcılık nezdinde dosyanın yönünü değiştirebilecek hukuki nitelikli dilekçelerin hazırlanmasıdır. Bu dilekçeler, CMK hükümlerine uygun olarak sunulan delillerin değerlendirilmesini talep eder ve somut olayda ceza soruşturmasının hukuka uygun biçimde yönlendirilmesine katkı sağlar.
- Ceza hukuku kapsamında sosyal medya delil tespiti
Sosyal medya platformlarında işlenen suçlara ilişkin dijital içeriklerin delil niteliğini koruyacak şekilde URL uzantısı alınarak tespiti, ekran görüntülerinin alınması, delilin doğrulanabilir biçimde kayıt altına alınması ve UYAP veya savcılık sistemine sunulmak üzere hukuki formatta hazırlanması işlemleridir. Özellikle hakaret, tehdit, iftira, özel hayatın gizliliğini ihlal gibi suçlarda büyük önem taşır.
- Soruşturmaya konu olan fiilin hukuki nitelendirmesine itiraz
Cumhuriyet savcılığı tarafından yapılan ilk değerlendirmede isnat edilen suç tipinin olayla örtüşmemesi hâlinde, fiilin farklı bir suça vücut verdiği veya ceza sorumluluğunu gerektirmediği yönündeki hukuki argümanlarla yapılan itirazları kapsar. Bu hizmet, özellikle katalog suçlara dayalı tedbirlerin kaldırılması veya şüpheli aleyhine ağır sonuçlar doğurabilecek yanlış tipik değerlendirmenin düzeltilmesi bakımından önemlidir.
- Teknik takibe (CMK 135 vd.) karşı hukuki denetim ve itiraz
İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması gibi özel soruşturma yöntemlerinin uygulanması sırasında, CMK 135 ve devamı maddelerde belirtilen ölçülülük, gereklilik ve hukuka uygunluk ilkeleri çerçevesinde yapılan işlemlerin denetlenmesi ve hukuka aykırı tedbirlere karşı Sulh Ceza Hakimliği nezdinde itirazda bulunulması sürecini içerir. Müdafilik açısından iletişim özgürlüğünün korunması bakımından kritik önemdedir.
- Dijital delil toplama işlemlerine karşı hukuki müdahale
Elektronik cihazlar üzerinde yapılan inceleme, kopyalama, çözümleme ve analiz işlemlerinde delilin elde edilme biçiminin CMK’ya uygun olup olmadığının değerlendirilmesi; kişisel verilerin ihlali, orantısız veri toplama veya yetkisiz erişim gibi ihlallerin tespiti hâlinde delilin reddi yönünde girişimlerin yapılması hizmetidir. Bu süreçte siber uzman görüşleri ve bilişim hukuku bilgisi de kullanılabilir.
- CMK 172’ye göre verilen takipsizlik kararlarına karşı AYM’ye bireysel başvuru
Savcılık tarafından verilen “kovuşturmaya yer olmadığına dair karar”a karşı yapılan itirazın reddi hâlinde, mağdurun etkili başvuru hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunulması hizmetidir. Bu başvuru, CMK 173 süreci tüketildikten sonra yapılabilir ve adaletin yeniden tesisini amaçlar.
- Göçmen ve sığınmacılar için gözetim altında müdafilik
Yabancı uyruklu bireylerin, idari gözetim, sınır dışı etme veya ceza soruşturmalarına konu edilmeleri hâlinde; dil engeli, hukuki statü farkı ve kültürel dezavantajları gözetilerek, ifade alma ve savunma süreçlerinde uluslararası koruma normlarına uygun müdafilik yapılmasıdır.
- Ceza ve idari disiplin soruşturmalarının koordinasyonu
Kamu görevlileri, öğrenciler veya kurumsal çalışanlar hakkında aynı fiil nedeniyle hem ceza soruşturması hem de disiplin süreci başlatıldığında; bu süreçlerin çelişmemesi, hakların bütüncül biçimde korunması ve savunma stratejisinin her iki mecra için tutarlı yürütülmesi sağlanır. Disiplin soruşturmasında verilen kararların ceza dosyasına etkisi ve tersi yönlü etkileşimler de değerlendirilir.
- CMK m.40 uyarınca eski hâle getirme başvurusu
Ceza muhakemesi sürelerinin mücbir sebep veya haklı bir özür nedeniyle kaçırılması hâlinde, ilgilinin hak kaybına uğramaması için CMK m.40 gereğince eski hâle getirme başvurusunun hazırlanması ve sürecin takibi sağlanır. Özellikle itiraz, istinaf veya temyiz başvuru süreleri bakımından kritik sonuçlar doğurur.
- Sosyal medyada lekelenmeme hakkının korunması (içerik kaldırma)
Henüz hakkında ceza yargılaması başlamamış veya beraat etmiş kişilere ilişkin olarak, sosyal medya mecralarında kişilik haklarını ihlal edecek şekilde yer alan içeriklerin 5651 sayılı Kanun çerçevesinde kaldırılması ve arama motorlarından silinmesi için başvuru yapılmasıdır. Bu süreç Anayasa’daki “masumiyet karinesi” ve “özel hayatın gizliliği” ilkeleriyle de ilişkilidir.
- Kamu görevlileri için 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma izni takibi
Kamu görevlilerinin görevleri sırasında işlediği iddia edilen suçlara ilişkin olarak, savcılığın doğrudan soruşturma yapabilmesi için ilgili idari makamdan alınması gereken soruşturma izninin (4483 sayılı Kanun gereği) izlenmesi; izin verilmemesi hâlinde idari yargı yoluna başvurulması süreçlerini içerir.
KOVUŞTURMA EVRESİ HİZMETLERİ
- Asliye Ceza Mahkemelerinde sanık müdafiliği veya müşteki (suçtan zarar gören) vekilliği: Asliye Ceza Mahkemesi’nin görev alanına giren suçlara ilişkin yargılamalarda, sanık adına savunma hakkının etkin biçimde kullanılmasını teminen müdafilik ya da mağdur adına davaya katılmak üzere vekillik görevini üstlenerek davaya müdahil olunması, delillerin sunulması, tanıkların dinlenmesi ve tüm usuli işlemlerin takibi sağlanmaktadır.
- Ağır Ceza Mahkemelerinde sanık müdafiliği veya müşteki (suçtan zarar gören) vekilliği: 5235 sayılı Kanun uyarınca ağır ceza yargılamasına tabi suçlar bakımından, sanığın ceza sorumluluğunun tespiti ya da mağdurun haklarının korunması amacıyla ceza yargılamasında taraf sıfatıyla müdafilik veya vekillik yapılması, delillerin değerlendirilmesi, mahkeme huzurunda beyan sunulması ve hüküm sürecinde hukuki temsilin sağlanmasıdır.
- Duruşma stratejisi geliştirilmesi ve tanık sorgularının planlanması: Ceza muhakemesinde maddi gerçeğe ulaşma ve savunma hakkının etkin kullanımı açısından, duruşma öncesinde dosya analizi yapılarak olay örgüsüne uygun sorgu planı ve anlatı stratejisinin hazırlanmasıdır. Müdafi veya vekil sıfatıyla, tanıkların kronolojik, teknik ya da psikolojik kırılma noktalarına göre sorgulanması; çelişkilerin ortaya çıkarılması ya da beyanların güçlendirilmesi hedeflenir.
- Cezanın şahsileştirilmesi (TCK m.61) için son savunma başvurusu: Hüküm öncesi son aşamada, cezanın failin kişiliğine, sosyal geçmişine, suçu işleme saiki ve suçun işleniş biçimine göre takdiren hafifletilmesi için TCK m.61 kapsamında mahkemeye sunulan savunmadır. Bu aşamada, iyi hâl, pişmanlık, sosyal ilişkiler ve suçun doğurduğu sonuçlara dair kişiselleştirici unsurlar vurgulanır.
- Delillerin hukuka aykırılığına ilişkin itiraz: Ceza muhakemesinde “hukuka aykırı elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağı” kuralı çerçevesinde; arama, el koyma, dinleme, teknik takip gibi işlemlerde usule aykırılıklar varsa, bu delillerin dosyadan çıkarılması ve değerlendirme dışı bırakılması için mahkemeye yapılan itirazdır. Bu itiraz, adil yargılanma ilkesini koruma işlevi görür.
- Bilirkişi raporlarına itiraz sunulması: Mahkeme tarafından alınan bilirkişi raporunun eksik, hatalı veya taraflı olması hâlinde, yasal süre dahilinde rapora karşı itirazlarımızın mahkemeye sunulması işlemidir.
- Tutukluluğun orantısızlığına karşı periyodik itiraz ve tahliye başvurularının yapılması: Kovuşturma sürecinde devam eden tutukluluğun ölçülülük ilkesine aykırı hale gelmesini önlemek için periyodik ve gerekçeli tahliye taleplerinin hazırlanması, AYM ve AİHM kararlarıyla desteklenmesi.
- Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlerin (meşru müdafaa, zorunluluk hâli vb.) ileri sürülmesi: Sanığın davranışının hukuka aykırı olmadığına ya da kusurunun bulunmadığına ilişkin maddi olayların tespit edilerek mahkemenin takdirine sunulması, bu doğrultuda beraat ya da ceza indirimi sağlanması.
- Karar öncesi iddia makamının esas hakkındaki mütalaasına karşı gerekçeli savunma dilekçesi sunularak beraat veya ceza indirimi için son mütalaa hazırlanması: Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki mütalaasına karşı kapsamlı ve sistematik bir yazılı savunma sunularak mahkemenin hüküm verirken sanık lehine değerlendirme yapmasının sağlanması.
- Mağdurun vekili olarak ceza davasında katılma ve cezanın artırılması taleplerinin sunulması: Mağdurun veya suçtan zarar görenin haklarını temsilen kovuşturma sürecine katılınması, fail hakkında daha ağır cezanın uygulanmasını destekleyecek hukuki argümanların ileri sürülmesi.
- HAGB karanının talebi ve denetim süresinin takibi: Ceza Muhakemesi Kanunu m.231 kapsamında hükmün açıklanmasının geri bırakılması talebiyle, sanığın sabıkasızlığı, zarar telafisi, duruşmalardaki tutumu gibi kriterlerin sağlandığı gerekçelendirilerek mahkemeye sunulması ve kararın verilmesi hâlinde, denetim süresinde yükümlülüklere uygun davranılıp davranılmadığının izlenmesi hizmetidir.
- Taksirli suçlarda kusur indirimi sağlanması: Özellikle trafik kazası, iş kazası ve mesleki ihmal dosyalarında, failin kastı bulunmaksızın, yalnızca dikkatsizlik veya öngörülebilirliği ihlal ile suç işlendiği durumlarda; eylemin ağırlığına ve kusur derecesine göre cezada indirim sağlanması için savunma geliştirilmesidir. Teknik bilirkişi raporları bu süreçte sıkça kullanılır.
- Manevi tazminat taleplerinin çerçevesinde savunma veya vekillik: Ceza yargılamasına bağlı olarak müşteki tarafından ileri sürülen manevi tazminat taleplerine karşı sanık adına savunma yapılması ya da müşteki vekili sıfatıyla tazminat isteminde bulunulmasıdır. Suçun ağırlığı, zarar görenin durumu, sanığın ekonomik gücü ve toplumsal etkiler gibi unsurlar dikkate alınır.
- Rızanın ceza sorumluluğuna etkisinin belirlenmesi: Bazı suç tiplerinde (özellikle cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar, beden dokunulmazlığı, malvarlığına karşı suçlar) mağdurun açık ve bilinçli rızasının bulunması hâlinde ceza sorumluluğunun ortadan kalkıp kalkmadığı veya hukuki etki doğurup doğurmadığı tartışılır. Bu hizmet, rızanın geçerlilik şartlarını hukuki ve fiilî boyutuyla irdelemeyi içerir.
- Gizli tanık uygulamalarına itiraz: Gizli tanığın kimliğinin açıklanmaması, savunma hakkının sınırlandırılması anlamına gelebileceğinden; tanığın beyanlarının güvenilirliği, diğer delillerle desteklenip desteklenmediği ve hukuka uygun dinlenip dinlenmediği değerlendirilerek tanıklığın geçerliliğine itiraz edilir. Özellikle tek başına mahkûmiyetin dayanağı yapıldığı hâllerde bu hizmet kritik öneme sahiptir.
- Yabancı sanıklar için çeviri hakkının korunması: CMK m.202 uyarınca, Türkçe bilmeyen sanıkların savunma hakkının sağlıklı kullanabilmesi için tarafsız ve yeterli düzeyde tercüman atanması zorunludur. Bu hizmet, çevirinin doğruluğunun denetlenmesi, eksik/yanlış çeviri hâllerinde müdahale edilmesi ve gerektiğinde tercümanın değiştirilmesini talep etme süreçlerini kapsar.
- Tanık ve mağdur koruma tedbirlerine karşı müdahale: Ceza yargılamasında, tanık veya mağdurun beyanlarını baskı altında veya yönlendirilmiş biçimde vermesi riskine karşı uygulanan koruma tedbirlerine (örneğin gizli dinleme, ayrı salonda dinlenme) karşı, bu tedbirlerin ölçülü olup olmadığının denetlenmesi ve gerekirse itiraz edilmesi hizmetidir. Savunmanın etkili biçimde yürütülmesi açısından önemlidir.
- Medyada yargılamaya ilişkin önyargıyı önlemeye yönelik başvuru: Ceza davası sürecinde basın-yayın organlarında çıkan haberlerin sanığın lekelenmeme hakkını ihlal etmesi, adil yargılanmayı etkilemesi veya mahkeme nezdinde önyargı oluşturması hâlinde; medya kuruluşları, Basın Konseyi ve/veya mahkeme nezdinde içerik düzeltme, tekzip veya yayın yasağı taleplerinin ileri sürülmesidir.
- Şirket yöneticilerinin ceza sorumluluğunda kurumsal temsili: Tüzel kişiler hakkında doğrudan ceza sorumluluğu olmasa da, temsilcilerin fiilleri nedeniyle şirketin faaliyetinin durdurulması, malvarlığına el konulması gibi sonuçlar doğabilir. Bu hizmet, yönetici lehine ceza savunmasının yanında, şirketin kurumsal menfaatlerini koruyacak hukuki stratejilerin de geliştirilmesini içerir.
- Kamu görevlisinin görev suçlarında yetki itirazı ve ön izin takibi: Kamu görevlileri hakkında görevleri nedeniyle açılan ceza davalarında, 4483 sayılı Kanun çerçevesinde gerekli olan soruşturma izni alınmadan işlem yapılmışsa, yetki ve usul itirazı ileri sürülmesi; izin sürecinin eksikliği nedeniyle davanın düşmesi veya yargılamanın durdurulması taleplerinin hazırlanmasıdır.
- Uzun süren kovuşturmalarda makul sürede yargılanma hakkı ihlali iddiasının ileri sürülmesi: Dava sürecinin gereksiz yere uzatılması halinde, Anayasa’nın 36. maddesi ve AİHS madde 6 çerçevesinde makul sürede yargılanma hakkı ihlali savunmasının yapılması.
OLAĞAN KANUN YOLLARI HİZMETLERİ (İSTİNAF-TEMYİZ)
- İstinaf ve temyiz dilekçesi hazırlanması: Yerel mahkeme kararlarına karşı, 6100 sayılı HMK ve 5271 sayılı CMK hükümleri uyarınca üst dereceli mahkemelere yapılacak başvuruların esasını oluşturan istinaf ve temyiz dilekçelerinin hazırlanması hizmetidir. Bu dilekçelerde, hükmün maddi veya hukuki yönden denetlenmesini sağlayacak gerekçeli itirazlar, usul kurallarına uygun biçimde ve delil temelli olarak sunulur.
- Kararların gerekçesizliğine dayalı istinaf/temyiz başvurusu: Anayasa m.141, CMK m.34 ve AİHS m.6 uyarınca mahkeme kararlarının gerekçeli olması zorunludur. Hükmün dayanaklarının açıklanmadığı, sadece soyut ifadeler içerdiği veya çelişkili biçimde kurulduğu durumlarda, gerekçesizlik nedeniyle hukuka aykırılığın ileri sürülerek kararın kaldırılması veya bozulması talep edilir.
- Ceza zaman aşımına dayalı temyiz: Mahkemece verilen mahkûmiyet kararının, dava veya ceza zamanaşımı süresi içinde sonuçlandırılmaması hâlinde, CMK m.223 ve TCK m.66 çerçevesinde zamanaşımı nedeniyle davanın düşmesi gerektiğine dair temyiz başvurusunun hazırlanmasıdır. Bu itirazlar, özellikle uzun süren soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde önem taşır.
- Hatalı hukuki nitelendirme nedeniyle temyiz: Yerel mahkemenin, sabit kabul ettiği eylemi yanlış bir suç tipi kapsamında değerlendirmesi hâlinde; sanığın aleyhine sonuç doğuran bu hukuki hataya karşı CMK m.289/1-e kapsamında temyize gidilmesi mümkündür. Bu hizmet, cezanın haksız biçimde ağırlaştırıldığı veya failin sorumluluğunun yanlış şekilde belirlendiği hâllerde kullanılır.
- Temyizde lehe yasa uygulanması talebi: TCK m.7 gereğince, sanığın lehine olan kanun değişikliklerinin derhal uygulanması esastır. Yerel mahkemece daha sonra yürürlüğe giren lehe yasa dikkate alınmadan verilen hükümlere karşı, bu durumun tespiti ve uygulanması için temyiz başvurusu yapılmasıdır. Lehe yasanın belirlenmesinde kıyaslamalı analiz yapılır.
- İstinaf ve temyizde usul hatalarına dayalı başvuru: Mahkemenin usule ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmemesi (örneğin iddianamenin okunmaması, sanığın yokluğunda karar verilmesi, tanıkların dinlenmemesi) gibi durumlarda, CMK m.289’da sayılan veya içtihatlarla şekillenen usul ihlallerine dayanılarak üst mahkemeye başvuru yapılmasıdır.
- İstinaf aşamasında gerekçeli savunma dilekçesi: İlk derece mahkemesince verilen karara karşı yapılan istinaf başvurusu sonrasında, Bölge Adliye Mahkemesi’nce yeniden duruşma yapılması ya da dosya üzerinden karar verilmesi durumlarında, sanığın savunma haklarını korumak ve itiraz gerekçelerini detaylandırmak amacıyla yazılı savunma dilekçesi hazırlanmasıdır.
- CMK 289 kapsamındaki mutlak hukuka aykırılıkların ileri sürülmesi: Ceza Muhakemesi Kanunu m.289’da sayılan mutlak hukuka aykırılık hâllerine (örneğin doğal hâkim ilkesine aykırılık, savunma hakkının engellenmesi, hükmün yokluğunda kurulması) dayanılarak temyiz başvurusu yapılmasıdır. Bu başvurular, bozma sonucunu doğurabilecek niteliktedir ve temyiz merciince re’sen dikkate alınır.
- İstinaf/temyiz kararları sonrasında müvekkilin bilgilendirilmesi ve karar takibi: Üst mahkemeden gelen kararın içeriği, gerekçesi ve sonuçları konusunda müvekkilin yazılı veya sözlü olarak bilgilendirilmesi; kararın infaza etkisi, yeniden yargılama olasılığı veya anayasal başvuru yollarının değerlendirilerek sürecin yönlendirilmesi hizmetidir.
OLAĞANÜSTÜ KANUN YOLLARI HİZMETLERİ
- Yargılamanın yenilenmesi başvurusu (CMK m.311 vd.): Kesinleşmiş ceza yargılaması kararlarının, sonradan ortaya çıkan yeni delil veya hukuki durumlar nedeniyle yeniden incelenmesini mümkün kılan olağanüstü bir kanun yoludur. CMK m.311 vd. hükümleri uyarınca, beraat veya mahkûmiyet kararlarının, maddi gerçeğe aykırı şekilde tesis edildiği durumlarda, yargılamanın tekrarı talep edilebilir. Bu hizmet, yenileme sebeplerinin tespiti, başvurunun hazırlanması, kabulü hâlinde yeniden yargılama sürecinin takibi ve savunmanın yeniden yapılandırılmasını kapsar.
- Kanun yararına bozma başvurusu (CMK m.309): Kesinleşmiş bir ceza hükmünde açık ve bariz bir hukuka aykırılık bulunması hâlinde, sanık lehine veya aleyhine olmayacak şekilde hükmün bozulması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde yapılan başvurudur. Bu hizmet, kanun yararına bozma sebeplerinin belirlenmesi, dilekçenin hazırlanması ve sürecin takibi ile Yargıtay’a intikal ettirilmesine yönelik işlemleri içerir.
- AYM’ye bireysel başvuru (adil yargılanma hakkı ihlali, özgürlük ve güvenlik, adil yargılanma, makul süre vb.): Anayasa m.148 ve 6216 sayılı Kanun uyarınca, kamu gücü tarafından temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesi durumunda kişilerin bireysel başvuru hakkı bulunmaktadır. Bu kapsamda, ceza muhakemesi sürecinde makul sürede yargılanmama, gerekçesiz tutuklama, savunma hakkının engellenmesi gibi ihlallere karşı AYM’ye başvuru yapılır. Bu hizmet, başvuru dilekçesinin sistematik ve içtihatlara uygun biçimde hazırlanması, kabul edilebilirlik ve esas değerlendirmelerine ilişkin takip sürecini kapsar.
- AYM ihlal kararlarının uygulanmasının takibi: Anayasa Mahkemesi’nce verilen ihlal kararlarının uygulanması süreci, ilgili mahkeme ve idari makamlar nezdinde titizlikle takip edilmelidir. Bu hizmet, ihlal kararının ilgili yargı merciine bildirilmesi, yeniden yargılama talebinin sunulması, gerekirse infazın durdurulması ve kararın fiilen icrasına yönelik işlemleri içerir.
- AİHM’e başvuru (adil yargılanma hakkı ihlali, ifade özgürlüğü, işkence yasağı, özel yaşam vb.): Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki hakların, devlet tarafından ihlal edildiği ve iç hukuk yollarının tüketildiği hâllerde, bireyler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapabilir. Bu hizmet, başvurunun kabul edilebilirliği, zaman aşımı, mağdur sıfatı gibi şekli şartlara uygun olarak hazırlanması ve esas yönünden AİHM içtihatlarına dayandırılması sürecini içerir.
- İhlal kararına dayalı yeniden yargılama sürecinin yürütülmesi: AYM veya AİHM tarafından verilen ihlal kararları doğrultusunda, yargılamanın yenilenmesi veya kararın kaldırılması amacıyla yerel mahkeme nezdinde başvuruda bulunulması ve bu sürecin yeniden yapılandırılmış savunma stratejileriyle yürütülmesidir. Bu hizmet, ihlalin niteliğine uygun biçimde yeniden yargılama talebinin hazırlanmasını ve duruşma süreçlerinin izlenmesini kapsar.
- Gıyapta yargılanan sanık lehine yeniden yargılama (CMK m.311/1-g): Sanığın, savunma hakkını fiilen kullanmadığı ve hakkında yokluğunda hüküm kurulduğu durumlarda, CMK m.311/1-g uyarınca yargılamanın yenilenmesi talep edilebilir. Bu başlık, usule aykırı şekilde alınan kararların savunma hakkının ihlali temelinde yeniden yargılama ile giderilmesini hedefler.
- Delil olarak kullanılan gizli tanık beyanları nedeniyle yeniden yargılama: Gizli tanık beyanlarının, hükme esas tek delil olarak kabul edilmesi ya da savunma hakkının zedelenecek biçimde sınırlı incelenmesi durumlarında, yargılamanın yenilenmesi mümkündür. AİHM ve AYM içtihatları ışığında bu beyanların yargılamanın adil yürütülmesini engellediği gerekçesiyle yeniden yargılama talep edilir.
- Hatalı bilirkişi raporları nedeniyle yargılamanın yenilenmesi: Yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunun somut maddi hatalar içermesi veya gerçeğe aykırı şekilde hazırlanmış olması hâlinde, hükmün dayandığı bu raporun yanlışlığını ortaya koyacak yeni raporlarla yargılamanın yenilenmesi talep edilebilir. Bu hizmette yeni teknik veriler, uzman görüşleri ve karşı bilirkişi raporları kullanılır.
- Haksız tutukluluğa karşı tazminat davası (CMK m.141 vd.): Tutuklama, gözaltı veya mahkûmiyet gibi ceza muhakemesi tedbirlerinin hukuka aykırı şekilde uygulanması sonucu kişilerin uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini amacıyla Adalet Bakanlığı aleyhine açılan davalardır. Bu hizmet, CMK m.141 ve devamı maddeleri uyarınca tazminat talebinin hazırlanması, zararın belgelenmesi ve usule uygun olarak başvuru sürecinin yürütülmesini kapsar.
İNFAZ EVRESİ HİZMETLERİ
- İnfaz erteleme müracaatları ve takibi: Kesinleşmiş bir hapis cezasının infazına ilişkin olarak, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun uyarınca; sağlık, eğitim, ailevi sebepler ya da diğer hukuki nedenlerle infazın ertelenmesi talebinin hazırlanması ve infaz savcılığı nezdinde takip edilmesi sürecidir.
- Cezaevinde tutuklu ve hükümlü ziyaretleri yapılması: Tutuklu veya hükümlü şahısla ceza infaz kurumunda görüşme gerçekleştirilerek, dosya hakkında bilgilendirme yapılması, savunma stratejisinin belirlenmesi ve yargılama sürecine dair gelişmelerin aktarılması amacıyla gerçekleştirilen avukat görüşmeleri kapsamındadır.
- Açık cezaevine geçiş taleplerinin hazırlanması: 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve ilgili yönetmelikler çerçevesinde, kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlünün, koşulları sağladığı takdirde açık ceza infaz kurumuna geçirilmesi mümkündür. Bu hizmet, geçişe engel bir disiplin cezası veya yasal engel olup olmadığının tespiti, geçiş kriterlerinin karşılanıp karşılanmadığının değerlendirilmesi ve açık cezaevine nakil talebine ilişkin dilekçenin hazırlanmasını kapsar.
- Cezaevinde eğitim ve sosyal haklara erişim başvuruları: Hükümlü ve tutukluların, Anayasa ve uluslararası sözleşmeler uyarınca sahip oldukları eğitim hakkı, sosyal faaliyetlere katılım, mesleki beceri edinme, kitap temini ve dış dünya ile iletişim gibi haklara erişimi sağlamak amacıyla cezaevi idaresine veya infaz savcılığına yapılan başvurulardır. Bu hizmet, talep dilekçelerinin hazırlanması ve idari engellerin aşılması yönünde izlenecek hukuki sürecin planlanmasını içerir.
- Cezaevi disiplin cezalarına karşı infaz hâkimliğine başvuru: Ceza infaz kurumlarında hükümlü veya tutuklulara verilen disiplin cezalarının (örneğin ziyaretçi yasağı, etkinliklerden men, hücre cezası) hukuka uygunluğunun denetlenmesi amacıyla infaz hâkimliğine yapılan başvurudur. Bu hizmet, cezanın sebebi, usulü ve delil durumu yönünden değerlendirilmesi ve iptal talebinin hazırlanmasını kapsar.
- Denetimli serbestlik ihlali durumunda yeniden başvuru: Denetimli serbestlik sürecinde yükümlülüklere aykırı davranılması hâlinde cezanın kapalı infaza çevrilmesi mümkündür. Ancak ihlalin mazeretle açıklanabilir olması veya ihlalin giderilmesi durumunda, infaz savcılığına veya denetimli serbestlik müdürlüğüne yeniden başvuru yapılabilir. Bu hizmet, ihlalin niteliğine göre yeniden serbestlik tedbirine dönüş başvurusunun hazırlanmasını içerir.
- Konutta infaz başvurusu (hamile, yaşlı, hasta hükümlüler için): 5275 sayılı Kanun’un 105/A maddesi uyarınca; hamile, 65 yaşını aşmış, ağır hastalığı olan veya engelli hükümlüler için, belirli süreli hapis cezalarının konutta infaz edilmesi mümkündür. Bu hizmet, sağlık raporlarının toplanması, infaz savcılığına sunulacak başvurunun hazırlanması ve sürecin etkin takibini içerir.
- Ceza zaman aşımı nedeniyle infazın durdurulması: Mahkemece verilen ceza hükmünün belirli bir sürede infaz edilmemesi hâlinde cezanın zamanaşımına uğraması mümkündür. TCK m.68 ve ilgili infaz mevzuatı çerçevesinde, cezanın zamanaşımına uğradığının tespiti hâlinde infaz savcılığına başvurularak infazın durdurulması ve ceza kaydının silinmesi talep edilir. Bu hizmet, sürenin doğru hesaplanması ve gerekli başvuruların yapılmasını kapsar.
KARMA VE ÇOK AŞAMALI HİZMETLER
- Ceza soruşturmasına paralel açılmış tazminat veya disiplin soruşturmalarının koordinasyonu: Ceza soruşturması ile eş zamanlı yürütülen tazminat ve disiplin süreçlerinin birbirini etkilemeyecek şekilde yönetilmesini, olası çelişkili sonuçların önlenmesini ve müvekkil lehine en bütüncül savunma stratejisinin oluşturulmasını kapsar.
- Ceza soruşturmasının medya etkilerinin yönetimi (itibar koruma): Soruşturmanın medyaya yansımasının kişi veya kurum itibarı üzerindeki olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi amacıyla hukuki çerçevede bilgilendirme, yalan haberlerle mücadele ve iletişim stratejileri geliştirilmesini içerir.
- Ceza dosyasında kişisel verilerin Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında korunması: Soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde toplanan kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde ifşasının önlenmesi, verilerin yalnızca meşru amaçlarla işlenmesi ve veri sorumlularının denetimi için Kişisel Verilerin Korunması Kanunu hükümleri uyarınca başvuruların yapılmasıdır.
- Temel haklarla çatışan ceza normlarında AİHM standartlarına dayalı savunma: Ceza normunun ifade özgürlüğü, özel hayatın gizliliği veya mülkiyet hakkı gibi temel haklarla çatıştığı durumlarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları temelinde norm denetimi ve savunma stratejisi geliştirilmesidir.
- Şirketler için ceza soruşturmalarının ekonomik ve itibar etkilerine karşı risk danışmanlığı: Kurumsal yapılar açısından ceza soruşturmalarının operasyonel, finansal ve kamuoyundaki etkilerini azaltmaya yönelik proaktif danışmanlık hizmetlerinin sunulması ve kriz yönetimi stratejilerinin belirlenmesidir.
- Ceza yargılamasında içtihatlara aykırı kararların üst denetim yoluyla düzeltilmesi: İlk derece mahkemelerince verilen kararların yerleşik yüksek yargı içtihatlarına aykırı olması hâlinde, istinaf ve temyiz yollarıyla hukuka uygun karar elde edilmesi için başvuruların hazırlanması ve takibi hizmetidir.
- Nefret suçu ve ayrımcılık temelli davalarda mağdur vekilliği: Etnik köken, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, din veya engellilik temelli nefret suçlarında mağdurun etkin biçimde temsil edilerek haklarının korunması, tazminat ve yaptırım taleplerinin dile getirilmesidir.
- Suç eşyasının müsaderesi durumunda üçüncü kişi hak sahipliği başvuruları: Müsadere edilen malın üçüncü kişilere ait olduğunun iddia edildiği durumlarda, mülkiyet hakkı ihlaline karşı ilgili kişilerin haklarını ileri sürebilmesi için müsadere kararına itiraz süreçlerinin yürütülmesidir.
- Sanat, basın ve akademi alanında ifade özgürlüğüne dayalı ceza davalarında savunma: Sanatsal üretim, haber yapma veya akademik görüş açıklama faaliyetleri nedeniyle açılan ceza davalarında, ifade özgürlüğü odaklı ve AİHM içtihatlarıyla uyumlu savunma stratejilerinin geliştirilmesidir.
- Ceza yargılamasına dayalı işten çıkarma ve sosyal güvenlik etkilerine karşı hukuki destek: Ceza soruşturması veya mahkumiyetin iş akdine etkisi ile sosyal güvenlik hakları üzerindeki sonuçlarına karşı bireyin iş hukuku ve idare hukuku bağlamında korunmasına yönelik hukuki destek verilmesidir.
- Adli sicil ve arşiv kaydının silinmesi başvuruları: Hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş bireylerin, cezanın infazı sonrası kanunda öngörülen şartlar dahilinde adli sicil ve arşiv kayıtlarının silinmesi için gerekli hukuki başvuru ve takip süreçlerinin yürütülmesidir.
- Ölümle sonuçlanan olaylarda hem ceza hem tazminat sürecinin koordinasyonu: Ölümle sonuçlanan vakalarda, ceza soruşturması ve kovuşturması ile birlikte maddi ve manevi tazminat taleplerinin eş zamanlı ve uyumlu biçimde yürütülmesini sağlayan bütünleşik hukuki temsildir.
- Hatalı çeviri nedeniyle ifade hakkının ihlaline karşı yeniden yargılama: Ceza yargılamasında tercüme hataları sebebiyle sanığın savunma hakkının ihlal edilmesi durumunda, adil yargılanma hakkının sağlanması amacıyla yeniden yargılama talebinde bulunulmasıdır.
- Şikâyet süresinin kaçırılması hâlinde yenilik doğuracak başvuru yollarının araştırılması: Hak düşürücü sürenin geçirilmiş olması halinde olağanüstü kanun yolları, Anayasa Mahkemesi bireysel başvurusu veya AİHM başvurusu gibi alternatif hukuki yolların araştırılması ve başlatılmasıdır.
- İmar, çevre ve yapı mevzuatı kaynaklı ceza dosyalarında çok disiplinli savunma hazırlanması: İmar kirliliğine neden olma, çevrenin kirletilmesi veya ruhsatsız yapı suçu gibi teknik içeriği olan ceza dosyalarında şehir plancısı, çevre mühendisi gibi uzmanların katkısıyla oluşturulan savunma stratejilerinin ceza ve idari yollarla birlikte takibi.
- Ceza Soruşturmasında Fikri Mülkiyet Haklarının Korunması (Telif, Marka, Patent Suçları): Fikri mülkiyet haklarına ilişkin ceza hükümleriyle birlikte, fikri hakkın varlığına, ihlalin türüne ve sınırına ilişkin hukuk davası verileriyle desteklenen çok boyutlu vekillik ve danışmanlık hizmeti sunulması.
- Aynı Fiil Nedeniyle Açılmış Ceza, Hukuk ve İdari Davaların Stratejik Eşgüdümü: Örneğin bir trafik kazasında hem ceza davası, hem tazminat davası, hem de idari para cezası sürecinin eş zamanlı yürütüldüğü durumlarda; tüm dosyaların birbiriyle uyumlu takibi ve çapraz savunma imkanlarının kullanılması.
- Kolektif Protesto ve Toplantılara Katılım Nedeniyle Açılan Ceza Davalarında Hukuk-Toplum Eksenli Savunma: Toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılım, barışçıl eylemler ve protesto hakkı çerçevesinde açılan davalarda, anayasal hakların özünü koruyacak biçimde kamusal faydaya dayalı savunma kurulması.
- Aile İçi Şiddet Davalarında Ceza, Aile ve İdare Hukuku Süreçlerinin Entegre Temsili: 6284 sayılı Kanun, nafaka, velayet gibi özel hukuk süreçleriyle, ceza yargılamasının kesiştiği durumlarda; kadın, çocuk veya aile bireyi lehine eşgüdümlü, çok disiplinli savunma ve vekillik yapılması.
- Ceza Hukuku Kapsamında Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başvuru ve Süreç Takibi Hizmeti: Ceza yargılaması sürecinde müvekkilin kötü muamele, ayrımcılık veya temel hak ihlallerine maruz kalması hâlinde, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) nezdinde başvuru yapılması ve sürecin takibine yönelik hukuki hizmettir.
SUÇLAR VE CEZA DAVALARI
Türk Ceza Kanunu’nun sistematiği, ceza hukukunun genel ilkeleri ışığında kurgulanmış olup, kanunun bütünlüğü içerisinde suç ve ceza telâkkisinin temel esaslarını somutlaştırır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, üç kitap ve bu kitapların altında düzenlenen kısım, bölüm ve maddelerle yapılandırılmıştır. Birinci Kitap, "Genel Hükümler" mâhiyetinde olup, suçların unsurlarını, ceza sorumluluğunu, cezaların ve güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını düzenler. İkinci Kitap ise "Özel Hükümler" başlığını taşır ve spesifik suç tiplerini tek tek tasnif eder. Nihayet Üçüncü Kitap, "Son Hükümler"i içerir. Ceza hukuku açısından bu sistematik, hem teorik hem de uygulamaya yönelik bir işlev görmektedir. Şu hâlde, bu yapının detaylı bir tetkiki, hukukî yorum ve uygulamada isabeti artıracak niteliktedir.
TCK'nın Birinci Kitabı’nda yer alan hükümler, hangi eylemlerin suç teşkil edeceğini belirlemekle kalmaz; ceza hukukuna hâkim olan genel prensiplerin zeminini de inşa eder. Örneğin, kusur ilkesi, kast ve taksir ayrımı gibi kavramlar burada mâna kazanır. Bu noktada sorulması gereken ilk soru şudur: Bir fiilin suç olarak telâkki edilmesi için hangi esaslara uygun olması gerekir? Cevaben belirtmek gerekir ki, fiilin kanunilik, kusurluluk ve hukuka aykırılık ilkeleri doğrultusunda değerlendirilmesi şarttır. Aksi hâlde, keyfî suç tanımlamaları neticesinde hukuk devleti ilkesi ağır bir ihlâle uğrar. Nitekim Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kararlarında kanunilik ilkesinin mutlak korunmasına bilhassa vurgu yapmaktadır.
İkinci Kitap, suç tiplerini topluma, kişilere ve devlete karşı işlenen suçlar şeklinde kısımlar hâlinde düzenler. Suçlar; “Milletlerarası Suçlar”, “Kişilere Karşı Suçlar”, “Topluma Karşı Suçlar” ve “Devlete Karşı Suçlar” olarak sistematik bir sıraya tâbi tutulmuştur. Burada şu soruya yönelmek gerekir: Suçların bu şekilde sınıflandırılması, uygulamada nasıl bir imkân sağlar? Bilâkis, suçların sistematik ayrımı, ceza avukatı tarafından yapılacak savunmanın isabetini artırır; zira her suç kategorisi, farklı bir korunan hukukî değeri (hukukî yararı) işaret eder. Örneğin, kişilere karşı suçlar bireysel hakları korurken, devlete karşı suçlar kamu düzeninin muhafazasını hedefler. Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Daireleri ile Yargıtay içtihatları da, suçun mâhiyetine göre farklı yorum teknikleri geliştirmiştir.
Üçüncü Kitap, Kanun'un son hükümlerini barındırır. Burada yer alan yürürlük ve yürütme maddeleri, normlar hiyerarşisi açısından önem taşır. Ceza kanununun geçmişe etkisi, zaman bakımından uygulama ve normların çatışması hâlinde çözüm usulleri bu kısımda açıklığa kavuşturulmuştur. Halbuki uygulamada bu hükümlerin önemi ekseriyetle göz ardı edilmekte, lakin ceza hukukunun temel prensipleri ile çatışmanın önüne geçebilmek için bu hükümler dikkatle tetkik edilmelidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da, ceza normlarının belirliliği ve öngörülebilirliğinin önemi sürekli olarak vurgulanmakta, ceza hukukunda keyfiyetin önüne geçilmesi gerektiği belirtilmektedir.
Türk Ceza Kanunu’nun sistematiği, yalnızca kanun koyucunun teknik tercihlerinin bir sonucu olmayıp, aynı zamanda adâletin gerçekleşmesi için zorunlu bir yapı arz etmektedir. Şöyle ki, ceza yargılamasında suçun doğru vasıflandırılması, cezanın doğru tayini ve savunmanın etkin biçimde yürütülmesi, ancak bu sistematik bütünlük anlayışıyla mümkündür. Bu nedenle, bir ceza avukatının yalnızca maddi olayla değil, aynı zamanda ilgili normlar arasındaki ilişkiyi de doğru biçimde kavrayarak hareket etmesi zaruridir. Zira bu yaklaşım, hem bireysel adâletin hem de hukukî güvenliğin temininde esaslı bir rol oynamaktadır.
I-) ULUSLARARASI SUÇLAR
Uluslararası suçlar, insanlık vicdanını derinden yaralayan ve yalnızca mağdurların değil, tüm uluslararası toplumun hukuk düzenini ihlâl eden fiiller olarak telâkki edilir. Türk Ceza Kanunu’nda 76 ilâ 80. maddeler arasında düzenlenen bu suçlar; soykırım, insanlığa karşı suçlar, göçmen kaçakçılığı, insan ticareti ve örgüt suçu biçiminde tasnif edilmiştir. Bu suçlar, bilhassa ağır sonuçlar doğurdukları ve evrensel hukukî değerleri ihlâl ettikleri için, devletlerin ceza hukuku sistemlerinde özel düzenlemelere konu olmuşlardır. Zira soykırım ve insanlığa karşı suçlar, yalnızca bireylerin temel hak ve özgürlüklerine değil, insanlık ailesinin bütününe yönelmiş saldırılar mâhiyetindedir. Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti suçları ise, bireylerin onur ve özgürlüklerini hiçe sayarak, onları meta gibi kullanmaya yönelen fiilleri cezalandırma amacı güder. Bu suçlar bakımından hem millî hem uluslararası hukuk normlarının eşgüdümlü uygulanması gerektiği, Anayasa Mahkemesi ile AİHM içtihatlarında da vurgulanmakta olup, ceza avukatlarının bu çok katmanlı normatif yapıyı dikkate alarak savunma stratejileri geliştirmeleri icap etmektedir.
I.1-) Soykırım Suçu
Muayyen bir insan topluluğunu, millî, etnik, ırkî veya dinî kimliği nedeniyle kısmen veya tamamen yok etmek kastıyla işlenen fiiller bütünü olan soykırım suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 76. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, insanlık onuruna yönelik en ağır saldırı olarak telâkki edilmekte olup, uluslararası hukukun da jus cogens (emredici norm) karakterli hükümleri arasında kabul edilmektedir. Soykırım kapsamında; öldürme, ağır bedensel veya zihinsel zarar verme, yaşam koşullarını yok etmeye yönelik eylemler, doğumların önlenmesi gibi çeşitli fiiller düzenlenmiştir. Netice bakımından, failin bireysel mağdurlara yönelik kastı değil, muayyen bir grup bütününe yönelik yok etme kastı esastır. Şöyle ki, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da vurgulandığı üzere, soykırım suçunun tespiti hâlinde zamanaşımı işlememekte ve bu suçların kovuşturulması devletlerin yalnızca bir hakkı değil, bilâkis uluslararası yükümlülüğü olarak telâkki edilmektedir.
I.2-) İnsanlığa Karşı Suçlar
Bireylerin temel hak ve özgürlüklerine yönelik sistematik ve yaygın saldırılar mâhiyetinde olan insanlığa karşı suçlar, Türk Ceza Kanunu’nun 77. maddesinde ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Bu suçlar, bir sivil halka karşı devlet politikası veya örgütsel plan çerçevesinde gerçekleştirilen öldürme, soykırım, köleleştirme, işkence, cinsel saldırı, zorla kaybetme ve benzeri ağır ihlâllerle karakterize edilir. Burada önemli olan husus, tekil fiillerin varlığı değil, bilhassa bu fiillerin organize bir yapı tarafından sistematik biçimde ve yaygınlık arz ederek işlenmesidir. Bu bağlamda şu soruyu sormak gerekir: İnsanlığa karşı suçları diğer ağır suçlardan ayıran temel ölçüt nedir? Cevaben belirtmek gerekir ki, suçun ferdî saiklerden ziyade kolektif bir saldırının parçası olması ve mağdurların yalnız birey değil, insanlık ailesinin bir parçası olarak zarar görmesidir. Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da insanlığa karşı suçların zamanaşımına tabi olmadığı ve mutlak surette cezalandırılması gerektiği yönünde içtihatlar oluşmuştur.
I.3-) Örgütlü Suçlar
Bir suç işlemek amacıyla teşkilatlanmış yapılar aracılığıyla gerçekleştirilen eylemler mâhiyetinde olan örgütlü suçlar, Türk Ceza Kanunu’nun 78. maddesinde uluslararası boyutu olan suç örgütleri bakımından özel bir düzenlemeye tâbi tutulmuştur. Bu kapsamda, örgüt; hiyerarşik bir yapıya sahip, süreklilik gösteren, muayyen bir amaç doğrultusunda ve iş bölümü içinde faaliyet gösteren kişi topluluğu olarak telâkki edilir. Burada cevaplanması gereken önemli bir soru şudur: Örgüt suçu ile birlikte işlenen bireysel suçlar arasında nasıl bir mâna ve ilişki vardır? Şöyle ki, örgütün varlığı, işlenen her suçu ağırlaştırıcı bir sebep hâline getirir ve failin bireysel ceza sorumluluğunun yanında örgüt üyeliğinden doğan bağımsız bir mesuliyet da doğurur. Netice itibarıyla, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme veya örgüte üye olma fiilleri ayrıca cezalandırılır. Anayasa Mahkemesi ile AİHM içtihatlarında, örgüt suçlarının tanımında keyfî yorumlardan kaçınılması gerektiği bilhassa vurgulanmakta, suç ve cezanın belirli, öngörülebilir ve ölçülü olması gerektiği belirtilmektedir.
I.4-) Göçmen Kaçakçılığı Suçu
Başka ülke vatandaşlarının yasal olmayan yollarla bir ülkeden diğerine geçişine imkân sağlamak amacıyla gerçekleştirilen fiilleri kapsayan göçmen kaçakçılığı suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 79. maddesinde müstakil bir suç tipi olarak düzenlenmiştir. Bu suçun mâhiyeti, göçmenlerin rızası bulunmasına rağmen, onların içinde bulundukları zor durumdan istifade edilerek menfaat temin edilmesi suretiyle işlendiği gerçeğine dayanır. Şu soruyu sormak yerinde olacaktır: Göçmen kaçakçılığı suçu ile insan ticareti suçu arasındaki temel ayrım nedir? Cevaben ifade edilmelidir ki, göçmen kaçakçılığında esas olan, kişilerin sınırdan geçirilmesi ve bu hizmet karşılığında maddî bir çıkar sağlanmasıdır; bilâkis insan ticaretinde ise kişilerin iradesi cebir, tehdit veya hileyle baskı altına alınır ve sömürü amacı güdülür. Göçmen kaçakçılığı, kamu düzenine, ülke güvenliğine ve göçmenlerin hayat hakkına yönelik ciddi bir tehdit oluşturur. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında, devletlerin göçmen kaçakçılığına karşı etkin önleyici tedbirler almakla yükümlü oldukları açıkça ortaya konulmuştur.
I.5-) İnsan Ticareti Suçu
Kişilerin zorla çalıştırılmak, cinsel istismara uğratılmak, organlarının alınması veya benzeri sömürü amaçlarıyla cebir, tehdit, hile, güç kullanımı veya çaresizlikten yararlanılarak temin edilmesi, devredilmesi veya alıkonulması fiilleri mâhiyetinde olan insan kaçakçılığı suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 80. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, bilhassa mağdurun iradesinin sakatlanması suretiyle insan onuruna ve özgürlüğüne ağır şekilde müdahâlede bulunulması sebebiyle, uluslararası ceza hukukunda da en ağır suçlar arasında telâkki edilir. İnsan ticareti suçunda mağdurun rızası cezaî sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Zira mağdurun rızası, iradesinin özgür biçimde oluşmadığı hâllerde hukuk düzeni bakımından mâna ifade etmez; bilâkis mağdurun içinde bulunduğu zorlayıcı şartlar, failin sorumluluğunu ağırlaştırır. Bu suç hem bireysel hak ihlâllerine hem de toplum düzenine yönelik ciddi bir tehdit oluşturur. Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında, devletlerin insan ticareti ile etkin mücadele yükümlülüğü bulunduğu ve mağdurların korunması için pozitif önlemler alınması gerektiği hususu bilhassa vurgulanmıştır.
II-) KİŞİLERE KARŞI SUÇLAR
Türk Ceza Kanunu'nun İkinci Kitap, İkinci Kısmı'nda düzenlenen "Kişilere Karşı Suçlar", bireylerin temel hak ve özgürlüklerine yönelen saldırıları konu edinir ve insan onurunu koruma amacı güder. Bu suçlar, insan yaşamı, beden bütünlüğü, cinsel dokunulmazlık, hürriyet, şeref ve özel hayat gibi kişisel değerlere karşı işlenen fiilleri kapsamaktadır. Bölüm sistematik olarak; hayata karşı suçlar, vücut dokunulmazlığına karşı suçlar, işkence ve eziyet, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar, hürriyete karşı suçlar, şerefe karşı suçlar ve özel hayata karşı suçlar şeklinde sınıflandırılmıştır. Ceza hukukunun birey merkezli yapısı göz önüne alındığında, bu düzenlemelerin mâhiyeti, bireyin yalnızca fizikî varlığını değil, sosyal kimliğini ve kişisel mahremiyetini de koruma işlevi görmektedir. Şöyle ki, Anayasa Mahkemesi kararlarında kişilik haklarına yönelik ihlâllerin yalnız bireysel değil, demokratik toplum düzenine yönelik bir tehdit oluşturduğu bilhassa vurgulanmıştır.
Kişilere karşı suçların her biri, kendine özgü bir korunan hukukî değer temelinde tanımlanmıştır. Örneğin kasten öldürme suçu, hayat hakkını; kasten yaralama suçu, beden bütünlüğünü; cinsel saldırı ve istismar suçları ise cinsel dokunulmazlığı koruma amacına yöneliktir. Burada şu soruyu sormak gerekir: Kişilere karşı suçlar arasında sınıflandırma yapılmasının ceza hukuku bakımından önemi nedir? Cevaben ifade edilmelidir ki, bu sınıflandırma, suçların unsurlarının doğru yorumlanmasına, ceza tayininde ölçülülük ilkesinin uygulanmasına ve özellikle ceza avukatı tarafından yapılacak savunmanın stratejik olarak doğru inşasına imkân sağlar. Halbuki suçların türüne göre farklı korunan yararların göz ardı edilmesi, adâletin tesisini güçleştirir. Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Daireleri içtihatlarında, her suç tipinin kendi bünyesinde tetkik edilmesi gerektiği yönünde yerleşik bir yaklaşım oluşmuştur.
Kişilere karşı suçlar bölümü, ceza hukukunun insan odaklı yapısının somut bir tezahürüdür. Bu bağlamda, ceza yargılaması sürecinde suçun türüne göre yapılacak değerlendirme, yalnızca cezaî sorumluluğun tespiti için değil, aynı zamanda mağdur haklarının korunması bakımından da zarurîdir. Ceza avukatının, kişilere karşı suçlarda savunma ve müdafaa görevini ifa ederken, hem millî normları hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin insan haklarına dayalı yaklaşımını dikkate alarak hareket etmesi gerekir. Bilhassa hayat hakkı, işkence yasağı ve özel hayatın korunması gibi mutlak nitelikteki hakların ihlâli söz konusu olduğunda, savunma stratejisinin bu hakların uluslararası mâhiyeti çerçevesinde titizlikle kurgulanması elzemdir. Böylelikle hem bireysel adâletin hem de toplumsal güven duygusunun pekiştirilmesi mümkün olacaktır.
II.1-) HAYATA KARŞI SUÇLAR:
Hayata karşı suçlar, bireyin yaşam hakkını doğrudan hedef alan ve insan varlığının devamını tehdit eden fiiller mâhiyetindedir; Türk Ceza Kanunu’nda kasten öldürme, kasten öldürmenin nitelikli halleri ve taksirle öldürme şeklinde düzenlenmiştir. Bu suçlarda korunan hukukî değer, insan hayatı olup, ceza hukukunda mutlak bir korunma alanına sahiptir. Şu sorunun sorulması yerinde olacaktır: Hayata karşı suçlarda failin kastı ile taksir arasındaki fark cezaî sorumluluğu nasıl etkiler? Cevaben belirtmek gerekir ki, kasten öldürmede failin ölüm neticesini bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesi gerekirken; taksirle öldürmede, dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâli söz konusu olur ve netice istenmeden meydana gelir. Netice itibarıyla, bu ayrım cezanın tayininde belirleyici rol oynar. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da, yaşam hakkının ihlâli hâlinde devletin etkin soruşturma yükümlülüğü bulunduğu bilhassa vurgulanmış, devletlerin hem bireylerin yaşama hakkını korumak hem de ihlâl durumunda etkili bir cezaî süreç işletmek zorunda olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle ceza avukatının, hayata karşı suçlara ilişkin savunma geliştirirken yalnızca maddî olguları değil, olayın tüm hukukî boyutlarını tetkik etmesi ve bilhassap kast veya taksir ayrımına dayalı bir değerlendirme yapması zaruridir.
II.1.1-) Kasten Öldürme Suçu:
Bir insanın hayatına, bilerek ve isteyerek son verilmesi fiilini ifade eden kasten öldürme suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 81. maddesinde temel şekliyle düzenlenmiştir. Bu suçta failin kastı, ölüm sonucunu doğuracak hareketi bilerek gerçekleştirme ve bu neticeyi isteme iradesini kapsar. Her öldürme fiili kasten öldürme olarak mı telâkki edilir? Kasten öldürme suçunda, ölüm neticesine yönelik doğrudan kastın varlığı aranır; şayet failin amacı başka iken ölüm neticesi gerçekleşmişse, bu hâlde olası kast veya taksir hükümleri gündeme gelir. Kasten öldürme suçu ağır bir insan hakları ihlâli oluşturur ve yaşam hakkını koruma bakımından ceza hukukunun en katı müeyyidelerini içerir. Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da yaşam hakkının mutlak nitelikte olduğu ve kasten yaşamdan yoksun bırakma eylemlerinin devletin etkili yargısal mekanizmaları harekete geçirme yükümlülüğünü doğurduğu bilhassa vurgulanmaktadır.
II.1.2-) Kasten Öldürmenin Nitelikli Halleri:
Kasten öldürmenin nitelikli halleri, failin işlediği öldürme fiilinin belirli ağırlaştırıcı unsurlar taşıması hâlinde daha ağır cezalandırılmasını öngören düzenlemeler olup, Türk Ceza Kanunu’nun 82. maddesinde ayrıntılı şekilde gösterilmiştir. Söz konusu nitelikli hâller; tasarlayarak, canavarca hisle veya eziyet çektirerek, yangın, su baskını, tahrip, bombalama gibi genel tehlike yaratabilecek araçlarla, üstsoy veya altsoya, eşe ya da kardeşe karşı, kamu görevi nedeniyle, çocuk ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak kişiye karşı işlenmesi gibi durumları kapsamaktadır. Şu soruyu sormak gerekir: Nitelikli hâllerin varlığı ceza hukukunda nasıl bir mâna ifade eder? Bu haller failin eylemini daha ağır bir sosyal tehdit hâline getirdiğinden, ceza normlarına binâen daha yüksek bir müeyyide, yani ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası öngörmüştür. Netice itibarıyla, nitelikli kasten öldürme suçunda hem fiilin işleniş şekli hem de mağdurun statüsü gibi unsurlar, cezanın belirlenmesinde esaslı bir rol oynamaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da yaşam hakkına yönelik ağır saldırıların etkili soruşturulması ve cezalandırılması gerektiği bilhassa vurgulanmıştır.
II.1.3-) Taksirle Öldürme:
Taksirle öldürme suçu, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranış sonucu, istenmeyen şekilde bir insanın ölümüne sebebiyet verilmesi hâlini ifade eder ve Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suçun mâhiyeti, failin doğrudan bir öldürme kastı taşımaması, ancak tedbirsizlik, dikkatsizlik, meslek ve sanatta acemilik ya da gerekli kurallara uymama suretiyle ölüm neticesine neden olması esasına dayanır. Şu soruyu sormak yerinde olacaktır: Taksirle öldürme suçunda ceza tayininde hangi unsurlar belirleyici rol oynar? Cevaben belirtmek gerekir ki, neticenin ağırlığı, birden fazla kişinin ölümü veya birden fazla kişinin yaralanması gibi ağırlaşmış sonuçlar, cezanın artırılmasında etkili olur; bilâkis basit taksir hâllerinde daha hafif cezalar uygulanır. Netice itibarıyla, bu suç tipi, bireyin yaşam hakkının ihlâliyle sonuçlanan, fakat kast unsurundan yoksun ihmalî davranışlar bakımından ceza hukukunun müdahâlesini gerekli kılar. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da yaşam hakkının ihlâline yol açan olaylarda etkin, hızlı ve kapsamlı bir ceza soruşturması yapılmasının devletin pozitif yükümlülüğü olduğu bilhassa vurgulanmıştır.
II.2-) VÜCUT DOKUNULMAZLIĞINA KARŞI SUÇLAR:
Vücut dokunulmazlığına karşı suçlar, bireyin beden bütünlüğü ve sağlık hakkı üzerinde sahip olduğu kişisel dokunulmazlığı koruma amacına yönelik olup, Türk Ceza Kanunu’nda kasten yaralama, neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama ve taksirle yaralama fiilleriyle düzenlenmiştir. Bu suçların mâhiyeti, bireyin fiziksel bütünlüğüne yönelik her türlü hukuka aykırı müdahâleyi önlemeye yöneliktir. Şu soruyu sormak gerekir: Kasten yaralama ile taksirle yaralama arasında cezaî mesuliyet bakımından nasıl bir fark bulunmaktadır? Cevaben belirtmek gerekir ki, kasten yaralamada failin doğrudan bir zarar verme iradesi mevcutken, taksirle yaralamada zarar neticesi, özen ve dikkat yükümlülüğünün ihlâli sonucu meydana gelir. Netice itibarıyla, vücut dokunulmazlığına yönelik suçlar, hem fiziksel hem de ruhsal zararları kapsamakta olup, mağdurun uğradığı zarar derecesine göre farklı cezaî müeyyidelere tâbi tutulmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da bireyin bedensel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasının insan onurunun ayrılmaz bir parçası olduğu bilhassa vurgulanmış, devletin bu hakkı koruma ve ihlâlleri etkili biçimde soruşturma yükümlülüğü bulunduğu belirtilmiştir.
II.2.1-) Kasten Yaralama:
Halk arasında yaygın şekilde “darp etme” tabiriyle tanımlanan şiddet fiili, ceza hukukunda kasten yaralama olarak tanımlanmıştır. Türk Ceza Kanunu m. 86 hükmü, kasten yaralama suçunu düzenlemiştir. Bu maddenin birinci fıkra hükmüne göre, kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacaktır denilmektedir. Kasten yaralama suçu, bir kimsenin vücut bütünlüğüne veya sağlığına bilerek ve isteyerek zarar verilmesi fiilini ifade eder. Bu suçta fail, mağdurun bedensel veya ruhsal sağlığında bir bozulma meydana getirmeyi kastetmekte olup, fiilin ağırlığına göre basit veya nitelikli yaralama ayrımı yapılır. Şu soruyu sormak gerekir: Mağdurda meydana gelen her fiziksel müdahâle kasten yaralama olarak mı telâkki edilir? Cevaben belirtmek gerekir ki, yaralamanın varlığı için mağdurun sağlığının veya beden bütünlüğünün ihlâl edilmesi gerekir; basit tıbbî müdahâleyle giderilebilecek zararlar bakımından daha hafif cezalar öngörülmüştür. Netice itibarıyla, kasten yaralama suçunda eylemin niteliği, mağdurun uğradığı zarar ve failin kast derecesi, cezaî sorumluluğun tespitinde belirleyici unsurlar arasındadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da, bireyin vücut dokunulmazlığının mutlak bir şekilde korunması gerektiği ve bu hakkın ihlâlinde etkili yargısal mekanizmaların işletilmesinin zorunlu olduğu bilhassa vurgulanmıştır.
II.2.2-) Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Yaralama:
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama, kasten gerçekleştirilen yaralama fiilinin, failin öngörmediği fakat hukuken yükümlü tutulduğu daha ağır bir sonuca yol açması hâlini ifade eder ve Türk Ceza Kanunu’nun 87. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç tipinde fail, mağduru yaralamak kastıyla hareket etmişken, fiilin neticesinde mağdurun duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflaması, konuşma, çocuk yapma yeteneklerinin kaybı, yüzünde sabit iz kalması veya yaşamını tehlikeye sokacak bir duruma düşmesi gibi ağır sonuçlar meydana gelir. Burada şu soruyu sormak gerekir: Fail ağır sonucu öngörmemişse de ağır neticeden sorumlu tutulur mu? Cevaben ifade edilmelidir ki, Türk Ceza Hukuku binâen ağır neticenin doğması hâlinde fail, bu sonucu öngörmese dahi kasten yaralama fiilinden sorumlu olur ve neticeye göre daha ağır bir cezaya çarptırılır. Netice itibarıyla, mağdurun uğradığı zarar somut olarak değerlendirilir ve cezanın artırılmasına sebep olur. Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da bireyin bedensel bütünlüğüne yönelik ağır müdahâlelerin etkili şekilde soruşturulması ve mağdurun korunması gerektiği bilhassa vurgulanmıştır.
II.2.3-) Taksirle Yaralama:
Taksirle yaralama suçu, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranış sonucu, failin istemediği bir şekilde bir başkasının vücut dokunulmazlığının ihlâl edilmesi mâhiyetindedir ve Türk Ceza Kanunu’nun 89. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suçta failin kastı bulunmamakta, bilâkis kusurlu hareketi neticesinde mağdurun bedensel veya ruhsal sağlığında bir bozulma meydana gelmektedir. Şu soruyu sormak gerekir: Taksirle yaralamada failin sorumluluğu hangi esaslara binâen belirlenir? Cevaben ifade edilmelidir ki, failin davranışı ile mağdurun uğradığı zarar arasında uygun illiyet bağı bulunmalı ve failin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareketi bu neticeyi doğurmalıdır. Netice itibarıyla, mağdurun maruz kaldığı zararın derecesine göre cezada artırım yapılabilir; birden fazla kişinin yaralanması veya mağdurun yaşamsal tehlike geçirmesi gibi hâllerde ceza daha da ağırlaşır.
II.2.4-) İnsan Üzerinde Deney:
Türk Ceza Kanunu’nun 90. maddesi, insan üzerinde deney suçunu düzenler ve bireylerin rızası olmadan veya hukuka aykırı şekilde insan üzerinde yapılan deneyleri cezalandırır. Bu maddeye göre, bilimsel araştırmalar ve deneyler, ilgili kişinin özgür iradesiyle ve bilgilendirilmiş şekilde verdiği açık rızasıyla gerçekleştirilebilir. Ancak bu deneylerin insan sağlığı üzerinde ciddi bir risk taşımaması ve bilimsel yöntemlere uygun olması şarttır. Aksi durumda, insan üzerinde deney yapan kişiler, mağdurun zarar görüp görmediğine bağlı olarak değişen oranlarda hapis cezasıyla cezalandırılır. Eğer deney sonucu ölüm gerçekleşirse, fail daha ağır bir ceza ile karşı karşıya kalır. Bu düzenleme, insan onurunu ve vücut dokunulmazlığını korumayı amaçlar.
II.2.5-) Organ ve Doku Ticareti:
Türk Ceza Kanunu’nun 91. maddesi, organ ve doku ticareti suçunu düzenler ve kişilerin organ veya dokularını hukuka aykırı yollarla temin etmeyi, satmayı, satın almayı veya aracılık etmeyi yasaklar. Maddeye göre, organ veya doku alım-satımı yalnızca ilgili yasal düzenlemelere uygun şekilde, kişilerin özgür iradeleriyle ve resmi izinler çerçevesinde gerçekleştirilebilir; bunun dışındaki her türlü işlem suç teşkil eder. Bu suçu işleyenler ciddi hapis cezalarıyla cezalandırılırken, suçun örgütlü şekilde işlenmesi veya mağdurun rızasının bulunmaması gibi ağırlaştırıcı durumlarda ceza artırılır. Madde, insan vücudunun ticari bir meta haline getirilmesini önlemeyi ve bireylerin vücut bütünlüğünü korumayı hedefler.
II.3-) İŞKENCE VE EZİYET SUÇLARI:
İşkence ve eziyet suçları, bireyin insan onuruna ve vücut dokunulmazlığına yönelik ağır ihlâller mâhiyetinde olup, Türk Ceza Kanunu’nun 94. ve 96. maddelerinde düzenlenmiştir. İşkence suçu, kamu görevlisinin veya onun bilgisi ve gözetimi dahilinde hareket eden kişinin, bir kimseye insan onuruyla bağdaşmayan şekilde acı, ıstırap veya aşağılayıcı muamelede bulunmasıyla oluşur; eziyet suçu ise bu ağır muameleyi kamu görevlisi sıfatı olmaksızın herhangi bir kişinin sistematik biçimde gerçekleştirdiği fiilleri kapsar. Şu soruyu sormak gerekir: İşkence ile eziyet arasında ceza hukuku bakımından nasıl bir ayrım vardır? Cevaben belirtmek gerekir ki, işkencede failin kamu görevlisi olması şart iken, eziyet suçu herkes tarafından işlenebilecek ve daha düşük yoğunlukta sistematik kötü muameleyi kapsayan bir suçtur. Netice itibarıyla, her iki suç tipi de mağdurun fiziksel veya psikolojik varlığına ağır zararlar veren eylemleri hedef almakta ve toplum düzenini doğrudan tehdit etmektedir. Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında, işkence ve kötü muamele yasağının mutlak nitelikte olduğu, herhangi bir istisnaya tabi tutulamayacağı ve bu tür ihlâllerin derhâl ve etkili bir şekilde soruşturulmasının devletin pozitif yükümlülüğü olduğu bilhassa vurgulanmıştır.
II.3.1-) İşkence:
İşkence suçu, bir kişiye insan onuruyla bağdaşmayan şekilde acı, ıstırap veya aşağılayıcı davranışlarda bulunulması hâlinde oluşan ağır bir insan hakları ihlâli olup, Türk Ceza Kanunu’nun 94. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suçun en belirgin özelliği, failin kamu görevlisi olması veya kamu görevlisinin bilgisi ve gözetimi altında hareket edilmesidir; böylece mağdur üzerinde sistematik bir şekilde fiziksel ya da psikolojik baskı kurulması söz konusudur. Şu soruyu sormak gerekir: İşkence suçunda kamu görevlisinin varlığı neden cezaî sorumluluğu ağırlaştırır? Cevaben belirtmek gerekir ki, kamu görevlisi sıfatı, bireyin devlete duyduğu güveni kötüye kullanarak mağdura zarar verilmesi anlamına geldiği için, hukukî telâkkide işkence suçu daha ağır ve nitelikli bir ihlâl olarak değerlendirilir. Netice itibarıyla, işkence yasağı mutlak niteliktedir; savaş, olağanüstü hâl veya herhangi başka bir gerekçe ile haklı gösterilemez.
II.3.2-) Eziyet:
Eziyet suçu, bir kimsenin bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama yeteneğinin etkilenmesine ya da aşağılanmasına yol açacak şekilde sistematik kötü muamelede bulunulması hâlini ifade eder ve Türk Ceza Kanunu’nun 96. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suçun işkence suçundan farkı, failin kamu görevlisi olmasının şart olmaması ve daha geniş bir failler grubunu kapsamasıdır; bilhassa aile içinde, işyerinde veya özel ilişkilerde sistematik nitelik taşıyan eziyet fiilleri bu kapsamda değerlendirilir. Şu soruyu sormak gerekir: Eziyet suçunda cezaî sorumluluğu ağırlaştıran unsurlar nelerdir? Cevaben ifade edilmelidir ki, mağdurun beden veya ruh sağlığında kalıcı bir zarar meydana gelmesi ya da mağdurun özel durumunun (çocuk, engelli, savunmasız kişi olması gibi) kötüye kullanılması cezayı ağırlaştırıcı nitelikte telâkki edilir. Netice itibarıyla, eziyet suçu mağdurun kişilik haklarına yönelik ağır ve sürekli ihlâlleri kapsamakta, bireyin temel hak ve özgürlüklerinin korunmasını zorunlu kılmaktadır.
II.4-) KORUMA, GÖZETİM, YARDIM VEYA BİLDİRİM YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜN İHLÂLİ:
Koruma, gözetim, yardım veya bildirim yükümlülüğünün ihlâli suçları, bireylerin başkalarının hayatı ve sağlığı üzerindeki koruma sorumluluklarını yerine getirmemeleri durumunda oluşur. Bu bölümde, bilhassa kendisine emanet edilen kişileri koruma yükümlülüğü bulunanların bu görevlerini ihmal etmeleri, tehlike altında olan kişilere yardım etmemeleri veya bir suçu ya da ciddi bir tehlikeyi yetkili mercilere bildirmemeleri cezalandırılır. Kanun, kişilerin sadece kendi davranışlarından değil, koruma ve yardım yükümlülüklerinden doğan pasif ihmallerinden de sorumlu tutulabileceğini açıkça ortaya koyar. Amaç, toplumda karşılıklı dayanışmayı teşvik etmek ve başkalarının yaşamı ile sağlığına yönelik tehlikelerin önlenmesini sağlamaktır.
II.4.1-) Terk Suçu:
Türk Ceza Kanunu’nun 97. maddesi, terk suçunu düzenler ve bakıma, korumaya veya gözetmeye muhtaç bir kişiyi, bu yükümlülüğü bulunan kimsenin kendi haline bırakmasını cezalandırır. Bu suç, özellikle çocuklar, yaşlılar, hastalar ve engelliler gibi kendilerini koruma imkânı olmayan bireylerin, kendilerine bakmakla yükümlü kişiler tarafından terk edilmesi durumunda oluşur. Terk edilen kişinin yaşamı veya sağlığı bu durumdan olumsuz etkilenirse, fail daha ağır ceza alır. Madde, toplumda en korunmasız bireylerin güvenliğini sağlamayı ve onları mesuliyet sahibi kişilerin keyfi tutumlarına karşı korumayı amaçlar.
II.4.2-) Yardım veya Bildirim Yükümlülüğünün Yerine Getirilmemesi Suçu
Yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanunu’nun 98. maddesi, bireylerin, hayatı veya sağlığı ciddi tehlike içinde bulunan bir kişiye yardım etme yükümlülüğünü veya durumu yetkili mercilere bildirme zorunluluğunu ihlâl etmeleri halinde cezaî sorumluluklarını ortaya koymaktadır. Bu suç tipi, bireylerin, yardım edebilecek durumda olmalarına rağmen makul ölçülerde yardımda bulunmaktan kaçınmaları ya da yetkililere haber vermemeleri durumunda oluşur. Kanun, kişilerin başkalarının yaşam ve sağlık bütünlüğüne yönelik tehditlere kayıtsız kalmamasını bir hukukî ödev haline getirerek, toplumda dayanışma ve mesuliyet bilincinin güçlendirilmesini hedeflemektedir. Suçun oluşumu için yardımın kişinin kendi hayatını veya sağlığını tehlikeye atmaksızın mümkün olması gereklidir; aksi takdirde yükümlülüğün ihlâli söz konusu olmaz.
II.5-) ÇOCUK DÜŞÜRTME, DÜŞÜRME VEYA KISIRLAŞTIRMA SUÇLARI
Türk Ceza Kanunu’nda "Çocuk Düşürtme, Düşürme veya Kısırlaştırma" başlığı altında düzenlenen suçlar, bireyin vücut dokunulmazlığına, üreme hakkına ve yaşam hakkına yönelik ağır müdahâleleri cezalandırmaktadır. Bu kapsamda, rızası olmaksızın veya hukuka aykırı şekilde bir kadının çocuğunun düşürtülmesi ya da kasten düşük yaptırılması, ayrıca bir kimsenin kısırlaştırılması suç olarak tanımlanmıştır. Kanun, gebeliğin sonlandırılmasına veya bireyin üreme yeteneğinin ortadan kaldırılmasına yalnızca kanunun izin verdiği sınırlar içinde ve ilgili kişilerin rızası alınarak müdahâle edilebileceğini öngörmektedir. Rıza aranmaksızın veya kanuni koşullara uyulmadan gerçekleştirilen müdahâlelerde, faile ağır hapis cezaları öngörülmekte olup, mağdurun zarar görmesi veya ölüm gibi neticelerin doğması halinde cezalar daha da ağırlaştırılmaktadır. Bu düzenlemeler, bireylerin üreme haklarının ve bedensel bütünlüklerinin korunmasını, aynı zamanda tıbbî müdahâlelerde etik ve hukukî sınırların gözetilmesini sağlamayı amaçlamaktadır.
II.5.1-) Çocuk Düşürtme Suçu:
Çocuk Düşürtme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 99. maddesinde düzenlenmiş olup, gebe bir kadının rızası olmaksızın ya da yasal şartlara aykırı şekilde gebeliğin sonlandırılmasını cezaî yaptırıma bağlamaktadır. Bu suç tipi, bilhassa annenin sağlığı tehlikede olmadığı veya gebeliğin hukukî sınırlar içinde sona erdirilmediği hallerde yapılan müdahâleleri hedef almaktadır. Maddede, kadının rızası olmaksızın çocuğun düşürtülmesi daha ağır bir suç olarak kabul edilmiş; failin ağır hapis cezası ile cezalandırılması öngörülmüştür. Ayrıca, gebeliğin belli bir süreden sonra (genellikle on haftalık yasal sürenin aşılması halinde) yapılan düşüklerde, rıza bulunsa dahi fiilin suç teşkil edeceği kabul edilmiştir. Bu hüküm, insan yaşamının başlangıcına saygı gösterilmesini sağlamak, kadının vücut dokunulmazlığını korumak ve tıbbî uygulamaların hukuk devleti ilkelerine uygun yürütülmesini temin etmek amacıyla ihdas edilmiştir.
II.5.2-) Çocuk Düşürme Suçu:
Çocuk düşürme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 100. maddesinde düzenlenmiş olup, gebe bir kadının, kendi isteğiyle gebeliğini hukuka aykırı şekilde sona erdirmesi fiilini cezaî yaptırıma bağlamaktadır. Bu madde kapsamında, kadının kendi iradesiyle ve tıbbî ya da hukukî bir zorunluluk bulunmaksızın gebeliği sonlandırması suç teşkil etmekte ve fail olarak doğrudan kadının kendisi sorumlu tutulmaktadır. Kanun koyucu, gebeliğin korunmasını ve insan yaşamının başlangıç noktasına saygı gösterilmesini temel bir değer olarak kabul etmiş; bu nedenle, yasal izinler ve süreler dışında gerçekleştirilen her türlü düşük fiilini cezalandırmayı öngörmüştür. Suçun oluşabilmesi için gebeliğin muayyen bir evresine ulaşmış olması aranmaz; önemli olan, gebeliğin hukuka aykırı ve rıza ile sonlandırılmasıdır. Bu düzenleme, hem bireyin kendi vücut bütünlüğü üzerinde sınırsız tasarruf yetkisi olmadığını vurgulamakta hem de kamusal düzenin ve toplumsal etik değerlerin korunmasını amaçlamaktadır.
II.5.3-) Kısırlaştırma Suçu:
Bireyin üreme yeteneğine yönelik hukuka aykırı müdahâleleri yaptırıma bağlayan kısırlaştırma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 101. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç tipi, bir kişinin rızası bulunmaksızın veya kanunda öngörülen şartlara aykırı biçimde üreme yeteneğinin ortadan kaldırılması fiilini kapsamaktadır. Kanun koyucu, bireyin bedensel ve üreme bütünlüğünü temel bir hak olarak görmüş ve bu bütünlüğe yönelik ağır müdahâleleri cezalandırmayı amaçlamıştır. Suçun oluşabilmesi için mağdurun rızasının bulunmaması ya da işlemin, rıza olsa bile, tıbbî gereklilikler ve usulüne uygun izinler çerçevesinde gerçekleştirilmemesi yeterlidir. Kısırlaştırma sonucunda mağdurun yaşamı üzerinde kalıcı etkiler meydana geldiğinden, bu suç ağır ceza yaptırımlarına bağlanmış ve insan haklarının korunmasına yönelik hassasiyet ön plana çıkarılmıştır.
II.6-) CİNSEL DOKUNULMAZLIĞA KARŞI SUÇLAR:
Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar, bireyin vücut bütünlüğü kadar cinsel özgürlüğünü ve onurunu da koruma amacını güden fiiller mâhiyetinde olup, Türk Ceza Kanunu’nda cinsel saldırı, çocuğun cinsel istismarı, reşit olmayanla cinsel ilişki ve cinsel taciz suçları olarak düzenlenmiştir. Bu suçlar, mağdurun rızasına aykırı şekilde gerçekleştirilen her türlü cinsel davranışı kapsar ve insan onurunun en temel unsurlarından biri olan cinsel bütünlüğün korunmasını esas alır. Şu soruyu sormak gerekir: Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda failin kastı ve mağdurun rızası cezaî sorumluluğu nasıl etkiler? Cevaben belirtmek gerekir ki, bu suçlarda failin kastı belirleyici olup, mağdurun rızası bulunmadığı hâllerde eylem mutlak surette suç teşkil eder; bilâkis çocuklara karşı işlenen fiillerde rıza hukuken geçersiz sayılır. Netice itibarıyla, cinsel dokunulmazlığa yönelik ihlâller bireysel zararın ötesinde toplumsal güven ve kamu düzenine de ağır darbe vurur. Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da cinsel dokunulmazlığın ihlâlinin, bireyin kişisel özgürlüğü, bedensel ve ruhsal bütünlüğü açısından ağır bir hak ihlâli oluşturduğu bilhassa vurgulanmış; devletlerin bu tür suçlara karşı etkili soruşturma ve yargılama yükümlülüğü bulunduğu belirtilmiştir.
II.6.1-) Cinsel Saldırı:
Cinsel saldırı suçu, bir kimseye rızası dışında vücut dokunulmazlığını ihlâl edecek nitelikte cinsel davranışlarda bulunulması hâlini ifade eder ve Türk Ceza Kanunu’nun 102. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suçun temel unsuru, mağdurun rızasının bulunmaması ve failin cinsel davranışta bulunma kastıdır; ayrıca suçun nitelikli hâllerinde, cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka yollarla cinsel saldırının daha ağır biçimde gerçekleştirilmesi söz konusu olur. Şu soruyu sormak gerekir: Cinsel saldırı suçunda mağdurun açık veya zımnî rızası nasıl değerlendirilir? Cevaben ifade edilmelidir ki, rızanın geçerliliği özgür iradeye dayanmasına bağlıdır; bilâkis iradeyi sakatlayan baskı, tehdit veya kandırma gibi unsurlar söz konusuysa rızanın hukuken hiçbir mâna ve geçerliliği bulunmaz. Netice itibarıyla, cinsel saldırı suçu, yalnızca fiziksel temasla sınırlı olmayıp, cinsel davranışa yönelik her türlü irade dışı müdahâleyi kapsamaktadır.
II.6.2-) Çocuğun Cinsel Istismarı:
Çocuğun cinsel dokunulmazlığını korumak amacıyla düzenlenen Çocuğun Cinsel İstismarı suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinde kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. Bu düzenleme, on sekiz yaşını doldurmamış bireylerin cinsel davranışlara karşı korunmasını amaçlamakta ve rızanın geçerliliğini sınırlı bir şekilde kabul etmektedir. Madde kapsamında, çocuklara yönelik her türlü cinsel davranış – fiziksel temas içeren veya içermeyen – istismar olarak değerlendirilmekte ve failin fiilinin niteliğine, çocuğun yaşına ve fiilin cebir, tehdit veya hile ile işlenip işlenmediğine göre ceza miktarı artırılmaktadır. Kanun koyucu, küçük yaştaki çocukların cinsel davranışlara karşı mutlak korunmasını esas almış, bilhassa cebir, tehdit, kamu görevinin kötüye kullanılması gibi ağırlaştırıcı sebeplerin varlığı halinde cezanın daha da ağırlaştırılacağını hükme bağlamıştır. Bu düzenleme, çocukların ruhsal, bedensel ve sosyal gelişimlerinin güvence altına alınmasını ve toplumsal vicdanın korunmasını hedefleyen önemli bir ceza hukuku normu niteliğindedir.
II.6.3-) Reşit Olmayanla Cinsel Ilişki:
Erginlik yaşına henüz ulaşmamış bireylerin cinsel dokunulmazlığını koruma amacı taşıyan Reşit Olmayanla Cinsel İlişki suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 104. maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde, on beş yaşını tamamlamış fakat on sekiz yaşını doldurmamış kişilerin rızalarına dayalı olarak gerçekleşen cinsel ilişkileri, belirli şartlar altında cezalandırmaktadır. Suçun oluşabilmesi için failin, mağdurun yaşını bilmesi veya bilmesinin mümkün olması ve aradaki yaş farkının veya güç ilişkisinin mağdur aleyhine bir sömürü doğuracak nitelikte olması aranır. Ancak mağdurun şikâyeti şartına bağlı olarak kovuşturma yapılabilmektedir; bu yönüyle diğer cinsel dokunulmazlığa karşı suçlardan farklılık gösterir. Kanun koyucu bu düzenleme ile bir yandan ergenlik dönemindeki bireylerin henüz tam gelişmemiş iradelerinin kötüye kullanılmasını önlemeyi, diğer yandan da genç bireylerin gelişim özgürlüğünü makul ölçüde korumayı amaçlamaktadır.
II.6.4-) Cinsel Taciz:
Bireylerin cinsel özgürlüklerini korumayı hedefleyen Cinsel Taciz suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 105. maddesinde bağımsız bir suç tipi olarak düzenlenmiştir. Bu madde, bir kimseye cinsel amaçlı olarak fiziksel temas içermeyen, rahatsız edici davranışlarda bulunulmasını suç saymakta ve mağdurun huzur ve güvenliğini ihlâl eden eylemleri cezalandırmaktadır. Cinsel tacizin gerçekleşmesi için fiziksel temas şartı aranmaz; sözlü, yazılı, görsel veya başka herhangi bir şekilde yapılan cinsel içerikli rahatsız edici hareketler suçun kapsamına girer. Failin bu fiili kamu görevi, hiyerarşik üstlük, hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuz veya aile içi güven ilişkisini kötüye kullanarak işlemesi gibi durumlarda ceza artırılmakta, ayrıca mağdurun iş veya eğitim ortamının zarar görmesi halinde ilave yaptırımlar öngörülmektedir. Bu düzenleme, bireylerin gerek kamusal gerekse özel yaşamlarında cinsel içerikli müdahâlelere karşı korunmasını ve insan onurunun güvence altına alınmasını amaçlamaktadır.
II.7-) HÜRRİYETE KARŞI SUÇLAR:
Bireyin irade ve hareket serbestisini koruma amacını taşıyan “Hürriyete Karşı Suçlar”, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda özel bir bölüm altında sistematik biçimde düzenlenmiştir. Bu suçlar, kişilerin fiziksel özgürlükleri (örneğin, kişi hürriyetinden yoksun bırakma), haberleşme özgürlükleri (haberleşmenin gizliliğini ihlâl) ve yerleşme-serbest dolaşım hakları gibi temel hak ve özgürlüklerine yönelen hukuka aykırı müdahâleleri kapsamaktadır. Kanun koyucu, bireyin yalnızca bedensel bütünlüğünü değil, aynı zamanda kişisel bağımsızlığını, karar verme ve iradesini özgürce kullanma hakkını da koruma altına alarak, özgürlüğe yapılan her türlü doğrudan veya dolaylı saldırıyı cezaî müeyyideye bağlamıştır. Bu bölümde yer alan suçlar, insan haklarına dayalı demokratik toplum düzeninin temel ilkelerinden biri olan bireysel özgürlük ilkesinin ceza hukuku aracılığıyla korunmasını ve güçlendirilmesini hedeflemektedir.
II.7.1-) Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma
Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu, Türk Ceza Kanunu m. 109 hükmünde düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrası uyarınca, bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verileceğine hükmedilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında ise, kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verileceğine hükmedilmiştir. Suçun oluşabilmesi için failin, mağdurun hareket serbestisini, rızasına aykırı olarak ve hukuka aykırı bir biçimde sınırlaması gerekmektedir; cebir, tehdit, hile gibi yöntemlerin kullanılması ise cezanın artırılmasına sebep olmaktadır. Ayrıca suçun kamu görevlisi tarafından görevin kötüye kullanılması suretiyle işlenmesi, mağdurun beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunması gibi nitelikli hallere yer verilmiş ve bu durumlar için daha ağır yaptırımlar öngörülmüştür. Kanun koyucu, bu düzenlemeyle bireylerin en temel haklarından biri olan kişi özgürlüğünün korunmasını ve toplumda özgürlük bilincinin kökleştirilmesini amaçlamıştır.
II.7.2-) Tehdit Suçu:
Toplumsal ilişkilerde bireylerin güven duygusunu zedeleyen ve korku yaratan davranışlardan biri olan tehdit suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 106. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, bir kimsenin kendisine veya yakınlarına yönelik haksız bir saldırı olacağı yönünde korku uyandıracak şekilde bildirimde bulunulmasıyla oluşur. Tehdit, mağdurun huzur ve sükûnunu bozmaya elverişli bir nitelik taşımalı ve failin kastı bu sonucu doğurmaya yönelik olmalıdır. Kanun, basit tehdit fiillerinin yanı sıra, silahla, birden fazla kişiyle, örgüt faaliyeti çerçevesinde veya kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılarak işlenmesi gibi nitelikli halleri de ayrıca düzenlemiş ve bu durumlar için daha ağır cezalar öngörmüştür. Tehdit suçu, yalnızca fiziksel zarar verme tehdidini değil, aynı zamanda haksız ekonomik ya da manevi zarar verme tehditlerini de kapsamakta olup, bireyin psikolojik bütünlüğünü ve toplumsal barışı koruma amacı taşımaktadır.
II.7.3-) Şantaj Suçu
Şantaj suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 107. maddesinde düzenlenmiştir. Yasa hükmüne göre, hakkı olan veya yükümlü olduğu bir şeyi yapacağından veya yapmayacağından bahisle, bir kimseyi kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlayan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılacağına hükmedilmiştir. Bu suç, bir kimsenin hukuka aykırı bir fiili gerçekleştireceği veya bildiği bir hususu açıklayacağı tehdidinde bulunarak, mağduru kendisine ya da başkasına haksız bir menfaat sağlamaya zorlaması durumunda oluşur. Kanun, ayrıca kişiyi yapmaya, yapmamaya veya katlanmaya mecbur bırakmak suretiyle hukuka aykırı yarar elde etme şeklinde işlenen fiilleri de şantaj kapsamında değerlendirmektedir. Bu düzenleme, bireyin iradesine yönelik hukuka aykırı müdahâleleri hem özel hayatın gizliliği hem de ekonomik özgürlük açısından değerlendirmekte ve tehdit fiilinin aracılığıyla elde edilen rızayı hukuk düzeni bakımından geçersiz sayarak, mağdurun özgürlük alanını korumayı hedeflemektedir. Şantaj, sadece bireysel mağduriyet değil, aynı zamanda kamu düzeni bakımından da tehdit oluşturduğundan, ceza hukuku nezdinde ağır bir suç tipi olarak kabul edilmektedir.
II.7.4-) Cebir Suçu:
Bireyin iradesini fiziki güç kullanarak baskı altına alma fiili, ceza hukuku bağlamında cebir suçu olarak tanımlanmakta ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 108. maddesinde düzenlenmektedir. Bu suç, bir kimsenin direncini kırmak, iradesini baskı altına almak veya muayyen bir davranışa zorlamak amacıyla doğrudan fiziksel güç kullanılması suretiyle işlenir. Cebir fiili, genellikle başka suçların işlenmesine zemin hazırlayıcı bir eylem olarak görülmekle birlikte, bağımsız bir suç tipi olarak da cezalandırılmaktadır. Kanun koyucu, cebrin sırf fiziki güçle sınırlı kalmayıp mağdurun iradesine doğrudan etkide bulunabilecek şekilde şiddet içermesi gerektiğini vurgulamış; suçun kamu görevlisine karşı, kamu hizmetlerinin yürütülmesini engelleyecek biçimde veya örgütlü olarak işlenmesi gibi nitelikli halleri için cezayı artırıcı hükümler öngörmüştür. Bu madde ile amaçlanan, bireyin fiziksel ve iradi özgürlüğünün devlet güvencesi altında korunmasıdır.
II.7.6-) Eğitim ve Öğretim Hakkının Engellenmesi
Bireyin bilgiye erişim ve kişisel gelişim hakkını doğrudan hedef alan fiillerden biri olan eğitim ve öğretim hakkının engellenmesi suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 112. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, kişilerin eğitim ve öğretim kurumlarına devam etmelerini, eğitim hizmetlerinden faydalanmalarını veya öğretim faaliyetlerini serbestçe yerine getirmelerini engelleyen her türlü cebir, tehdit veya başka hukuka aykırı davranışları kapsamaktadır. Kanun koyucu, bu düzenleme ile hem öğrencilerin öğrenim görme hakkını hem de eğitimcilerin mesleki faaliyetlerini güvence altına almayı hedeflemiş, bu hakkın ihlâli durumunda fail hakkında hapis cezası öngörmüştür. Suçun kamu görevlisi tarafından, görevin sağladığı yetki kötüye kullanılarak işlenmesi gibi nitelikli hallerde cezanın artırılması da hükme bağlanmıştır. Bu hüküm, demokratik toplum düzeninin temel taşlarından biri olan eğitim özgürlüğünün ceza hukuku yoluyla etkin şekilde korunmasını amaçlamaktadır.
II.7.7-) Kamu Hizmetlerinden Yararlanma Hakkının Engellenmesi Suçu:
Toplumun eşitlik ilkesine dayalı olarak kamusal hizmetlere erişimini güvence altına alan düzenlemeler arasında yer alan kamu hizmetlerinden yararlanma hakkının engellenmesi suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 113. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu suç, bireylerin eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim gibi kamu hizmetlerinden faydalanmalarını hukuka aykırı olarak engelleyen kişilere yönelik yaptırımları kapsamaktadır. Suçun oluşabilmesi için failin, belirli bir kamu hizmetinin sağlanmasını engelleyici nitelikte cebir, tehdit veya başka hukuka aykırı yöntemler kullanarak bireyin bu hizmetlerden yararlanmasına mani olması gerekmektedir. Kanun koyucu, söz konusu fiilin bireysel hak ve özgürlükler kadar kamu düzenini de ihlâl edici niteliğini göz önünde bulundurarak bu eylemi cezaî yaptırıma bağlamıştır. Bu maddeyle amaçlanan, devletin sunduğu hizmetlere erişimde eşitlik ilkesinin sağlanması ve kamu güvencesinin vatandaşlar nezdinde ihlâl edilmeden sürdürülmesidir.
II.7.8-) Siyasî Hakların Kullanılmasının Engellenmesi Suçu:
Demokratik toplum düzeninin temelini oluşturan siyasî hakların serbestçe kullanılabilmesi, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 114. maddesinde düzenlenen siyasî hakların kullanılmasının engellenmesi suçu ile ceza hukuku güvencesi altına alınmıştır. Bu suç, bir kişinin seçme, seçilme, siyasî faaliyette bulunma, parti kurma veya bir siyasî partiye katılma gibi anayasal haklarını cebir, tehdit veya başka hukuka aykırı yollarla engelleyen fiilleri kapsamaktadır. Failin, bireyin siyasî tercih ve iradesine doğrudan veya dolaylı biçimde müdahâle ederek onu bu haklarını kullanmaktan alıkoyması, suçun oluşması için yeterlidir. Kanun koyucu, bu tür eylemlerin sadece bireysel hak ihlâli değil, aynı zamanda demokratik sistemin işleyişine yönelik bir tehdit oluşturduğu bilinciyle, söz konusu fiillere karşı hapis cezası öngörmüş ve kamu görevlilerinin bu suçu işlemesi hâlinde daha ağır yaptırımlara yer vermiştir. Bu madde ile amaçlanan, vatandaşların siyasî özgürlüklerini baskı, zor veya müdahâle olmaksızın kullanabilmelerinin temin edilmesidir.
II.7.9-) İnanç, Düşünce Ve Kanaat Hürriyetinin Kullanılmasını Engelleme Suçu:
Fikir ve inanç çeşitliliğini demokratik toplumun vazgeçilmez unsuru olarak gören hukuk sistemi, bu özgürlük alanlarını 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 115. maddesiyle ceza hukuku düzleminde koruma altına almıştır. İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme suçu, bir kimsenin dinî, felsefî veya siyasî inanç ve kanaatlerini açıklama ya da bu inançlara uygun şekilde yaşama ve davranma özgürlüğünün, cebir, tehdit veya başka hukuka aykırı yollarla engellenmesini kapsamaktadır. Suçun faili, bireyin inanç temelli tercihlerine müdahâle ederek onu bu hakları kullanmaktan alıkoymakta; mağdurun içsel özgürlük alanına doğrudan zarar vermektedir. Kanun koyucu, özellikle toplumsal barışın ve çoğulculuğun temelini oluşturan inanç hürriyetine yapılan müdahâleleri ciddiyetle ele almış ve bu fiillerin cezalandırılması suretiyle bireysel özgürlüklerin güvencesini sağlamayı hedeflemiştir. Bu düzenleme, bireylerin vicdanî ve düşünsel kimliklerine yönelik her türlü baskının önlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır.
II.7.10-) Konut Dokunulmazlığının İhlâli Suçu:
Kişisel mahremiyetin ve özel yaşam alanının ceza hukuku düzleminde korunmasına yönelik en temel düzenlemelerden biri olan konut dokunulmazlığının ihlâli suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 116. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu suç, bir kimsenin konutuna veya konut eklentisine rızası dışında girilmesi ya da hukuka uygun olarak girilmiş olsa dahi çıkmamakta ısrar edilmesi suretiyle oluşur. Kanun, bireyin konutunu sadece fiziksel barınma yeri olarak değil, aynı zamanda özel yaşamının bir parçası ve dokunulmaz alanı olarak değerlendirmekte; bu nedenle konutun izinsiz şekilde ihlâlini cezaî yaptırıma bağlamaktadır. Suçun, gece vakti işlenmesi, cebir veya tehdit kullanılması ya da kamu görevlisinin görevini kötüye kullanarak suçu işlemesi gibi nitelikli halleri için daha ağır cezalar öngörülmüştür. Bu düzenleme, bireyin özel alanına saygıyı hukukî güvence altına alarak, anayasal düzeyde tanınan konut dokunulmazlığının ihlâline karşı etkili bir koruma sağlamaktadır.
II.7.11-) İş Ve Çalışma Hürriyetinin İhlali Suçu:
Ekonomik ve toplumsal yaşamın temel dinamiklerinden biri olan iş ve çalışma özgürlüğü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 117. maddesi kapsamında ceza hukuku koruması altına alınmıştır. "İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali" suçu, bir kimsenin rızasına aykırı şekilde çalışmasının engellenmesi, işini yapmaktan alıkonulması veya muayyen bir işi yapmaya ya da yapmamaya zorlanması gibi eylemleri kapsar. Suçun oluşması için cebir, tehdit veya hukuka aykırı başka bir davranışla mağdurun mesleki faaliyet alanına müdahâle edilmiş olması gerekir. Kanun koyucu, bireyin ekonomik bağımsızlığının ve yaşamını sürdürebilme imkanlarının korunması amacıyla bu tür müdahâleleri cezaî yaptırıma bağlamış; suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesi gibi nitelikli halleri için cezanın artırılmasını öngörmüştür. Bu düzenleme, bireylerin serbestçe meslek seçme ve icra etme haklarının güvence altına alınmasını sağlayarak, çalışma yaşamında özgürlük ve adâlet ilkelerinin tesisi hedeflenmektedir.
II.7.12-) Sendikal Hakların Kullanılmasının Engellenmesi Suçu:
Çalışma hayatında demokratik örgütlenme özgürlüğünün bir yansıması olan sendikal hakların güvence altına alınması, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 118. maddesinde düzenlenen sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçu ile sağlanmaktadır. Bu madde, bir kimsenin sendikaya üye olmasını, sendikadan ayrılmasını ya da sendikal faaliyetlere katılmasını cebir, tehdit veya hukuka aykırı başka bir şekilde engelleyen davranışları cezaî yaptırıma bağlamaktadır. Kanun koyucu, yalnızca çalışanların değil, işverenlerin sendikal faaliyetlerini de bu kapsamda değerlendirerek sendikal haklara yönelik müdahâleleri geniş bir koruma çerçevesine oturtmuştur. Suçun kamu görevlileri veya işveren tarafından işlenmesi halinde daha ağır cezaî yaptırımlar öngörülmüş, böylece örgütlenme özgürlüğü ve sosyal diyalog mekanizmalarının güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu düzenleme, sendikal hakların yalnızca anayasal değil, aynı zamanda ceza hukuku bakımından da dokunulmaz haklar arasında yer aldığını ortaya koymaktadır.
II.7.13-) Haksız Arama Suçu:
Kişisel özgürlüklerin ve özel hayatın korunmasına yönelik önemli bir güvence mekanizması oluşturan arama işlemleri, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 120. maddesinde haksız arama suçu kapsamında hukuka aykırı müdahâlelere karşı koruma altına alınmıştır. Bu maddeye göre, bir kimsenin üstünün veya eşyasının kanunda öngörülen usul ve şartlara uyulmaksızın, yani hukuka aykırı şekilde aranması durumunda, aramayı gerçekleştiren kamu görevlisine üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilmektedir. Suçun oluşabilmesi için, aramanın yetkili makamdan alınmış bir karar olmadan veya yasal sınırların dışında gerçekleştirilmiş olması yeterlidir; ayrıca kişinin rızasının bulunması, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmaz. Bu düzenleme ile kanun koyucu, kamu gücünün keyfi kullanımını sınırlayarak, bireyin vücut ve eşya üzerindeki dokunulmazlık hakkını etkin şekilde korumayı amaçlamaktadır.
II.7.14-) Dilekçe Hakkının Kullanılmasının Engellenmesi Suçu:
Bireylerin hak arama özgürlüğünün temel araçlarından biri olan dilekçe hakkı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 121. maddesinde dilekçe hakkının kullanılmasının engellenmesi suçu kapsamında korunmaktadır. Bu düzenleme, bir kişinin belli bir hakkını kullanmak amacıyla yetkili kamu makamlarına verdiği dilekçenin, hukukî bir gerekçe bulunmaksızın kabul edilmemesi durumunda, sorumlu kamu görevlisinin altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir. Suçun oluşabilmesi için dilekçenin reddedilmesi keyfi olmalı, yani hukuken geçerli bir sebebe dayanmamalıdır; usulüne uygun hazırlanmış dilekçelerin işleme alınmaması yeterlidir. Kanun koyucu, bu hükümle bireylerin kamu idaresi karşısında haklarını arama ve taleplerini iletme güvencesini pekiştirmeyi ve idarenin keyfi tutumunu cezaî yaptırımlarla önlemeyi amaçlamaktadır. Böylece dilekçe hakkı, yalnızca anayasal bir güvence olmakla kalmayıp, ceza hukuku koruması altında da etkin bir hak haline getirilmiştir.
II.7.15-) Nefret ve Ayırımcılık Suçu:
Toplumsal barışı ve bireyler arasındaki eşitlik ilkesini doğrudan koruma altına alan nefret ve ayrımcılık suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 122. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, bir kimseye ırkı, dinî, mezhebi, milliyeti, siyasî görüşü, cinsiyeti veya benzeri sebeplerle doğrudan veya dolaylı olarak farklı muamelede bulunarak onun bir mal veya hizmetten yararlanmasını, bir ekonomik faaliyeti yürütmesini veya çalışma hakkını kullanmasını engelleyen eylemleri kapsamaktadır. Suçun oluşabilmesi için failin, mağdura karşı ayrımcı bir saikle hareket etmesi ve bu saikin doğrudan hak kullanımına yönelik bir engelleme oluşturması gerekir. Kanun koyucu, ayrımcılık temelli davranışları yalnızca bireysel hak ihlâli olarak değil, aynı zamanda toplumsal düzeni tehdit eden eylemler olarak değerlendirmiş ve bu nedenle nefret saikiyle işlenen her türlü ayrımcı fiili ağır bir yaptırıma bağlamıştır. Bu düzenleme, insan onurunu korumak ve herkesin eşit hak ve özgürlüklerden yararlanmasını temin etmek amacıyla ceza hukuku sisteminde önemli bir yer tutmaktadır.
II.7.16-) Kişilerin Huzur ve Sükununu Bozma:
Toplumda bireylerin günlük yaşamlarının güven ve huzur içinde sürdürülebilmesi amacıyla koruma altına alınan haklardan biri de, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 123. maddesinde düzenlenen kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçudur. Bu suç, bir kimsenin ısrarlı bir şekilde telefon edilerek, gürültü yapılarak veya benzeri diğer rahatsız edici davranışlarla huzur ve sükûnunun bozulması fiilini kapsamaktadır. Kanun koyucu, bireyin sadece fiziksel değil, psikolojik ve sosyal yaşam alanını da güvence altına alarak, rahatsız edici eylemlerin sürekli veya sistematik şekilde gerçekleştirilmesi halinde failin cezaî sorumluluğunu düzenlemiştir. Suçun oluşması için mağdurun huzurunun objektif olarak bozulmuş olması ve failin rahatsız edici fiili ısrarla sürdürmesi aranır. Bu düzenleme, kişisel alanın ve ruhsal bütünlüğün korunmasına yönelik ceza hukuku müdahâlesinin bir örneği olup, bireylerin barışçıl bir yaşam sürebilmeleri için gerekli asgari güvenlik koşullarının sağlanmasını hedeflemektedir.
II.7.17-) Israrlı Takip Suçu
Israrlı takip suçu, bir kimsenin takıntılı şekilde sürekli olarak izlenmesi, takibi, whatsapp türü uygulamalar dahil her türlü haberleşme vasıtasıyla veya Facebook, Instagram türü sosyal medya siteleri, e-posta gönderileri de dahil olmak üzere her türlü iletişim vasıtalarıyla, her türlü bilişim sistemleri veya üçüncü şahısların kullanılması ile bir kimsenin huzurunun kaçırılması, kişinin gerek kendisinin veya gerekse yakınlarının kaygı duymasına sebebiyet verilmesi fiilidir.
II.7.18-) Haberleşmenin Engellenmesi Suçu:
İletişim özgürlüğü, bireylerin sosyal ve özel yaşamlarının temel bir unsuru olarak kabul edilmekte olup, bu özgürlüğe yönelik müdahâleler 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 124. maddesinde haberleşmenin engellenmesi suçu kapsamında cezaî koruma altına alınmıştır. Bu suç, bir kimsenin haberleşme hakkının hukuka aykırı şekilde engellenmesi, haberleşmenin gerçekleştirilmesinin önlenmesi veya var olan bir haberleşmenin kesilmesi fiillerini kapsar. Failin, mağdurun iradesine aykırı olarak iletişim kurmasını engellemesi suçun oluşması için yeterli olup, bu eylemin cebir, tehdit gibi araçlarla gerçekleştirilmiş olması cezada artırım sebebidir. Kanun koyucu, iletişim özgürlüğünün sadece bireyler arasındaki bilgi alışverişi bakımından değil, aynı zamanda demokratik toplum düzeninin işleyişi açısından da kritik bir öneme sahip olduğunu göz önünde bulundurarak bu hakkın ihlâline karşı etkin bir koruma mekanizması oluşturmuştur. Bu düzenleme, bireylerin haberleşme özgürlüklerinin devlet güvencesi altında serbestçe kullanılmasını sağlamak amacıyla getirilmiştir.
II.8-) ŞEREFE KARŞI SUÇLAR:
Bireylerin toplumsal itibar ve onurlarını korumayı amaçlayan ceza hukuku düzenlemeleri arasında önemli bir yer tutan şerefe karşı suçlar bölümü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda sistematik bir bütünlük içinde ele alınmıştır. Bu bölümde, hakaret ve iftira gibi kişilerin saygınlığını, toplum içindeki itibarını ve kişisel değerlerini hedef alan fiiller suç olarak tanımlanmakta ve cezaî yaptırımlara bağlanmaktadır. Kanun koyucu, bireylerin kişisel şeref ve haysiyetlerinin, hem özel yaşamda hem de kamusal alanda ihlâl edilmesini ağır bir hukukî sonuçla karşılaştırarak, insan onurunun dokunulmazlığını temel bir değer olarak benimsemiştir. Şerefe karşı suçlar, sadece kişisel haklara yönelik saldırılar değil, aynı zamanda toplumsal barışı tehdit eden eylemler olarak da değerlendirilmiş; bu nedenle hukukî koruma kapsamı geniş tutulmuştur. Bu düzenlemeler, bireyin kişilik haklarının ceza hukuku yoluyla güçlendirilmesi ve toplumda karşılıklı saygının sağlanması amacına hizmet etmektedir.
II.8.1-) Hakaret Suçu:
Şahıs şerefine karşı bir suç olarak tanımlanan hakaret fiili, Türk Ceza Kanunu m. 125 uyarınca suç olarak tanımlanmıştır. Bu yasa hükmü temelinde, suçun basit biçimi ve nitelikli biçimi olarak iki şekilde ele alınması mümkündür. Bu suç, bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek şekilde somut bir fiil veya olgu isnat edilmesi ya da sövmek suretiyle kişilik değerlerine saldırılmasıyla oluşur. Kanun koyucu, yalnızca doğrudan saldırıları değil, aynı zamanda ima yoluyla yapılan, kişiyi küçük düşürmeye yönelik her türlü sözlü, yazılı veya eylemsel ifadeyi de hakaret suçu kapsamında değerlendirmiştir. Suçun oluşabilmesi için, mağdurun onuruna yönelik kastın bulunması ve bu fiilin mağdurun ya da üçüncü kişilerin algılayabileceği bir ortamda gerçekleştirilmesi gerekir. Hakaretin alenen işlenmesi, kamu görevlilerine karşı görevleri nedeniyle gerçekleştirilmesi veya muayyen dinî, siyasî veya kültürel kimliklere yönelik olması halinde cezada artırım öngörülmüştür. Bu düzenleme, bireyin kişilik haklarının korunmasını ve toplumda kişisel saygınlığın güvence altına alınmasını hedeflemektedir.
II.8.2-) Haksız Fiil Nedeniyle Hakaret Suçu:
Haksız fiil nedeniyle işlenen hakaret suçu, bireyin şeref ve saygınlığını koruma amacı ile cezalandırılan klasik hakaret suçundan belirli yönleriyle ayrılmakta olup, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 129. maddesinde özel olarak düzenlenmiştir. Bu kapsamda, bir kimseye yönelik haksız bir fiil sebebiyle tepki olarak işlenen hakaret fiilinde, failin cezalandırılmasına ancak mağdurun şikâyeti halinde karar verilir ve faile verilecek cezada indirime gidilebilir. Kanun koyucu burada, haksız bir saldırı karşısında bireyin verdiği tepkinin tamamen cezalandırılmaması gerektiğini kabul etmiş; böylece adâlet ve hakkaniyet ilkeleri doğrultusunda failin içinde bulunduğu özel durumu dikkate almıştır. Ancak tepkinin ölçüsüz veya ağır olması durumunda, yine de bir yaptırım uygulanabileceği unutulmamalıdır. Bu düzenleme, bireylerin haksız fiillere karşı kendilerini koruma hakları ile mağdurların onur ve saygınlıklarının korunması arasında dengeli bir ilişki kurmayı hedeflemektedir.
II.8.3-) Karşılıklı Hakaret Suçu:
Karşılıklı hakaret durumu, bireyler arasında gerçekleşen sözlü çatışmalarda cezaî sorumluluğun niteliğini belirlemede özel bir önem taşımakta olup, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 129. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, hakaretin karşılıklı olarak gerçekleşmesi durumunda, tarafların fiilleri ayrı ayrı değerlendirilmekle birlikte, mahkeme failin tahrik altında hareket ettiğini göz önünde bulundurarak cezada indirime gidebilir veya ceza vermekten tamamen vazgeçebilir. Kanun koyucu, bu hükümle anlık öfke veya karşılıklı sataşmalar sonucu ortaya çıkan sözlü hakaretlerde, failin kişisel kastı ile toplumsal zarar arasındaki orantıyı dikkate alarak daha esnek bir yaptırım politikası öngörmüştür. Bu yaklaşım, ceza adâletinde ölçülülük ve hakkaniyet ilkelerinin somut bir yansımasıdır ve aynı zamanda sosyal ilişkilerde ortaya çıkabilecek gerilimlerin hukuk dışı yollarla değil, makul çerçevede çözümlenmesini teşvik etmektedir.
II.8.4-) Kişinin Hatırasına Hakaret Suçu:
Bireyin ölümünden sonra da onur ve saygınlığının korunması gerektiği düşüncesinden hareketle düzenlenen kişinin hatırasına hakaret suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 130. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, ölmüş bir kimsenin hatırasına alenen hakaret edilmesi ya da kişinin naaşına, kemiklerine veya mezarına yönelik tahkir edici fiillerde bulunulması durumunda oluşur. Kanun koyucu, kişinin yaşamı boyunca sahip olduğu manevi değerlerin ölümünden sonra da korunmasını amaçlamış ve bu tür saldırıların yalnızca bireyin yakınlarına değil, aynı zamanda toplumsal saygı anlayışına zarar verdiğini kabul etmiştir. Fiilin alenen işlenmesi hâlinde cezanın artırılması öngörülerek, kamusal etkisi yüksek eylemler karşısında daha güçlü bir caydırıcılık sağlanmıştır. Bu düzenleme, hem ölen kişinin manevi varlığını hem de toplumun ortak değerlerine duyulan saygıyı ceza hukuku yoluyla teminat altına almayı hedeflemektedir.
II.8.5-) İftira Suçu:
Bireyin hukukî güvenliğini ve toplumda sahip olduğu itibarı korumayı amaçlayan en ciddi şeref ve haysiyet suçu türlerinden biri olan iftira suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 267. maddesinde kapsamlı biçimde düzenlenmiştir. Bu suç, bir kimseye işlemediği bir suçu isnat ederek hakkında haksız adlî veya idarî soruşturma ya da kovuşturma başlatılmasına neden olmak suretiyle işlenir. Failin, mağdurun suç işlemediğini bilerek hareket etmesi ve isnadın resmi mercilere bildirilmesi gerekmektedir; bu yönüyle iftira suçu, hem mağdurun hem de adâlet sisteminin doğrudan zarar gördüğü bir eylem olarak değerlendirilir. Kanun koyucu, kamu görevlilerine, muayyen saiklerle veya özel koşullarda yapılan iftira fiilleri için cezanın artırılmasını öngörmüş; ayrıca mağdurun bu fiil nedeniyle mahkumiyetine neden olunması halinde fail hakkında daha ağır yaptırımlar belirlemiştir. Bu düzenleme, bireylerin masumiyet karinesine ve adil yargılanma hakkına yönelik saldırılara karşı ceza hukuku çerçevesinde güçlü bir koruma sağlamaktadır.
II.9-) ÖZEL HAYATA VE HAYATIN GİZLİ ALANINA KARŞI SUÇLAR:
Kişilik haklarının temel unsurlarından biri olan özel hayatın gizliliği, bireyin mahremiyet alanını koruma altına alan anayasal bir ilke olarak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar” başlıklı bölümünde ceza hukuku düzleminde güvence altına alınmıştır. Bu bölümde, özel hayatın gizliliğini ihlâl, haberleşmenin gizliliğini ihlâl, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedilmesi, ele geçirilmesi ve yayılması gibi bireyin özel yaşamına yönelik müdahâleleri cezalandırmaya yönelik hükümler yer almaktadır. Kanun koyucu, bireylerin kendilerine ait bilgi, iletişim ve görüntüler üzerinde rızalarına dayanmaksızın gerçekleştirilen her türlü müdahâleyi hukuka aykırı kabul ederek bu tür eylemlere karşı etkin cezaî yaptırımlar öngörmüştür. Söz konusu düzenlemeler, demokratik toplum düzeninde bireyin mahremiyet hakkının vazgeçilmezliğini ve kişisel alanın dokunulmazlığını esas alan çağdaş hukuk anlayışının bir yansımasıdır.
II.9.1-) Haberleşmenin Gizliliğini İhlal:
Bireyler arasındaki iletişimin mahremiyetini teminat altına alan temel ceza normlarından biri olan haberleşmenin gizliliğini ihlâl suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 132. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, kişiler arasındaki haberleşmenin tarafların rızası olmaksızın dinlenmesi, kayda alınması, ifşa edilmesi veya engellenmesi şeklinde gerçekleşen hukuka aykırı müdahâleleri kapsamaktadır. Kanun koyucu, iletişimin yalnızca içerik bakımından değil, aynı zamanda zaman, yöntem ve taraflarının belirlenmesi gibi unsurlar açısından da gizlilik taşıdığını kabul ederek, bu alanı koruma altına almıştır. Suçun oluşması için haberleşmenin içeriğine erişilmesi yeterli olup, verilerin kamuoyuna yayılması ağırlaştırıcı sebep olarak değerlendirilir. Bu düzenleme, hem bireylerin özel hayatlarının gizliliğini korumayı hem de demokratik toplum düzeninde güvenli ve serbest iletişim hakkını teminat altına almayı amaçlamaktadır.
II.9.2-) Kişiler Arasındaki Konuşmaların Dinlenmesi Ve Kayda Alınması:
Bireyler arasındaki sözlü iletişimin gizliliği, özel hayatın ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmekte olup, bu mahremiyetin ceza hukuku bakımından korunması 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 133. maddesinde düzenlenen kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçu ile sağlanmaktadır. Bu madde kapsamında, kişilerin kendi aralarında gerçekleştirdiği özel konuşmaların, rızaları olmaksızın dinlenmesi veya herhangi bir cihazla kaydedilmesi hukuka aykırı kabul edilmekte ve fail cezaî yaptırımla karşı karşıya bırakılmaktadır. Suçun temel amacı, bireyin kendisini ifade ettiği iletişim alanında özgür ve güvende hissetmesini temin etmek, üçüncü kişilerin izinsiz şekilde bu iletişime müdahâle etmesini önlemektir. Suçun alenileştirme suretiyle işlenmesi, yani kaydedilen konuşmaların ifşa edilmesi, cezanın artırılmasına neden olan nitelikli hal olarak düzenlenmiştir. Bu hüküm, iletişimin mahremiyetine saygının toplumsal barış ve birey hakları açısından vazgeçilmez bir değer olduğunu ortaya koymaktadır.
II.9.3-) Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Suçu
Özel hayatın gizliliği, bireyin kişiliğini özgürce geliştirebilmesi için korunan temel bir değer olup, TCK m.134 hükmü ile bireyin mahremiyetine yönelik her türlü müdahâle cezaî yaptırımlarla engellenmektedir; kamuya açık alanlarda dahi izinsiz kayıt ve ifşa, bu suçu oluşturur ve bilişim sistemleri kullanılarak işlendiğinde nitelikli hâl kabul edilerek daha ağır cezalar öngörülür. Suçun oluşması için mağdurun özel yaşam alanına yönelik fiilin rıza dışı gerçekleştirilmesi yeterli olup, kayda alınan verilerin yayımlanması halinde suç daha ağır bir yaptırım doğurmaktadır. Kanun koyucu, bu düzenleme ile bireyin sadece fiziksel alanının değil, aynı zamanda dijital ve iletişimsel mahremiyetinin de korunmasını hedeflemiştir. Bu bağlamda, bireyin kimlik, itibar ve özel alan bütünlüğü ceza hukuku aracılığıyla güvence altına alınarak, anayasal düzeyde korunan özel hayat hakkı somut biçimde desteklenmektedir.
II.9.4-) Kişisel Verilerin Kaydedilmesi
Günümüz bilgi toplumunda birey mahremiyetinin korunması açısından kritik önem taşıyan kişisel verilerin kaydedilmesi suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 135. maddesinde düzenlenmiş olup, bireylere ait özel nitelikli bilgilerin rızaları dışında toplanmasını ve kayıt altına alınmasını cezaî yaptırıma bağlamaktadır. Suçun konusunu, kişinin kimliğini, siyasî düşüncesini, inancını, sağlık bilgilerini, özel yaşamına ilişkin tercihlerini veya benzeri nitelikteki kişisel verilerini içeren bilgiler oluşturmaktadır. Kanun koyucu, verilerin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi ile yetinmeyip, bu verilerin sistematik biçimde kaydedilmesini de ihlâl olarak kabul etmiş; böylece bireyin bilgi üzerindeki tasarruf hakkını koruma altına almıştır. Bu düzenleme, hem özel hayatın gizliliğini hem de veri güvenliğini ceza hukuku perspektifinden teminat altına alarak, anayasal güvence altındaki kişilik haklarını dijital çağın gereklerine uygun biçimde korumayı amaçlamaktadır.
II.9.5-) Kişisel Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme, Yayma Veya Ele Geçirme Suçu
Kişisel verilerin korunması, çağdaş hukuk sistemlerinde bireysel özgürlüğün temel unsuru olup, Türkiye’de TCK m.136 ile kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde ifşa edilmesi, aktarılması veya ele geçirilmesi suç olarak düzenlenmiştir; bu suç re’sen soruşturulur, mağdurun şikâyeti aranmaz ve uzlaşmaya tabi değildir; veri paylaşımının hukuka aykırı ve kişisel nitelikte olması ise suçun oluşumu için şarttır.
II.9.6-) Verileri Yok Etmeme Suçu:
Kişisel verilerin korunmasına ilişkin yükümlülüklerin yalnızca hukuka aykırı elde edilmesini değil, yasal sınırlar içerisinde elde edilen verilerin süresi dolduğunda silinmemesini de kapsadığı anlayışı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 138. maddesinde yer alan verileri yok etmeme suçu ile somutlaşmıştır. Bu düzenleme, kanunlara uygun olarak kaydedilen kişisel verilerin, işlenme amacı ortadan kalktığında ya da yasal saklama süresi sona erdiğinde yok edilmemesi durumunu cezaî yaptırıma bağlamaktadır. Suçun oluşması için verilerin hukuka uygun elde edilip, hukuka aykırı biçimde muhafaza edilmeye devam edilmesi yeterlidir; failin kamu görevlisi olması veya mesleki mesuliyet gereği elde ettiği verileri yok etmemesi hâlinde ceza daha ağırdır. Kanun koyucu, bu hükümle sadece verinin elde edilme sürecine değil, verinin yaşam döngüsünün sona erdiği noktaya da müdahâle ederek, bireyin veri üzerindeki tasarruf hakkını bütünsel biçimde güvence altına almayı amaçlamıştır. Bu madde, veri sorumlularının veri minimizasyonu ve silme yükümlülüklerini ceza hukuku düzeyinde pekiştiren önemli bir normdur.
II.10-) MALVARLIĞINA KARŞI SUÇLAR:
Bireylerin ekonomik değerleri üzerinde serbestçe tasarruf edebilme hakkı, mülkiyetin dokunulmazlığı ilkesiyle birlikte çağdaş ceza hukukunun temel koruma alanlarından birini oluşturur ve bu ilkenin somut ceza normlarıyla güvence altına alındığı düzenlemeler, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun malvarlığına karşı suçlar başlıklı bölümünde yer almaktadır. Bu bölümde yer alan suç tipleri, kişilerin taşınır ve taşınmaz malları üzerindeki haklarını, ekonomik faaliyetlerini ve mülkiyet ilişkilerini hedef alan eylemlere yönelik olarak sistematik biçimde düzenlenmiştir. Hırsızlık, yağma, dolandırıcılık, güveni kötüye kullanma, mala zarar verme, bedelsiz senedi kullanma, hileli iflas ve karşılıksız yararlanma gibi suç tipleri bu kapsamda yer almakta olup, her biri farklı şekillerde mülkiyet hakkına yönelen tehlikeleri cezaî yaptırıma bağlamaktadır. Kanun koyucu, söz konusu suçların işleniş biçimini, failin konumunu (örneğin kamu görevlisi olması), mağdurun özel durumu (örneğin beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak olması) veya fiilin aleniyet kazanması gibi nitelikli halleri dikkate alarak cezayı artırıcı hükümler de öngörmüştür. Malvarlığına karşı suçlar sadece bireysel çıkarların korunmasıyla sınırlı kalmamakta, ekonomik güvenliği, ticari dürüstlüğü ve piyasa istikrarını da doğrudan ilgilendirdiği için, toplumsal düzeyde ekonomik adâletin ve güvenin sağlanmasına hizmet eden temel ceza hukuku mekanizmalarından biri olarak değerlendirilmektedir. Bu çerçevede, söz konusu bölüm, malvarlığı hakkının sadece özel hukuk hükümleriyle değil, aynı zamanda kamu gücünün müdahâlesi yoluyla da korunmasının zorunlu olduğu anlayışının ceza hukuku düzlemindeki yansımasıdır.
II.10.1-) Hırsızlık ve Nitelikli Hırsızlık Suçu:
Mülkiyet hakkının ceza hukuku yoluyla korunmasına yönelik en temel suç tiplerinden biri olan hırsızlık suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddesinde düzenlenmiş olup, bir başkasına ait taşınır malın rızası dışında zilyetliğinden alınarak failin ya da üçüncü bir kişinin yararına sahiplenilmesini ifade eder. Suçun konusunu yalnızca taşınır mallar oluşturmakta; malın başkasına ait olması, zilyetliğinden rızaya aykırı şekilde çıkarılması ve fayda sağlama kastıyla hareket edilmesi hırsızlığın temel unsurlarını teşkil etmektedir. Hırsızlık, yalnızca ekonomik değer taşıyan bir nesnenin alınması değil, aynı zamanda mülkiyet düzenine yönelik haksız bir müdahâleyi de ifade ettiği için, ceza hukuku açısından hem mağdurun malvarlığını hem de toplumun güvenlik duygusunu tehdit eden bir davranış olarak değerlendirilir. Kanun koyucu, suçun niteliğine ve işleniş biçimine göre nitelikli halleri (örneğin gece vakti, kamu kurumunda veya suç örgütü faaliyeti çerçevesinde işlenmesi) ayrıca düzenleyerek, cezaların artırılmasını öngörmüştür. Bu düzenleme, malvarlığı hakkının dokunulmazlığı ilkesini ihlâl eden fiillere karşı etkili ve orantılı bir ceza hukuku tepkisi geliştirmeyi amaçlamaktadır.Öte yandan, hırsızlık suçunun bazı durumlarda daha ağır bir toplumsal zarar doğurması nedeniyle daha yüksek cezaî yaptırımı gerektirdiği anlayışı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesinde düzenlenen nitelikli hırsızlık suçu ile somutlaşmaktadır. Bu madde, temel hırsızlık fiilinin muayyen koşullar altında işlenmesi durumunda suçu nitelikli hale getirerek cezanın artırılmasını öngörmektedir. Suçun gece vakti, kişinin malını koruyamayacak durumda olmasından yararlanılarak, bina veya eklentilerinin kilidini kırarak, kamu kurumuna ait mallara yönelik olarak ya da meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan faydalanılarak işlenmesi gibi haller, bu kapsamda nitelikli unsur olarak kabul edilmektedir. Kanun koyucu bu düzenleme ile hem mağdurun korunmasızlığından hem de kamusal güvenin sarsılmasından kaynaklı riskleri dikkate alarak, failin daha ağır bir ceza ile karşı karşıya kalmasını sağlayan derecelendirilmiş bir ceza adâleti sistemi öngörmüştür. Bu madde, suçun işlenme şekli ile doğurduğu tehlike arasında orantı kurarak, ceza hukukunun hem koruyucu hem de caydırıcı işlevini etkin biçimde yerine getirmesine katkı sağlamaktadır.
II.10.2-) Kullanma Hırsızlığı Suçu:
Mülkiyet hakkına yönelik ihlâller arasında özgül bir niteliğe sahip olan kullanma hırsızlığı suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 146. maddesinde düzenlenmiş olup, failin başkasına ait taşınır bir malı, malı sahiplenme kastı olmaksızın geçici olarak kullanmak amacıyla rızaya aykırı şekilde alması hâlini kapsamaktadır. Bu suç tipinde mal üzerindeki zilyetlik geçici süreyle ihlâl edilmekte, failin amacı malı kullanıp ardından iade etmek olsa dahi, rıza dışı bu müdahâle hukukî korumaya konu teşkil etmektedir. Kanun koyucu, klasik hırsızlık suçuna kıyasla malın el konulma süresinin ve failin kastının farklılığını gözeterek, bu fiili daha hafif bir yaptırımla cezalandırmayı uygun görmüştür. Kullanma hırsızlığı, bilhassa ulaşım araçları gibi belli süreyle kullanılabilen mallar açısından uygulama alanı bulmakta ve mülkiyetin değil, zilyetliğin geçici ihlâli temelinde ceza hukuku müdahâlesine tabi tutulmaktadır. Bu düzenleme, malvarlığı haklarının yalnızca ekonomik değerle değil, zilyetliğin hukukî bütünlüğüyle birlikte korunması gerektiğini ortaya koymaktadır.
II.10.3-) Yağma ve Nitelikli Yağma Suçu:
Mülkiyet hakkına yönelen en ağır ve cebir içeren suç türlerinden biri olan yağma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 148. maddesinde düzenlenmiş olup, failin bir kimseye karşı cebir veya tehdit kullanarak taşınır malını alması veya vermeye zorlaması suretiyle işlenir. Bu suç, hırsızlık ile kasten yaralama veya tehdit fiilinin birleştiği karma bir yapıya sahip olup, mağdurun iradesinin cebir veya korku yoluyla bertaraf edilerek malvarlığına yönelik haksız bir tasarruf sağlanmasını ifade eder. Kanun koyucu, bu suçun toplumda yarattığı yüksek tehlike ve mağdurun hem ekonomik hem de fiziksel bütünlüğüne yönelen saldırı niteliği nedeniyle hapis cezasını temel yaptırım olarak öngörmüştür. Yağma suçu, yalnızca malın alınmasını değil, mal üzerinde rızaya dayalı olmayan her türlü zorlamayı da kapsar; dolayısıyla failin mala fiilen el koyması şart değildir. Bu düzenleme, mülkiyetin korunması ile kişisel güvenliğin aynı anda ihlâl edildiği durumlara karşı ceza hukukunun ağırlaştırılmış müdahâlesini temsil etmektedir. Öte yandan, yağma suçunun muayyen koşullar altında toplumda daha fazla korku ve mağduriyet yaratacak şekilde işlenmesi durumunda ortaya çıkan nitelikli yağma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 149. maddesinde düzenlenmiş ve ağırlaştırılmış ceza yaptırımı öngörülmüştür. Bu hüküm uyarınca, yağma fiilinin silahla, birden fazla kişiyle birlikte, kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılarak, kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyarak, gece vakti veya mağdurun beden ve ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olması gibi özel koşullar altında işlenmesi durumunda, suç nitelikli hale gelir ve ceza alt sınırı artırılarak faile on yıldan az olmamak üzere hapis cezası verilmesi öngörülür. Kanun koyucu bu düzenlemeyle, yalnızca mülkiyet hakkını değil, aynı zamanda kişisel güvenliği ve kamu düzenini tehdit eden ağır eylemlere karşı daha güçlü bir koruma mekanizması kurmuştur. Nitelikli yağma, cebir ve tehdidin daha sistematik, organize veya ağır koşullarda kullanılması sebebiyle toplumsal zarar bakımından yüksek tehlike arz ettiğinden, ceza hukukunun en ciddi yaptırımlarından biriyle karşılık bulmaktadır.
II.10.4-) Mala Zarar Verme Suçu:
Mülkiyet hakkının yalnızca haksız el koyma ile değil, mala yönelik kasıtlı tahrip ve yok etme fiilleriyle de ihlâl edilebileceği anlayışının yansıması olan mala zarar verme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 151. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, bir kimsenin taşınır veya taşınmaz malına kasten zarar verilmesini, malın tahrip edilmesini, bozulmasını, yok edilmesini veya kullanılamaz hâle getirilmesini kapsamaktadır. Failin, malın tamamına ya da bir kısmına yönelik müdahâlesiyle ekonomik değer kaybı yaratması yeterli olup, malın sahibi veya zilyedi dışındaki kişilere ait olması gerekir. Kanun koyucu, özellikle kamuya ait mallar, dinî veya kültürel sembol niteliği taşıyan eşyalar gibi toplumsal değeri yüksek mallara yönelik zarar verme fiilleri açısından cezayı ağırlaştırıcı hükümler öngörmüştür. Bu düzenleme, mülkiyetin yalnızca sahiplenilmesini değil, aynı zamanda fiziki varlığının korunmasını da ceza hukuku düzleminde güvence altına alarak, bireysel ve toplumsal mal güvenliğini birlikte korumayı amaçlamaktadır.
II.10.5-) İbadethanelere ve Mezarlıklara Zarar Verme Suçu:
Toplumsal değerlerin, inanç özgürlüğünün ve kültürel mirasın korunması amacıyla ceza hukuku kapsamında özel koruma altına alınan ibadethanelere ve mezarlıklara zarar verme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 153. maddesinde düzenlenmiştir. Bu hüküm, ibadete ayrılmış mabetlere, mezarlıklara, kutsal sayılan eşyalara veya ölülerin gömülü olduğu yerlere kasten zarar verilmesini, bu yapıların tahrip edilmesini veya kullanılamaz hâle getirilmesini cezaî yaptırıma tabi tutmaktadır. Kanun koyucu, bu tür eylemlerin yalnızca mülkiyet hakkına değil, aynı zamanda dinî inançlara, manevi değerlere ve toplumun ortak vicdanına yönelik ciddi bir saldırı teşkil ettiğini göz önünde bulundurarak, bu fiilleri ağırlaştırılmış ceza tehdidi ile karşılamıştır. Suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesi, alenen gerçekleştirilmesi veya halkı kin ve düşmanlığa tahrik edecek nitelik taşıması durumunda cezanın artırılması öngörülmüştür. Bu düzenleme, din ve vicdan özgürlüğü ile kültürel saygının ceza hukuku perspektifinden korunmasını sağlayarak, toplumsal barış ve hoşgörü ilkesini pekiştirmeyi hedeflemektedir.
II.10.6-) Hakkı Olmayan Yere Tecavüz:
Taşınmaz mülkiyeti üzerindeki hakların korunması, özel hukuk düzenlemelerinin yanı sıra ceza hukuku yoluyla da güvence altına alınmış olup, bu kapsamda hakkı olmayan yere tecavüz suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 154. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu suç, bir kimsenin başkasına ait taşınmaz mal üzerinde, hak sahibi olmaksızın tasarrufta bulunması, fiilen el atması, yapılar inşa etmesi, sınırları değiştirmesi veya başkasının tasarrufunu engellemesi durumlarında oluşur. Kanun koyucu, bu fiillerin sadece özel mülkiyet hakkına değil, aynı zamanda hukuk düzenine duyulan güvene de zarar verdiğini kabul ederek, taşınmazlar üzerindeki haksız müdahâlelere karşı cezaî yaptırımlarla müdahâle etmektedir. Suçun kamu görevlileri tarafından vazife nedeniyle işlenmesi ya da birlikte hareket edilerek gerçekleştirilmesi gibi nitelikli hallerde cezanın artırılması öngörülmüştür. Bu düzenleme, mülkiyet hakkının sınırlarına saygı gösterilmesini zorunlu kılarak, taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin yalnızca meşru hak sahipleri tarafından kullanılmasını temin etmeyi amaçlamaktadır.
II.10.7-) Güveni Kötüye Kullanma Suçu:
Toplumda ekonomik ilişkilerin temelini oluşturan güven ilkesine yönelen ihlâllerin ceza hukuku kapsamında korunması amacıyla düzenlenen güveni kötüye kullanma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 155. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, failin, kendisine belli bir amaç doğrultusunda teslim edilen taşınır malı ya da taşınmaz üzerinde malikmiş gibi tasarrufta bulunarak malı sahibinin rızasına aykırı şekilde kullanması veya elden çıkarması halinde oluşur. Güveni kötüye kullanma suçu, malın zilyetliğinin rıza ile devredilmiş olması nedeniyle hırsızlıktan ayrılmakta; burada esas olan, hukukî güven ilişkisi çerçevesinde teslim edilen malın kötü niyetle suistimal edilmesidir. Kanun koyucu, suçun mesleki ilişki içerisinde, kamu görevlileri veya ticari temsilciler tarafından işlenmesi gibi durumlarda cezayı artırıcı hükümler öngörerek, bu tür fiillerin toplumsal ve ekonomik sistem üzerindeki yıkıcı etkilerini dikkate almıştır. Bu düzenleme, ekonomik faaliyetlerin dürüstlük ve sadakat temelinde sürdürülebilmesi için güvenin hukukî ve cezaî araçlarla korunmasını hedeflemektedir.
II.10.8-) Bedelsiz Senedi Kullanma Suçu:
Ticari yaşamın ve alacak-borç ilişkilerinin temel unsurlarından biri olan senetlerin güvenilirliğini koruma amacıyla düzenlenen bedelsiz senedi kullanma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 156. maddesinde yer almakta ve senet sistemine duyulan kamusal güvenin tesisi açısından özel bir öneme sahiptir. Bu suç, bir kimsenin, bedeli sonradan ödenmiş, iptal edilmiş, iade edilmiş veya borç ilişkisi sona ermiş olmasına rağmen, elinde bulunan senedi alacaklıymış gibi kullanarak haksız menfaat sağlaması hâlinde oluşur. Kanun koyucu, burada hem alacaklıymış gibi davranan failin kötü niyetli hareketini hem de senedin temsil ettiği hukukî ilişkinin gerçeğe aykırı biçimde sürdürülmesini cezalandırmaktadır. Suçun temelinde, güven esasına dayalı senet düzeninin suistimali yer almakta olup, uygulamada çoğunlukla bono, çek ve poliçe gibi kambiyo senetleri ile ilgili uyuşmazlıklarda gündeme gelmektedir. Bu düzenleme, ticari belgelerin yalnızca şekli değil, maddi anlamda da dürüstlük ilkesiyle kullanılmasını güvence altına alarak, ekonomik ilişkilerde hukukî istikrarı sağlamayı amaçlamaktadır.
II.10.9-) Dolandırıcılık ve Nitelikli Dolandırıcılık Suçu
Türk Ceza Kanunu, dolandırıcılık suçunu basit ve nitelikli dolandırıcılık olarak iki maddede tanımlamıştır. Suçun basit hali olan TCK m. 157 hükmü uyarınca, “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir” denilmek suretiyle, suçun basit halini ifade etmiştir. Basit dolandırıcılığın oluşması için, hileli davranışlar olması, bir kimsenin aldatılması, mağdurun veya bir üçüncü kişinin zaararı bulunması, failin kendisine veya bir üçüncü kişiye yarar sağlaması unsurlarının tamamının mevcut olması zaruridir. Dolandırıcılık suçunun belirli sosyal konumlar, araçlar veya güven ilişkileri kullanılarak daha ağır zararlara yol açacak şekilde işlenmesi durumunu kapsayan nitelikli dolandırıcılık suçu, TCK m. 158 hükmünde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu madde, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık yapılması, dinî inançların istismar edilmesi, kamu görevinin sağladığı nüfuzun kötüye kullanılması, bilişim sistemleri, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması, tacir veya şirket yöneticisi sıfatının istismarı gibi yollarla işlenen dolandırıcılık fiillerini ağırlaştırılmış ceza ile karşılamaktadır. Kanun koyucu, bu tür eylemlerin mağdurlar üzerindeki aldatıcılık etkisinin daha güçlü olması ve toplumsal güveni derinlemesine zedelemesi sebebiyle temel dolandırıcılık suçuna kıyasla daha yüksek cezaî yaptırımlar öngörmüştür. Nitelikli dolandırıcılık, yalnızca bireysel zararı değil, kamu düzenini ve ekonomik sistemin bütünlüğünü tehdit eden bir suç tipi olarak değerlendirilmekte ve ceza hukukunun koruma kapsamını genişleterek ekonomik güvenliğin tesisi hedeflenmektedir.
II.10.10-) Kaybolmuş veya Hata Sonucu Ele Geçmiş Eşya Üzerinde Tasarruf Suçu:
Mülkiyet hakkının sadece doğrudan haksız el koymalarla değil, dolaylı ve görünüşte meşru görünen yollarla da ihlâl edilebileceğini gözeten ceza hukuku yaklaşımı doğrultusunda düzenlenen kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 160. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu suç, bir kimsenin kendisine ait olmayan ancak başkası tarafından kaybedilmiş veya hataen kendisine teslim edilmiş taşınır bir malı, sahibine iade etmeyerek veya durumu yetkili mercilere bildirmeksizin kendisininmiş gibi tasarruf etmesi halinde oluşur. Kanun koyucu burada, failin mala fiilen zilyet olmasında rıza veya cebir bulunmamasına rağmen, zilyetliği kötüye kullanarak malı sahiplenmesini hukuka aykırı bir fiil olarak değerlendirmiş ve mülkiyet hakkının dolaylı ihlâline karşı da koruma sağlamıştır. Bu düzenleme, özellikle dürüstlük ve sadakat yükümlülüklerinin ön planda olduğu bir toplum yapısında, malvarlığı değerlerine yönelik pasif fakat bilinçli ihlâllerin de cezaî yaptırımlarla önlenmesini amaçlamaktadır.
II.10.11-) Hileli ve Taksirli İflâs Suçları
Türk Ceza Kanunu m. 161 hükmü ile “Hileli İflâs Suçu”, m. 162 hükmü ile “Taksirli İflâs Suçu” düzenlenmiştir. Hileli iflâs suçu ile taksirli iflas suçu arasındaki temel fark, kast unsurunun bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Hileli iflâs suçunun işlenebilmesi için kast unsurunun varlığı gerekir oysa taksirli iflâs suçu yönünden tacir olmanın gerekli kıldığı dikkat ve özenin gösterilmemiş olması yeterlidir.
II.10.12-) Karşılıksız Yararlanma Suçu:
Modern ceza hukukunda ekonomik düzenin ve hizmet sunumuna dayalı sistemlerin korunması amacıyla getirilen özel suç tiplerinden biri olan karşılıksız yararlanma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 163. maddesinde düzenlenmiş olup, kamuya veya özel kişilere ait belirli hizmetlerden bedel ödemeksizin, hileli ya da gizli yollarla yararlanılması hâlinde oluşur. Suçun kapsamına; elektrik, su, doğalgaz gibi enerji kaynaklarının, telekomünikasyon hizmetlerinin, toplu taşıma araçlarının veya benzeri altyapı ve hizmetlerin ödeme yapılmaksızın kullanılması girmekte; failin kastı, hizmetin bedelinin ödenmeyeceğini bilerek hareket etmesi yönünde olmalıdır. Kanun koyucu, bu fiilleri sadece sözleşmesel yükümlülüğe aykırılık olarak değil, aynı zamanda ekonomik düzenin işleyişine zarar veren ve hizmet sağlayıcılarının haklarını ihlâl eden bir davranış olarak değerlendirerek cezaî yaptırıma bağlamıştır. Bu düzenleme, hem bireylerin sorumluluğunu hem de kamu ve özel sektörün sunduğu hizmetlerin sürdürülebilirliğini teminat altına alma amacı taşımaktadır.
II.10.13-) Şirket veya Kooperatifler Hakkında Yanlış Bilgi Verilmesi Suçu:
Ticaret hayatının güvenilirliğini ve ekonomik ilişkilerin şeffaflığını korumayı amaçlayan ceza hukuku düzenlemelerinden biri olan şirket veya kooperatifler hakkında yanlış bilgi verme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 164. maddesinde yer almakta olup, ticari ve mali güvenliğe yönelik ihlâlleri cezaî yaptırımla karşılamaktadır. Bu suç, bir şirketin veya kooperatifin yöneticisi, yetkilisi ya da temsilcisi konumundaki kişinin, ortaklara, genel kurula, kamuya veya yetkili makamlara bilerek gerçeğe aykırı bilgi vermesi ya da durumu gizleyerek aldatıcı beyanda bulunması durumunda oluşur. Kanun koyucu, bu eylemlerin hem ortakların karar alma süreçlerini sakatladığını hem de kamu kurumlarının denetim işlevini işlevsiz kıldığını göz önünde bulundurarak ekonomik düzene yönelik bir tehdit teşkil ettiği için cezalandırılmasını uygun görmüştür. Suçun oluşabilmesi için yanıltıcı bilginin kasten verilmiş olması ve bunun ekonomik sonuç doğurabilecek nitelikte bulunması yeterlidir. Bu düzenleme, ticari hayatın dürüstlük ilkesi çerçevesinde işlemesini sağlamak ve kolektif ekonomik yapılarda güven duygusunu güçlendirmek amacıyla ceza hukukunun müdahâlesini öngörmektedir.
II.10.14-) Suç Eşyasının Satın Alınması Veya Kabul Edilmesi Suçu:
Ceza hukuku bakımından suçun yalnızca asli failiyle sınırlı kalmayan bir mesuliyet anlayışının yansıması olan suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 165. maddesinde düzenlenmiştir ve suçtan kaynaklanan ekonomik faydanın dolaşıma girmesini engellemeyi amaçlamaktadır. Bu suç, başkasının işlemiş olduğu bir suç sonucunda elde edilen eşyayı, suçun işlendiğini bilerek veya bilmesi gerektiği hâlde satın alan, kabul eden ya da başkaca bir surette fayda sağlayan kişinin cezaî sorumluluğunu düzenler. Kanun koyucu burada, suçun ekonomik ürünlerinin toplumsal hayata katılmasını ve bu yolla dolaylı bir suça iştirak biçimini önlemeyi hedeflemekte; böylece suçla elde edilen menfaatin meşrulaştırılmasına karşı caydırıcı bir ceza normu tesis etmektedir. Suçun oluşması için, failin suç eşyasının kaynağına dair bilgiye sahip olması veya makul bir dikkatle bunu öngörebilecek durumda bulunması yeterlidir. Bu düzenleme, mülkiyetin meşru yollarla devrini temel ilke kabul eden hukuk düzeni içerisinde, suçun maddi izlerini ortadan kaldırmaya yönelik bütüncül bir yaklaşımın parçasıdır.
II.10.15-) Bilgi Vermeme Suçu:
Ceza hukukunda suçla mücadelede etkin iş birliğini sağlamak ve suçun maddi izlerinin ortadan kaldırılmasını engellemek amacıyla düzenlenen bilgi vermeme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 166. maddesinde yer almakta olup, özellikle suç eşyasının takibi ve iadesi sürecinde kamu otoritesine bilgi sağlama yükümlülüğünü cezaî yaptırımla güçlendirmektedir. Bu suç, bir kimsenin, görevi gereği elinde bulunan veya elde ettiği bilgileri kullanarak, suçun işlenmesiyle ilgili olarak eline geçen veya geçmesi muhtemel eşyayı yetkili makamlara bildirmemesi hâlinde oluşur. Kanun koyucu, burada asli failin dışında kalan ve dolaylı olarak suça ilişkin bilgiye sahip olan kişilerin de sorumluluğunu kabul ederek, pasif davranışla suça katkı sağlayan fiilleri cezalandırmayı amaçlamıştır. Suçun oluşması için failin, söz konusu bilgiye ulaşabilecek konumda bulunması ve bu bilgiyi bildirme yükümlülüğüne rağmen kasten saklaması yeterlidir. Bu düzenleme, ceza adâletinin işlemesini temin eden iş birliğini teşvik ederek, suçların önlenmesi ve suçluların tespiti süreçlerinde etkili bir koruma mekanizması sağlamaktadır.
III-) TOPLUMA KARŞI SUÇLAR:
Ceza hukukunun yalnızca birey haklarını değil, aynı zamanda toplumsal düzenin korunmasını da hedefleyen normatif işlevinin bir yansıması olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “Topluma Karşı Suçlar” bölümü, kamu güvenliği, kamu sağlığı, çevre, genel ahlak ve kamusal hizmetlerin işleyişine yönelik tehlikeleri cezaî yaptırıma bağlayan geniş kapsamlı suç tiplerini içermektedir. Bu bölümde, genel güvenliğin kasten veya taksirle tehlikeye sokulmasından başlayarak çevrenin kirletilmesi, uyuşturucu ve uyarıcı madde suçları, halk arasında korku ve panik yaratma, fuhuş, kumar oynanması için yer ve imkân sağlama gibi çeşitli fiiller, toplumun ortak menfaatlerini doğrudan ihlâl etmeleri nedeniyle cezalandırılmaktadır. Kanun koyucu, bu tür suçların fail-mağdur ilişkisi bakımından bireyler arasında değil, kamuya yönelik sonuçlar doğurması nedeniyle toplumsal nitelik taşıdığını kabul etmiş ve kamu düzeni ile kolektif yaşamın sağlıklı biçimde sürdürülmesi için bu eylemleri özel olarak düzenlemiştir. Bu çerçevede, topluma karşı suçlar, bireylerin güven içinde yaşamasını mümkün kılan çevresel, ahlaki ve kamusal değerleri ceza hukuku aracılığıyla koruma altına alarak sosyal yapının istikrarına katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
III.1-) GENEL TEHLİKE YARATAN SUÇLAR:
Ceza hukukunun koruyucu işlevi, yalnızca gerçekleşmiş zararları değil, aynı zamanda ağır ve yaygın tehlike ihtimallerini de önlemeyi amaçladığında, bu amaca hizmet eden en belirgin düzenlemelerden biri 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Genel Tehlike Yaratan Suçlar” başlıklı bölümünde yer almaktadır. Bu bölümde, yangın çıkarma, bina çökmesine neden olma, nükleer, biyolojik ya da kimyasal maddelerin izinsiz kullanımı, zehirli madde üretimi, patlayıcı madde bulundurma, trafikte güvenliği tehlikeye sokma gibi fiiller, bireylerin doğrudan mağdur olmasından bağımsız olarak, çok sayıda insanın hayatını, sağlığını veya malvarlığını tehdit edecek potansiyel taşıdığı için cezaî yaptırımla karşılanmaktadır. Kanun koyucu, bu suçların esasını, muayyen bir neticenin doğmasından çok, toplumda yaygın korku, panik veya kamu düzeninde bozulma yaratabilecek riskin mevcudiyetine dayandırmıştır. Bu bağlamda, genel tehlike yaratan suçlar, ceza hukukunun önleyici niteliğini ön plana çıkararak, kamu güvenliğinin sürekliliğini ve toplumsal istikrarın korunmasını temin etmeye yönelik stratejik bir işlev üstlenmektedir.
III.1.1-) Genel Güvenliğin Kasten Tehlikeye Sokulması Suçu:
Toplumun huzurunu ve bireylerin ortak yaşam alanlarındaki güvenliğini tehdit eden kasıtlı eylemleri cezaî yaptırımla önlemeyi amaçlayan genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 170. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, yangın çıkarma, bina çökmesine neden olma, zehirli gaz, radyasyon, patlayıcı madde veya nükleer, biyolojik ve kimyasal silah benzeri tehlikeli araçlarla halkın yaşamını, sağlığını veya malvarlığını tehlikeye sokacak fiillerin, kastla işlenmesi durumunda oluşur. Suçun tamamlanması için tehlikenin fiilen gerçekleşmesi değil, somut ve ciddi bir tehlike yaratacak eylemin kasten gerçekleştirilmiş olması yeterlidir. Kanun koyucu bu düzenleme ile, failin genel toplumsal güvenliği bozabilecek eylemlerine, zarar meydana gelmese dahi, ceza hukuku aracılığıyla müdahâle ederek kamu düzeninin ve toplumsal güvenliğin korunmasını hedeflemektedir. Bu suç tipi, ceza hukukunun sadece zararın değil, tehlikenin de cezalandırılabileceği anlayışına dayanan önleyici fonksiyonunu açık biçimde yansıtmaktadır.
III.1.2-) Genel Güvenliğin Taksirle Tehlikeye Sokulması Suçu:
Toplumsal güvenliğin yalnızca kasten değil, özensiz ve dikkatsiz davranışlarla da ciddi biçimde tehlikeye atılabileceği anlayışı doğrultusunda düzenlenen genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 171. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu suç, yangına, bina çökmesine, su baskınına, zehirli veya patlayıcı madde yayılımına neden olabilecek fiillerin taksirle, yani öngörülebilir olmasına rağmen gerekli dikkat ve özen gösterilmeksizin gerçekleştirilmesi durumunda oluşur. Kanun koyucu, failin kastının bulunmamasına rağmen, kamusal alanlarda yaygın tehlike doğurabilecek ihmalkâr eylemleri de cezaî mesuliyet kapsamında değerlendirerek, toplumsal zarar potansiyeli yüksek olaylarda koruma refleksini güçlendirmiştir. Bu düzenleme, bireyin yalnızca kendi değil, toplumun ortak güvenliğine karşı da özen yükümlülüğü bulunduğunu vurgulayan bir normatif yapı içerisinde, ceza hukukunun önleyici işlevini taksir sorumluluğu çerçevesinde somutlaştırmaktadır.
III.1.3-) Rasyasyon Yayma Suçu:
Modern toplumlarda gelişen teknolojiyle birlikte artan biyolojik ve nükleer riskler karşısında kamu güvenliğini ceza hukuku yoluyla korumayı amaçlayan düzenlemelerden biri olan radyasyon yayma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 172. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, başkalarının hayatını, sağlığını veya malvarlığını tehlikeye sokacak şekilde iyonlaştırıcı radyasyon yayan bir cihazı izinsiz olarak kullanma, taşıma veya yayma fiilini kapsamaktadır. Kanun koyucu, bu tür cihazların yüksek risk barındırması nedeniyle yalnızca fiilen zarar doğurucu kullanımlarını değil, ciddi tehlike potansiyeli taşıyan izinsiz ve kontrolsüz eylemleri de cezalandırmakta; böylece hem bireylerin sağlığını hem de kamu düzenini korumayı hedeflemektedir. Radyasyon yayma suçu, yalnızca fiziksel bir müdahâle değil, aynı zamanda geniş çaplı bir kamusal tehdit unsuru olarak değerlendirildiğinden, ceza hukukunun önleyici işlevini yüksek yoğunlukta devreye sokan bir suç tipi niteliğindedir.
III.1.4-) Atom Enerjisi İle Patlamaya Sebebiyet Verme Suçu:
Yüksek yıkım gücüne sahip teknolojik araçların denetimsiz ve kötüye kullanımı karşısında toplumun yaşam hakkı ve güvenliğini koruma amacıyla ceza hukuku kapsamında özel olarak düzenlenen atom enerjisi ile patlamaya sebebiyet verme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 173. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, atom enerjisi kullanılarak gerçekleştirilen bir patlama yoluyla insanların hayatı, sağlığı veya malvarlığı açısından tehlike yaratacak bir fiilin işlenmesini kapsamaktadır. Suçun oluşabilmesi için atom enerjisine dayalı bir cihaz veya mekanizma ile patlamaya neden olunması ve bunun somut bir tehlike doğuracak mahiyette gerçekleşmesi yeterlidir; neticenin doğması aranmaz. Kanun koyucu, bu düzenleme ile yalnızca bireysel mağduriyeti değil, millî güvenliği ve kamu düzenini tehdit eden, geniş çaplı zarar potansiyeli taşıyan eylemleri önlemeyi amaçlamış ve bu tür eylemleri ağır cezaî yaptırımlarla karşılamıştır. Bu suç tipi, ceza hukukunun yüksek riskli teknolojilere karşı koruyucu refleksinin ve önleyici işlevinin en çarpıcı örneklerinden biri olarak değerlendirilmektedir.
III.1.5-) Tehlikeli Maddelerin İzinsiz Olarak Bulundurulması Veya El Değiştirmesi Suçu:
Kamu güvenliğini tehdit eden potansiyel risklerin önlenmesine yönelik olarak oluşturulan ceza hukuku normlarının önemli örneklerinden biri olan tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 174. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, patlayıcı, yakıcı, boğucu, zehirleyici, nükleer, biyolojik ya da kimyasal nitelikte olup toplum sağlığı ve güvenliği açısından ciddi tehdit oluşturan maddelerin, yetkili mercilerden gerekli izin alınmaksızın bulundurulması, başkasına verilmesi veya başka bir yolla el değiştirmesi hâlinde oluşur. Kanun koyucu burada, suçun işlenmesini beklemeden, doğrudan bu tür maddelerin denetimsiz biçimde dolaşıma girmesini tehlike suçu olarak nitelendirmiş ve ağır cezaî yaptırımlar öngörerek, bilhassa terör ve organize suç faaliyetlerinin lojistik altyapısını önlemeyi amaçlamıştır. Bu düzenleme, kamu düzeni ve toplumsal güvenliğin korunmasına yönelik olarak ceza hukukunun önleyici ve caydırıcı işlevinin güçlendirilmesini hedeflemektedir.
III.1.6-) Akıl Hastası Üzerindeki Bakım ve Gözetim Yükümlülüğünün İhlâli Suçu:
Toplumun en korunmasız bireylerinden biri olan akıl hastalarının hem kendi güvenlikleri hem de çevrelerine zarar vermemeleri amacıyla özel bakım ve gözetim altında tutulmalarına yönelik yükümlülüklerin ihlâli, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 175. maddesinde akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünün ihlâli suçu başlığı altında düzenlenmiştir. Bu suç, akıl hastası bir kişiyi bakım ve gözetim altında tutmakla yükümlü olan kimsenin, bu sorumluluğunu ihmal etmesi ve bu ihmalin sonucunda söz konusu kişinin kendisine veya başkalarına zarar verecek bir fiil işlemesine neden olması hâlinde oluşur. Kanun koyucu burada yalnızca fiili zarar doğuran eylemi değil, bakım yükümlülüğünün ihmali neticesinde ortaya çıkan toplumsal tehlikeyi de cezalandırmakta; böylece hem akıl hastasının korunmasını hem de kamu güvenliğinin teminini ceza hukuku çerçevesinde güvence altına almaktadır. Bu düzenleme, özel gözetim sorumluluğu taşıyan bireylerin bu yükümlülüğü özenle yerine getirmesini sağlamak amacıyla hem koruyucu hem de önleyici nitelikte bir ceza normu olarak işlev görmektedir.
III.1.7-) İnşaat Veya Yıkımla İlgili Emniyet Kurallarına Uymama Suçu:
Kentleşme ve yapılaşmanın yoğunlaştığı modern toplumlarda hem bireysel can güvenliğini hem de kamusal düzeni korumayı amaçlayan inşaat veya yıkımla ilgili emniyet kurallarına uymama suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 176. maddesinde düzenlenmiş olup, yapı faaliyetlerinde dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışlara karşı cezaî yaptırım öngörmektedir. Bu suç, inşaat ya da yıkım işlerinde çalışanların veya sorumlu kişilerin, mevzuatla belirlenmiş emniyet tedbirlerine uymaması ve bu nedenle başkalarının hayatı, sağlığı veya malvarlığı açısından tehlikeli bir durumun doğması hâlinde oluşur. Kanun koyucu, burada sadece fiili zararların değil, ihmal sonucu ortaya çıkan somut tehlike hâlinin de cezalandırılmasını mümkün kılarak, ceza hukukunun koruyucu işlevini ön plana çıkarmıştır. Bu düzenleme, özellikle yapı sektöründe mesleki özenin teşvik edilmesini ve toplumsal sorumluluğun sağlanmasını hedefleyerek, hem bireysel güvenliği hem de kamu güvenliğini hukuk düzeni içerisinde teminat altına almaktadır.
III.1.8-) Hayvanın Tehlike Yaratabilecek Şekilde Serbest Bırakılması Suçu:
Toplumsal yaşamın güvenliğini ve bireylerin fiziksel bütünlüğünü tehdit edebilecek davranışlara karşı önleyici ceza hukuku müdahâlesinin bir örneği olarak düzenlenen hayvanın tehlike yaratabilecek şekilde serbest bırakılması suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 177. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, sahibinin denetiminde bulunması gereken bir hayvanın, bilerek veya ihmalle, başkalarının hayatı, sağlığı ya da malvarlığı açısından somut bir tehlike doğuracak biçimde serbest bırakılması hâlinde oluşur. Kanun koyucu burada, doğrudan fiziksel müdahâle olmaksızın da bir tehlike hâlinin yaratılabileceğini kabul ederek, bilhassa saldırgan ya da kontrolsüz hayvanların mesuliyet sahibi şahıslarca gözetilmesini zorunlu kılmıştır. Suçun temelini, başkalarının zarar görme ihtimaliyle sınırlı kalmayan, kamu güvenliğini tehdit eden ihmalkâr davranışlara karşı caydırıcı bir yaptırım oluşturur. Bu hüküm, bireylerin sadece kendi davranışlarından değil, gözetimleri altındaki canlılardan kaynaklanan risklerden de hukuken sorumlu tutulabileceğini ortaya koyarak, toplumda güvenlik bilincini güçlendirmeyi hedeflemektedir.
III.1.9-) İşaret ve Engel Koymama Suçu:
Toplumda ortak yaşam alanlarının güvenli kullanımını sağlamak ve bilhassa yol, inşaat veya tehlikeli alanlara dair riskleri önceden haber vermeye yönelik yükümlülükleri hukukî yaptırıma bağlayan işaret ve engel koymama suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 178. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, tehlikeli bir durumun veya çalışmanın bulunduğu yere, mevzuatın öngördüğü şekilde gerekli uyarı işaretlerinin veya fiziksel engellerin konulmaması ve bunun sonucunda başkalarının hayatı, sağlığı ya da malvarlığı açısından somut bir tehlike ortaya çıkması durumunda oluşur. Kanun koyucu burada, kamusal alanda faaliyet gösteren kişilerin özen yükümlülüğünü ve toplumsal sorumluluğunu esas alarak, sadece fiili zararları değil, gerçekleşmesi muhtemel tehlikeleri de cezalandırılabilir kabul etmiştir. Bu düzenleme, özellikle trafik, altyapı çalışmaları, maden işletmeleri ve benzeri alanlarda faaliyet gösteren kişilerin kamu güvenliğine karşı duyarlılığını artırmayı ve ihmalkâr davranışların yaratabileceği zararları önlemeyi amaçlamaktadır.
III.1.10-) Trafik Suçları
Türk Ceza Kanunu’ndaki trafik suçları, toplumun can ve mal güvenliğini korumaya yönelik olarak düzenlenmiş ve özellikle trafik güvenliğini tehlikeye sokan, ölüm veya yaralanmayla sonuçlanan ya da kamu güvenliğini tehdit eden eylemleri cezaî yaptırıma bağlamıştır. TCK m. 179 kapsamında, alkollü veya uyuşturucu etkisi altında araç kullanmak, ehliyetsiz olarak ticari taşımacılık yapmak veya kara yolunda tehlikeli sürüş gibi davranışlar suç sayılırken; TCK m. 85 ve 89’da taksirle ölüme veya yaralanmaya neden olma halleri düzenlenmiştir. Ayrıca, kazaya sebep olan ancak yardım etmeyen şahıslar için yardım yükümlülüğünün ihlâli (TCK m. 98), araçla kasten çarpma durumunda ise kasten öldürme veya yaralama suçları (TCK m. 81, 86) gündeme gelmektedir. Bu düzenlemelerle birlikte ceza hukuku, trafik düzeninin sadece idarî yaptırımlarla değil, aynı zamanda ciddi ceza normlarıyla da desteklenmesini ve kamusal güvenliğin sürdürülebilirliğini hedeflemektedir.
III.2-) ÇEVREYE KARŞI SUÇLAR:
Çevrenin korunması, yalnızca idarî ve özel hukuk düzenlemeleriyle değil, aynı zamanda ceza hukuku müdahâlesiyle de güvence altına alınması gereken kamusal bir değer olarak kabul edilmiş ve bu anlayış doğrultusunda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Çevreye Karşı Suçlar” başlıklı III.2. bölümünde özel bir düzenleme alanı bulmuştur. Bu bölümde yer alan hükümler; çevrenin kasten veya taksirle kirletilmesi (m. 181-182), imar kirliliğine neden olma (m. 184), gürültüye neden olma (m. 183) ve tehlikeli hayvanların serbest bırakılması (m. 177’ye koşut olarak), toplumun ortak yaşam alanı olan çevrenin bütünlüğünü tehdit eden fiilleri cezalandırmaya yöneliktir. Kanun koyucu, bu suçlarla yalnızca bireysel hak ihlâllerini değil, gelecekte oluşabilecek telafisi imkânsız kolektif zararları da dikkate alarak çevre hakkını ceza hukuku koruması altına almış; bilhassa sanayi, yapılaşma ve şehirleşme süreçlerinde ortaya çıkan çevresel tehditlere karşı caydırıcı ve önleyici bir ceza normatifliği inşa etmiştir. Bu kapsamda çevreye karşı suçlar, bireyin değil, doğrudan kamunun mağdur olduğu, dolayısıyla kamu yararına yönelik bir ceza politikasıyla şekillenen suç grubudur.
III.2.1-) Çevrenin Kasten Kirletilmesi Suçu:
Çevrenin korunması bakımından failin kastı ile gerçekleşen zararlı eylemlerin cezaî yaptırımla önlenmesi amacıyla düzenlenen çevrenin kasten kirletilmesi suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 181. maddesinde yer almakta olup, doğal çevrenin hava, su ve toprak unsurlarına zarar verecek şekilde hukuka aykırı biçimde kirletilmesini kapsamaktadır. Bu suçun oluşabilmesi için failin, atık veya diğer kirletici maddeleri çevreye bilinçli olarak bırakması ve bu eylemin çevrenin ekolojik dengesini bozacak nitelikte olması gerekir. Kanun, bu tür fiilleri sadece bireysel hak ihlâli değil, aynı zamanda kamu düzenine ve toplumun ortak yaşam alanlarına yönelik bir tehdit olarak değerlendirmiş; suçun yerleşim yerlerinde, tarım arazilerinde veya özel koruma altındaki bölgelerde işlenmesi hâlinde cezayı artırıcı nitelikli haller öngörmüştür. Çevrenin kasten kirletilmesi suçu, çevresel sürdürülebilirlik ilkesine dayalı olarak hem bugünkü hem de gelecek nesillerin yaşam kalitesini güvence altına almayı hedefleyen bir ceza normu niteliğindedir.
III.2.2-) Çevrenin Taksirle Kirletilmesi Suçu:
Çevresel zararların yalnızca kasten değil, özen yükümlülüğüne aykırı ihmalkâr davranışlarla da meydana gelebileceği anlayışına dayanan çevrenin taksirle kirletilmesi suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 182. maddesinde düzenlenmiştir ve failin çevreyi kirletici fiili bilerek değil, gerekli dikkat ve özeni göstermeksizin gerçekleştirmesi durumunda oluşur. Suçun konusu, su, hava ve toprak gibi doğal çevre unsurlarının kirletilmesi olup, bu eylemlerin taksirle gerçekleştirilmesi hâlinde fail hakkında daha hafif ceza öngörülmüştür. Ancak kirlenmenin ciddi boyutlara ulaşması, halk sağlığını tehdit etmesi ya da özel koruma altındaki bölgelerde meydana gelmesi gibi durumlar, suçun ağırlığını artıran nitelikli haller kapsamında değerlendirilir. Bu düzenleme ile kanun koyucu, çevreye yönelik zararların yalnızca kasten değil, ihmalkâr davranışlarla da oluşabileceğini vurgulayarak, herkesin çevreye karşı hukukî sorumluluğunu ceza hukuku düzleminde güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
III.2.3-) Gürültüye Neden Olma Suçu:
Kentleşme ile birlikte artan yaşam yoğunluğu ve sanayi faaliyetlerinin yol açtığı çevresel etkiler karşısında bireylerin huzur ve sağlık hakkını korumaya yönelik olarak düzenlenen gürültüye neden olma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 183. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, kişilerin huzur ve sükûnunu bozacak, çevre sağlığını tehdit edecek ya da kamu düzenini ihlâl edecek şekilde gürültüye neden olunması hâlinde oluşur ve hem bireysel hem de kamusal nitelikte zararlara karşı ceza hukukunun koruyucu işlevini devreye sokar. Gürültünün sanayi tesislerinden, eğlence yerlerinden, taşıtlardan veya bireysel davranışlardan kaynaklanması mümkün olup, fiilin mevzuatta öngörülen sınırların aşılması suretiyle gerçekleşmesi aranır. Kanun koyucu, özellikle teknik düzenlemelere aykırı olarak gürültü yapan gerçek ve tüzel kişilerin, çevreye karşı toplumsal sorumluluklarını yerine getirmemeleri hâlinde cezaî yaptırımla karşılaşacaklarını hükme bağlayarak, çevresel yaşam kalitesinin korunmasını amaçlamaktadır. Bu düzenleme, bireylerin yalnızca fiziksel değil, psikolojik sağlığını da gözeten çağdaş bir çevre ceza hukukunun parçasıdır.
III.2.4-) İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu:
Kentsel düzenin, çevresel bütünlüğün ve yapılaşma güvenliğinin korunmasına yönelik ceza hukuku müdahâlesinin bir ifadesi olan imar kirliliğine neden olma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184. maddesinde düzenlenmiştir ve ruhsatsız veya ruhsata aykırı inşai faaliyetleri yaptırıma bağlamaktadır. Bu suç, yapı ruhsatı alınmadan veya alınan ruhsata ve eklerine aykırı biçimde bina yapan ya da yaptıran kişilere yönelik olup, ayrıca bu tür yapılar hakkında gerçeğe aykırı belge düzenleyen kamu görevlileri ile imar mevzuatına aykırı yapıları denetlemeyenler de mesuliyet altına alınmaktadır. Kanun koyucu, bu fiillerin yalnızca bireysel çıkar amacı taşımadığını, aynı zamanda kent estetiğini, çevresel dengeyi, afet güvenliğini ve kamusal yaşam alanlarını tehdit eden boyutta olduğunu gözeterek, imar düzenine aykırılığı ceza yaptırımıyla önlemeyi hedeflemiştir. Bu düzenleme, idarî yaptırımların yeterli olmadığı durumlarda hukukî denetimi güçlendirerek, sürdürülebilir kentleşme ve kamu yararının korunmasını sağlamayı amaçlayan önemli bir normatif dayanak oluşturmaktadır.
III.3-) KAMU SAĞLIĞINA KARŞI SUÇLAR:
Toplumun ortak yaşamını sürdürebilmesinde temel bir değer olan kamu sağlığının korunması, yalnızca idarî önlemlerle değil, ceza hukuku yaptırımlarıyla da desteklenmesi gereken bir alan olarak görülmüş ve bu çerçevede 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kamu Sağlığına Karşı Suçlar” başlıklı bölümü altında sistemli bir şekilde düzenlenmiştir. Bu bölümde yer alan suçlar; bozulmuş veya değiştirilmiş gıda ve ilaçların ticareti (m. 185-187), izinsiz ilaç üretimi (m. 188), uyuşturucu ve uyarıcı madde imal ve ticareti (m. 188-191), kasten veya taksirle bulaşıcı hastalık yayma (m. 195), ve tıbbî usullere aykırı müdahâleler gibi fiilleri kapsamakta olup, birey sağlığını doğrudan etkileyen eylemlerin toplumsal düzeydeki yansımalarını önlemeye yöneliktir. Kanun koyucu bu suçları düzenlerken, bireylerin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü tehlikeye atan eylemlerin yaygınlaşmasını engellemek, gıda ve ilaç güvenliğini sağlamak, halk sağlığı üzerinde geri dönüşü olmayan zararları önlemek ve sağlık hizmetlerine duyulan güveni muhafaza etmek gibi amaçları esas almıştır. Bu kapsamda kamu sağlığına karşı suçlar, sadece bireysel mağduriyetleri değil, kolektif yaşamı tehdit eden davranışları da kapsayarak ceza hukukunun koruma fonksiyonunu geniş bir toplumsal zemine taşımaktadır.
III.3.1-) Zehirli Madde Katma Suçu:
Toplumun yaşam ve sağlık hakkını tehdit eden en ağır eylemlerden biri olarak değerlendirilen zehirli madde katma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 185. maddesinde düzenlenmiş olup, insan veya hayvanların tüketimine sunulmuş gıda maddelerine veya içme sularına kasten zarar verici, zehirleyici maddelerin katılmasını cezaî yaptırıma bağlamaktadır. Bu suçun oluşabilmesi için failin, besin değeri taşıyan bir maddeye ya da içme suyuna halkın sağlığını tehlikeye düşürecek şekilde zehirli veya zararlı bir maddeyi bilerek ve isteyerek eklemesi yeterlidir; fiilin mutlaka bir zarar doğurması şart değildir. Kanun koyucu burada, kamu sağlığını doğrudan hedef alan bu tür ağır eylemleri yalnızca bireysel mağduriyet değil, toplumsal bir tehdit olarak değerlendirmiş ve suçun işleniş biçimine göre ağırlaştırılmış cezalar öngörmüştür. Bu düzenleme, gıda güvenliği, toplum sağlığı ve halkın besin kaynaklarına duyduğu güvenin korunması açısından ceza hukukunun caydırıcı ve önleyici işlevini etkili biçimde ortaya koymaktadır.
III.3.2-) Bozulmuş veya Değiştirilmiş Gıda veya İlaçların Ticareti Suçu:
Toplum sağlığının korunması açısından gıda ve ilaç güvenliğinin hayati bir önem taşıdığı modern hukuk düzenlerinde, bu alanlara yönelik kasıtlı müdahâlelerin cezaî yaptırımlarla önlenmesi amacıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 186. maddesinde bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaçların ticareti suçu düzenlenmiştir. Bu suç, insan veya hayvan sağlığına zararlı hale gelmiş, bozulmuş ya da içeriği değiştirilmiş gıda maddeleri, ilaç veya beslenme ürünlerinin bilerek satışa sunulması, pazarlanması, dağıtılması veya ticarileştirilmesi durumlarında oluşur. Failin bu tür ürünleri bilerek dolaşıma sokması, hem bireysel sağlığı hem de toplumun genel sağlık düzenini tehlikeye attığından, kanun koyucu tarafından ağır yaptırımlarla karşılanmıştır. Suçun işleniş şekli, organize biçimde ya da çocuklara yönelik olması gibi nitelikli hallerde ceza daha da artırılmaktadır. Bu hüküm, gıda ve sağlık ürünlerine duyulan toplumsal güvenin sürdürülebilirliğini sağlamak ve kamu sağlığını öncelikli koruma altına almak amacıyla ceza hukukunun en temel müdahâle araçlarından biri olarak kabul edilmektedir.
III.3.3-) Kişilerin Hayatını ve Sağlığını Tehlikeye Sokacak Biçimde İlaç Yapma veya Satma Suçu:
Sağlık hakkının ceza hukuku koruması altına alınmasında en kritik alanlardan biri olan ilaç güvenliği, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 187. maddesinde düzenlenen kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye sokacak biçimde ilaç yapma veya satma suçu ile teminat altına alınmıştır. Bu suç, ruhsata aykırı şekilde veya denetim dışı koşullarda, insan sağlığına zararlı olacak biçimde ilaç üreten, satan, tedarik eden ya da dağıtan kimselere yöneliktir. Kanun koyucu burada, ilacın yalnızca bozulmuş ya da taklit edilmiş olması değil, içeriğinin veya üretim koşullarının halk sağlığına tehdit oluşturacak biçimde olması durumunda da cezaî mesuliyet doğacağını kabul etmiştir. Bu düzenleme ile hedeflenen, kamu sağlığını tehlikeye atan bilinçli eylemlere karşı caydırıcı bir ceza normu oluşturarak hem bireylerin yaşam hakkını hem de toplumun genel sağlık güvenliğini korumaktır. İlaç üretim ve dağıtım süreçlerinde güven esasına dayalı düzenin sürdürülebilirliği açısından, bu suç tipi ceza hukukunun önleyici ve müdahâleci işlevinin önemli bir örneğini teşkil etmektedir.
III.3.4-) Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde İmal ve Ticareti Suçu:
Toplum sağlığını, kamu düzenini ve bilhassa genç nüfusu tehdit eden organize suç faaliyetlerinden biri olarak kabul edilen uyuşturucu suistimaliyle mücadele, ceza hukukunun en ağır yaptırımlarla müdahâle ettiği alanlardan biridir ve bu kapsamda uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 188. maddesinde kapsamlı biçimde düzenlenmiştir. Bu suç, ruhsatsız olarak veya yasal sınırların dışında uyuşturucu ya da uyarıcı madde üretmek, ithal veya ihraç etmek, taşımak, satmak, satışa sunmak, başkalarına temin etmek veya aracılık etmek gibi fiilleri kapsar. Kanun koyucu, bu eylemleri sadece bireysel düzeyde değil, çoğu zaman örgütlü suç faaliyeti kapsamında değerlendirmekte; suçun çocuklara yönelik işlenmesi, okul gibi kamusal alanlarda gerçekleştirilmesi, silahla veya örgüt faaliyeti çerçevesinde yapılması hâlinde cezaları ağırlaştırıcı nitelikli haller öngörmektedir. Bu düzenleme ile hedeflenen, uyuşturucu madde arzının kaynağında kesilmesi, toplumda bağımlılığın önlenmesi ve kamu sağlığının korunmasıdır; dolayısıyla madde 188, ceza hukukunun hem önleyici hem de bastırıcı fonksiyonunun yoğunlaştığı özel bir suç tipini ifade eder.
III.3.5-) Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Kullanılmasını Kolaylaştırma Suçu
Uyuşturucuya karşı yürütülen ceza politikalarının yalnızca üretim ve ticaretle sınırlı kalmayıp, kullanımın özendirilmesini veya fiilen kolaylaştırılmasını da kapsaması gerektiği anlayışının bir yansıması olarak uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 190. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, uyuşturucu ya da uyarıcı maddenin kullanılmasını teşvik eden, kullanılmasını kolaylaştıracak ortamı sağlayan, kullanım yöntemlerini öğreten veya kullanımı alenen özendiren kişi hakkında uygulanır. Kanun koyucu burada, bireylerin özgür iradelerine yönelik manipülatif eylemleri ve toplumu uyuşturucu kullanımına karşı savunmasız bırakacak tutumları, kamusal sağlığa yönelik ciddi bir tehdit olarak değerlendirmekte ve bu fiilleri ağır cezaî yaptırımla karşılamaktadır. Özellikle gençlerin ve savunmasız grupların madde kullanımına yönlendirilmesini önlemeye yönelik bu düzenleme, uyuşturucu ile mücadelede arz kadar talebin de kontrol altına alınmasını hedefleyen kapsamlı bir ceza hukuku yaklaşımının parçasıdır. Böylece madde 190, toplumda bağımlılık riskini azaltmayı ve kamu sağlığını korumayı amaçlayan önleyici normatif işlevi yerine getirir.
III.3.6-) Uyuşturucu Satın Alma, Kabul Etme, Bulundurma ve Kullanma Suçu:
Ceza hukukunun kamu sağlığını koruma amacını bireysel bağımlılık olgusu üzerinden şekillendiren uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alma, kabul etme, bulundurma ve kullanma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 191. maddesinde düzenlenmiştir ve kişisel kullanım amacıyla uyuşturucuya yönelik eylemleri cezaî mesuliyet kapsamına almaktadır. Bu suç, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin satışı amacı taşımadan birey tarafından satın alınması, kabul edilmesi, bulundurulması veya kullanılması hâlinde oluşur. Kanun koyucu, bu fiilleri topluma yayılma potansiyeli taşıyan zararlı davranışlar olarak görerek cezalandırmakla birlikte, bağımlılığın tedavi edilebilir niteliğini de dikkate alarak ceza yerine tedavi ve denetimli serbestlik gibi seçenek yaptırımları da öngörmüştür. Bilhassa ilk kez suça karışan kişilere yönelik olarak cezanın ertelenmesi ve toplum temelli iyileştirme yöntemlerinin uygulanması, suçun sosyal yönünün de gözetildiğini göstermektedir. Bu düzenleme, bireyin cezalandırılmasından çok, uyuşturucu ile mücadelenin kamusal sağlık eksenli bir yaklaşımla yürütülmesini amaçlayan modern ceza politikalarının bir yansımasıdır.
III.3.7-) Zehirli Madde İmal Ve Ticareti Suçu:
Halk sağlığını ve çevresel güvenliği tehdit eden kimyasal maddelerin denetimsiz dolaşımına karşı ceza hukuku yoluyla koruma sağlayan zehirli madde imal ve ticareti suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 193. maddesinde düzenlenmiştir ve ruhsatsız veya izinsiz biçimde zehirli madde üreten, ithal eden, ihraç eden, satan ya da başkasına veren kişileri cezaî mesuliyet altına alır. Bu suçun konusunu, doğrudan insan veya hayvan sağlığına zarar verebilecek nitelikteki kimyasal maddeler oluşturmakta olup, fiilin kamu sağlığını tehlikeye sokacak şekilde gerçekleştirilmesi hâlinde ağırlaştırıcı yaptırımlar söz konusu olur. Kanun koyucu, bu düzenleme ile zehirli maddelerin üretimi ve ticaretinin yalnızca ekonomik bir faaliyet değil, aynı zamanda toplumun genel güvenliği ve sağlığı üzerinde ciddi etkiler doğurabilecek bir risk alanı olduğunu kabul etmiş; özellikle bu tür maddelerin bilinçli şekilde dolaşıma sokulmasının önlenmesini hedeflemiştir. Böylece madde 193, kimyasal güvenliğin sağlanması, çevrenin ve bireylerin korunması bakımından ceza hukukunun önleyici fonksiyonunun önemli bir aracını teşkil etmektedir.
III.3.8-) Sağlık İçin Tehlikeli Madde Temini Suçu:
Sağlık hakkının korunmasına yönelik ceza hukuku normları arasında, şahısların bilhassa kötüye kullanım amacıyla zararlı kimyasallara erişimini engellemeyi amaçlayan sağlık için tehlikeli madde temini suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 194. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, sağlığa zararlı olduğu bilinen uçucu, kimyasal veya toksik maddelerin, kişinin kullanma amacı dikkate alınmaksızın bilerek temin edilmesi, satılması veya verilmesi hâlinde oluşur; özellikle bağımlılık yapıcı veya psikolojik bozukluklara neden olabilecek maddelerin çocuklara ve savunmasız kişilere sağlanması durumunda cezaî yaptırım daha da ağırlaştırılmaktadır. Kanun koyucu, madde bağımlılığı ile mücadelede sadece uyuşturuculara değil, kolay temin edilebilen fakat kötüye kullanıldığında benzer zararlara yol açan maddelere de ceza hukukunun müdahâlesini genişletmiş; bu yolla kamu sağlığına yönelik dolaylı tehditleri önlemeyi hedeflemiştir. Bu düzenleme, bağımlılıkla mücadelede koruyucu ve önleyici bir stratejinin parçası olarak, bireylerin tehlikeli maddelere erişimini sınırlayan önemli bir ceza normu niteliği taşımaktadır.
III.3.9-) Bulaşıcı Hastalıklara İlişkin Tedbirlere Aykırı Davranma Suçu:
Toplum sağlığının korunmasında bireysel yükümlülüklerin kamu otoritesince belirlenen tedbirlerle uyumlu şekilde yerine getirilmesini zorunlu kılan ceza hukuku düzenlemelerinden biri olan bulaşıcı hastalıklara ilişkin tedbirlere aykırı davranma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 195. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu suç, bulaşıcı hastalığa yakalanmış olan bir kişinin, yetkili makamlar tarafından alınan koruma, karantina, tedavi veya bildirim gibi idarî nitelikteki önlemlere uymaması hâlinde oluşur ve bu tür davranışların halk sağlığı açısından doğurabileceği yayılma riski dikkate alınarak cezaî yaptırıma bağlanır. Kanun koyucu, bu fiilin yalnızca kişisel sorumsuzluk değil, kamu sağlığına yönelik ciddi bir tehlike oluşturduğunu kabul etmiş; bilhassa salgın hastalıklar döneminde, bireysel özgürlük ile toplumsal güvenlik arasındaki hassas dengeyi ceza hukuku çerçevesinde sağlamayı hedeflemiştir. Bu düzenleme, kamu sağlığını tehdit eden durumlara karşı etkili ve önleyici müdahâlelerin, bireylerin hukuka bağlı davranışlarıyla desteklenmesi gerektiğini vurgulayan normatif bir temele dayanmaktadır.
III.3.10-) Usulsüz Ölü Gömülmesi Suçu:
Toplumsal düzenin, sağlık güvenliğinin ve ölüye saygı ilkesinin korunması amacıyla ceza hukukunun müdahâle alanına dâhil edilen usulsüz ölü gömülmesi suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 196. maddesinde düzenlenmiş olup, ölü gömme işlemlerinin yasal düzenlemelere ve sağlık kurallarına aykırı biçimde gerçekleştirilmesini cezaî yaptırıma bağlamaktadır. Bu suç, ölüm sonrası defin işlemlerinin ilgili mevzuata uygun olarak yapılmaması, örneğin izinsiz defin, ölüm nedeninin adlî veya tıbbî olarak tespit edilmesini engelleyecek biçimde gömme gibi eylemlerle işlenir. Kanun koyucu burada yalnızca defin işleminin şekliyle değil, aynı zamanda toplum sağlığına yönelik olası tehlikelerle ve ölü kişinin hukukî statüsüyle ilgilenmekte; dolayısıyla suçun sadece teknik bir usulsüzlük değil, hem kamusal hem de ahlakî bir ihlâl niteliği taşıdığını kabul etmektedir. Bu düzenleme, ölüm sonrası işlemlerin kamusal denetim altında ve toplumsal değerlerle uyumlu biçimde yürütülmesini temin ederek, sağlık güvenliği ile ölüye saygının bir arada korunmasını hedeflemektedir.
III.4-) KAMU GÜVENİNE KARŞI SUÇLAR:
Devletin hukukî güvenlik sağlama işlevi çerçevesinde kamu otoritesine duyulan güvenin korunması, ceza hukuku müdahâlesi ile desteklenmesi gereken temel değerlerden biri olarak kabul edilmiş ve bu bağlamda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kamu Güvenine Karşı Suçlar” başlıklı bölümü, bu amaca hizmet eden düzenlemeleri kapsamlı bir şekilde içermektedir. Bu bölümde; resmi belgede sahtecilik (m. 204), mühür bozma (m. 203), damga ve mühür suçları (m. 202), paranın ve kıymetli evrakın sahteciliği (m. 197-200), kamu kurumlarının güvenliğini zedeleyebilecek bilgi ve belgelerde tahrifat gibi eylemler cezaî yaptırımla karşılanmıştır. Kanun koyucu bu suçlarla, resmi belgelerin, paranın, mühür ve damgaların doğruluğu ile güvenilirliğini koruyarak hem bireylerin hukukî işlemlerinde güven duygusunun tesisini hem de devletin kurumsal otoritesinin ve işlemlerinin sahiciliğini teminat altına almayı amaçlamaktadır. Bu kapsamda kamu güvenine karşı suçlar, doğrudan bir mağdura yönelmese dahi, hukuk düzenine ve kamu idaresine yönelik potansiyel zararları nedeniyle ceza hukukunun koruma alanına alınmış sistemsel suçlar arasında yer almaktadır.
III.4.1-) Parada Sahtecilik (Kalpazanlık) Suçu
Halk arasında yaygın tabiriyle kalpazanlık olarak bilinen suç, Türk Ceza Kanunu m. 197’de tanımlandığı şekliyle parada sahtecilik suçudur. TCK m. 197 fıkra 1 uyarınca, memlekette veya yabancı ülkelerde kanunen tedavülde bulunan parayı, sahte olarak üreten, ülkeye sokan, nakleden, muhafaza eden veya tedavüle koyan kişi, iki yıldan oniki yıla kadar hapis ve onbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu suç, kamu güvenine karşı işlenen suçlar arasında yer alır çünkü paranın geçerliliği ve güvenilirliği devletin ekonomik sistemine olan güveni doğrudan etkiler. Sahte parayı bilerek kabul etmek ve tedavüle koymak da bu kapsamda suç teşkil eder. Suçun temel şekli için üç yıldan on iki yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adlî para cezası öngörülmüştür. Ağırlaştırıcı veya hafifletici nedenler bulunması halinde cezada artış veya indirim yapılabilir.
III.4.2-) Kıymetli Damgada Sahtecilik Suçu:
Devletin mali egemenliğini ve kamu gelir sistemine olan güveni doğrudan koruma altına alan kıymetli damgada sahtecilik suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 199. maddesinde düzenlenmiş olup, vergi, harç veya resmi işlemler için kullanılan damga, pul veya benzeri kıymetli işaretlerin sahteciliğe konu edilmesini cezaî yaptırıma bağlamaktadır. Bu suç; kıymetli damgaların taklit edilmesi, sahte olarak üretilmesi, sahte olduklarını bilerek kullanılması ya da bunların ticaretinin yapılması gibi fiilleri kapsamaktadır. Kanun koyucu burada, kıymetli damgaların sadece ekonomik değeri olan bir araç değil, aynı zamanda devletin finansal düzeni içinde kamu gücünün sembolü olduğunu dikkate alarak, bu tür eylemleri doğrudan kamu güvenine yönelen suçlar arasında değerlendirmiştir. Sahteciliğin boyutuna ve fiilin organize biçimde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine bağlı olarak ceza ağırlaştırılabilmekte; böylece devletin parasal araçlarına duyulan güvenin zedelenmesi engellenmektedir. Bu düzenleme, hem kamu gelirlerinin korunmasını hem de resmi işlemlerde dürüstlük ve güvenin tesisini amaçlayan ceza hukuku ilkelerinin önemli bir yansımasıdır.
III.4.3-) Para ve Kıymetli Damgaları Yapmaya Yarayan Araçların İmali, Ülkeye Sokulması, Satın Alınması, Kabulü Ve Muhafazası Suçu:
Devletin para sistemine ve resmi kıymetli işaretlere dayalı güvenlik mekanizmalarına yönelik dolaylı ancak son derece ciddi bir tehdit oluşturan hazırlık fiillerine karşı düzenlenen para ve kıymetli damgaları yapmaya yarayan araçların imali, ülkeye sokulması, satın alınması, kabulü ve muhafazası suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 200. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, sahte para veya sahte kıymetli damga üretiminde kullanılabilecek nitelikteki kalıp, makine, alet veya benzeri araçların kasten imal edilmesi, yurt dışından ülkeye sokulması, başkasına verilmek üzere veya kendi adına satın alınması, kabul edilmesi ya da bulundurulması hâllerinde oluşur. Kanun koyucu burada doğrudan sahtecilik fiilinin gerçekleşmesini beklemeksizin, sahtecilik suçunun işlenmesini kolaylaştırmaya veya mümkün kılmaya yönelik hazırlık hareketlerini dahi cezalandırmak suretiyle koruma alanını genişletmiş; bu yolla para ve resmi kıymetli işaretlerin güvenliğini ceza hukukunun önleyici işleviyle desteklemeyi amaçlamıştır.
III.4.4-) Mühürde Sahtecilik Suçu:
Devlet otoritesinin ve kamu kurumlarının güvenilirliğinin sembolik ve hukukî temsili olan mühürlerin sahteciliğe konu edilmesi, ceza hukukunun kamu güvenini koruma fonksiyonunun doğrudan devreye girdiği suç tiplerinden biridir ve bu kapsamda mühürde sahtecilik suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 202. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, resmi dairelerin veya kamu tüzel kişiliklerinin kullandığı mühürlerin taklit edilmesi, sahte mühür üretilmesi, bunların kullanılması ya da bilerek bulundurulması hâllerinde oluşur. Kanun koyucu burada, mühürlerin yalnızca fiziksel objeler değil, aynı zamanda kamu gücünü temsil eden hukukî araçlar olduğunu gözeterek, bu araçların sahteliği yoluyla kamusal işlemlerde güvenin zedelenmesini ağır yaptırımlarla önlemeyi hedeflemiştir. Mühürde sahtecilik suçu, hem resmî belgelerin geçerliliğini hem de kamu kurumları ile bireyler arasındaki işlemlerin güvenilirliğini tehdit ettiğinden, ceza hukukunun önleyici ve koruyucu niteliğini açıkça yansıtan sistemsel bir suç tipi olarak önem arz etmektedir.
III.4.5-) Mühür Bozma Suçu:
Kamu otoritesinin denetim ve koruma amacına hizmet eden mühürlerin dokunulmazlığı, devletin düzenleyici gücünün sembolik ve fiilî bir ifadesi olarak ceza hukuku tarafından güvence altına alınmış olup, bu kapsamda mühür bozma suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 203. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, yetkili makamlarca hukukî, idarî veya cezaî bir işlem kapsamında konulmuş mühürlerin izinsiz olarak kaldırılması, bozulması veya mühürlü alanlara müdahâle edilmesi hâlinde oluşur. Kanun koyucu, mühürün fiziksel varlığından çok, taşıdığı hukukî anlamı ve kamu gücüyle kurulan bağlantıyı esas alarak, bu sembolün ihlâlini kamu düzenine yönelik bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Mühür bozma fiilinin herhangi bir zarar doğurması gerekmez; yalnızca mühürlü alanın yetkisiz biçimde açılması veya müdahâle edilmesi, kamu güvenini sarsıcı bir eylem olarak kabul edilerek suçun oluşması için yeterlidir. Bu düzenleme, idarî ve adlî süreçlerin bütünlüğünü koruma amacı taşıyan ceza hukukunun, devlet otoritesine yönelik sembolik ihlâllere karşı da etkin koruma sağladığını göstermektedir.
III.4.6-) Resmî Belgede Sahtecilik Suçu:
Toplumda belgeler aracılığıyla tesis edilen güven ilişkisi, kamu düzeninin sağlıklı işlemesi açısından vazgeçilmezdir; bu nedenle resmî belgede sahtecilik suçu bu güvenin korunmasına yönelik temel ceza normlarından biridir. Türk Ceza Kanunu’nun 204. maddesi, resmî bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçeğe aykırı şekilde değiştiren ya da bu sahte belgeyi bilerek kullanan kişileri cezalandırır. Burada "resmî belge", kamu görevlisi tarafından vazifesine dayanarak düzenlenen veya kamu kurumları nezdinde hukukî sonuç doğuran belgelerdir. Fiilin kamu görevlisi tarafından görevinin sağladığı yetki ve kolaylıktan faydalanarak işlenmesi, suçu daha ağır hale getirir ve verilecek cezanın artırılmasına neden olur. Suçun oluşması için belgenin görünürde gerçek olması ve aldatma kabiliyetine sahip bulunması yeterlidir; belgenin mutlaka bir zarara yol açması gerekmez. Bu suç, hem belgeyi düzenleyen hem de sahte belgeyi kullanan kişiler bakımından ayrı ayrı değerlendirilir ve her biri bağımsız cezaî sorumluluğa tabi olur.
III.4.7-) Resmi Belgeyi Bozmak, Yok Etmek Veya Gizlemek Suçu:
Kamu idaresinin hukukî işlemlerini yürütürken dayandığı belgelerin güvenilirliği ve erişilebilirliği, kamu düzeni ve şahıs hakları açısından hayati öneme sahip olup, bu çerçevede resmî belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 205. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, yetkili bir makam tarafından düzenlenmiş, hukukî sonuç doğurmaya elverişli resmî belgelerin bilerek tahrip edilmesi, tamamen yok edilmesi ya da yetkili mercilerden gizlenmesi suretiyle işlenir ve kamusal işlemlerin doğruluğunu, şeffaflığını ve sürekliliğini doğrudan tehdit eden nitelikte kabul edilir. Kanun koyucu, söz konusu fiillerin yalnızca belgeye yönelen fiziksel müdahâle olmadığını; aynı zamanda kamu gücünün denetlenebilirliğini ve belgeye dayalı hakların kullanılabilirliğini ortadan kaldıran, kamu güvenini sarsan davranışlar olduğunu vurgulamış ve ağır yaptırımlar öngörmüştür. Bu düzenleme, özellikle kamu kurumlarının işlem güvenliği ile bireylerin belgeye bağlı hak ve yükümlülüklerinin korunmasını ceza hukuku yoluyla temin eden temel normatif güvencelerden biridir.
III.4.8-) Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan Suçu:
Kamu otoritesinin düzenlediği belgelere duyulan güveni korumak ve idarî-adlî süreçlerin doğruluk ilkesine dayalı yürütülmesini sağlamak amacıyla düzenlenen resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 206. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu suç, bir kamu görevlisinin düzenleyeceği resmî belgenin içeriğini etkileyebilecek nitelikte, gerçeğe aykırı beyan veya bilgi verilmesi suretiyle işlenir ve bu yönüyle doğrudan kamu görevlisinin değil, onu yanıltan üçüncü şahsın sorumluluğunu doğurur. Kanun koyucu, resmî belgenin içeriğinin doğru olması gerekliliğini esas alarak, yanıltıcı beyan yoluyla düzenlenen belgelerin hem bireysel hakları ihlâl etmesini hem de kamu işlemlerinin meşruiyetini zedelemesini engellemeyi hedeflemiştir. Bu düzenleme, belgeye dayalı kamusal güvenliğin yalnızca sahtecilik değil, aynı zamanda içerik bakımından dürüstlük ilkesi çerçevesinde korunmasını temin eden tamamlayıcı bir ceza normu niteliği taşımaktadır.
III.4.9-) Özel Belgede Sahtecilik Suçu:
Özel hukuk ilişkilerinde güvenin ve belgeye dayalı işlemlerin dürüstlük ilkesi çerçevesinde yürütülmesini sağlamak amacıyla ceza hukukunun koruma alanına dâhil edilen özel belgede sahtecilik suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 207. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, özel kişi veya kuruluşlarca düzenlenen, hukukî anlam ve sonuç doğurmaya elverişli bir belgenin gerçeğe aykırı olarak hazırlanması, tahrif edilmesi, sahte belge düzenlenmesi ya da böyle bir belgenin bilerek kullanılması hâlinde oluşur. Kanun koyucu, resmi belgelerden farklı olarak özel belgelerde sahtecilik fiilinin kamusal otoriteye değil, kişiler arasındaki hukukî güvenliğe zarar verdiğini göz önünde bulundurarak, daha hafif fakat yine de caydırıcı nitelikte bir yaptırım öngörmüştür. Bu yasal düzenleme, bilhassa borç ilişkileri, ticari işlemler ve özel sözleşmelere dayalı uyuşmazlıklarda belge güvenliğini sağlama amacı taşır ve özel yaşam alanında da hukukî işlem güvenliğinin korunmasını ceza hukuku düzleminde teminat altına alır.
III.4.10-) Özel Belgeyi Bozmak, Yok Etmek Veya Gizlemek Suçu:
Bireyler arasındaki özel hukuk ilişkilerinin güvenilir biçimde yürütülmesini ve delil sisteminin bütünlüğünü korumayı amaçlayan ceza hukuku düzenlemelerinden biri olan özel belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 208. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, hukukî bir ilişkiye dayalı olarak düzenlenmiş ve delil değeri taşıyan özel nitelikli bir belgenin, ilgilisi tarafından bilerek ve isteyerek tahrip edilmesi, ortadan kaldırılması ya da yetkili kişilerin erişimini engelleyecek şekilde saklanması suretiyle işlenir. Kanun koyucu, özel belgelerin hukukî işlemlerde delil olma işlevini esas alarak, yalnızca belgeyi sahte olarak üretmeyi değil, aynı zamanda mevcut bir belgenin varlığını hukuka aykırı biçimde ortadan kaldırmayı da ceza hukuku koruması altına almıştır. Bu düzenleme, özel belgelerin içerik güvenliğini ve taraflar arası hukukî dengeyi muhafaza ederek, kişisel hak ve alacakların korunmasını sağlayan tamamlayıcı bir normatif yapı niteliği taşımaktadır.
III.4.11-) Açığa İmzanın Kötüye Kullanılması Suçu:
Belgeye güven ilkesinin zedelenmesini önlemek ve özellikle hukukî işlemlerde imzanın taşıdığı irade beyanı niteliğini korumak amacıyla ceza hukukunun müdahâle alanına dâhil edilen açığa imzanın kötüye kullanılması suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 209. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, bir kimsenin kendisine güven duyularak verilen ve üzerinde henüz herhangi bir metin veya hüküm bulunmayan imzalı kâğıdı, sahibinin iradesine aykırı biçimde doldurması ya da kullanması suretiyle oluşur. Kanun koyucu burada, açığa atılan imzanın güvene dayalı niteliğini esas alarak, bu güvenin ihlâliyle birlikte ortaya çıkabilecek hukukî ve maddi zararları önlemeyi hedeflemiştir. Suçun hukukî konusu, imzanın temsil ettiği irade açıklamasının kötüye kullanılması yoluyla özel belgede sahtecilik fiilinin gerçekleşmesidir; dolayısıyla eylem, hem belge güvenliğini hem de bireyler arası güven ilişkisini doğrudan tehdit eden bir nitelik taşır. Bu düzenleme, imzanın anlamına ve fonksiyonuna dayalı olarak özel hukuk ilişkilerinin adâletli ve dürüst biçimde işlemesini sağlamak için ceza hukukunun koruma işlevini etkin biçimde devreye sokmaktadır.
III.5-) KAMU BARIŞINA KARŞI SUÇLAR:
Toplumun huzurunu, sosyal düzeni ve kamusal güven duygusunu korumayı hedefleyen ceza hukuku normlarının somutlaştığı “Kamu Barışına Karşı Suçlar” bölümü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda kamu düzenine yönelik doğrudan veya dolaylı tehdit oluşturan eylemlerin cezaî yaptırıma bağlandığı sistematik bir düzenleme alanı sunmaktadır. Bu bölümde; halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla yalan haber yaymak (m. 213), halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama (m. 216), suç işlemeye tahrik (m. 214), suçu ve suçluyu övme (m. 215), yalan tanıklık ve iftirayı teşvik edici davranışlar ile halkın bir kesimini tehdit eden söylemler gibi, kamu barışını bozmaya elverişli fiiller cezalandırılmaktadır. Kanun koyucu, bireyler arasında düşmanlık yaratabilecek veya toplumda infial oluşturabilecek söylem ve eylemleri, yalnızca kişisel değil, kolektif güvenlik ve toplumsal istikrar açısından tehlikeli bularak ceza hukukunun müdahâle alanına dâhil etmiştir. Bu düzenleme, ifade özgürlüğü ile kamu güvenliği arasındaki dengeyi gözeterek, demokratik toplumda barışçıl bir ortak yaşamın tesisi için temel bir normatif çerçeve sunmaktadır.
III.5.1-) Halk Arasında Korku ve Panik Yaratmak Amacıyla Tehdit Suçu:
Toplumsal huzurun ve kamusal güvenliğin korunması açısından bireysel tehdit eylemlerinin ötesine geçen ve kitlesel korku yaratma saikiyle gerçekleştirilen davranışlar, ceza hukukunun kamu barışına ilişkin müdahâle alanını oluşturur; bu çerçevede halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 213. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, kamuya yönelik bir tehdit unsuru içeren bildiri, haber, yazı veya sözlerin, halk arasında endişe, korku veya panik yaratma amacıyla yayılması durumunda oluşur. Failin amacı, bireyler arası değil, doğrudan geniş kitleleri etkileyerek kamu düzenini bozmak ve toplumsal dengeyi sarsmaktır. Kanun koyucu burada tehdit içerikli ifadelerin yarattığı potansiyel tehlikeyi esas alarak, doğrudan zarar olmasa bile toplumu kaosa sürükleyebilecek söylem ve haberlerin cezalandırılmasını öngörmüştür. Bu düzenleme, demokratik toplumlarda ifade özgürlüğünün sınırlarını belirlerken, kamu barışının ve kolektif güvenliğin korunmasını önceleyen normatif bir güvenlik mekanizması niteliği taşımaktadır.
III.5.2-) Suç İşlemeye Tahrik Suçu:
Toplumda suç işlemeye yönelik eğilimleri teşvik eden ya da organize suç riskini artıran söylem ve davranışların önlenmesi, ceza hukukunun kamu barışını koruyucu işlevinin temel gerekçelerinden biridir; bu çerçevede suç işlemeye tahrik suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 214. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu suç, halk arasında alenen işlenmesi istenen herhangi bir suça yönelik doğrudan çağrı veya teşvik içeren sözlü, yazılı ya da görsel nitelikteki beyanların kullanılmasıyla oluşur ve yalnızca bireysel yönlendirmeleri değil, toplumsal düzeyde suç işleme eğilimini besleyecek türden genelleştirilmiş tahrikleri de kapsar. Kanun koyucu, bu düzenlemeyle ifade özgürlüğü sınırlarının kamu düzeni ve güvenliğiyle çatıştığı noktada, kamusal barışı öncelikleyerek suçun doğrudan teşvikini cezaî yaptırıma bağlamış; suçun işlenmesi sonucunu aramaksızın, tahrik eylemini tehlike suçu olarak tanımlamıştır. Bu norm, hukukî denetimin önleyici niteliğini vurgulayarak toplumsal yaşamda şiddet ve yasa dışı davranışların teşvikine karşı güçlü bir ceza hukuku refleksi geliştirmeyi amaçlamaktadır.
III.5.3-) Suçu ve Suçluyu Övme Suçu:
Toplumun hukuk düzenine olan inancını ve suçla mücadeledeki kolektif kararlılığını zedeleyebilecek söylem ve davranışlara karşı ceza hukukunun önleyici işlevini ortaya koyan suçu ve suçluyu övme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 215. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, kamuoyunda infial yaratabilecek veya toplumsal değerlerle açıkça çelişen bir suçun ya da o suçu işlemiş failin, alenen övülmesi, meşrulaştırılması ya da kahramanlaştırılması durumunda oluşur. Kanun koyucu, burada ifade özgürlüğü ile kamu düzeni arasındaki dengeyi gözeterek, suçun işlenmesini teşvik etmeye elverişli övgü ve meşruiyet yaratıcı beyanları cezalandırılabilir kabul etmiş; bu tür ifadelerin doğrudan tahrik içermese bile suç kültürünü beslemesi nedeniyle toplumsal barışı bozabileceğini değerlendirmiştir. Suçun oluşması için somut bir zararın doğması gerekmeyip, potansiyel tehlike yaratacak nitelikteki aleni övgü fiili yeterlidir. Bu hüküm, hukuka aykırı eylemlerin yüceltilmesinin cezaî yaptırımla sınırlandırılması yoluyla, hukuk devletinin meşruiyetini ve kamu vicdanını korumayı amaçlamaktadır.
III.5.4-) Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu:
Toplumsal barışın ve çoğulcu demokrasinin temel dayanaklarından biri olan farklı kimlik, inanç ve yaşam biçimlerine saygı ilkesinin ceza hukuku koruması altına alınmasını sağlayan halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölgesel farklılıklar temelinde kin ve düşmanlığa sevk edilmesi ya da bu grupların alenen aşağılanması hâlinde oluşur ve kamu güvenliğini bozacak somut bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde cezaî yaptırıma bağlanır. Kanun koyucu burada, bireyler arası ayrımcılığı körükleyen ve toplumu çatışmaya sürükleyebilecek nitelikteki ayrıştırıcı söylemleri tehlike suçu kapsamında değerlendirerek, yalnızca fiziksel saldırıları değil, sözlü ve yazılı ifadeleri de suçun konusu haline getirmiştir. Bu düzenleme, demokratik toplum düzeninin birlikte yaşama ilkesine dayalı yapısını koruma amacıyla, ifade özgürlüğünün sınırlarını kamu barışı lehine belirleyen önemli bir ceza normu niteliğindedir.
III.5.5-) Kanunlara Uymamaya Tahrik Suçu:
Toplum düzeninin korunmasına yönelik suçlar arasında yer alan kanunlara uymamaya tahrik suçu, bireyleri hukuka aykırı davranmaya özendirme niteliği taşıyan tehlike suçudur. Türk Ceza Kanunu’nun 217. maddesi uyarınca, halkı alenen kanunlara uymamaya tahrik eden kişi, bu fiil kamu barışını bozmaya elverişli ise, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun oluşabilmesi için, failin doğrudan halka hitap ederek onları yasalara karşı gelmeye çağırması ve bu çağrının somut bir kamu barışı tehlikesi doğurabilecek mahiyette olması gereklidir. Kamu barışının bozulmasına elverişlilik ölçütü, soyut bir değerlendirme değil, somut olay bağlamında hâkimin takdirine bağlı olarak belirlenir. Bu yönüyle suç, düşünce ve ifade özgürlüğü sınırlarını zorlayan bir noktada yer alır ve Anayasa ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında dikkatli yorumlanması gereken bir hükümdür.
III.5.6-) Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma Suçu:
Bilgi çağında kamusal algının şekillenmesinde bilginin güvenilirliği kritik bir rol oynarken, yanlış ve manipülatif içeriklerin yaygınlaşmasının toplumsal huzuru ve kamu düzenini tehdit edebileceği düşüncesiyle ceza hukukuna taşınan halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 217/A maddesinde 2022 yılında yapılan değişiklikle ihdas edilmiştir. Bu suç, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili konularda, kamu barışını bozmaya elverişli olan ve gerçeğe aykırı bir bilginin, sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratma saikiyle alenen yayılması hâlinde oluşur. Kanun koyucu, bu düzenleme ile bilhassa sosyal medya ve dijital platformlar üzerinden hızla yayılabilecek dezenformasyonun, toplumda infiale neden olma riskini gözeterek, ifade özgürlüğü ile kamu güvenliği arasındaki hassas dengeyi gözetmeyi amaçlamıştır. Suçun oluşabilmesi için bilginin gerçek dışı olması, kamu barışını bozacak mahiyette bulunması ve failin bu bilgiyi yayma kastının bulunması gerekmektedir. Bu madde, özellikle kriz dönemlerinde bilgi kirliliğini önleyerek kamusal düzenin korunmasını hedefleyen güncel ve tartışmalı bir ceza normudur.
III.5.7-) Görev Sırasında Din Hizmetlerini Kötüye Kullanma Suçu:
Kamu görevlisi sıfatını taşıyan din görevlilerinin sahip oldukları manevi otoritenin, devletin tarafsızlık ilkesi ve kamu düzeni aleyhine kullanılmasını önlemeye yönelik olarak düzenlenen vazife sırasında din hizmetlerini kötüye kullanma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 219. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, cami, mescit gibi ibadet yerlerinde vazife yapan veya dinî törenleri yönetmekle yetkili kılınmış kişilerin, görevlerini yerine getirirken herhangi bir siyasî faaliyette bulunmaları, halkı muayyen bir siyasal düşünce lehine veya aleyhine yönlendirmeleri ya da görevlerinin gereği dışında beyanlarda bulunmaları hâlinde oluşur. Kanun koyucu burada, din hizmetlerinin kamusal güvene dayalı, tarafsız ve birleştirici bir mahiyet taşımasını esas alarak, bu alanın siyasal veya ideolojik araçsallaştırılmasına karşı cezaî yaptırımla önleyici bir norm tesis etmiştir. Bu düzenleme, laiklik ilkesinin ve kamu hizmetinde tarafsızlık esasının ceza hukuku düzleminde korunmasına yönelik, demokratik ve çoğulcu toplum yapısının sürdürülebilirliğini destekleyen önemli bir hüküm niteliğindedir.
III.5.8-) Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu:
Modern ceza hukukunun örgütlü suçlulukla mücadele kapsamında benimsediği önleyici yaklaşımın bir yansıması olarak, bireysel suçlardan bağımsız şekilde örgütsel yapılanmayı cezalandıran suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, bir suçun işlenmesini kolaylaştırmak, süreklilik kazandırmak veya failler arasında hiyerarşik bir yapı kurmak amacıyla en az üç kişi tarafından oluşturulan bir örgütün kurulması, yönetilmesi, örgüte üye olunması ya da örgüt adına suç işlenmesi gibi fiilleri kapsamaktadır. Kanun koyucu, bu düzenleme ile somut bir suç işlenmese dahi, suç işlemeyi amaçlayan yapının kurulmasını ve bu yapıya katılımı başlı başına cezalandırılabilir kabul ederek, örgütlü suçların önlenmesini hedeflemiştir. Ayrıca örgüt adına suç işleyen kişiler hem işledikleri suçtan hem de örgüt üyeliğinden ayrı ayrı sorumlu tutulmakta; bu çifte mesuliyet, örgütsel faaliyetin toplumsal tehlikeliliğini vurgulamaktadır. Bu norm, organize suçla etkin mücadeleyi mümkün kılan ve suç politikası açısından caydırıcılığı yüksek olan yapısal bir ceza hukuku düzenlemesidir.
III.6-) ULAŞIM ARAÇLARINA VEYA SABİT PLATFORMLARA KARŞI SUÇLAR:
Toplumsal yaşamın düzenli işleyişi bakımından kritik öneme sahip olan ulaşım sistemleri ve sabit altyapı unsurlarına yönelik müdahâlelerin kamu güvenliği açısından doğurabileceği riskler, ceza hukukunun koruma alanına dâhil edilerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda “Ulaşım Araçlarına veya Sabit Platformlara Karşı Suçlar” başlığı altında sistemli biçimde düzenlenmiştir. Bu bölümde; kara, hava, deniz ve demiryolu ulaşım araçlarının kaçırılması, tehlikeye sokulması, alıkonulması ya da seyrüsefer güvenliğini bozacak nitelikteki eylemler (örneğin araç kaçırma, raylara engel koyma, sabit platformlara zarar verme gibi) çeşitli maddeler altında cezaî yaptırıma bağlanmıştır. Kanun koyucu, söz konusu suçların yalnızca malvarlığına değil, çok sayıda insanın yaşam hakkına ve kamu düzenine doğrudan tehdit oluşturabileceği gerekçesiyle bu fiilleri yüksek riskli suçlar kategorisinde değerlendirmiştir. Bu kapsamda düzenlenen hükümler, ulaşım sistemlerinin güvenli, kesintisiz ve kamusal yarara uygun şekilde işletilmesini sağlamak amacıyla ceza hukukunun caydırıcı ve önleyici fonksiyonunu etkili bir şekilde devreye sokmaktadır.
III.6.1-) Ulaşım Araçlarının Kaçırılması Veya Alıkonulması Suçu:
Kamu güvenliğini, bireylerin seyahat özgürlüğünü ve ulaşım sistemlerinin sürekliliğini tehdit eden organize ve tehlikeli eylemlere karşı ceza hukukunun etkin müdahâlesini öngören ulaşım araçlarının kaçırılması veya alıkonulması suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 223. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarının cebir, tehdit veya hile kullanılarak kaçırılması ya da yetkisiz şekilde alıkonulması hâlinde oluşur ve araçta bulunan kişilerin özgürlüğü ile kamusal ulaşım güvenliği doğrudan ihlâl edilmiş olur. Kanun koyucu, bu tür eylemleri yalnızca bireysel hak ihlâli değil, toplumsal güvenliği ve kamu düzenini sarsıcı nitelikte sistemsel tehditler olarak değerlendirmiş; failin amacından bağımsız olarak, eylemin meydana getirdiği tehlike üzerinden ağır cezaî yaptırımlar öngörmüştür. Suçun silahla, örgüt faaliyeti çerçevesinde veya yolcuların yaşamını tehlikeye sokacak biçimde işlenmesi hâlinde nitelikli hâller düzenlenerek cezalar artırılmıştır. Bu madde, modern ulaşım altyapısının güvenliğini korumaya yönelik ceza hukuku refleksinin yüksek yoğunluklu uygulandığı normatif düzenlemelerden biridir.
III.6.2-) Ulaşım Araçlarına Veya Sabit Platformlara Karşı Suçlar Ulaşım Araçlarının Kaçırılması Veya Alıkonulması Suçu:
Ulaşım sistemlerinin sürekliliğini, kamu güvenliğini ve yolcuların fiziksel bütünlüğünü korumaya yönelik ceza hukuku müdahâlesinin tamamlayıcı bir yansıması olarak düzenlenen “Ulaşım Araçlarına veya Sabit Platformlara Karşı Suçlar” kapsamında yer alan TCK m. 224, bilhassa seyrüsefer güvenliğini tehlikeye düşüren, ulaşım araçlarının işleyişine ya da bunlara bağlı sabit altyapılara yönelik sabotaj niteliğindeki eylemleri cezaî yaptırıma bağlamaktadır. Bu madde, demiryolu raylarının yerinden çıkarılması, deniz fenerlerinin tahribi, trafik sinyalizasyon sistemlerinin devre dışı bırakılması gibi fiillerle ulaşımın kesintiye uğratılması veya ciddi tehlikeye sokulması durumlarını kapsamına alır. Kanun koyucu, bu tür eylemlerin sadece malvarlığına değil, aynı zamanda çok sayıda insanın yaşamına ve kamu düzenine yönelik yüksek riskler barındırması nedeniyle ağırlaştırılmış yaptırımlar öngörmüş; ulaşım altyapısının güvenliğinin korunmasını toplumsal barışın ve ekonomik istikrarın bir parçası olarak değerlendirmiştir. Bu düzenleme, ulaşım araçları ile sabit platformların kamu hizmeti niteliğini esas alarak, onların güvenliğine yönelik her türlü müdahâleyi ceza hukuku bakımından ağır bir ihlâl olarak kabul etmektedir.
III.7-) GENEL AHLAKA KARŞI SUÇLAR:
Toplumun ortak değer yargılarını, kamu düzenini ve ahlaki bütünlüğünü korumaya yönelik ceza hukuku müdahâlesinin önemli bir yansıması olarak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Genel Ahlaka Karşı Suçlar” başlıklı bölümü, kamusal yaşamda kabul gören ahlaki normlara aykırı eylemleri yaptırıma bağlayan hükümleri içermektedir. Bu bölümde yer alan suçlar; fuhuş (m. 227), müstehcenlik (m. 226), kumar oynanması için yer ve imkân sağlama (m. 228) gibi fiilleri kapsamakta olup, bireyin özel hayatına değil, kamusal alanda ahlaki düzenin ihlâli niteliği taşıyan eylemlere yöneliktir. Kanun koyucu, bu suçların düzenlenmesinde yalnızca bireysel mağduriyeti değil, toplumun genel ahlak anlayışı çerçevesinde oluşabilecek toplumsal çözülmeleri göz önünde bulundurarak, kamusal değerlerin ceza hukuku aracılığıyla korunmasını amaçlamıştır. Bu bağlamda genel ahlaka karşı suçlar, bireysel hak ve özgürlükler ile toplumsal normlar arasında denge kurmayı hedefleyen, normatif ve kültürel bir güvenlik alanı oluşturmaktadır.
III.7.1-) Genel Ahlaka Karşı Suçlar Hayasızca Hareketler Suçu:
Toplumun ortak ahlaki değerlerini koruma amacıyla kamusal alanlarda sergilenen müstehcen veya edep dışı davranışlara karşı ceza hukukunun müdahâleci rolünü ortaya koyan hayasızca hareketler suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 225. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, genel ahlaka aykırı düşecek şekilde cinsel içerikli davranışların veya teşhirci nitelikte eylemlerin aleniyet kazanarak kamuya açık alanlarda gerçekleştirilmesi hâlinde oluşur. Kanun koyucu burada, özel hayat kapsamında değerlendirilebilecek bazı eylemlerin kamusal alanda sergilenmesini yalnızca bireysel bir tercih değil, toplumsal değerleri zedeleyici ve kamu düzenini bozucu bir fiil olarak değerlendirmiştir. Suçun oluşumu için eylemin teşhir niteliğinde olması ve halkın görebileceği bir şekilde gerçekleştirilmesi yeterlidir; mağdurun belirli bir kişi olması gerekmez. Bu düzenleme, ifade özgürlüğü ve bireysel davranış serbestisiyle kamu ahlakı arasındaki dengeyi gözeterek, toplumun ortak yaşam alanlarında ahlaki düzenin sürdürülebilirliğini sağlama amacını taşımaktadır.
III.7.2-) Müstehcenlik Suçu:
Toplumsal değer yargılarını ve özellikle çocukların psikososyal gelişimini korumaya yönelik olarak ceza hukukunun müdahâlesini öngören Müstehcenlik suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 226. maddesinde ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Bu suç, müstehcen nitelikteki basılı, görsel, işitsel veya dijital içeriklerin üretilmesi, yayılması, satışa sunulması, sergilenmesi ya da çocuklara ulaştırılması gibi fiilleri kapsamakta; bilhassa çocukların müstehcen materyale maruz bırakılması hâlinde daha ağır cezaî yaptırımlar öngörülmektedir. Kanun koyucu burada yalnızca ahlaki değerleri değil, bireyin zihinsel ve duygusal bütünlüğünü de gözeterek, müstehcenlik fiilini hem özel hayatın ihlâli hem de kamu düzeninin bozulması açısından tehlikeli bir eylem olarak değerlendirmiştir. Suçun oluşumu, içeriklerin açıkça cinsel nitelik taşıması ve aleniyet kazanacak biçimde kamuya sunulması durumlarında mümkün olurken, çocuğa yönelik eylemler bakımından aleniyet şartı aranmaksızın daha sıkı bir koruma rejimi benimsenmiştir. Bu düzenleme, özellikle dijital mecralardaki içerik akışının hızlandığı günümüzde, toplumun ahlaki yapısının ve bireylerin ruhsal sağlığının korunması açısından ceza hukukunun önleyici işlevini güçlendirmektedir.
III.7.3-) Fuhuşu Teşvik ve Aracılık Suçu:
Toplumun ahlakî yapısını ve bireylerin cinsel dokunulmazlıklarını koruma amacıyla ceza hukukunun aktif müdahâlesini gerektiren suç tiplerinden biri olan fuhuşu teşvik ve aracılık suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 227. maddesinde ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Bu suç, bir kimseyi fuhuş yapmaya teşvik etmek, fuhuş yapmasını kolaylaştırmak, aracılık etmek, yer temin etmek veya bu fiilleri organize şekilde yürütmek suretiyle işlenebilir. Özellikle çocukların fuhşa sürüklenmesi veya suçun örgütlü biçimde gerçekleştirilmesi gibi hâllerde ceza oranları ağırlaştırılmıştır. Kanun koyucu, bu düzenleme ile fuhşun yalnızca bireysel bir eylem değil, toplum sağlığı, insan onuru ve cinsel özgürlükler açısından doğurabileceği sistemsel tehditleri göz önünde bulundurarak, fuhuşa yönlendiren tüm destekleyici faaliyetleri cezalandırılabilir kabul etmiştir. Bu norm, bireyin rızasına dayansa dahi fuhuşa yönlendirme faaliyetlerini kamusal düzen ve ahlakî bütünlük açısından tehlikeli gören koruyucu ceza politikalarının somut bir yansımasıdır.
III.7.4-) Kumar Oynanması İçin Yer ve İmkân Sağlama Suçu:
Toplumda maddi ve manevi zararlara yol açabilecek alışkanlıkların yayılmasını önlemeyi amaçlayan ceza hukuku müdahâlelerinden biri olarak düzenlenen kumar oynanması için yer ve imkân sağlama suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 228. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, kişisel çıkar sağlama amacıyla kumar oynanmasına elverişli fiziksel veya dijital bir ortam hazırlayan, bu ortamı işleten, yöneten ya da bu tür faaliyetlere olanak tanıyan kimselere yöneliktir. Kanun koyucu, bireylerin kumar oynama eylemini doğrudan suç olarak tanımlamasa da, bu eylemin yaygınlaşmasını ve örgütlü şekilde yürütülmesini teşvik eden yapısal destek faaliyetlerini cezaî yaptırımla engellemeyi hedeflemiştir. Bilhassa internet ortamında sanal kumar imkânı sunulması veya çocuklara yönelik dolaylı kumar türlerinin teşviki gibi durumlarda suçun kapsamı genişletilmiş, kamu düzeni ve ekonomik güvenliğin korunması öncelikli amaç hâline getirilmiştir. Bu düzenleme, bireysel özgürlük ile kamusal çıkar arasındaki dengeyi gözeterek, kumarın organize edilmesini ve toplumda bir kazanç aracı hâline getirilmesini önlemeye yönelik koruyucu bir ceza normu işlevi görmektedir.
III.7.5-) Dilencilik Yaptırma Suçu:
Toplumun sosyal düzenini ve bireyin onurunu korumaya yönelik olarak ceza hukuku sisteminde yer bulan dilencilik yaptırma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 229. maddesinde düzenlenmiş olup, başkalarını kendi yararına veya bir başkasının yararına dilendirmeyi cezaî yaptırıma bağlamaktadır. Bu suç, özellikle çocukların, engellilerin veya güçsüz bireylerin istismar edilmesi suretiyle gerçekleştirilen organize dilencilik faaliyetlerini hedef almakta; failin bu kişileri maddi çıkar amacıyla dilenmeye sevk etmesi ya da bu fiili kolaylaştıracak ortam sağlaması hâlinde oluşmaktadır. Kanun koyucu, burada yalnızca kamu düzeninin ihlâliyle yetinmeyip, bireylerin sosyal ve ekonomik zafiyetlerinin sömürüye dönüştürülmesini de ağır bir toplumsal tehdit olarak değerlendirmiştir. Bu kapsamda dilencilik yaptırma suçu, hem insan onuruna hem de kamusal alanların işleyişine yönelik müdahâleleri önlemeye yönelik olarak ceza hukukunun koruyucu ve caydırıcı işlevini yerine getiren normatif bir araçtır.
III.8-) AİLE DÜZENİNE KARŞI SUÇLAR:
Aile düzenine karşı suçlar, toplumun en temel kurumu olan aile yapısını korumayı amaçlayan ceza normlarını içermektedir. Türk Ceza Kanunu’nun ilgili bölümünde yer alan bu suçlar, bilhassa evlilik birliğinin hukukî ve ahlakî temellerine yönelik ihlâlleri cezalandırmayı hedefler. Bu kapsamda, çok eşlilik (m. 230/1), hileyle evlenme (m. 230/2-3) ve resmî nikâh yapılmadan dinî törenle evlenme veya evlendirme (m. 230/5-6) gibi fiiller düzenlenmiştir. Kanun koyucu, aile kurumunu sarsan ve bireylerin medeni haklarını ihlâl eden davranışlara karşı yaptırım öngörerek, hem bireylerin kişilik haklarını hem de kamusal düzeni güvence altına almaktadır. Bu suçlar aynı zamanda laik hukuk devleti ilkesine uygun olarak evliliğin yalnızca resmi yollarla kurulabileceği ve sürdürülebileceği anlayışına dayanır.
III.8.1-) Birden Çok Evlilik, Hileli Evlenme, Dinsel Törenle Evlenme Suçları:
Aile düzeninin korunması, medeni hukuk ilkelerine bağlı resmi evlilik kurumunun güvence altına alınması ve bireyler arasında hukuk güvenliğinin sağlanması amacıyla ceza hukukunun müdahâlede bulunduğu suç tiplerinden biri olan birden çok evlilik, hileli evlenme ve dinsel törenle evlenme suçları, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 230. maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde kapsamında, mevcut evliliği sona ermemiş bir kişinin yeniden evlenmesi (bigami), evlenmeye yasal engel bulunduğunu bilerek evlilik işlemi yaptırması (hileli evlenme) veya resmi nikâh yapılmaksızın sadece dinî törenle evlenilmesi yahut bu töreni gerçekleştiren kişi tarafından suç işlenmiş olur. Kanun koyucu, evlilik kurumunun yalnızca medeni hukuk normlarına uygun biçimde kurulmasını esas alarak, resmi makamlar dışında yapılan evlenmelerin hem bireyler arası hak ihlâllerine hem de kamu düzenine yol açabileceği düşüncesiyle bu tür fiilleri cezaî yaptırıma bağlamıştır. Bu düzenleme, seküler hukuk sisteminde evliliğin hukukî ve sosyal etkilerinin devlet denetimi altında yürütülmesi gerektiğini vurgulayan, hem aile hukukunun hem de kamu düzeninin korunmasına yönelik temel bir ceza hukuku normudur.
III.8.2-) Çocuğun Soybağını Değiştirme Suçu:
Aile yapısının ve bireysel kimliğin hukukî güvencesi olan soybağı ilişkilerinin korunması, hem çocuğun kişilik haklarını hem de kamusal düzeni ilgilendiren bir değer olarak ceza hukuku kapsamında da koruma altına alınmış olup, bu bağlamda çocuğun soybağını değiştirme suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 231. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, bir çocuğun gerçek soybağını değiştirmek amacıyla kasten hukuka aykırı işlem yapılması, özellikle doğumun yanlış bildirilmesi, başkasının çocuğu gibi gösterilmesi veya resmi kayıtlarda sahtecilik yapılması gibi fiilleri kapsamaktadır. Kanun koyucu burada, yalnızca biyolojik gerçekliğe değil, aynı zamanda çocuğun hukukî statüsüne, aile içindeki konumuna ve gelecekteki miras, vatandaşlık, velayet gibi haklarına ilişkin temel belirleyicilere zarar verecek eylemleri ağır bir toplumsal tehdit olarak değerlendirmiştir. Bu düzenleme, çocuğun kimlik hakkı ile aile yapısının istikrarını birlikte koruyarak, kişisel statü hukukunun bütünlüğünü ceza hukuku vasıtasıyla güvence altına alan önemli bir normatif mekanizma işlevi görmektedir.
III.8.3-) Kötü Muamele Suçu:
Kötü muamele suçu, bireyin fiziksel ya da psikolojik bütünlüğüne yönelik sistematik ve haksız müdahâleleri cezalandırmayı amaçlayan bir düzenlemedir. Türk Ceza Kanunu’nun 232. maddesi uyarınca, birlikte yaşadığı kişiye karşı sürekli biçimde onur kırıcı, eziyet verici veya küçük düşürücü davranışlarda bulunan kimse, kötü muamele suçunu işlemiş sayılır. Bu suçun oluşabilmesi için fail ile mağdur arasında aile içi, hane halkı ya da benzeri bir birlikte yaşam ilişkisi bulunmalı ve eylemler süreklilik arz etmelidir. Kötü muamele, işkence suçundan farklı olarak kamu görevlisi olmayı gerektirmez ve mağdurun özel alandaki yaşamının ihlâli üzerinden şekillenir. Kanun, mağdurun yalnızca fiziksel değil, duygusal zarar görmesini de koruma altına alarak, hane içi şiddetin sistematik boyutunu ceza hukuku kapsamında değerlendirmektedir.
III.8.4-) Aile Hukukundan Kaynaklanan Yükümlülüğün İhlâli Suçu:
Aile kurumunun devamı ve çocukların korunması bakımından bireylerin üstlendiği hukukî yükümlülüklerin yerine getirilmesi, yalnızca özel hukuk sorumluluğu değil, toplumsal bütünlük açısından da kamusal bir önem taşıdığından, aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlâli suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 233. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, aile bireylerinden birinin, birlikte yaşama, bakım, eğitim veya nafaka yükümlülüğü gibi temel ailevi sorumluluklarını ihmal etmesi ve bu suretle diğer aile fertlerinin mağduriyetine yol açması durumunda oluşur. Kanun koyucu, aile içerisindeki vazife dağılımının keyfi şekilde ihlâl edilmesini yalnızca özel bir uyuşmazlık olarak değil, kamu düzenini ve özellikle çocukların esenliğini ilgilendiren bir toplumsal sorun olarak değerlendirmiştir. Bu kapsamda, bilhassa çocuğun veya eşin korunmaya muhtaç hâle gelmesine neden olacak nitelikteki ihlâller cezaî yaptırım altına alınarak, bireylerin ailevi yükümlülüklerine hukuk düzeni içinde bağlı kalmaları sağlanmak istenmiştir. Bu düzenleme, aile kurumunun sürekliliğini destekleyen ve bireyler arası mesuliyet ilişkilerini ceza hukuku zemininde dengeleyen bir normatif güvencedir.
III.8.5-) Çocuğun Kaçırılması Ve Alıkonulması Suçu:
Çocuğun aile bireyleriyle kurduğu kişisel ilişkinin korunması ve ebeveynlik haklarının ihlâl edilmemesi amacıyla ceza hukukunun müdahâlesini öngören çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 234. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, velayet hakkı kendisine verilmemiş olan anne, baba ya da üçüncü kişilerin, çocuğu hukuka aykırı biçimde kaçırması veya alıkoyması hâlinde oluşur; ayrıca, velayet hakkı olan kişinin, çocuğun diğer ebeveyniyle kişisel ilişki kurmasını engellemesi de aynı madde kapsamında cezalandırılır. Kanun koyucu burada, sadece fiziksel özgürlüğün ihlâlini değil, aynı zamanda çocuğun duygusal, sosyal ve psikolojik gelişimini etkileyen ebeveynlik haklarına yönelik müdahâleleri de koruma altına alarak, çocuğun üstün yararı ilkesini ceza normu düzeyinde somutlaştırmıştır. Bu düzenleme, hem aile hukuku hem de çocuk koruma sistemiyle doğrudan ilişkili olup, ebeveynler arasındaki kişisel anlaşmazlıkların çocuğun gelişim hakkına zarar verecek düzeye ulaşmasını önlemeyi amaçlayan tamamlayıcı bir ceza normu niteliği taşımaktadır.
III.9-) EKONOMİ, SANAYİ VE TİCARETE KARŞI SUÇLAR:
Ekonomik düzenin istikrarı, ticaretin dürüstlük ilkesi çerçevesinde işlemesi ve sanayi faaliyetlerinin kamu yararı doğrultusunda yürütülmesi, yalnızca özel hukuk ilişkileriyle değil, ceza hukuku güvencesiyle de desteklenmesi gereken temel kamusal çıkarlar arasında yer almakta olup, bu kapsamda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Ekonomi, Sanayi ve Ticarete Karşı Suçlar” başlıklı bölümü, piyasa güvenliğini tehdit eden sistematik ihlâlleri cezaî yaptırıma bağlamaktadır. Bu bölümde yer alan suçlar arasında; ticari sırların ifşası (m. 239), kamuya arz edilen mallarda hile (m. 237), fiyatları etkileme (m. 237), mal veya hizmet satımından kaçınma (m. 240), güveni kötüye kullanma suretiyle ekonomik zarar yaratma ve ihaleye fesat karıştırma (m. 235) gibi ekonomik hayata yönelik farklı müdahâle biçimleri yer almakta, ayrıca kamu kaynaklarının ve serbest piyasa düzeninin suistimal edilmesi önlenmektedir. Kanun koyucu, bu suçlarla sadece bireysel ekonomik menfaatlerin değil, ekonomik sistemin bütünlüğünün ve rekabet ortamının korunmasını hedeflemiş; böylece piyasa aktörleri arasında güvenin tesisi ve ekonomik faaliyetlerin hukuka uygun biçimde sürdürülmesi için ceza hukukunun önleyici ve düzenleyici işlevini devreye sokmuştur.
III.9.1-) İhaleye fesat karıştırma Suçu:
Kamu kaynaklarının etkin, şeffaf ve rekabete açık biçimde kullanılması ilkesine dayanan ihale sisteminin güvenliğini korumak amacıyla ceza hukuku kapsamında düzenlenen ihaleye fesat karıştırma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 235. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, kamu kurum ve kuruluşları tarafından açılan ihalelerde, ihale sürecinin tarafsızlığını, açıklığını veya rekabet ortamını bozacak şekilde hile yapılması, tehdit, nüfuz kullanma, anlaşmalı teklif verme ya da bilgi sızdırma gibi yöntemlerle sürece müdahâle edilmesi hâlinde oluşur. Kanun koyucu, bu düzenlemeyle kamuya ait mal ve hizmet alımlarında adil rekabetin korunmasını, ekonomik kaynakların suistimal edilmesini önlemeyi ve kamu idaresine duyulan güveni muhafaza etmeyi hedeflemiştir. İhaleye fesat karıştırma suçu, yalnızca maddi çıkar sağlama amacıyla değil, kamu düzenini ve piyasa bütünlüğünü bozabilecek her türlü kasıtlı eylemi kapsayarak ceza hukukunun hem koruyucu hem de caydırıcı fonksiyonunu ortaya koyan temel ekonomik suç tiplerinden biridir.
III.9.2-) Edimin İfasına Fesat Karıştırma Suçu:
Kamu ihalelerinde şeffaflık ve rekabetin korunması, kamusal kaynakların etkin ve dürüst şekilde kullanılmasının temel güvencesidir. Türk Ceza Kanunu’nun 236. maddesinde düzenlenen edimin ifasına fesat karıştırma suçu, ihalenin sonuçlanmasından sonra, yüklenici ile idare arasında yapılan sözleşmenin uygulanması aşamasında, hukuka aykırı müdahâleleri cezalandırmayı amaçlar. Bu suç kapsamında, yüklenicinin ya da üçüncü kişilerin, taahhüt edilen mal veya hizmetin ifasında hileli davranışlarla edimi eksik veya farklı şekilde yerine getirmesi, edimin niteliğinin değiştirilmesi yahut sözleşmeye aykırı biçimde ifada bulunulması gibi fiiller söz konusudur. Bu şekilde kamu zararına yol açan eylemler, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda idarî güvenliğe de tehdit oluşturur. Maddede düzenlenen yaptırımlar, kamu güvenini ve sözleşme disiplinini teminat altına alma amacı taşır.
III.9.3-) Fiyatları Etkileme Suçu:
Serbest piyasa ekonomisinin sağlıklı işlemesi ve mal ile hizmetlerin arz-talep dengesi içinde belirlenmesi ilkesine yönelik müdahâleleri cezalandırmak amacıyla düzenlenen fiyatları etkileme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 237. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, kamuya arz edilen herhangi bir mal veya hizmetin fiyatında yapay artış veya düşüş sağlamak amacıyla, piyasada güveni sarsıcı şekilde yanlış, yanıltıcı veya hileli yollarla müdahâlede bulunulması hâlinde oluşur. Kanun koyucu burada, rekabet ortamını bozarak tüketici veya üreticilerin ekonomik kararlarını manipüle eden eylemleri yalnızca ticaret hukukuna aykırılık olarak değil, ekonomik düzenin bütünlüğüne zarar veren bir ceza hukuku ihlâli olarak değerlendirmiştir. Özellikle temel tüketim maddeleri veya kamu için hayati öneme sahip hizmetlerde fiyatlara müdahâle edilmesi, sadece bireysel menfaatleri değil, toplumsal refahı da tehdit ettiğinden bu suç tipi, piyasa dengesinin korunması ve ekonomik istikrarın sürdürülmesi açısından caydırıcı bir norm işlevi görmektedir.
III.9.4-) Kamuya Gerekli Şeylerin Yokluğuna Neden Olma Suçu:
Toplumun ortak ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik mal ve hizmetlerin sağlanmasını engelleyen fiiller, yalnızca ekonomik düzeni değil, aynı zamanda kamu güvenliği ve kamu sağlığını da tehdit eder. Türk Ceza Kanunu’nun 238. maddesi, halk arasında karaborsacılık olarak bilinen kamuya gerekli olan şeylerin yokluğuna neden olmayı suç olarak düzenleyerek bu tür eylemleri cezalandırmaktadır. Bu kapsamda, halkın temel gereksinimlerine yönelik malların –örneğin ilaç, akaryakıt, gıda gibi– temininde sunî yokluk yaratmak, arzı engellemek veya stokçuluk yapmak suretiyle piyasanın doğal işleyişini bozmak, toplumsal refahı zedelediğinden, fail hakkında hapis ve adlî para cezası öngörülmüştür. Suçun daha ağır sonuçlar doğurması hâlinde, örneğin tehlike yaratan boyutta geniş bir kesimi etkilemesi durumunda cezanın artırılması da mümkündür. Bu madde, bilhassa kriz zamanlarında fırsatçılığa karşı kamu düzenini koruyucu bir işlev görmektedir.
III.9.5-) Ticari Sırların, Bankacılık Sırlarının ve Müşteri Sırlarının Açıklanması Suçu
Ticari sırların, bankacılık sırlarının ve müşteri sırlarının açıklanması Türk Ceza Kanunu kapsamında suç olarak tanımlanan fiillerdir. Aynı şekilde bu sırların hukuka aykırı şekilde ele geçirilmesi, yetkisiz kişilere verilmesi hali de suç kapsamındadır. Bilimsel keşiflerin, buluşların, sınai uygulamaya ilişkin bilgilerinde izinsiz ele geçirilerek yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesi cezalandırılacak olan fiillerdir. Kanun koyucu burada, yalnızca rekabet ihlâli ya da sözleşmeye aykırılık gibi özel hukuk yaptırımlarıyla yetinmeyip, bu tür gizli bilgilerin hukuka aykırı biçimde ifşasını cezaî mesuliyet doğuran fiil olarak nitelendirmiştir. Suçun oluşması için sır niteliği taşıyan bilginin öğrenilmesi değil, yetkisiz üçüncü kişilere aktarılması veya yayılması gereklidir. Bu düzenleme, iş dünyasında bilgi güvenliğini sağlayarak ticari ilişkilerde dürüstlük ilkesinin güçlendirilmesini ve ekonomik yapının istikrarlı şekilde işlemesini hedeflemektedir.
III.9.6-) Mal Veya Hizmet Satımından Kaçınma Suçu:
Piyasa dengesinin korunması ve temel mal ve hizmetlere erişimin engellenmemesi amacıyla ekonomik düzenin güvence altına alınmasına yönelik ceza hukuku müdahâlelerinden biri olan mal veya hizmet satımından kaçınma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 240. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, kamuya arz edilmiş bir malın veya hizmetin satışından geçerli bir neden olmaksızın kaçınılması hâlinde oluşur; özellikle temel ihtiyaç maddeleri veya kamu yararına sunulan hizmetler söz konusu olduğunda kamu düzenini bozucu etki yaratabilecek niteliktedir. Kanun koyucu burada, serbest ticaret ilkesi ile birlikte toplumsal yararı da gözeterek, arzın keyfi biçimde durdurulmasını yalnızca sözleşmeye aykırılık değil, ekonomik yaşamı tehdit eden cezaî bir davranış olarak değerlendirmiştir. Suçun oluşabilmesi için satıştan kaçınma fiilinin somut bir mağdur yaratması değil, kamuya arz edilen mal ve hizmete ulaşımın haksız yere engellenmesi yeterlidir. Bu düzenleme, ekonomik aktörlerin mesuliyet bilinciyle hareket etmelerini sağlayarak, piyasada yapay kıtlık yaratılmasını ve spekülatif manipülasyonları önlemeyi hedefleyen önemli bir ceza normu işlevi görmektedir.
III.9.7-) Tefecilik Suçu:
Finansal piyasalarda adil ve yasal kredi ilişkilerinin sürdürülebilirliğini sağlamak ve kayıt dışı borç verme uygulamalarının ekonomik güvenlik üzerindeki yıkıcı etkilerini önlemek amacıyla düzenlenen tefecilik suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 241. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu suç, kazanç elde etmek amacıyla kişilere ihtiyaç duydukları parayı ödünç verip karşılığında hukuka aykırı faiz veya benzeri menfaat temin edilmesiyle oluşur ve genellikle ekonomik sıkıntı içindeki kişilerin sömürülmesi şeklinde tezahür eder. Kanun koyucu burada, finansal faaliyetlerin devlet denetimi dışında ve sistematik biçimde yürütülmesini kamu düzeni açısından tehlikeli bulmuş; bu tür işlemlerin hem bireysel mağduriyetleri artırdığı hem de ekonomik yapının kayıt dışı ilişkilerle bozulmasına yol açtığı gerekçesiyle ağır yaptırımlarla cezalandırılmasını öngörmüştür. Tefecilik suçu, sadece bireyler arası haksız menfaat ilişkisini değil, aynı zamanda ekonomik adâletin ve kamu otoritesinin sarsılmasını önlemeye yönelik ceza hukukunun temel müdahâle araçlarından biri olarak değerlendirilmektedir.
III.10-) Bilişim Alanında Suçlar:
Dijitalleşen toplum yapısında bireylerin özel hayatının, kamu güvenliğinin ve ekonomik faaliyetlerin korunması ihtiyacı doğrultusunda ceza hukuku sistemine entegre edilen “Bilişim Alanında Suçlar” bölümü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda teknolojik araçlar üzerinden gerçekleştirilen hukuka aykırı fiillere yönelik cezaî yaptırımları kapsamlı şekilde düzenlemektedir. Bu bölümde; bilişim sistemine girme (m. 243), sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme (m. 244), banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması (m. 245) gibi suç tiplerine yer verilmiş, ayrıca bu fiillerin örgütlü şekilde veya kamu kurumları aleyhine işlenmesi gibi nitelikli hâllerde daha ağır yaptırımlar öngörülmüştür. Kanun koyucu, bilişim sistemlerinin yalnızca teknik altyapılar değil, bireylerin temel hak ve özgürlükleri ile ekonomik düzenin taşıyıcısı olduğuna dikkat çekerek, bu alandaki suçlara karşı ceza hukukunun koruyucu ve caydırıcı işlevini güçlendirmiştir. Bu düzenleme, klasik suç tiplerinden farklı olarak, dijital ortamlarda gerçekleşen eylemlerin de kamu düzeni, mülkiyet hakkı ve kişisel verilerin bütünlüğü bakımından ciddi tehditler oluşturduğunu kabul eden modern ceza politikalarının bir yansımasıdır.
III.10.1-) Bilişim Sistemine Girme Suçu:
Dijital verilerin bütünlüğünü ve bilişim sistemlerinin güvenliğini koruma amacıyla ceza hukukunun müdahâle alanına dâhil edilen bilişim sistemine girme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 243. maddesinde düzenlenmiş olup, yetkisiz şekilde bir bilişim sistemine girilmesini, sistemde kalınmasını ya da sistemin işleyişine müdahâle edilmesini cezaî yaptırımla karşılamaktadır. Suçun temel şekli, bir bilişim sistemine hukuka aykırı biçimde erişmekle oluşurken, sistemdeki verilerin bozulması, silinmesi veya değiştirilmesi gibi fiillerle birlikte işlendiğinde ceza artırılmaktadır. Kanun koyucu, burada yalnızca mülkiyet hakkını değil, aynı zamanda kişisel verilerin gizliliğini, ticari sırların güvenliğini ve kamuya ait dijital altyapıların bütünlüğünü korumayı amaçlamış; bilişim sistemlerine yönelik izinsiz erişimi bilgi çağında özel hayatın ihlâli ve kamu güvenliğine yönelik bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Bu düzenleme, bilgi teknolojilerinin hızla yaygınlaştığı bir çağda bireylerin ve kurumların dijital güvenliğini teminat altına almayı amaçlayan modern ceza hukuku yaklaşımının temel taşlarından biridir.
III.10.2-) Sistemi Engelleme, Bozma, Verileri Yok Etme Suçu:
Dijital altyapıların ve veri bütünlüğünün korunması, bilgi toplumunun güvenli işleyişi açısından temel bir gereklilik haline gelmiş olup, bu çerçevede bilişim sistemini engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 244. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, bir bilişim sisteminin işleyişini engelleyen, bozan veya sistem içindeki verileri hukuka aykırı biçimde silen, yok eden, değiştiren ya da erişilmez hâle getiren her türlü kasıtlı eylemi kapsamaktadır. Kanun koyucu burada, dijital sistemlere yönelik bu tür müdahâleleri yalnızca bireysel mülkiyete zarar veren fiiller olarak değil, aynı zamanda ekonomik güvenliğe, kamu düzenine ve özel hayatın gizliliğine tehdit oluşturan birer suç olarak değerlendirmiştir. Bilhassa kamu kurumlarına, finansal sistemlere veya kritik altyapılara yönelik saldırılar açısından bu düzenleme, ceza hukukunun hem önleyici hem de caydırıcı işlevini üst düzeyde devreye sokan bir güvenlik normu niteliği taşımaktadır. Bu suç, dijital çağda siber saldırılara karşı hukukî korumanın temel yapı taşlarından biri olarak kabul edilmektedir.
III.10.3-) Banka Veya Kredi Kartlarının Kötüye Kullanılması Suçu:
Banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması suçu, bilişim sistemleri vasıtasıyla işlenen modern dolandırıcılık türlerinden biridir ve Türk Ceza Kanunu’nun 245. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, başkasına ait bir banka veya kredi kartının hukuka aykırı biçimde ele geçirilmesi, kullanılması veya sahte kart üretilerek kullanılması gibi fiilleri kapsamaktadır. Kanun koyucu, hem kart sahibinin rızası dışında yapılan işlemleri hem de bilişim sistemlerinin güvenliğine karşı gerçekleştirilen hileli eylemleri cezalandırmayı hedeflemekte, böylece mali piyasaların güvenliğini korumayı amaçlamaktadır. Suçun temel hali dışında, kart bilgilerinin hukuka aykırı olarak başkasına verilmesi, satılması veya devredilmesi de cezaî yaptırıma tabi tutulmuştur. Bu kapsamda failin amacı, işlem niteliği ve elde edilen menfaat gibi unsurlar cezanın belirlenmesinde dikkate alınmakta, suçun örgütlü şekilde işlenmesi hâlinde ise daha ağır yaptırımlar öngörülmektedir.
IV-) MİLLETE VE DEVLETE KARŞI SUÇLAR:
Devletin siyasî varlığını, anayasal düzenini, ülke bütünlüğünü ve milli egemenliğini korumaya yönelik ceza hukuku güvencelerinin sistematik biçimde düzenlendiği “Millete ve Devlete Karşı Suçlar” bölümü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun temel yapısal güvenlik normlarını içeren en kritik kısımlarından biridir. Bu bölümde; devlete karşı savaş açma, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs (m. 309), yasama, yürütme ve yargı organlarına karşı suçlar (m. 311–313), silahlı isyan, suç için örgüt kurma, milli savunmaya karşı işlenen suçlar (m. 317 vd.) ve devletin egemenlik sembollerine saldırılar gibi fiiller cezaî yaptırıma bağlanmıştır. Kanun koyucu, bu suçları yalnızca bireylerin haklarına yönelik saldırılar olarak değil, devletin varlığını, kurumlarını ve millete ait egemenliği hedef alan sistemsel tehditler olarak değerlendirmiş ve bu nedenle ağırlaştırılmış yaptırımlar öngörmüştür. Bu kapsamda, “Millete ve Devlete Karşı Suçlar” bölümü, anayasal düzene ve kamu otoritesine yönelik her türlü cebir, şiddet veya tehdit içeren eylemlerin cezalandırılmasını amaçlayarak, demokratik hukuk devletinin sürekliliğini sağlamaya hizmet eden bir ceza hukuku koruma rejimi oluşturmaktadır.
IV.1-) KAMU İDARESİNİN GÜVENİLİRLİĞİNE VE İŞLEYİŞİNE KARŞI SUÇLAR
Kamu hizmetlerinin tarafsızlık, dürüstlük ve etkinlik ilkeleri çerçevesinde yürütülmesini güvence altına almayı amaçlayan ceza hukuku düzenlemelerinin başında gelen “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” bölümü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda kamu görevlilerine ve kamu kurumlarının fonksiyonlarına yönelen hukuka aykırı müdahâlelere yönelik yaptırımları içermektedir. Bu bölümde; görevi kötüye kullanma (m. 257), göreve ilişkin sırrın açıklanması, kamu görevlisine karşı direnme veya görevini yapmasına engel olma (m. 265 vd.), resmi belgenin düzenlenmesinde sahtecilik, rüşvet (m. 252), irtikap, zimmet (m. 247) gibi suçlara yer verilmiş ve kamu hizmetinin güvenilirliğini zedeleyen her türlü eylem ağır yaptırımlarla cezalandırılmıştır. Kanun koyucu, bu suçlarla yalnızca bireysel mağduriyetleri değil, aynı zamanda kamu idaresine duyulan toplumsal güvenin sarsılmasını önlemeyi hedeflemiş; böylece idarenin işlerliğini, saygınlığını ve hukuka uygunluğunu korumak için ceza hukukunun önleyici ve koruyucu işlevini etkin biçimde devreye sokmuştur. Bu düzenleme, demokratik hukuk devletinin temel unsurlarından biri olan şeffaf ve hesap verebilir kamu yönetimi anlayışının ceza hukuku temelli güvencesini oluşturmaktadır.
IV.1.1-) Zimmet Suçu:
Görevi kötüye kullanma suçlarının en ağır biçimlerinden biri olan zimmet suçu, kamu görevlisinin görevinden kaynaklanan yetkisini kötüye kullanarak kendisine teslim edilen kamuya ait para, mal veya diğer kıymetleri kendisinin veya başkasının yararına geçirmesi hâlinde oluşur. Türk Ceza Kanunu’nun 247. maddesinde düzenlenen bu suç, kamu idaresine duyulan güveni zedelediği ve kamu kaynaklarının korunmasını tehlikeye soktuğu için ağır yaptırımlara tabidir. Zimmet suçu, failin kamu görevlisi olması ve malın görevi gereği zilyetliğine verilmiş olması koşuluyla meydana gelir. Suçun basit ve nitelikli (örneğin, zimmetin açığa çıkmaması için hileli davranışlara başvurulması hâli) halleri farklı ceza oranlarına tabi tutulmuştur. Bu düzenleme, kamu görevlilerinin mali sorumluluklarını hassasiyetle yerine getirmesini güvence altına almayı amaçlar.
IV.1.2-) İrtikap Suçu:
Kamu görevlisinin sahip olduğu kamusal yetkiyi kişisel menfaat elde etmek amacıyla kötüye kullanmasını cezalandırmak üzere öngörülen irtikap suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 250. maddesinde düzenlenmiş olup, kamu hizmetlerinin dürüstlük ve tarafsızlık esasına göre yürütülmesini güvence altına alan temel ceza normlarından biridir. Bu suç, kamu görevlisinin, görevinin sağladığı nüfuzu kullanarak bir kimseyi haksız çıkar sağlamaya zorlaması veya yönlendirmesi şeklinde ortaya çıkar; rıza dışı irtikap (icbar), hileli davranışlarla irtikap (ikna) ve kişinin hatasından yararlanma yoluyla irtikap (ihlâl-i hata) olmak üzere üç farklı görünüm biçimi bulunmaktadır. Kanun koyucu, irtikap suçunu yalnızca bireyler arası haksız menfaat ilişkisi olarak değil, kamu hizmetlerinin tarafsızlığına, güvenilirliğine ve hukuk devleti ilkesine yönelmiş sistematik bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Bu düzenleme, kamu görevlisinin görevini kişisel kazanç amacıyla kullanmasının toplumsal güveni zedeleyici etkisini cezaî yaptırımlarla önlemeyi amaçlayan kamu etiği temelli bir koruma mekanizmasıdır.
IV.1.3-) Denetim Görevinin İhmali Suçu:
Kamu yönetiminde hesap verebilirlik ve etkin denetim mekanizmalarının işletilmesi, kamu görevlilerinin yükümlülükleri arasında yer almakta olup, bu sorumluluğun ihmal edilmesi durumunda ortaya çıkan hukukî sonuçlar, ceza hukuku bağlamında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 251. maddesinde denetim görevinin ihmali suçu başlığı altında düzenlenmiştir. Bu suç, denetim yetkisiyle donatılmış bir kamu görevlisinin, görevini ihmal ederek bir suçun işlenmesine veya kamu zararına yol açılmasına doğrudan ya da dolaylı şekilde sebebiyet vermesi hâlinde oluşur. Kanun koyucu burada, kamu görevinin yalnızca aktif icra ile değil, aynı zamanda görevde özen ve dikkat yükümlülüğünün yerine getirilmesiyle mesuliyet doğurduğunu kabul etmiş; denetim sorumluluğunun ihmali yoluyla meydana gelen kamu zararlarını, yalnızca idarî değil cezaî yaptırımla da karşılamayı öngörmüştür. Bu düzenleme, kamu kaynaklarının korunması, kamu hizmetlerinin şeffaf ve hukuka uygun biçimde yürütülmesi ve kamu görevlilerinin vazife ihmallerinin önlenmesi açısından önemli bir ceza hukuku güvencesi niteliğindedir.
IV.1.4-) Rüşvet Suçu:
Kamu görevlilerinin görevleriyle bağlantılı olarak bir menfaat sağlamaları durumunu cezalandıran rüşvet suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 252. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, bir kamu görevlisinin görevinin ifasıyla ilgili bir işin yapılması ya da yapılmaması için kendisine veya gösterdiği bir kişiye doğrudan ya da dolaylı olarak menfaat temin etmesi veya bu menfaati kabul etmesi, rüşvet suçunu oluşturur. Rüşvetin karşılıklı bir anlaşmaya dayanması ve menfaatin maddi veya manevi olması suçun oluşumu açısından yeterlidir. Bu suç, hem kamu görevlisi hem de menfaat sağlayan kişi yönünden ikili faillik arz eder ve her iki taraf da ayrı ayrı cezalandırılır. Ayrıca suçun, yargı mensubu, hakem, bilirkişi gibi tarafsızlık ve bağımsızlık ilkesine özel önem atfedilen kişilerce işlenmesi hâlinde cezada artırım öngörülmüştür. Rüşvet suçu, kamu yönetimine olan güveni zedelediği için hem millî hem uluslararası hukukta ciddi yaptırımlarla karşılık bulmaktadır.
IV.1.5-) Nüfuz Ticareti Suç:
Kamu görevinin dolaylı yollarla kişisel çıkar amacıyla araçsallaştırılmasına karşı ceza hukukunun öngördüğü koruyucu düzenlemelerden biri olan nüfuz ticareti suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 255. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, gerçek bir kamu görevlisiyle ilişkisi olan veya öyleymiş gibi davranan kişinin, bu ilişkisini kullanarak başkalarının iş ve işlemlerini etkileyeceği vaadiyle menfaat temin etmesi veya bu menfaati sağlama vaadinde bulunması hâlinde oluşur. Kanun koyucu, burada kamu gücünün yalnızca doğrudan değil, dolaylı biçimde ve sahte temsil yoluyla da suistimal edilmesini kamu idaresine olan güveni zedeleyen ağır bir eylem olarak kabul etmiş; kamu otoritesiyle ilişki kurma iddiasının kişisel kazanca dönüştürülmesini cezalandırılabilir kılmıştır. Bu düzenleme, kamu görevlileriyle bağlantılı çıkar ilişkilerinin istismar edilmesini önlemeye yönelik olarak, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri doğrultusunda kamu idaresinin itibarı ve tarafsızlığı lehine işleyen önemli bir ceza hukuku mekanizmasıdır.
IV.1.6-) Zor Kullanma Yetkisine İlişkin Sınırın Aşılması Suçu:
Kamu görevlilerinin görevlerini ifa ederken sahip oldukları zor kullanma yetkisinin hukuka uygun sınırlar içerisinde kullanılması, hem bireysel hakların korunması hem de kamu otoritesine duyulan güvenin sürdürülmesi açısından temel bir ilkedir; bu bağlamda, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, kanunen zor kullanma yetkisine sahip olan kamu görevlisinin, bu yetkisini ölçüsüz biçimde kullanarak kişilerin beden veya ruh sağlığına zarar vermesi durumunda oluşur. Kanun koyucu burada, meşru müdahâle yetkisinin keyfi ve aşırı kullanımı ile kamu gücünün bireyler üzerinde orantısız baskı oluşturmasını önlemeyi amaçlamış; bu tür fiilleri, vazife sınırının ihlâli yoluyla temel haklara zarar veren bir suç olarak değerlendirmiştir. Suçun oluşabilmesi için kast değil, taksir yeterlidir; bu yönüyle düzenleme, kamu görevlisinin özen yükümlülüğünü ve hukuk devleti ilkesine uygun davranma sorumluluğunu vurgulayan önemli bir ceza normu niteliğindedir.
IV.1.7-) Görevi Kötüye Kullanma Suçu:
Görevi kötüye kullanma suçu, kamu görevlisinin kasten görevini kanuna aykırı biçimde ifa ederek kişilere haksız yarar sağlaması veya zarar vermesi suretiyle oluşur ve kamu yönetimine olan güvenin sarsılmasına yol açar. Bu suç, Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesinde düzenlenmiştir ve kamu hizmetlerinin tarafsızlık ve dürüstlük ilkesine uygun yürütülmesini güvence altına almayı amaçlar. İhmal veya icraî hareketle işlenebilen bu suç, hem mağdur açısından hem de kamu düzeni bakımından ciddi sonuçlar doğurabilir. Kanuna göre, görevin gereklerine aykırı hareket ederek kişilere haksız bir menfaat sağlanması hâlinde faile 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına ya da kişilere haksız menfaat sağlanmasına neden olunması hâlinde ise 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. Görevi kötüye kullanma suçu, kamu görevlisinin görevini yapmaması, geciktirmesi veya hukuka aykırı şekilde yerine getirmesiyle ortaya çıkar ve çoğunlukla icraî ya da ihmalî davranışlarla işlenebilir. İhmalî davranışlarda fail, görevini yerine getirmeyerek bir zararın doğmasına ya da bir çıkar sağlanmasına neden olur; bu durumda suçun oluşabilmesi için failin belli bir yükümlülüğü yerine getirmemesi gerekir. Bilhassa ihmalî görevi kötüye kullanma durumunda, kusurlu suskunluk veya hareketsizlik, ancak somut bir vazife yükümlülüğünün açıkça ihlâli hâlinde cezalandırılabilir. Ayrıca, bu suç yalnızca kamu görevlileri tarafından işlenebilen bir özgü suç niteliğindedir; yani failin kamu görevlisi sıfatı taşıması gerekir. Uygulamada genellikle belediye memurlarından kolluk kuvvetlerine, vergi memurlarından idarî amirlere kadar pek çok görevli açısından gündeme gelir. Suçun takibi şikâyete bağlı değildir ve kamu davası olarak re’sen yürütülür. Cezanın alt ve üst sınırları görece düşüktür ancak fiilin ağırlığına ve sonuçlarına göre disiplin yaptırımları ve idarî sorumluluklar da doğabilir.
IV.1.8-) Göreve İlişkin Sırrın Açıklanması Suçu:
Kamu hizmetinin güvenilirliğini ve kamu görevlileri eliyle yürütülen işlemlerde gizliliğin korunmasını sağlamak amacıyla ceza hukukunun güvence altına aldığı göreve ilişkin sırrın açıklanması suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 258. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, kamu görevlisinin görevi gereği öğrendiği ve niteliği gereği gizli kalması gereken bilgileri, hukuka aykırı olarak açıklaması hâlinde oluşur ve bilginin açıklanma şekli kadar kamu hizmetine duyulan güvene vereceği zarar da dikkate alınarak cezaî yaptırım öngörülür. Kanun koyucu, kamusal faaliyetin yürütülmesi sırasında edinilen bilgilerin muayyen bir gizlilik rejimine tabi olduğunu ve bu rejimin ihlâlinin yalnızca bireysel zarar değil, kamu yönetiminin bütünlüğü ve etkinliği açısından da sakıncalar doğuracağını kabul etmiştir. Bu düzenleme, kamu görevlilerinin vazife sadakati ve devlet sırrı ile kişisel bilgi güvenliği gibi konularda hukuka bağlılık yükümlülüğünü pekiştiren, aynı zamanda kamu yönetiminde şeffaflık ile gizlilik arasındaki dengeyi ceza hukuku perspektifiyle kuran bir normatif koruma mekanizması işlevi görmektedir.
IV.1.9-) Kamu Görevlisinin Ticareti Suçu:
Kamu görevlisinin, görevi nedeniyle öğrendiği veya nüfuzunu kullanarak edindiği bilgileri ya da görevini, kendisine, yakınlarına veya üçüncü kişilere menfaat sağlamak amacıyla ticari faaliyetlerde kullanması, kamu görevine duyulan güveni sarsan ve kamu hizmetinin tarafsızlığını zedeleyen ağır bir ihlâldir. Bu fiil, Türk Ceza Kanunu’nun 259. maddesinde kamu görevlisinin ticareti suçu olarak düzenlenmiştir. İlgili maddeye göre, kamu görevlisi bu suçu işlerse iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Fiilin niteliğine göre ayrıca muayyen hakları kullanmaktan yoksun bırakılma cezası da gündeme gelebilir. Bu düzenleme, kamu görevlisinin görevini kötüye kullanarak özel çıkar sağlamasını önlemeyi ve kamusal görevlere duyulan güveni korumayı amaçlamaktadır. Bu madde genellikle göreviyle bağlantılı olarak ekonomik çıkar sağlayan kamu görevlilerini hedef alır; özel olarak "menfaat temini amacıyla görevle bağlantılı ticari faaliyete girişmek" şeklinde anlaşılmalıdır. Gerekli hâllerde mal varlığına el konulması gibi tamamlayıcı güvenlik tedbirleri de uygulanabilir.
IV.1.10-) Kamu Görevinin Terki veya Yapılmaması Suçu:
Kamu hizmetlerinin sürekliliği, güvenilirliği ve toplumsal ihtiyaçlara kesintisiz yanıt verebilmesi, kamu görevlilerinin görevlerini kanunen öngörülen şekilde yerine getirmeleriyle doğrudan bağlantılıdır; bu çerçevede kamu görevinin terki veya yapılmaması suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 260. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, kamu görevlisinin görevini herhangi bir haklı neden olmaksızın terk etmesi veya kanunen yerine getirmesi gereken bir görevi yapmaması durumunda oluşur ve kamu idaresinin işleyişini aksatıcı etkisi nedeniyle cezaî yaptırımla karşılanır. Kanun koyucu, kamu görevinin kişisel tercihlere göre bırakılabilecek bir faaliyet değil, anayasa ve kanunlarla yüklenmiş bir kamu sorumluluğu olduğunu esas alarak, keyfi terk veya ihmalî davranışları kamu hizmetinin devamlılığına ve toplumun devlete olan güvenine zarar veren eylemler olarak değerlendirmiştir. Bu düzenleme, kamu görevlilerinin görev sadakati, disiplin yükümlülüğü ve kamu hizmetinin sürekliliği ilkeleri doğrultusunda hareket etmesini zorunlu kılan bir ceza normu niteliği taşımaktadır.
IV.1.11-) Kişilerin Malları Üzerinde Usulsüz Tasarruf Suçu:
Kişilerin malları üzerinde usulsüz tasarruf suçu, Türk Ceza Kanunu'nun 261. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre: Bir hukukî ilişkiden kaynaklanan alacak veya başka bir neden dolayısıyla kendisine bırakılan eşya üzerinde, zilyetliğin devrine ilişkin hükümlere aykırı olarak tasarrufta bulunan kişi, bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Suçun temel unsuru, eşyanın kişiye hukuken teslim edilmiş olması ve bu kişinin eşya üzerinde, devredilene aykırı biçimde tasarrufta bulunmasıdır. Bu suçta mülkiyet değil, zilyetlik hakkının kötüye kullanılması söz konusudur.
IV.1.12-) Kamu Görevinin Usulsüz Olarak Üstlenilmesi Suçu:
Kamu otoritesinin temsil ve kullanımının yalnızca yetkili kişilerce yerine getirilmesi ilkesine dayanan hukuk devleti anlayışı, kamu görevlerinin usule uygun biçimde yürütülmesini zorunlu kılmakta olup, bu bağlamda kamu görevinin usulsüz olarak üstlenilmesi suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 262. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, kamu görevlisi olmayan bir kişinin, kendisini yetkili bir kamu görevlisi gibi tanıtarak kamu gücünü temsil eden işlemleri yürütmesi ya da bu sıfatla hareket etmesi durumunda oluşur. Kanun koyucu, kamu görevine ilişkin yetkinin yalnızca hukukî yollarla elde edilebileceğini ve bu yetkinin sahte temsil yoluyla kullanılması hâlinde, kamu düzenine duyulan güvenin zedeleneceğini esas alarak, bu tür eylemleri cezaî yaptırıma bağlamıştır. Bu düzenleme, kamusal yetkilerin meşruiyet temelli kullanımı ilkesini korumakla birlikte, bireylerin kamu kurumlarıyla ilişkilerinde aldatılma riskini ortadan kaldırarak, devletin kurumsal güvenilirliğini ceza hukuku güvencesiyle sağlamayı amaçlamaktadır.
IV.1.13-) Özel İşaret Ve Kıyafetleri Usulsüz Kullanma Suçu:
Devlet otoritesinin ve kamusal güvenliğin sembolleri olan özel işaret ve kıyafetlerin izinsiz ve usulsüz biçimde kullanılması, toplumsal düzeni bozma ve kamusal yetkilerin kötüye kullanılmasına yol açabileceği gerekçesiyle Türk Ceza Kanunu’nun 264. maddesinde suç olarak düzenlenmiştir. Bu hükme göre, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, kolluk kuvvetlerine veya kamu kurumlarına ait özel işaret, üniforma ve nişanların yetkisiz kişilerce taklit edilmesi, giyilmesi ya da kullanılması halinde, fail hakkında cezaî yaptırım öngörülmüştür. Söz konusu düzenlemenin amacı, kamusal otoritenin saygınlığını korumak, yetki karmaşasını önlemek ve kamuya karşı dolandırıcılık teşkil edebilecek davranışları caydırmaktır. Fiilin suç teşkil etmesi için, kullanılan işaret veya kıyafetin, ilgili kurumla karıştırılmaya elverişli nitelikte olması yeterli olup, illiyet bağının doğrudan zarar meydana getirmesi aranmaz. Bu çerçevede, toplumu yanıltma veya yetkisiz temsil izlenimi oluşturma tehlikesi barındıran bu tür eylemler, kamu güvenliği ve kurumların itibarını muhafaza açısından ciddi önem taşımaktadır.
-
IV.1.14-) Görevi Yaptırmamak İçin Direnme Suçu:
Kamu düzeninin korunması ve idarenin işlevselliğinin kesintisiz şekilde sürdürülebilmesi için kamu görevlilerinin görevlerini güvenli ve etkili biçimde ifa edebilmeleri, ceza hukuku tarafından koruma altına alınmış olup bu kapsamda görevi yaptırmamak için direnme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 265. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, kamu görevlisinin görevini yapmasını engellemek amacıyla cebir veya tehdit kullanılması hâlinde oluşur ve doğrudan kamu otoritesine karşı işlenmiş bir suç olarak değerlendirilir. Kanun koyucu, burada yalnızca kamu görevlisinin fiziksel güvenliğini değil, aynı zamanda kamu hizmetinin sürekliliğini ve otoritenin toplumsal meşruiyetini de korumayı hedeflemiştir. Suçun, kamu görevlisine karşı organize şekilde veya silahla işlenmesi gibi nitelikli hâlleri cezayı ağırlaştırmakta; bu da kamu gücünün saygınlığının korunmasını ceza hukuku bakımından öncelikli bir değer olarak ortaya koymaktadır. Bu düzenleme, demokratik hukuk devletinde görev yapan kamu görevlilerinin, meşru yetkilerini korku veya şiddet tehdidi altında kalmaksızın kullanabilmelerini güvence altına alır.
IV.1.15-) Kamu Görevine Ait Araç ve Gereçleri Suçta Kullanma Suçu:
Kamu hizmetine tahsis edilmiş araç, gereç ve imkanların yalnızca görev amacıyla ve yasal sınırlar içinde kullanılması, kamu malının korunması ve kamu güvenine duyulan saygının sürdürülmesi açısından temel bir ilke olup, bu ilkenin ihlâli niteliğindeki kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 266. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, bir kamu görevlisinin, görevine tahsis edilen araç, silah, kıyafet veya diğer donanımı, kişisel menfaat veya yasadışı amaçlar doğrultusunda kullanmak suretiyle bir suç işlemesi hâlinde meydana gelir. Kanun koyucu, burada kamu gücünün meşruiyet zemininden saparak suça araç kılınmasını, kamu idaresinin tarafsızlığına ve saygınlığına ağır bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Bu nedenle kamu görevine özgülenmiş unsurların suçla bağlantılı biçimde kullanılması, temel suça ek olarak nitelikli hâl kabul edilmekte ve daha ağır yaptırımla karşılık bulmaktadır. Bu düzenleme, kamu malının korunmasının ötesinde, devlet otoritesinin suçla ilişkilendirilmesini engelleyen normatif bir güvenlik mekanizması işlevi görmektedir.
IV.2-) ADLİYEYE KARŞI SUÇLAR:
Yargı erkinin tarafsız, bağımsız ve etkin biçimde işlemesini teminat altına almak, hukukun üstünlüğü ilkesinin hayatî mecburiyetlerden biri olup, bu kapsamda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Adliyeye Karşı Suçlar” başlıklı bölümü, adâletin tecellisine müdahâle eden fiilleri cezaî yaptırımla karşılayan temel düzenlemeleri içermektedir. Bu bölümde; yargı görevi yapanlara karşı suçlar (m. 277), adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs (m. 288), delillerin yok edilmesi veya karartılması (m. 281), tanığı etkileme (m. 284), suç uydurma (m. 271), yalan tanıklık (m. 272) gibi yargılama sürecinin doğruluğunu ve güvenilirliğini zedeleyebilecek çeşitli eylemler suç olarak tanımlanmıştır. Kanun koyucu, bu fiillerin yalnızca bireysel hak ihlâlleri yaratmakla kalmayıp, aynı zamanda yargı mekanizmasının bütünlüğüne ve toplumun adâlete olan güvenine zarar verme potansiyeli taşıdığını esas alarak, adlî işleyişin manipüle edilmesini ceza hukuku müdahâlesiyle engellemeyi hedeflemiştir. Bu düzenleme, adil yargılanma hakkı, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ve hukukî güvenlik ilkelerinin ceza hukuku zemininde korunmasına hizmet eden sistemsel bir güvenlik normudur.
IV.2.1-) İftira Suçu:
Hukukun temel amaçlarından biri olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılması sürecine bilinçli biçimde müdahâle ederek masum bireylerin hukuka aykırı şekilde suçlanmasına yol açan fiiller, ceza hukuku tarafından en ağır şekilde kınanan eylemler arasında yer almakta olup, bu bağlamda iftira suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 267. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, gerçekte suç işlemediğini bildiği bir kişiye, yetkili makamlara başvurarak hukuken suç sayılan bir fiili isnat eden kimsenin, o kişiye yönelik haksız soruşturma veya kovuşturma başlatılmasına neden olması durumunda oluşur. Kanun koyucu, burada yalnızca mağdurun kişisel özgürlüğüne yönelik ihlâli değil, aynı zamanda adâlet sisteminin işleyişine yöneltilmiş bir sabotajı cezalandırmakta; masumiyet karinesine doğrudan saldırı anlamı taşıyan bu fiili, ağır yaptırımlarla karşılamaktadır. İftira suçunun, delil uydurma, sahte belge düzenleme gibi vasıtalarla işlenmesi hâlinde ceza artırılmakta; bu yönüyle suç, adlî sistemin güvenilirliğini ve bireylerin yargı önündeki haklarını korumayı amaçlayan ceza normlarının en önemlilerinden biri olarak kabul edilmektedir.
IV.2.2-) Başkasına Ait Kimlik Veya Kimlik Bilgilerinin Kullanılması Suçu:
Kimlik bilgilerinin bireyin hukukî ve sosyal varlığının ayrılmaz bir parçası olması nedeniyle, bu bilgilerin başka kişilerce izinsiz ve hileli biçimde kullanılması hem bireysel hakların ihlâli hem de kamu güvenliğinin zedelenmesi sonucunu doğurur; bu çerçevede başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 268. maddesinde düzenlenmiştir. Suç, bir başkasına ait olan nüfus cüzdanı, ehliyet, pasaport veya benzeri resmi kimlik belgelerinin ya da bu belgelerde yer alan kişisel bilgilerin, hukuka aykırı biçimde kullanılması suretiyle işlenir ve genellikle başka bir suçun gizlenmesi ya da haksız yarar sağlanması amacı taşır. Kanun koyucu, bu fiilin yalnızca mağdurun kişilik haklarına değil, kamu idaresinin güvenilirliğine ve belgelerin resmi geçerliliğine zarar verdiğini dikkate alarak, ciddi cezaî yaptırımlar öngörmüştür. Bu düzenleme, kimliğe dayalı işlemlerin doğruluğunun korunması ve sahtecilik gibi daha ağır suçlara zemin hazırlanmasının önlenmesi açısından ceza hukukunun önleyici işlevini etkin biçimde devreye sokan koruyucu bir normdur.
IV.2.3-) Suç Üstlenme Suçu:
Ceza adâlet sisteminin temel hedeflerinden biri olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına yönelik süreci bilinçli olarak saptırmaya yönelik davranışlardan biri olan suç üstlenme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 270. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, herhangi bir suçu işlememiş olmasına rağmen, gönüllü olarak ve bilerek suçu kendisine isnat ettiren, yani başkasının işlemiş olduğu bir suçu üstlenen kişinin cezaî sorumluluğunu ifade eder. Kanun koyucu burada yalnızca yargılamanın doğru kişiye yönelmesini güvence altına almayı değil, aynı zamanda gerçek failin cezadan kurtulmasının ve yargı sürecinin yanlış yönlendirilmesinin önüne geçmeyi hedeflemiştir. Suç üstlenme fiili, genellikle yakınlık ilişkileri veya çıkar amaçlı motivasyonlarla işlenmekte olup, kamu otoritesinin adâletin tecellisine duyduğu güveni zedeleyen eylemler arasında değerlendirilir. Bu düzenleme, ceza muhakemesinin doğruluk ve tarafsızlık ilkelerini korumayı esas alarak, bireylerin kendi iradeleriyle adlî süreçleri manipüle etmelerini cezaî yaptırımla engellemeyi amaçlayan önemli bir normdur.
IV.2.4-) Suç Uydurma Suçu:
Yargı mercilerinin adil ve etkin biçimde görev yapabilmesi için gerekli olan bilgi güvenliğini kasıtlı şekilde bozarak hukukî süreçleri suistimal etmeye yönelik davranışlardan biri olan suç uydurma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 271. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, gerçekte hiç meydana gelmemiş bir olayın, işlenmiş gibi gösterilerek bir kimseye isnat edilmeden veya muayyen bir faile yöneltilmeksizin yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunulması ya da delil uydurulması suretiyle gerçekleştirilir. Kanun koyucu, gerçek dışı suç isnadı yoluyla ceza adâlet sisteminin yanıltılmasını, yalnızca birey haklarını ihlâl eden bir eylem değil, kamu otoritesine ve adlî işleyişe yöneltilmiş sistematik bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Suçun oluşması için ihbarın veya şikâyetin resmi mercilere yöneltilmesi ve bu işlemin bilinçli olarak asılsız bir temele dayanması gerekmektedir. Bu düzenleme, hukukun maddi gerçeğe ulaşma idealine zarar veren manipülatif eylemleri önlemeyi hedefleyerek, ceza yargılamasının güvenilirliğini koruyan önemli bir ceza hukuku normu niteliği taşımaktadır.
IV.2.5-) Yalan Tanıklık Suçu:
Ceza muhakemesi sürecinde gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından tanık beyanları büyük önem arz eder. Bu bağlamda, tanığın gerçeğe aykırı beyanda bulunması hâlinde işlenen fiil, Türk Ceza Kanunu’nun 272. maddesinde düzenlenen yalan tanıklık suçunu oluşturur. Anılan hükme göre, bir soruşturma veya kovuşturma kapsamında dinlenen tanığın, gerçeğe aykırı şekilde beyanda bulunması hâlinde bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. Suçun oluşabilmesi için tanığın yemin etmesi veya yemin etmeye davet edilmesi yeterli olup, gerçeğe aykırılık unsurunun maddi vakalarla ilgili olması gerekir. Yalan tanıklık, adil yargılanma hakkını ihlâl edebileceği gibi, adâletin tecellisini de sekteye uğratabileceğinden kamu düzeni açısından ciddi bir tehlike arz eder. Şayet yalan beyanla bir kişinin haksız yere mahkûm edilmesine neden olunmuşsa, verilecek ceza daha da ağırlaşmakta; hükmün kesinleşmesi hâlinde fail hakkında müebbet hapis cezasına kadar varan yaptırımlar uygulanabilmektedir.
IV.2.6-) Yalan Yere Yemin Etme Suçu
Yalan yere yemin suçu, hukuk davalarında gerçeğe aykırı beyanda bulunmayı cezalandıran ve adil yargılamayı korumayı amaçlayan ciddi bir ceza hukuku düzenlemesidir ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 275. maddesi kapsamında hüküm altına alınmıştır. Bu suç, tanık olarak dinlenen kişinin, mahkeme huzurunda doğruyu söyleyeceğine dair yasal şekilde yemin ettikten sonra, gerçeğe aykırı beyanda bulunması hâlinde oluşur. Suçun tamamlanması için verilen bilgilerin yemin sonrasında, kasıtlı olarak gerçeğe aykırı şekilde ifade edilmesi gerekir; maddi gerçeği bozabilecek bu eylem, yalnızca bireysel bir ahlakî ihlâl değil, aynı zamanda adâletin tecellisine doğrudan müdahâle olarak kabul edilir. Kanun koyucu, yalan yemin eylemini tanıklık kurumunun güvenilirliğini zedelediği ve yargılamanın tarafsızlığını tehlikeye soktuğu gerekçesiyle ağır yaptırımlarla karşılamıştır. Ancak failin gerçeği duruşma bitmeden önce kendiliğinden açıklaması hâlinde etkin pişmanlık hükümleri uygulanarak cezasında indirime gidilebilir. Bu düzenleme, tanıklık kurumunun hukukî bağlayıcılığını ve ceza yargılamasının güvenilirliğini koruma amacına hizmet eden temel bir normdur.
IV.2.7-) Gerçeğe Aykırı Bilirkişilik Veya Tercümanlık Suçu:
Ceza muhakemesinde bilirkişi ve tercümanlar, hâkimin uzmanlık gerektiren konularda doğru karar verebilmesi ve tarafların haklarını etkin biçimde kullanabilmesi açısından kritik işlevler üstlenir. Bu nedenle, Türk Ceza Kanunu’nun 276. maddesi uyarınca, bilirkişi ya da tercüman olarak görev yapan kişinin, gerçeğe aykırı rapor düzenlemesi veya çeviri yapması, gerçeğe aykırı bilirkişilik veya tercümanlık suçu kapsamında değerlendirilir. Bu suç, adâletin doğru şekilde işlemesine yönelik güveni zedelediği ve yargılamanın sonucunu doğrudan etkileyebileceği için iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Suçun nitelikli hâlleri, örneğin bir kimsenin haksız yere mahkûm edilmesine veya beraat etmesine neden olunması gibi durumlar, daha ağır ceza verilmesini gerektirmektedir. Bu düzenleme, yargı sürecinde tarafsızlık, uzmanlık ve dürüstlük ilkelerini koruma amacı taşır.
IV.2.8-) Yargı Görevi Yapanı, Bilirkişiyi Veya Tanığı Etkilemeye Teşebbüs Suçu:
Yargılamanın tarafsızlık ve bağımsızlık ilkeleri çerçevesinde yürütülmesini teminat altına almak, ceza muhakemesinin temel güvenceleri arasında yer almakta olup, bu güvencelere yönelik dış müdahâleleri önlemeye hizmet eden yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 277. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, bir kimsenin devam etmekte olan bir soruşturma veya kovuşturma sürecinde hâkim, savcı, bilirkişi veya tanık gibi yargısal sürece katkı sağlayan kişileri, kararlarını veya beyanlarını etkilemek amacıyla alenen ya da gizlice yönlendirmeye teşebbüs etmesi durumunda oluşur. Kanun koyucu, bu fiilin yalnızca yargılama sürecine değil, aynı zamanda kamu vicdanına ve yargıya duyulan güvene zarar vereceğini esas alarak, etkilenme sağlanmasa bile eylemin teşebbüs düzeyinde cezalandırılmasını yeterli görmüştür. Bu düzenleme, yargı organlarının baskı ve yönlendirmeden uzak şekilde görev yapmasını güvence altına alırken, adil yargılanma hakkının gerçekleşmesine hizmet eden temel bir ceza hukuku normu olarak işlev görmektedir.
IV.2.9-) Suçu Bildirmeme Suçu:
Toplumun ortak güvenliğini tehdit eden ağır suçların soruşturulabilirliğini sağlamak ve ceza adâlet sisteminin etkinliğini desteklemek amacıyla öngörülen suçu bildirmeme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 278. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, işlenmekte olan veya işlendiğini bildiği bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen kişinin cezaî sorumluluğunu ifade eder; bildirime konu suçun katalog suçlar arasında yer alması ve bildirim yükümlülüğünün gecikmeksizin yerine getirilmesi esastır. Kanun koyucu, bu yükümlülüğü yalnızca kamu görevlileriyle sınırlamayıp, suça vakıf olan her birey için geçerli kılarak, ceza yargılamasının kamusal karakterine ve suçla mücadelenin kolektif sorumluluğuna vurgu yapmaktadır. Bildirim yükümlülüğü, yalnızca gerçekleşmiş suçlar için değil, henüz işlenmekte olan veya ileride işlenmesi kuvvetle muhtemel ağır suçlar için de geçerlidir. Bu düzenleme, suçun önlenebilirliğini artırmaya yönelik önleyici bir işlev taşımasının yanı sıra, adâletin tecellisine aktif katkı sağlayan etik ve hukukî bir mesuliyet alanı oluşturmaktadır.
IV.2.10-) Kamu Görevlisinin Suçu Bildirmemesi Suçu:
Kamu görevlilerinin sahip oldukları yetki ve mesuliyet çerçevesinde hukuka aykırı fiillere karşı etkin bir refleks göstermesi, kamu hizmetinin güvenilirliği ve ceza adâletinin işleyişi açısından vazgeçilmez bir unsurdur; bu çerçevede kamu görevlisinin suçu bildirmemesi suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 279. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, görev sırasında veya görevi dolayısıyla bir suça vakıf olan kamu görevlisinin, bu suçu gecikmeksizin yetkili makamlara bildirmemesi hâlinde oluşur ve suçun bildirilmeme kastı taşıması gerekir. Kanun koyucu burada, kamu görevlisinin kamu adına hareket etme yükümlülüğünü esas alarak, suç karşısında kayıtsız kalmayı yalnızca etik bir zafiyet değil, aynı zamanda cezaî mesuliyet doğuran bir ihmal olarak değerlendirmiştir. Suçun, soruşturulması ve kovuşturulması gereken bir eylem olması ve kamu görevlisinin bu bilgiye görevle bağlantılı şekilde ulaşması gereklidir. Bu düzenleme, kamu görevinin sadece aktif icra değil, pasif ihmallerden de arındırılmış şekilde yerine getirilmesini öngören, kamu hizmeti etiğiyle doğrudan ilişkili temel bir ceza hukuku normudur.
IV.2.11-) Sağlık Mesleği Mensuplarının Suçu Bildirmemesi Suçu:
Hukukun yaşam hakkı ve beden bütünlüğüne verdiği üstün koruma, sağlık mesleği mensuplarına da suçla mücadelede özel bir mesuliyet yüklemekte olup, bu bağlamda sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 280. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, tabip, diş hekimi, eczacı, ebe, hemşire gibi sağlık hizmeti sunan kişilerin, görevleri sırasında tedavi ettikleri veya muayene ettikleri kişilerde suç teşkil eden bir fiilin izlerini fark etmelerine rağmen, bunu yetkili mercilere bildirmemeleri hâlinde oluşur. Kanun koyucu, bu yükümlülüğün yalnızca mesleki etikle sınırlı olmadığını, aynı zamanda kamu düzenini ve adâletin işleyişini doğrudan ilgilendiren bir cezaî mesuliyet alanı olduğunu vurgulamıştır. Bildirimi gerekli kılan suçun, genellikle kasten yaralama, işkence, cinsel istismar gibi bireyin fiziksel bütünlüğüne yönelmiş ağır suçlar arasında olması aranmakta; hekimin meslek sırrı yükümlülüğü ile kamu yararı arasında ceza hukuku lehine bir denge kurulmaktadır. Bu düzenleme, sağlık hizmetinin sadece tedavi değil, aynı zamanda hukuk devleti ilkesi çerçevesinde suçla mücadeleye katkı sunan bir toplumsal işlev taşıdığını ifade eden normatif bir güvenlik mekanizmasıdır.
IV.2.12-) Suç Delillerini Yok Etme, Gizleme veya Değiştirme Suçu:-
Ceza yargılamasının temel amacı olan maddi gerçeğe ulaşma ilkesinin güvence altına alınabilmesi, delil bütünlüğünün korunmasıyla doğrudan ilişkilidir; bu bağlamda suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 281. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, bir suçun işlendiğini bilerek, delil niteliği taşıyan eşyaları, belgeleri veya izleri ortadan kaldıran, gizleyen ya da üzerinde değişiklik yapan kişilerin cezalandırılmasını öngörür; failin suçun faili ya da iştirakçisi olmaması koşulu aranır. Kanun koyucu, bu düzenleme ile yargının doğru ve sağlıklı biçimde karar verebilmesi için gerekli olan delillere yönelik dış müdahâleleri kamu otoritesine ve adâletin işleyişine yönelik ciddi bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Suçun oluşması için, delil üzerinde gerçekleştirilen fiilin, yürütülen soruşturma veya kovuşturma sürecini engellemeye elverişli olması yeterlidir. Bu norm, ceza yargılamasının dürüstlük, güvenilirlik ve şeffaflık ilkeleri temelinde yürütülmesini sağlamayı amaçlayan, adil yargılanma hakkının korunmasına hizmet eden önemli bir ceza hukuku güvencesidir.
IV.2.13-) Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama Suçu:
Küresel ölçekte organize suçla mücadelede temel bir araç olarak kabul edilen ve suç ekonomisinin yasal finans sistemine sızmasını engellemeyi hedefleyen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 282. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, bir suçtan elde edilen gelir, eşya veya diğer malvarlığı unsurlarının kaynağını gizlemek ya da bunların yasadışı kökenini meşru göstermek amacıyla çeşitli işlemlerle devri, transferi, dönüştürülmesi veya gizlenmesi hâlinde oluşur. Kanun koyucu, suçtan elde edilen kazançların sisteme sokulmasını yalnızca ekonomik bir manipülasyon değil, aynı zamanda adâlet sistemine ve kamu düzenine yönelik ciddi bir tehdit olarak değerlendirmiş; suç gelirlerinin meşrulaştırılması sürecine dâhil olan her aşamayı cezaî yaptırımla karşılamıştır. Aklama eylemleri, organize suçların finansmanının sürdürülmesine olanak sağladığı için uluslararası ceza hukuku normlarıyla da uyumlu biçimde ağır cezalarla yaptırıma bağlanmış, malvarlığı değerlerine el koyma ve müsadere gibi önleyici tedbirler de benimsenmiştir. Bu düzenleme, hem ekonomik sistemin şeffaflığını hem de suçla mücadelenin bütüncül etkinliğini sağlamak amacıyla ceza hukukunun stratejik müdahâle alanlarından birini oluşturmaktadır.
IV.2.14-) Suçluyu Kayırma Suçu:
Ceza adâlet sisteminin işleyişini ve kamu otoritesinin suçla etkin mücadelesini sekteye uğratabilecek fiiller arasında yer alan suçluyu kayırma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 283. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, işlediği bir suç nedeniyle hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan ya da ceza infazı gereken bir kimsenin, yargılamadan veya cezadan kurtulmasını sağlamak amacıyla yardım eden kişilere yönelik cezaî müeyyide öngörür; failin suçun asli faili veya iştirakçisi olmaması bu suçun oluşumu açısından temel koşuldur. Kanun koyucu, burada failin şahsi duygusal bağı, menfaat ilişkisi ya da diğer saiklerden bağımsız olarak, hukukî süreci bozacak şekilde suçlunun korunmasını adâletin gerçekleşmesine doğrudan bir müdahâle olarak değerlendirmiştir. Bilhassa delil gizleme, failin saklanmasına yardımcı olma veya kaçmasına imkân sağlama gibi fiiller bu kapsamda değerlendirilmekte; suçun niteliğine göre cezalar artırılabilmektedir. Bu düzenleme, maddi gerçeğe ulaşma amacını ve adâletin gecikmeksizin tecelli etmesini temin eden ceza muhakemesi ilkeleri çerçevesinde şekillenen önemli bir normatif koruma mekanizmasıdır.
IV.2.15-) Tutuklu, Hükümlü Veya Suç Delillerini Bildirmeme Suçu:
Ceza adâletinin sağlıklı işleyebilmesi için, suç faillerinin, hükümlü ya da tutukluların ve suç delillerinin yetkili makamlara bildirilmesi büyük önem taşır. Bu çerçevede, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan tutuklu, hükümlü veya suç delillerini bildirmeme suçu, bir kamu görevlisinin görevi gereği haberdar olduğu bu tür bilgileri yetkili mercilere bildirmemesi hâlinde oluşur. Bu suç, kamu görevlilerinin adâlet hizmetine katkıda bulunma yükümlülüğünün bir ihlâli olarak değerlendirilmekte ve üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile yaptırıma bağlanmaktadır. Suçun oluşabilmesi için bildirim yükümlülüğünün görevden kaynaklanması şart olup, failin kastının varlığı aranır. Bu düzenleme, delillerin karartılmasının, suçluların adâletten kaçmasının veya ceza infazının sekteye uğramasının önüne geçmeyi amaçlamaktadır.
IV.2.16-) Gizliliğin İhlâli Suçu:
Ceza yargılamasında hem adil yargılanma hakkının hem de soruşturmanın etkinliğinin korunabilmesi için gerekli olan gizlilik ilkesine yönelik ihlâller, adâletin sağlıklı işlemesi açısından ciddi sakıncalar doğurabileceğinden, gizliliğin ihlâli suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 285. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, soruşturma veya kovuşturma sürecinde alınan gizlilik kararlarına aykırı olarak, dava dosyasındaki bilgilerin alenileştirilmesi, üçüncü kişilere açıklanması ya da basın-yayın yoluyla yayılması hâlinde oluşur. Kanun koyucu, bu fiilin yalnızca tarafların mahremiyetine değil, aynı zamanda delillerin korunmasına, tanık güvenliğine ve kamuoyunun yargı sürecine müdahâlesiz kalmasına yönelik tehdit oluşturduğunu esas alarak, cezaî yaptırımla karşılamıştır. Suçun oluşması için gizlilik kararının varlığı ve failin bu karara rağmen bilgiye erişip açıklama kastıyla hareket etmesi yeterlidir. Bu düzenleme, yargılamanın tarafsızlık ve dürüstlük ilkelerine uygun yürütülmesini güvence altına alarak, hem birey haklarının korunmasını hem de kamu yararının teminini amaçlayan önemli bir ceza normu işlevi görmektedir.
IV.2.17-) Ses Veya Görüntülerin Kayda Alınması Suçu:
Özel hayatın gizliliği ve kişisel mahremiyetin korunması, demokratik hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olup, bu ilkenin ceza hukuku düzleminde somutlaşmış biçimlerinden biri olan ses veya görüntülerin kayda alınması suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 286. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, kişilerin özel yaşam alanında gerçekleştirdikleri sesli veya görüntülü iletişimlerinin, rızaları dışında herhangi bir cihazla kayda alınması hâlinde oluşur ve bireyin haberleşme özgürlüğü ile özel hayatına yönelik ağır bir müdahâleyi ifade eder. Kanun koyucu, bu tür eylemlerin yalnızca etik dışı değil, aynı zamanda hukuken cezalandırılması gereken bir mahremiyet ihlâli olduğunu kabul ederek, teknolojik araçların kötüye kullanımını önlemeye yönelik cezaî yaptırımlar öngörmüştür. Suçun oluşması için, kayıt altına alınan ses veya görüntünün özel nitelikte olması ve mağdurun açık rızasının bulunmaması yeterlidir; paylaşım veya yayma fiili ise ayrı suçları doğurabilir. Bu düzenleme, bireyin dijital çağda kişisel sınırlarının korunmasını güvence altına alan, özel hayatın dokunulmazlığını temel alan önemli bir ceza normudur.
IV.2.18-) Genital Muayene Suçu:
Bireyin beden bütünlüğü ve mahremiyetine doğrudan müdahâle teşkil eden tıbbî işlemlerin yalnızca hukukî ve tıbbî sınırlar içinde gerçekleştirilmesi gerektiği anlayışı doğrultusunda düzenlenen genital muayene suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 287. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, soruşturma veya kovuşturma kapsamında olan kişilere yönelik olarak genital muayene yapılmasının kanunla belirlenmiş usule aykırı biçimde gerçekleştirilmesi ya da yetkili makam kararı olmaksızın veya rıza dışı biçimde uygulanması hâlinde oluşur. Kanun koyucu, bu eylemin yalnızca tıbbî bir işlem olmadığını, aynı zamanda kişinin cinsel dokunulmazlığına ve insan onuruna yönelik ciddi bir müdahâle anlamı taşıyabileceğini gözeterek, bu tür uygulamalara karşı cezaî müeyyide öngörmüştür. Muayene, yalnızca hâkim kararıyla veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emriyle ve yalnızca doktorlar tarafından yapılabilir. Bu düzenleme, özellikle ceza soruşturmalarında delil elde etme amacıyla gerçekleştirilen işlemlerin hukuka ve insan haklarına uygunluk ilkeleri çerçevesinde sınırlandırılmasını sağlayan önemli bir ceza normudur.
IV.2.19-) Adil Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs Suçu:
Yargı erkinin bağımsızlığı ile tarafsızlığını güvence altına almak ve ceza muhakemesinin temel güvencelerinden biri olan adil yargılanma hakkını korumak amacıyla öngörülen adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 288. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, görülmekte olan bir davanın sonucunu veya yargılama sürecini etkilemek amacıyla, hâkim, savcı, bilirkişi, tanık veya mahkeme üzerinde doğrudan ya da dolaylı baskı oluşturmaya yönelik aleni beyanlarda bulunulması hâlinde oluşur. Kanun koyucu, basın-yayın yoluyla kamuoyu oluşturmak, kişileri itibarsızlaştırmak ya da yargı sürecine yön vermek gibi yöntemlerle yargının tarafsızlığını bozabilecek müdahâleleri, sadece ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilemeyecek derecede ciddi bir tehdit olarak görerek, bu fiillere karşı cezaî müeyyide öngörmüştür. Suçun oluşması için yargılamayı fiilen etkilemiş olmak şart olmayıp, etkileme kastıyla yapılan davranış yeterlidir. Bu düzenleme, yargı sürecinin dış baskılardan arındırılmış biçimde işlemesini sağlamak amacıyla, ceza hukukunun temel koruma işlevlerinden birini yerine getirmektedir.
IV.2.20-) Muhafaza Görevini Kötüye Kullanma Suçu:
Yargılama sürecinde delil ve emanet niteliği taşıyan eşyaların güvenli bir şekilde korunması, hem maddi gerçeğe ulaşılması hem de kamu güveninin tesisi açısından büyük önem taşır; bu bağlamda muhafaza görevini kötüye kullanma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 289. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, koruma altına alınan veya muhafaza edilmek üzere kendisine teslim edilen eşyayı kasten yok eden, zarar veren, kaybeden ya da hukuka aykırı biçimde elden çıkaran kamu görevlisinin cezaî sorumluluğunu ifade eder. Kanun koyucu, muhafaza yükümlülüğünün yalnızca idarî bir görev değil, aynı zamanda ceza hukukunun koruması altında bulunan bir güven ilişkisi olduğunu esas alarak, bu görevin kötüye kullanılmasını adâletin işleyişine yönelik doğrudan bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Suçun oluşması için söz konusu eşyanın soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olması ve failin bu eşya üzerinde kasıtlı bir ihlâlde bulunması yeterlidir. Bu düzenleme, delil güvenliğini teminat altına alarak, ceza muhakemesinin doğruluk ve güvenilirlik ilkelerine uygun biçimde yürütülmesine katkı sağlayan önemli bir normatif güvencedir.
IV.4.21-) Resmen Teslim Olunan Mala Elkonulması ve Bozulması Suçu:
Ceza muhakemesi sürecinde adlî emanet olarak teslim edilen veya resmî bir işlemle muhafaza altına alınan malların bütünlüğünün korunması, hem yargılamanın güvenliği hem de mülkiyet hakkının teminatı açısından önem arz eder; bu bağlamda resmen teslim olunan mala elkonulması ve bozulması suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 290. maddesinde hükme bağlanmıştır. Bu suç, yasal bir görev, karar veya işlem çerçevesinde muhafaza amacıyla kamu görevlisine veya özel kişilere teslim edilen malvarlığı unsurlarının hukuka aykırı şekilde el konulması, kullanılması, satılması ya da bozulması hâlinde oluşur. Kanun koyucu burada, adlî sürecin güvenilirliğini ve mülkiyet ilişkilerinin dokunulmazlığını koruma amacıyla yalnızca fiziksel zararı değil, yetkisiz tasarrufu da cezalandırılabilir fiil olarak kabul etmiştir. Suçun faili, kendisine resmen teslim edilmiş mala, amacına aykırı ve hukuka aykırı şekilde müdahâle eden kişidir ve bu fiil, bilhassa emanetin kötüye kullanılması yoluyla ceza yargılamasının zarar görmesini engelleme işlevi taşır. Bu düzenleme, mülkiyet hakkı ile yargısal güvenliği bir arada koruyan ceza hukuku normları arasında yer almaktadır.
IV.4.22-) Başkası Yerine Ceza İnfaz Kurumuna veya Tutukevine Girme Suçu:
Ceza adâletinin kişiselliği ilkesini ihlâl eden ve infaz sürecinin güvenilirliğini doğrudan tehdit eden eylemler arasında yer alan başkası yerine ceza infaz kurumuna veya tutukevine girme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 291. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet ya da tutuklama kararı bulunan kişi yerine başka birinin bilerek ceza infaz kurumuna veya tutukevine girmesi, ya da bu sahteciliğe bilerek katılması durumunda oluşur. Kanun koyucu, cezaların şahsiliği ve adâletin doğru faile uygulanması ilkesi çerçevesinde, bu tür hileli davranışları yalnızca şahsî mesuliyet ihlâli değil, aynı zamanda kamu otoritesine ve yargı sistemine karşı işlenmiş ağır bir suç olarak değerlendirmiştir. Suçun tamamlanması için eylemin failin rızasıyla ve bilinçli şekilde gerçekleştirilmiş olması gerekir; fiil ayrıca ilgili kamu görevlilerinin de sorumluluğunu gündeme getirebilir. Bu düzenleme, infaz sisteminin meşruiyetini koruyarak adâletin sahtecilikle bertaraf edilmesini önlemeye hizmet eden önemli bir ceza hukuku güvenlik normudur.
IV.4.23-) Hükümlü Veya Tutuklunun Kaçması Suçu:
Ceza ve tutukevlerinin disiplinini, infaz sisteminin işlerliğini ve kamu güvenliğini korumaya yönelik ceza hukuku düzenlemelerinden biri olan ve halk arasında firar suçu olarak da bilinen, hükümlü veya tutuklunun kaçması suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 292. maddesinde hükme bağlanmıştır. Bu suç, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunan hükümlünün veya tutuklama kararıyla özgürlüğü kısıtlanan kişinin, yasal gözetim altında tutulduğu ceza infaz kurumundan ya da sevk ve nakil sırasında bulunduğu kamu otoritesinin denetiminden kaçması hâlinde oluşur. Kanun koyucu, bu eylemin yalnızca bireysel özgürlüğe ilişkin bir ihlâl olmadığını, aynı zamanda adâletin icrasına ve kamu düzenine yönelmiş doğrudan bir tehdit oluşturduğunu gözeterek, hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmüştür. Suçun nitelikli hâli, cebir, tehdit veya silah kullanmak suretiyle ya da birden fazla kişiyle birlikte gerçekleştirilmiş olması durumunda daha ağır yaptırımlara tabidir. Bu düzenleme, ceza infaz sisteminin güvenilirliğini ve toplumsal huzuru koruyan temel ceza hukuku normlarından biridir.
IV.4.24-) Kaçmaya İmkan Sağlama Suçu:
Ceza infaz sisteminin güvenliğini ve yargı kararlarının etkin biçimde uygulanmasını sekteye uğratabilecek dış müdahâlelere karşı ceza hukukunun koruyucu refleksi kapsamında düzenlenen kaçmaya imkan sağlama suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 294. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, tutuklu veya hükümlü bir kişinin ceza infaz kurumundan, mahkemeden, sağlık kuruluşundan ya da sevk ve nakil sırasında kaçmasına yardımcı olan, kaçış planı yapan veya fiilen kaçışı kolaylaştıran kişilere yöneliktir; bu kişiler kamu görevlisi olabileceği gibi sivil bireyler de olabilir. Kanun koyucu, ceza adâletinin nihai aşaması olan infaz sürecine yönelik bu tür müdahâleleri yalnızca bireysel suça yardım olarak değil, kamu otoritesine, yargı erkinin saygınlığına ve toplumsal güvenliğe yönelik bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Özellikle kamu görevlilerinin bu suça iştirak etmesi veya görevi kötüye kullanma suretiyle kaçışı kolaylaştırması hâlinde cezalar ağırlaştırılmakta; bu durum, kamu görevine duyulan güvenin korunması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Bu düzenleme, ceza infaz kurumlarının dokunulmazlığını ve adâletin gecikmeksizin tecellisini temin eden temel bir ceza hukuku normudur.
IV.4.25-) Muhafızın Görevini Kötüye Kullanması Suçu:
Ceza infaz kurumlarında düzenin, güvenliğin ve kamu otoritesinin tesisi açısından görevli personelin hukuka uygun hareket etmesi hayati öneme sahiptir; bu bağlamda muhafızın görevini kötüye kullanması suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 295. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu suç, bir hükümlü ya da tutuklunun kaçmasına bilerek göz yuman veya kaçmasına olanak sağlayan ceza infaz kurumu muhafızlarının, görevlerini ihmal ya da suistimal suretiyle kötüye kullanmaları hâlinde oluşur. Kanun koyucu, cezaevi görevlisinin kamusal yetkisini şahsi ilişkilere, ihmal veya menfaat temelli saiklere dayalı biçimde kullanmasını, yalnızca görev disiplini ihlâli olarak değil, ceza infazının güvenliğine ve kamu düzenine yöneltilmiş bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Suçun nitelikli hâlleri, muhafızın kaçışa aktif yardım etmesi veya eylemin organize şekilde gerçekleştirilmesi durumlarında cezayı ağırlaştırır. Bu düzenleme, infazın tarafsızlık ve güvenlik ilkelerine uygun biçimde yürütülmesini teminat altına alarak, kamu görevlilerinin sorumluluğunu ceza hukuku zemininde belirleyen önemli bir normatif güvencedir.
IV.4.26-) Hükümlü veya Tutukluların Ayaklanması Suçu:
Ceza infaz kurumlarının iç güvenliği ile disiplinini sağlamak ve suçun infaz sürecinde dış müdahâleler yoluyla yeniden üretilmesini önlemek amacıyla öngörülen infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 297. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, cezaevine sokulması mevzuatla açıkça yasaklanmış her türlü eşyanın—örneğin cep telefonu, kesici alet, uyuşturucu madde veya haberleşme araçlarının—mahkûm, tutuklu ya da hükümlülerle buluşturulması veya buluşturulmaya teşebbüs edilmesi hâlinde oluşur. Kanun koyucu, bu fiilin yalnızca kurumsal düzeni bozmakla kalmayıp, infazın amacı olan ıslah sürecini ve kamu güvenliğini de sekteye uğrattığını esas alarak, cezaî yaptırımı gerekli görmüştür. Suçun failinin infaz kurumu görevlisi olması, kamu görevinin kötüye kullanılması bağlamında daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâli oluşturur. Bu düzenleme, kapalı ceza infaz kurumlarının denetim altında tutulmasını ve dışarıdan gelecek her türlü yasadışı müdahâleye karşı ceza sisteminin iç bütünlüğünü koruyan normatif bir bariyer işlevi görmektedir.
IV.2.27-) İnfaz Kurumuna Veya Tutukevine Yasak Eşya Sokmak Suçu:
Ceza infaz kurumlarında hükümlü ve tutukluların insan onuruna yakışır koşullarda barındırılması ve temel yaşam haklarının korunması, infaz hukukunun en temel ilkeleri arasında yer almakta olup, bu bağlamda hak kullanımını ve beslenmeyi engelleme suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 298. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, cezaevi yetkilileri ya da görevlilerinin, hükümlü veya tutukluların kanunla tanınmış temel haklarını—örneğin hava alma, ziyaretçi kabul etme, sağlık hizmetlerinden yararlanma gibi hakları—keyfi biçimde engellemeleri veya yeterli ve dengeli beslenme koşullarını kasten sağlamamaları hâlinde oluşur. Kanun koyucu, infaz sürecinin yalnızca cezalandırma değil aynı zamanda bireyin rehabilitasyonu ve toplumla yeniden bütünleştirilmesi amacı taşıdığını dikkate alarak, bu tür insan onurunu zedeleyici eylemleri cezaî yaptırımla karşılamıştır. Suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesi hâlinde nitelikli hâl oluşur ve ceza artırılır. Bu düzenleme, infaz hukukunun insani boyutunu vurgulayan ve cezaevlerinde temel hakların korunmasına yönelik ceza hukukunun koruyucu işlevini somutlaştıran önemli bir normdur.
IV.2.28-) Hak Kullanımını ve Beslenmeyi Engelleme Suçu:
Ceza infaz kurumlarında bulunan tutuklu veya hükümlülerin, temel insani ihtiyaçlarının karşılanması ve anayasal haklarının korunması, hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Bu bağlamda, Türk Ceza Kanunu’nun 298. maddesi, bir tutukluya veya hükümlüye yasal bir hakkını kullanma veya beslenme imkânını kasten engelleyen kamu görevlilerinin cezalandırılmasını öngörmektedir. Bu suç çoğu zaman tutuklu ve hükümlüleri açlık grevine katılmaya zorlamak şeklinde gerçekleşir. Suçun basit hâli için altı aydan iki yıla kadar hapis cezası öngörülmüş olup, eylemin eziyet oluşturacak şekilde gerçekleşmesi hâlinde daha ağır cezaî yaptırımlar gündeme gelmektedir. Bu düzenleme, cezaevi yönetimlerinin keyfi uygulamalarına karşı bireylerin temel haklarını korumayı ve infaz sürecinin insan onuruna uygun biçimde yürütülmesini temin etmeyi amaçlar.
IV.3-) DEVLETİN EGEMENLİK ALAMETLERİNE VE ORGANLARININ SAYGINLIĞINA KARŞI SUÇLAR:
Devletin anayasal düzeni kadar, onun egemenlik sembolleri ve anayasal organlarına yönelik saygının korunması da kamu düzeni ve otoritesinin tesisi açısından hukuk düzeni içinde ayrıcalıklı bir öneme sahiptir; bu doğrultuda “Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar” başlığı altında, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 6. kısmında yer verilen düzenlemeler, devletin tüzel kişiliğine yönelmiş doğrudan veya sembolik saldırılara karşı ceza hukuku güvencesi sağlamaktadır. Bu bölümde; Türk bayrağının alenen aşağılanması (m. 300), İstiklal Marşı’na hakaret (m. 301), Türkiye Cumhuriyeti devletine, yargı organlarına, askerî veya emniyet teşkilatına hakaret, Cumhurbaşkanına hakaret (m. 299) gibi fiiller suç olarak tanımlanmış, bu eylemlerin ifade özgürlüğü sınırlarını aşarak devletin saygınlığına zarar verecek biçimde gerçekleştirilmesi durumunda cezaî müeyyide öngörülmüştür. Kanun koyucu, bu suçları yalnızca sembollere yönelik eylemler olarak değil, kamu otoritesine ve demokratik hukuk düzeninin meşruiyetine yönelmiş tehditler olarak değerlendirmiş; böylece kamusal birlik ve anayasal kurumlara duyulan güvenin korunmasını hedeflemiştir. Bu bölüm, bireysel hak ve özgürlüklerle kamu otoritesi arasındaki hassas dengeyi ceza hukuku düzleminde koruyan normatif bir güvenlik çerçevesi sunmaktadır.
IV.3.1-) Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu
Devletin en yüksek yürütme makamı olan Cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığını ve temsil ettiği anayasal otoriteyi koruma amacı güden Cumhurbaşkanına hakaret suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, görevde bulunan Cumhurbaşkanına yönelik olarak alenen yapılan onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici her türlü söz, davranış veya imanın cezaî sorumluluğa yol açtığı bir suç tipidir. Kanun koyucu, bu düzenlemeyle yalnızca kişisel hakları değil, aynı zamanda Cumhurbaşkanının devletin birliğini temsil eden anayasal konumunu ve kamu düzenine olan etkisini göz önünde bulundurarak, bu makama yönelen saldırıları diğer hakaret suçlarından farklı ve daha ağır bir yaptırımla cezalandırmıştır. Suçun basın-yayın yoluyla işlenmesi hâlinde ceza artırılırken, eleştiri ve ifade özgürlüğü kapsamında kalan sözlerin suç teşkil etmeyeceği, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları doğrultusunda değerlendirilir. Bu düzenleme, demokratik toplum düzeninde ifade özgürlüğü ile kamu otoritesinin korunması arasındaki dengeyi hassas biçimde kurmayı amaçlayan bir ceza normu niteliğindedir.
IV.3.2-) Devletin Egemenlik Alametlerini Aşağılama Suçu:
Bir devletin varlığını ve bağımsızlığını sembolize eden millî simgelerin hukukî korunması, o devlete yönelik aidiyetin ve kamusal düzenin sağlanması açısından büyük önem taşır; bu bağlamda Devletin egemenlik alametlerini aşağılama suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 300. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, Türkiye Cumhuriyeti'nin resmî egemenlik sembolleri olan Türk bayrağı ve benzeri alametlerin alenen yırtılması, yakılması, yere atılması, üzerine yazı yazılması, sözle veya fiille aşağılanması gibi eylemleri kapsar. Kanun koyucu, bu fiilleri yalnızca sembollere yönelik hakaret olarak değil, devletin tüzel kişiliğine ve bağımsız egemenlik yetkisine yönelmiş doğrudan bir saldırı olarak kabul ederek ağır cezaî yaptırımlar öngörmüştür. Suçun kamuya açık alanlarda işlenmesi, milli birlik ve beraberliği tehdit eden bir yön taşıdığı için kamusal güvenliğin korunması kapsamında değerlendirilmiştir. Bu düzenleme, devletin sembollerine duyulan saygının yalnızca törenle sınırlı bir davranış değil, anayasal sadakatin bir göstergesi olduğu anlayışını ceza hukuku düzleminde güvence altına alan bir normdur.
IV.3.3-) Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum Ve Organlarını Aşağılama Suçu:
Toplumun ortak değerlerini ve anayasal kurumlarını korumayı hedefleyen Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi, Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin yasama, yürütme ve yargı organları ile askerî ve emniyet teşkilatını alenen aşağılamayı suç olarak düzenlemektedir. Bu madde kapsamında, belirtilen unsurlara yönelik açık ve ağır hakaret içeren söylemlerin cezaî yaptırımla karşılaşması öngörülmüş; fiilin ağırlığına göre altı aydan iki yıla kadar hapis cezası uygulanabilmektedir. Eleştiri hakkının sınırını aşarak sistematik ve kasıtlı bir aşağılama söz konusu olduğunda suç oluşur; ancak düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında yapılan yapıcı eleştiriler bu madde kapsamına girmez. Suçun kovuşturulması ise Adâlet Bakanı’nın iznine tabi tutulmuş ve böylece siyasî ve sosyal bağlamı olan vakalarda orantılılık ve ifade özgürlüğü dengesi gözetilmiştir.
IV.4-) Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar:
Devletin varlığı, bütünlüğü ve bağımsızlığına yönelik iç ve dış tehditlerin önlenmesi, millî güvenliğin temel unsurlarını oluşturan siyasal, askerî ve diplomatik yapıların korunmasıyla doğrudan ilişkilidir; bu çerçevede “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar” başlıklı bölüm, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yedinci Kısmı içerisinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzenine ve dış güvenliğine yönelen ağır nitelikli tehditleri cezaî yaptırımlarla karşılamaktadır. Bu bölümde; anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs (m. 309), yasama, yürütme ve yargı organlarına karşı suçlar (m. 311–313), düşmanla iş birliği yapma (m. 303), casusluk (m. 328), devletin gizli belgelerini açıklama (m. 327) gibi suç tipleri yer almakta olup, söz konusu düzenlemelerle hem iç güvenliğe hem de dış ilişkilerdeki stratejik dengeye zarar verebilecek fiiller ağır yaptırımlarla cezalandırılmaktadır. Kanun koyucu bu suçları, yalnızca bireysel eylemler değil, aynı zamanda anayasal düzene, milli egemenliğe ve kamu otoritesine yönelmiş sistemsel tehditler olarak değerlendirmekte; bu kapsamda ceza hukukunu, devletin bekasını koruyan temel bir güvenlik aracı olarak yapılandırmaktadır.
IV.4.1-) Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozmak Suçu:
Devletin siyasal ve coğrafi bütünlüğüne yönelen ağır tehditleri cezaî yaptırımlarla önlemeyi amaçlayan temel ceza hukuku düzenlemelerinden biri olan Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 302. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin birliğini ortadan kaldırmak veya ülke topraklarının bir kısmını devlet idaresinden ayırmak amacıyla cebir ve şiddet kullanarak gerçekleştirilen eylemleri kapsar. Kanun koyucu, bu fiilleri yalnızca kamu düzenine karşı bir tehdit olarak değil, doğrudan anayasal düzenin ve milli egemenliğin ortadan kaldırılmasına yönelik bir saldırı olarak değerlendirmiş ve bu nedenle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası öngörmüştür. Suçun oluşabilmesi için, amaçlanan sonucun gerçekleşmesi gerekmez; cebir ve şiddetle bu amaca yönelen fiilin icra hareketlerinin başlamış olması yeterlidir. Bu düzenleme, devletin bekasını ve toprak bütünlüğünü korumaya yönelik en sert ve kapsamlı güvenlik normlarından biri olup, ceza hukukunun milli egemenlik ilkesine dayalı koruma işlevinin somut bir tezahürüdür.
IV.4.2-) Düşmanla İşbirliği Yapmak Suçu:
Devletin dış güvenliğini ve savaş hâlinde millî savunma kapasitesini zayıflatabilecek fiillerin ağır biçimde yaptırıma bağlanması, ceza hukukunun stratejik güvenlik işlevinin bir yansımasıdır; bu bağlamda düşmanla işbirliği yapmak suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 303. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile savaş hâlinde bulunan bir devletin yararına olarak, ülkenin askerî faaliyetlerine, savunma gücüne ya da diplomatik çıkarlarına zarar verebilecek nitelikte iş birliği yapan Türk vatandaşı veya Türkiye’de oturan yabancılar hakkında uygulanır. Kanun koyucu, düşman devletin lehine gerçekleştirilen her türlü yardım, bilgi temini, propaganda veya operasyon desteğini yalnızca vatana ihanet olarak değil, aynı zamanda savaş hukukuna aykırı ciddi bir milli güvenlik tehdidi olarak değerlendirmiştir. Suçun oluşabilmesi için fiilin, düşman devletin savaş gücünü artırıcı veya Türkiye'nin savaş kapasitesini zayıflatıcı etkide bulunması yeterlidir; bu nedenle fiilin somut zarar doğurması şart değildir. Bu düzenleme, savaş hâlinde olan bir devlete karşı sadakat yükümlülüğünü ihlâl eden davranışları, devletin egemenlik hakkına doğrudan saldırı olarak gören ağırlaştırılmış bir ceza normudur.
IV.4.3-) Devlete Karşı Savaşa Tahrik Suçu:
Uluslararası barış ve devletlerarası ilişkilerin istikrarı açısından bir devletin dışarıdan silahlı saldırıya maruz kalmasına neden olabilecek fiiller, yalnızca diplomatik değil aynı zamanda cezaî düzlemde de ağır yaptırımlarla karşılanır; bu çerçevede Devlete karşı savaşa tahrik suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 304. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu suç, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı başka bir devleti savaşa kışkırtmak amacıyla yürütülen eylemleri kapsar ve bu tür fiillerin, savaşın fiilen başlaması şartı aranmaksızın, yalnızca tahrik amacıyla gerçekleştirilmiş olması cezalandırılmak için yeterlidir. Kanun koyucu, burada ülkenin dış güvenliğini tehlikeye sokabilecek diplomatik provokasyonları, devletin egemenlik haklarına ve barışçıl dış politika ilkelerine yönelmiş sistematik tehditler olarak değerlendirmiştir. Suçun failinin, devletlerarası çatışmayı körükleyici nitelikte kasıtlı bir davranış sergilemesi ve bu yolla Türkiye'nin bir savaşa sürüklenmesi riskini doğurması yeterlidir. Bu düzenleme, ceza hukukunun devletin uluslararası konumunu, dış ilişkilerdeki bağımsızlığını ve savaşın yıkıcı etkilerinden korunma hakkını güvence altına alan yüksek nitelikli bir güvenlik normudur.
IV.4.4-) Temel Millî Yararlara Karşı Faaliyette Bulunmak İçin Yarar Sağlama Suçu:
Devletin ekonomik, siyasal, askerî ve diplomatik bütünlüğünü oluşturan temel millî çıkarlarının korunması, millî güvenliğin sürdürülebilirliği açısından vazgeçilmezdir; bu doğrultuda temel millî yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 305. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel millî yararları aleyhine gerçekleştirilecek bir faaliyeti teşvik etmek, gerçekleştirmek ya da bu tür faaliyetlere katkı sunmak amacıyla, doğrudan veya dolaylı olarak bir maddi menfaatin alınması veya vaat edilmesi hâlinde oluşur. Kanun koyucu burada yalnızca yabancı devlet lehine yapılan casusluk veya sabotaj türü eylemleri değil, Türkiye’nin uluslararası pozisyonunu, iç güvenliğini veya egemenlik haklarını zayıflatabilecek her türlü faaliyet karşılığında menfaat temin edilmesini ağır bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Suçun oluşması için söz konusu faaliyetin gerçekleşmiş olması değil, bu amaca yönelik yararın sağlanması veya teklif edilmesi yeterlidir. Bu düzenleme, devletin stratejik çıkarlarını ve millî bağımsızlığını, bireysel ekonomik çıkar uğruna zedeleyen davranışlara karşı ceza hukukunun önleyici işlevini devreye sokan, yüksek koruma düzeyine sahip bir güvenlik normudur.
IV.4.5-) Yabancı Devlet Aleyhine Asker Toplama Suçu:
Uluslararası barış ve devletlerarası ilişkilerin korunması amacıyla düzenlenen Türk Ceza Kanunu’nun 306. maddesi, Türkiye’nin tarafı olmadığı bir savaşta, yabancı bir devlet aleyhine asker toplanmasını suç olarak tanımlar. Bu maddeye göre, izinsiz şekilde bir yabancı devlete karşı savaşmak üzere Türkiye'de veya Türkiye vatandaşları arasında asker toplanması hâlinde failler beş yıldan on yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Fiilin bir örgüt faaliyeti çerçevesinde veya kamu düzenini bozacak şekilde gerçekleştirilmesi durumunda ceza daha da artırılabilir. Bu hüküm, Türkiye’nin tarafsızlık ilkesini, dış ilişkilerdeki egemen karar hakkını ve iç güvenliğini korumayı amaçlarken, bireylerin kendi inisiyatifleriyle başka devletler adına savaşçı güçler oluşturmasını da açıkça yasaklamaktadır. Böylece uluslararası hukuka ve diplomatik ilişkilere uygunluk çerçevesinde devletin dış politika alanındaki yetkisi güvence altına alınır.
IV.4.6-) Askerî Tesisleri Tahrip Ve Düşman Askerî Hareketleri Yararına Anlaşma Suçu:
Devletin savunma kapasitesini zayıflatmaya ve düşman unsurların askerî üstünlük sağlamasına doğrudan katkı sunabilecek eylemler, ceza hukuku bakımından en ağır şekilde cezalandırılan fiiller arasında yer alır; bu kapsamda askerî tesisleri tahrip ve düşman askerî hareketleri yararına anlaşma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 307. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu suç, Türkiye Cumhuriyeti’ne ait askerî tesislerin, mühimmatın, ulaştırma araçlarının veya savaş araç ve gereçlerinin tahrip edilmesi, kullanılmaz hâle getirilmesi, düşmana teslim edilmesi ya da bunlara ilişkin bilgilerin düşman yararına açıklanması gibi fiilleri içerir. Ayrıca, bu tür eylemleri gerçekleştirmek üzere düşmanla anlaşmaya varılması da tek başına suçun oluşumu için yeterlidir. Kanun koyucu, bu düzenlemeyle yalnızca fiziksel zararları değil, savunma sistemine yönelik stratejik tehditleri de önlemeyi amaçlamış; söz konusu fiilleri millî güvenliğe ve savaş hâlindeki devletin bekasına yönelik en ciddi saldırılar arasında saymıştır. Bu norm, devletin askerî varlığını ve caydırıcılığını doğrudan hedef alan eylemlere karşı ceza hukukunun en sert tepkisini ortaya koyan bir güvenlik mekanizmasıdır.
IV.4.7-) Düşman Devlete Maddi ve Mali Yardım Suçu:
Millî savunmanın ve savaş zamanında devletin dış güvenliğinin korunması bağlamında en ciddi tehditlerden biri, düşman devletlere doğrudan veya dolaylı olarak sağlanan lojistik ve ekonomik destektir; bu nedenle düşman devlete maddi ve mali yardım suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 308. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, Türkiye Cumhuriyeti ile savaş hâlinde bulunan bir devlete, doğrudan para, mal, hizmet ya da ekonomik değer taşıyan herhangi bir kaynak sağlanması hâlinde oluşur; ayrıca bu yardımı teşvik eden ya da kolaylaştıran kişiler de aynı şekilde cezaî sorumluluğa tabidir. Kanun koyucu, bu fiili yalnızca bir ekonomik suç olarak değil, devletin bekasını ve savaş yeteneğini zayıflatmaya dönük kasıtlı bir eylem olarak değerlendirerek, ağırlaştırılmış hapis cezasıyla yaptırımlandırmıştır. Yardımın kapsamı geniş tutulmuş olup, sembolik ya da küçük miktarlı dahi olsa, düşman devletin savaş kapasitesine katkı sunacak her türlü yardım bu suç kapsamına girer. Bu düzenleme, savaş hukukunun temel ilkeleriyle uyumlu şekilde, milli güvenliği tehdit eden ekonomik iş birliklerine karşı ceza hukukunun en sert müdahâle araçlarından birini oluşturur.
IV.5-) ANAYASAL DÜZENE VE BU DÜZENİN İŞLEYİŞİNE KARŞI SUÇLAR:
Demokratik hukuk devletinin temelini oluşturan anayasal kurumların, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı olarak işlerliğini sürdürmesi, anayasal düzenin korunmasıyla mümkündür; bu kapsamda “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar” başlıklı bölüm, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Dördüncü Kısmı, Birinci Bölümünde yer almakta ve devletin temel yapısına yönelik cebir ve şiddet içeren tehditleri ağır cezaî yaptırımlarla düzenlemektedir. Bu bölümde; anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs (m. 309), yasama (m. 311), yürütme (m. 312) ve yargı organlarının (m. 313) işleyişine karşı suçlar, silahlı örgüt kurma (m. 314), anayasal düzeni tehdit eden cebir ve şiddet eylemlerine katılma gibi fiiller cezalandırılmaktadır. Kanun koyucu, bu suç tiplerini yalnızca bireysel haklara yönelmiş saldırılar değil, aynı zamanda devletin meşru otoritesine, demokratik kurumlarına ve hukuk düzenine karşı yönelmiş sistemsel tehditler olarak değerlendirmekte ve suçların organize şekilde işlenmesi hâlinde cezaları ağırlaştırmaktadır. Bu düzenlemeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal varlığını ve demokratik işleyişini ceza hukuku güvencesiyle koruyan yüksek nitelikli güvenlik normlarını oluşturmaktadır.
IV.5.1-) Anayasayı İhlâl Suçu:
Bir devletin siyasal varlığını ve hukuk düzeninin meşruiyet temelini oluşturan anayasal yapıya yönelik cebir ve şiddet içeren saldırılar, ceza hukukunun en ağır şekilde yaptırıma bağladığı eylemler arasında yer alır; bu çerçevede Anayasayı ihlâl suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 309. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile kurulan devletin anayasal düzenini ortadan kaldırmak veya yerine başka bir düzen getirmek amacıyla cebir ve şiddet kullanarak gerçekleştirilen fiilleri kapsamaktadır. Kanun koyucu, anayasal düzenin korunmasını yalnızca kamu otoritesi için değil, tüm bireyler açısından temel hak ve özgürlüklerin teminatı olarak görmüş ve bu düzeni ortadan kaldırmaya yönelik eylemleri ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yaptırımlandırmıştır. Suçun oluşması için anayasal düzenin fiilen ortadan kaldırılması gerekmez; bu amaca yönelik cebir ve şiddet içeren icra hareketlerinin başlaması yeterlidir. Bu düzenleme, demokratik hukuk devletinin varlığını güvence altına alarak, anayasal kurumların sürekliliğini ve toplumsal düzenin istikrarını ceza hukuku güvencesiyle teminat altına alan temel bir normatif yapı taşını ifade eder.
IV.5.2-) Cumhurbaşkanına Suikast ve Fiilî Saldırı Suçu:
Devletin yürütme organının başında bulunan Cumhurbaşkanının şahsına yönelik fiziksel saldırılar, yalnızca bireysel bir suç değil, aynı zamanda anayasal düzenin istikrarına ve devletin en yüksek temsil makamına yönelmiş bir tehdit olarak değerlendirilir; bu nedenle Cumhurbaşkanına suikast ve fiilî saldırı suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 310. maddesinde özel olarak düzenlenmiştir. Bu suç, görevdeki Cumhurbaşkanına karşı gerçekleştirilen öldürme kastına dayalı suikast girişimlerini veya fiziksel saldırı fiillerini kapsamaktadır. Kanun koyucu, bu tür eylemlerin devletin siyasî ve hukukî bütünlüğüne yönelik sistemsel bir tehdit taşıması nedeniyle, suikast fiilinde ağırlaştırılmış müebbet, fiilî saldırı durumunda ise failin kastına ve neticeye göre değişen hapis cezaları öngörmüştür. Suçun oluşması için saldırının başarıya ulaşması şart değildir; doğrudan kastla icra hareketlerine başlanması yeterlidir. Bu düzenleme, Cumhurbaşkanlığı makamının anayasal güvence altında bulunduğunu ve bu makama yönelmiş her türlü şiddet eyleminin devlete karşı işlenmiş ağır bir suç olarak değerlendirileceğini ifade eden yüksek koruma düzeyine sahip ceza hukuku normlarından biridir.
IV.5.3-) Yasama Organına Karşı Suç:
Demokratik hukuk devletinde halk iradesinin somut temsilcisi olan yasama organına yönelik cebir ve şiddet içeren eylemler, anayasal düzenin doğrudan hedef alınması anlamına gelir; bu çerçevede yasama organına karşı suç, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 311. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemek amacıyla cebir ve şiddet kullanılması hâlinde oluşur ve söz konusu eylemin devletin yasama yetkisini işlevsiz kılmaya yönelik olması cezaî yaptırımın temelini oluşturur. Kanun koyucu, parlamentonun bağımsızlığını, dokunulmazlığını ve demokratik temsiliyet işlevini güvence altına alarak, bu kuruma yönelen her türlü zorlayıcı müdahâleyi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılacak anayasal düzene karşı suçlar kategorisinde değerlendirmiştir. Suçun oluşması için yasama faaliyetinin fiilen engellenmesi gerekmez; cebir ve şiddet yoluyla bu amacı taşıyan icra hareketlerine başlanması yeterlidir. Bu düzenleme, yasama organının meşruiyetine ve anayasal işleyişe yönelik en yüksek düzeyde cezaî korumayı sağlayan temel bir anayasal güvenlik normudur.
IV.5.4-) Hükûmete Karşı Suç:
Devletin yürütme organının anayasal yetkilerini kullanmasını cebir ve şiddet yoluyla engellemeye yönelik eylemler, demokratik hukuk düzeninin işleyişine doğrudan bir tehdit teşkil eder; bu kapsamda Hükûmete karşı suç, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’nin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemek amacıyla cebir ve şiddet kullanılması durumunda oluşur ve devletin icra yetkisini hedef alan sistematik saldırılara karşı en yüksek düzeyde cezaî koruma sağlar. Kanun koyucu, yürütme erkine karşı gerçekleştirilen bu tür fiilleri yalnızca kamu düzenini bozan eylemler olarak değil, anayasal düzenin bütünlüğüne kasteden suçlar olarak değerlendirerek, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası öngörmüştür. Suçun oluşması için hükümetin görev yapmasının fiilen engellenmesi gerekmez; bu amacı gerçekleştirmeye elverişli cebir ve şiddet eylemlerinin başlaması yeterlidir. Bu düzenleme, yürütme organının bağımsızlığına, siyasal istikrara ve demokratik işleyişe yönelik saldırılara karşı ceza hukukunun temel koruma mekanizmalarından birini oluşturur.
IV.5.5-) Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine Karşı Silâhlı İsyan Suçu:
Devletin yürütme erkinin silahlı kalkışmalar yoluyla ortadan kaldırılmasına ya da işlevsiz bırakılmasına yönelik girişimler, anayasal düzenin en ciddi tehditlerinden biri olarak kabul edilir; bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silahlı isyan suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 313. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, örgütlü bir yapı dâhilinde veya toplu şekilde, hükümete karşı silah kullanarak isyan edilmesi ya da böyle bir isyana katılınması hâlinde oluşur ve demokratik rejimin meşruiyetini hedef alan ağır bir eylem olarak değerlendirilir. Kanun koyucu, bu tür silahlı kalkışmaları yalnızca kamu düzenine yönelik tehditler olarak değil, aynı zamanda devletin anayasal düzenine kast eden birer “organize şiddet suçu” olarak görmüş ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasını öngörmüştür. Suçun oluşması için fiilen çatışma çıkması veya hükümetin görevini yapamaz duruma gelmesi şart olmayıp, silahlı isyan amacı taşıyan eylemlere katılmak yeterlidir. Bu düzenleme, hükümetin anayasal yetkilerinin şiddet yoluyla gasp edilmesini önlemeyi ve devletin yürütme gücünün kesintisiz şekilde işleyebilmesini ceza hukuku güvencesiyle temin etmeyi amaçlayan yüksek nitelikli bir güvenlik normudur.
IV.5.6-) Silâhlı Örgüt Suçu:
Devletin anayasal düzenine, millî güvenliğine veya temel kamu kurumlarının işleyişine yönelik sistematik ve örgütlü tehditler, bireysel suçlardan çok daha ağır bir kamusal tehlike arz ettiğinden, ceza hukuku bu tür kolektif yapıların oluşumunu ve faaliyetlerini bağımsız suç tipi olarak düzenlemiştir; bu doğrultuda silahlı örgüt suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinde hükme bağlanmıştır. Bu suç, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile kurulan düzeni ortadan kaldırmak, devletin temel niteliklerini değiştirmek ya da yasama, yürütme ve yargı organlarını kısmen veya tamamen işlevsiz bırakmak amacıyla silah temin etmiş ve bu amaca yönelik süreklilik arz eden eylemler içinde olan örgütleri kurmak, yönetmek veya bu örgüte üye olmak fiillerini kapsamaktadır. Kanun koyucu, örgütsel yapının hiyerarşik biçimde oluşması, amaç suçu işlemeye elverişli olması ve silahlı niteliğinin bulunması hâlinde bu yapıya dahil olmayı ağır şekilde cezalandırmakta; kurucular ve yöneticiler için daha yüksek cezaî mesuliyet öngörmektedir. Bu düzenleme, anayasal güvenliğe karşı kolektif şiddet tehdidine karşı ceza hukukunun en sert müdahâle biçimlerinden biri olarak, kamu düzeni ve siyasal istikrarın korunmasına yönelik yüksek düzeyde bir normatif koruma sağlamaktadır.
IV.5.7-) Silâh Sağlama Suçu:
Silahlı örgütlerin fiilen varlık gösterebilmesi ve cebir veya şiddet yoluyla anayasal düzeni tehdit edebilmesi, büyük ölçüde bu yapılara dışarıdan sağlanan lojistik ve silah desteğine bağlıdır; bu nedenle silah sağlama suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 315. maddesinde özel olarak düzenlenmiştir. Bu suç, TCK m. 314 kapsamında tanımlanan silahlı örgütlerin amaçlarını gerçekleştirmesine yardımcı olmak üzere bu örgütlere silah temin eden kişi hakkında uygulanır ve örgüt üyesi olmasa dahi, fiili ile örgütün cebir ve şiddet kapasitesine doğrudan katkı sunan kişileri cezalandırmayı amaçlar. Kanun koyucu, bu düzenleme ile örgüt içindeki aktif failler kadar, örgütü destekleyici nitelikte dışsal eylemleri de ceza sorumluluğu kapsamına alarak, anayasal düzene yönelik tehditlerin önleyici aşamada engellenmesini hedeflemiştir. Suçun oluşması için silahın fiilen kullanılmış olması gerekmez; temin edilmesi veya temin edilmeye teşebbüs edilmesi yeterlidir. Bu norm, silahlı örgüt yapılanmalarının lojistik destek kanallarını kesmeye yönelik ceza hukukunun stratejik güvenlik aracı işlevini üstlenmektedir.
IV.5.8-) Suç İçin Anlaşma Suçu:
Ceza hukukunun koruma altına aldığı anayasal düzene ve devletin temel kurumlarına yönelik suçların önlenmesinde, yalnızca icra hareketleri değil, bu tür suçlara hazırlık niteliği taşıyan anlaşma aşamasının da bağımsız bir suç olarak düzenlenmesi, önleyici ceza politikalarının önemli bir yansımasıdır; bu kapsamda suç için anlaşma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 316. maddesinde yer almaktadır. Bu suç, TCK’nın 302 ila 315. maddeleri arasında düzenlenen devletin güvenliğine ve anayasal düzene karşı suçlardan herhangi birini işlemek amacıyla, iki veya daha fazla kişi arasında önceden varılmış bir anlaşmanın bulunması hâlinde oluşur; bu anlaşma, fiilin icrasına yönelik hazırlık safhasında dahi cezaî mesuliyet doğurur. Kanun koyucu, bu düzenlemeyle henüz icra hareketlerine geçilmese bile, anayasal güvenliği tehdit eden irade birlikteliklerini caydırmak ve devletin temel yapısını hedef alan suçların oluşumunu engellemek amacıyla erken müdahâle imkânı sağlamıştır. Bu yönüyle madde, bilhassa organize suç yapılarının ve planlı kalkışmaların başlangıç safhasında tespit edilerek cezalandırılmasını mümkün kılan, ceza hukukunun özel önleme işlevini güçlendiren önemli bir normdur.
IV.6-) MİLLİ SAVUNMAYA KARŞI SUÇLAR:
Devletin varlığını sürdürebilmesi ve millî egemenliğini koruyabilmesi açısından temel öneme sahip olan askerî yapıların, personelin ve savunma sistemlerinin güvence altına alınması, ceza hukukunun stratejik koruma alanlarından biridir; bu bağlamda “Millî Savunmaya Karşı Suçlar”, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Beşinci Kısmı, Birinci Bölümünde kapsamlı şekilde düzenlenmiştir. Bu bölümde yer alan suç tipleri; askerlikten kaçma (m. 317-318), halkı askerlikten soğutma (m. 318), askerî itaatsizliğe teşvik (m. 319), askerî tesislere zarar verme (m. 320), askerlerin isyana teşvik edilmesi (m. 321) gibi fiilleri kapsamakta olup, millî savunma kapasitesini zayıflatabilecek bireysel veya örgütsel eylemleri önleme amacı taşır. Kanun koyucu, bu suçları yalnızca askerî disiplini ihlâl eden davranışlar olarak değil, aynı zamanda millî güvenliği tehdit eden sistematik riskler çerçevesinde değerlendirmiş ve ağır cezaî yaptırımlar öngörmüştür. Bu düzenlemeler, silahlı kuvvetlerin kurumsal bütünlüğünü, disiplinini ve savaş zamanı görev ifa kabiliyetini korumaya yönelik ceza hukukunun önleyici ve caydırıcı işlevlerini içeren temel normatif bir çerçeve sunmaktadır.
IV.6.1-) Askerî Komutanlıkların Gasbı Suçu:
Askerî hiyerarşi ve komuta zincirinin korunması, silahlı kuvvetlerin disiplinli ve etkin şekilde işleyebilmesi açısından vazgeçilmez bir unsurdur; bu bağlamda askerî komutanlıkların gasbı suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 317. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, savaş sırasında veya savaş hazırlıkları esnasında, bir kimsenin hukuka aykırı biçimde bir askerî komutanlık makamını zorla ele geçirmesi, mevcut komutanı görevinden uzaklaştırarak yerine geçmesi ya da yetkisiz şekilde emir ve komuta yetkisi kullanması hâlinde oluşur. Kanun koyucu, bu fiilin yalnızca bir görev gaspı değil, aynı zamanda askerî disiplini çökertebilecek, savaş düzenini bozabilecek ve millî güvenliği tehdit edebilecek nitelikte ağır bir suç olduğunu kabul ederek, faile ağır hapis cezası öngörmüştür. Suçun oluşması için cebir veya tehdit kullanılarak fiilî bir komutanlık değişikliği yaratılması yeterli olup, bu tür eylemler savaş hukukunun da doğrudan ihlâli niteliği taşır. Bu düzenleme, silahlı kuvvetler içinde otoritenin keyfi biçimde el değiştirmesini önlemeye yönelik, anayasal güvenlik sisteminin askerî düzlemdeki temel ceza hukuku normlarından biridir.
IV.6.2-) Halkı Askerlikten Soğutma Suçu:
Silahlı kuvvetlerin etkinliğinin sürdürülebilmesi ve zorunlu askerlik hizmetinin kamu düzeni içerisinde yürütülebilmesi, toplumun savunma yükümlülüğüne olan sadakatiyle doğrudan ilişkilidir; bu çerçevede Halkı Askerlikten Soğutma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 318. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, kişilerin askerlik hizmetinden soğutulmasına veya bu hizmete karşı isteksizlik oluşturulmasına yönelik aleni biçimde propaganda yapılması, telkinde bulunulması ya da halkı bu yönde etkileyebilecek şekilde açıklama yapılması hâlinde oluşur. Kanun koyucu, bu eylemleri yalnızca bireysel görüş açıklaması olarak değil, askerlik hizmetinin meşruiyetine ve kamu güvenliğine zarar verebilecek nitelikte sistematik bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Suçun oluşması için fiilin somut bir sonuç doğurması gerekmez; askerliğe karşı halkta olumsuz kanaat yaratmaya elverişli açıklamaların yapılması yeterlidir. Bu düzenleme, anayasal güvenlik anlayışı çerçevesinde, milli savunma yükümlülüğünün toplumsal bütünlük içinde yerine getirilmesini temin etmeye yönelik koruyucu bir ceza normu niteliği taşır.
IV.6.3-) Askerleri İtaatsizliğe Teşvik Suçu:
Askerî disiplinin korunması, silahlı kuvvetlerin görevlerini etkin ve hiyerarşik bir yapı içinde yerine getirebilmesinin ön koşulu olup, bu disipline yönelik dış müdahâlelerin engellenmesi ceza hukukunun temel güvenlik işlevlerinden biridir; bu bağlamda askerleri itaatsizliğe teşvik suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 319. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, askerlik görevini yerine getiren bireyleri kanunlara, hizmet yükümlülüklerine ya da komutanlarının emirlerine karşı gelmeye teşvik eden, kışkırtan ya da yönlendiren fiilleri kapsamaktadır. Kanun koyucu, bu eylemlerin silahlı kuvvetlerin disiplinini zayıflatacağı, komuta zincirini bozacağı ve dolayısıyla milli savunma kabiliyetine zarar vereceği gerekçesiyle ağır cezaî yaptırımlar öngörmüştür. Suçun oluşması için teşvikin etkili olup olmaması aranmaz; yalnızca itaatsizliğe yönlendirme amacıyla yapılan fiillerin varlığı yeterlidir. Bu düzenleme, orduya dışarıdan gelebilecek ideolojik, siyasî ya da kişisel müdahâlelere karşı, askerî hiyerarşinin bütünlüğünü koruyan önemli bir ceza hukuku normudur.
IV.6.4-) Yabancı Hizmetine Asker Yazma veya Yazılma Suçu:
Millî egemenlik ve savunma yükümlülüğü ilkeleri doğrultusunda, vatandaşların yabancı bir devletin askerî hizmetine izinsiz şekilde katılması veya başkalarını bu hizmete yönlendirmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarını ihlâl eden ağır bir davranış olarak kabul edilmiştir; bu bağlamda yabancı hizmetine asker yazma veya yazılma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 320. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kişilerin izin almaksızın yabancı bir devletin askerî hizmetine girmesi ya da başkalarını bu hizmete yazmak amacıyla faaliyet göstermesi hâlinde oluşur. Kanun koyucu, bu eylemleri sadece bireysel sadakat ihlâli olarak değil, aynı zamanda ülkenin dış güvenliği ve diplomatik ilişkileri açısından potansiyel bir tehdit olarak değerlendirerek, hem yazılan hem de yazan kişilere yönelik cezaî yaptırımlar öngörmüştür. Fiilin savaş hâlinde veya düşman devlet yararına gerçekleştirilmesi hâlinde ceza artırılır. Bu düzenleme, vatandaşlık yükümlülüğüne ve devletin savunma egemenliğine yönelen eylemleri caydırıcı biçimde önlemeye hizmet eden ceza hukukunun koruyucu normlarından biridir.
IV.6.4-) Savaş Zamanında Emirlere Uymama Suçu:
Silahlı kuvvetlerin savaş zamanındaki etkinliği, askerî hiyerarşi ve emir-komuta zincirine mutlak bağlılıkla sağlanabilir; bu nedenle savaş zamanında emirlere uymama suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 321. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, savaş hâlinde görevli bir asker veya sivilin, yasal olarak verilmiş bir emre kasten uymaması durumunda oluşur ve doğrudan devletin savunma yeteneğini zedeleyen ağır bir disiplin ihlâli niteliği taşır. Kanun koyucu, barış zamanına kıyasla savaş hâlinde emirlerin yerine getirilmemesini, sadece askerî düzeni değil, aynı zamanda kamu güvenliğini ve milli egemenliği tehdit eden bir fiil olarak değerlendirmiştir. Suçun oluşması için emrin hukuka uygun olması, yetkili makam tarafından verilmiş bulunması ve emre kasten itaat edilmemesi gerekir. Bu düzenleme, savaş koşullarında ordunun işleyişini sekteye uğratabilecek her türlü bireysel başkaldırıyı önlemeye yönelik olarak ceza hukukunun özel koruma alanlarından biri olarak öne çıkmaktadır.
IV.6.5-) Savaş Zamanında Yükümlülüklere Aykırılık Suçları:
Türk Ceza Kanunu’nun “Savaş Zamanında Yükümlülüklere Aykırılık” başlıklı altıncı kitabı, devletin savaş hâli ilan ettiği durumlarda, vatandaşların ve kamu görevlilerinin özel yükümlülüklerine ilişkin hükümlere yer vermektedir. Bu hükümler, savaşın getirdiği olağanüstü koşullar altında milli güvenliği, kamu düzenini ve devletin bekasını koruma amacı taşır. Bu kapsamda, savaş zamanında askerî hizmete çağrılanların bu yükümlülüğe uymaması, düşmana hizmet eden eylemler, savaşta görevli kişilerin görevlerini ihlâli gibi fiiller ayrı suç tipleri hâlinde düzenlenmiştir. Söz konusu normlar, savaş döneminde devletin güvenliğini tehdit edebilecek bireysel veya kolektif davranışlara karşı caydırıcı bir ceza hukuku mekanizması oluşturarak, hukukî sorumlulukları belirginleştirir ve olağan dışı dönemlerde bile hukukî denetimi sürdürülebilir kılar.
IV.6.6-) Savaşta Yalan Haber Yayma Suçu:
Savaş zamanında kamu düzeninin, moral gücünün ve milli birlik duygusunun korunması, yalnızca askerî başarıyı değil, aynı zamanda toplumsal direnci de doğrudan etkilediğinden, bilgi güvenliğinin bozulması ciddi bir tehdit unsuru haline gelir; bu çerçevede savaşta yalan haber yayma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 323. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, savaş hâlindeki bir devlette, halk arasında endişe, kargaşa veya paniğe yol açabilecek nitelikte gerçek dışı haberlerin kasıtlı olarak yayılması suretiyle milli savunma gücünün, kamu güvenliğinin ya da devlet otoritesinin zayıflatılmasına neden olabilecek fiilleri kapsar. Kanun koyucu, savaşın olağanüstü koşullarında bilgi kirliliğinin ve psikolojik savaş yöntemlerinin etkisini gözeterek, bu tür eylemleri sadece yanlış bilgilendirme olarak değil, devletin savaş kabiliyetine doğrudan tehdit oluşturan stratejik sabotaj eylemleri olarak değerlendirmiştir. Suçun oluşması için haberin gerçeğe aykırı olması ve yayılmasının kamu düzenini bozucu etki yaratmaya elverişli olması yeterlidir; haberin etkisinin fiilen gerçekleşmesi aranmaz. Bu düzenleme, savaş psikolojisinde kamuoyunun manipülasyona karşı korunmasını sağlayan ve milli güvenliği merkezine alan önemli bir ceza hukuku normudur.
IV.6.7-) Seferberlikle İlgili Görevin İhmali Suçu:
Seferberlik hâli, devletin tüm kaynaklarının savaş veya olağanüstü bir durum karşısında organize edilerek savunma kapasitesinin en üst düzeye çıkarılmasını gerektirdiğinden, bu sürecin gerektirdiği görevlerin aksatılmadan yerine getirilmesi hayati önem taşır; bu kapsamda Seferberlikle İlgili Görevin İhmali suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 324. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, seferberlik ilan edilmiş olması hâlinde, bu kapsamda kendisine yüklenen bir görevi kasıtlı olarak yapmayan ya da zamanında yerine getirmeyen kişilere yöneliktir ve bu ihmalkârlığın devletin savunma gücünü zayıflatacak nitelikte olması esas alınır. Kanun koyucu, seferberlik dönemindeki görev ihmallerini, yalnızca idarî bir eksiklik değil, doğrudan millî güvenliği ve toplumsal direnci zedeleyen ciddi bir tehdit olarak değerlendirerek, cezaî yaptırımı gerekli görmüştür. Suçun oluşması için görevlinin kasten veya ihmal suretiyle görevini yapmaması ve bu davranışın seferberlik düzeninin işleyişine zarar verici nitelikte olması yeterlidir. Bu düzenleme, olağanüstü dönemlerde kamu yükümlülüklerinin güvence altına alınması bakımından ceza hukukunun önleyici ve kamu yararını gözeten normatif işlevlerinden birini yansıtmaktadır.
IV.6.8-) Düşmandan Unvan ve Benzeri Payeler Kabulü Suçu
Savaş hâlinde bulunan bir devlete karşı sadakat yükümlülüğünü ihlâl eden davranışlar, yalnızca bireysel çıkar gözetimi değil, aynı zamanda milli onur ve egemenlik ilkelerine yönelik bir tehdit olarak değerlendirilir; bu bağlamda düşmandan unvan ve benzeri payeler kabulü suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 325. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç, Türkiye Cumhuriyeti ile savaş hâlinde bulunan bir devletten, rütbe, unvan, nişan, madalya gibi onursal nitelikli payeler ile benzeri ayrıcalıkların kabul edilmesini kapsar ve bu kabulün doğrudan ya da dolaylı yollardan yapılmış olması fark etmeksizin cezaî mesuliyet doğurur. Kanun koyucu, bu eylemi yalnızca sembolik bir sadakat ihlâli değil, aynı zamanda düşman devlete yönelik fiilî ya da psikolojik destek anlamına gelecek nitelikte kamuoyunu etkileyebilecek bir davranış olarak değerlendirmiştir. Suçun oluşması için payenin kabul edilmiş olması yeterli olup, onun kamuya ilan edilmesi ya da somut ayrıcalıklara dönüşmesi gerekmez. Bu düzenleme, savaş hâlinde olan bir devlete karşı sadakat ve tarafsızlık yükümlülüğünü ceza hukuku çerçevesinde güvence altına alan sembolik ve stratejik öneme sahip bir normdur.
IV.7-) DEVLET SIRLARINA KARŞI SUÇLAR VE CASUSLUK:
IV.7.1-) Devletin Güvenliğine İlişkin Belgelerin İzinsiz Edinilmesi, Taşınması Veya Saklanması Suçu:
Devletin güvenliğine dair belgelerin ele geçirilmesi, devletin egemenliğini ve güvenliğini tehdit eden ciddi bir suçtur. Türk Ceza Kanunu'nun 326. maddesi, bu tür belgelerin izinsiz edinilmesi, taşınması veya saklanmasını suç olarak kabul etmekte ve bu eylemleri cezalandırmaktadır. Bu suç, yalnızca millî güvenliği tehlikeye atmakla kalmaz, aynı zamanda devletin stratejik ve diplomatik işleyişini zayıflatma potansiyeline sahiptir. Suçun unsurları arasında, devletin güvenliğine ilişkin belgelerin bilinçli olarak elde edilmesi, saklanması veya yayılması yer alır; bu da suçluların ağır cezaî sorumlulukla karşı karşıya kalmalarına neden olur.
IV.7.2-) Devletin Güvenliğine İlişkin Bilgileri Temin Etme Suçu:
Devletin güvenliğine ilişkin bilgilerin izinsiz bir şekilde elde edilmesi, millî güvenliği ciddi şekilde tehlikeye atabilecek bir suç olarak tanımlanır. Türk Ceza Kanunu'nun 327. maddesi, bu suçun işlenmesini, devletin güvenliğine dair bilgilerin gizlilik ilkelerine aykırı olarak temin edilmesi şeklinde düzenlemektedir. Bu suç, yalnızca devletin dış ve iç güvenliğini tehdit etmekle kalmaz, aynı zamanda bu bilgilerin çeşitli yollarla düşmanların eline geçmesine de zemin hazırlayarak, millî savunma mekanizmalarını zayıflatabilir. Suçun işlenmesi, devletin güvenliğini hedef alan terörist faaliyetler ya da casusluk gibi daha geniş tehditlerin önünü açabilir.
IV.7.3-) Siyasal Veya Askerî Casusluk Suçu:
Siyasal veya askerî casusluk, bir devlete ait stratejik bilgiler ve sırların, devletin güvenliğine zarar vermek amacıyla yabancı devletler veya örgütler lehine elde edilmesi veya sızdırılması eylemidir. Türk Ceza Kanunu'nun 328. maddesi, bu tür faaliyetleri suç saymakta ve ağır cezalara bağlamaktadır. Casusluk, sadece devletin iç ve dış güvenliğini tehdit etmekle kalmaz, aynı zamanda uluslararası ilişkilerde ciddi gerginliklere yol açabilecek potansiyele sahiptir. Bu suç, askerî ve siyasal sırların yabancı devletler tarafından ele geçirilmesine olanak tanıyarak, devletin egemenliğini ve bağımsızlığını doğrudan tehdit eder. Casusluk faaliyetleri, millî güvenlik için kritik derecede tehlikeli olup, toplumun güvenini sarsma ve devletin uluslararası prestijini zedeleme riski taşır.
IV.7.4-) Devletin Güvenliğine Ve Siyasal Yararlarına İlişkin Bilgileri Açıklama Suçu:
Siyasal veya askerî casusluk, bir devlete ait stratejik bilgiler ve sırların, devletin güvenliğine zarar vermek amacıyla yabancı devletler veya örgütler lehine elde edilmesi veya sızdırılması eylemidir. Türk Ceza Kanunu'nun 328. maddesi, bu tür faaliyetleri suç saymakta ve ağır cezalara bağlamaktadır. Casusluk, sadece devletin iç ve dış güvenliğini tehdit etmekle kalmaz, aynı zamanda uluslararası ilişkilerde ciddi gerginliklere yol açabilecek potansiyele sahiptir. Bu suç, askerî ve siyasal sırların yabancı devletler tarafından ele geçirilmesine olanak tanıyarak, devletin egemenliğini ve bağımsızlığını doğrudan tehdit eder. Casusluk faaliyetleri, millî güvenlik için kritik derecede tehlikeli olup, toplumun güvenini sarsma ve devletin uluslararası prestijini zedeleme riski taşır.
IV.7.5-) Gizli Kalması Gereken Bilgileri Açıklama Suçu:
Gizli kalması gereken bilgilerin izinsiz bir şekilde açıklanması, kamu güvenliği ve özel hayatın korunması açısından ciddi bir suçtur. Türk Ceza Kanunu'nun 330. maddesi, bu tür bilgilerin yetkisiz kişilere sızdırılmasını suç olarak tanımlar ve bu eylemi cezalandırır. Bu suç, yalnızca devletin ve ilgili kurumların işleyişini bozmakla kalmaz, aynı zamanda bireylerin güvenliğini tehdit edebilecek derecede önemli bilgilere ulaşılmasına neden olabilir. Özellikle askerî, iktisadî ve diplomatik sırların ifşası, ülkenin millî güvenliğini zayıflatarak dış tehditlere karşı savunmasız hale gelmesine yol açabilir. Bu tür bir ihlâl, toplumda güvensizlik yaratır ve devletin en hassas alanlarında sarsıcı etkiler meydana getirebilir.
IV.7.6-) Uluslararası Casusluk Suçu:
Uluslararası casusluk, bir devletin askerî, ekonomik veya diplomatik bilgilerini yabancı bir devlete veya kuruluşlara aktarma eylemi olarak tanımlanır ve millî güvenliği doğrudan tehdit eden bir suçtur. Türk Ceza Kanunu'nun 331. maddesi, bu tür casusluk faaliyetlerini suç olarak kabul eder ve ağır cezaî yaptırımlar öngörür. Bu suç, devletin dış ilişkilerindeki gizliliği ve güvenliği zayıflatarak, düşmanların stratejik avantaj elde etmelerine olanak tanır. Uluslararası casusluk, yalnızca devletlerarası ilişkileri tahrip etmekle kalmaz, aynı zamanda ekonomik çıkarları, askerî savunma sistemlerini ve diplomatik müzakereleri ciddi şekilde tehlikeye atar. Bu eylemler, hem devletin egemenliğini hem de uluslararası arenadaki prestijini zedeleyebilir.
IV.7.7-) Askerî Yasak Bölgelere Girme Suçu:
Askerî yasak bölgelere izinsiz giriş, devletin savunma gücünü tehdit eden ve güvenlik açısından büyük risk taşıyan bir suçtur. Türk Ceza Kanunu'nun 332. maddesi, bu tür yasak bölgelerde izinsiz olarak bulunmayı suç sayarak, bu eylemi cezalandırır. Askerî yasak bölgeler, bilhassa stratejik öneme sahip yerler olup, buralara girişin denetlenmesi, devletin güvenliğini koruma adına büyük bir önem taşır. Bu suç, yalnızca devletin askerî operasyonlarını veya savunma alanlarını tehlikeye atmakla kalmaz, aynı zamanda bu bölgelerdeki kritik bilgilerin ele geçirilmesine de zemin hazırlayabilir. Ayrıca, yasak bölgelere izinsiz giriş, düşman devletler veya terörist gruplar için faydalı bilgi toplama amacı taşıyabilir ve millî güvenliği ciddi şekilde tehdit edebilir.
IV.7.8-) Devlet Sırlarından Yararlanma, Devlet Hizmetlerinde Sadakatsizlik Suçu:
Devlet sırlarından yararlanma ve devlet hizmetlerinde sadakatsizlik, kamu görevlilerinin güvenini kötüye kullanarak devletin çıkarlarına zarar veren ciddi suçlardır. Türk Ceza Kanunu'nun 333. maddesi, bu tür sadakat ihlâllerini suç olarak tanımlar ve ağır cezalarla cezalandırılmasını öngörür. Kamu görevlilerinin devlet sırlarını kişisel çıkarları doğrultusunda kullanmaları, yalnızca devletin güvenliğini değil, aynı zamanda halkın devlet kurumlarına olan güvenini de sarsar. Sadakatsizlik, devletin işleyişine ve hizmetlerin etkinliğine büyük zarar verebilir, zira bu tür eylemler kamu görevlisinin görevini ihmal etmesine ve devletin çıkarlarını hiçe saymasına yol açar. Devlet sırlarının kötüye kullanılması, dış tehditler için faydalı bilgi sağlama riskini taşır ve millî güvenlik açısından büyük tehlike oluşturur.
IV.7.9-) Yasaklanan Bilgileri Temin Suçu:
Yasaklanan bilgilerin temin edilmesi, devletin güvenliğine veya kamu düzenine zarar verme amacı taşıyan ve ciddi sonuçlar doğuran bir suçtur. Türk Ceza Kanunu'nun 334. maddesi, bu tür bilgilerin izinsiz olarak elde edilmesini suç sayar ve cezalandırılmasını öngörür. Yasaklanmış bilgiler, genellikle devletin stratejik çıkarlarını, güvenliğini veya toplumsal düzeni koruma amacını taşır ve bunların izinsiz edinilmesi, millî güvenlik için büyük riskler oluşturabilir. Bu suç, devletin iç işleyişini, kamu düzenini ve halkın güvenliğini zayıflatarak, bilgilerin kötüye kullanılmasına ve potansiyel olarak yabancı aktörler tarafından ele geçirilmesine yol açabilir. Yasaklanan bilgilerin edinilmesi, yalnızca bir suç olarak değil, aynı zamanda devletin egemenliğine karşı ciddi bir tehdit olarak değerlendirilir.
IV.7.10-) Yasaklanan Bilgilerin Casusluk Maksadıyla Temini Suçu:
Yasaklanan bilgilerin casusluk maksadıyla temin edilmesi, millî güvenliği ciddi şekilde tehdit eden ve devletin stratejik çıkarlarını hedef alan bir suçtur. Türk Ceza Kanunu'nun 335. maddesi, bu tür bilgilerin yabancı devletler veya gruplar lehine elde edilmesini, casusluk amacı taşımayan benzer eylemlerden çok daha ağır bir suç olarak kabul eder. Casusluk maksadıyla yasaklanan bilgilerin temini, sadece devletin güvenliğini değil, aynı zamanda diplomatik ilişkiler ve uluslararası dengeyi de zayıflatabilir. Bu tür eylemler, gizli ve kritik bilgilerin yabancı istihbarat örgütlerine sızmasını sağlayarak, devletin egemenliğini ve bağımsızlığını tehdit eder. Casusluk, millî güvenliğe yönelik en ciddi tehditlerden biri olarak, yalnızca devletin iç işleyişini bozmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun huzurunu da ciddi şekilde sarsar.
IV.7.11-) Yasaklanan Bilgileri Açıklama Suçu:
Yasaklanan bilgilerin açıklanması, devletin güvenliğini ve kamu düzenini doğrudan tehdit eden bir suçtur. Türk Ceza Kanunu'nun 336. maddesi, bu tür bilgilerin izinsiz bir şekilde kamuya veya yabancı kişilere açıklanmasını suç olarak tanımlar ve buna ilişkin cezaî yaptırımlar öngörür. Yasaklanan bilgiler, devletin iç işleyişini, millî güvenliği veya uluslararası ilişkileri korumak amacıyla gizli tutulması gereken verilerdir. Bu bilgilerin açıklanması, sadece devletin stratejik çıkarlarını riske atmakla kalmaz, aynı zamanda halkın güvenliği ve devletin egemenliği üzerinde de ciddi olumsuz etkiler yaratabilir. Bilhassa askerî, diplomatik ve ekonomik alanda gizliliği korunan verilerin açıklanması, yabancı güçler tarafından kullanılabilir ve millî güvenliğe büyük zarar verebilir
IV.7.12-) Yasaklanan Bilgileri Siyasal Veya Askerî Casusluk Maksadıyla Açıklama Suçu:
Yasaklanan bilgilerin siyasal veya askerî casusluk maksadıyla açıklanması, devletin millî güvenliğine ve egemenliğine yönelik en ciddi tehditlerden biridir. Türk Ceza Kanunu'nun 337. maddesi, bu eylemi casusluk amacı güden bir suç olarak tanımlar ve ağır cezalara bağlar. Bu suç, bilhassa devletin stratejik ve gizli bilgilerini, yabancı devletlere veya gruplara aktararak, ülkenin savunma kapasitesini, uluslararası ilişkilerini ve diplomatik ilişkilerini zayıflatmaya yöneliktir. Yasaklanan malumatın bu şekilde açıklanması, yalnızca askerî ve siyasal alanda değil, aynı zamanda ekonomik ve diplomatik alanda da güvenlik boşluklarına yol açar. Casusluk maksadıyla bilgi açıklamak, devletin iç işleyişine doğrudan müdahâle anlamına gelir ve bu tür eylemler, millî güvenliği hedef alan terörist faaliyetlerle ve dış tehditlerle örtüşebilir.
IV.7.13-) Taksir Sonucu Casusluk Fiillerinin İşlenmesi Suçu:
Taksir sonucu casusluk fiillerinin işlenmesi, bilinçli olarak yapılmayan ancak dikkatsizlik veya tedbirsizlik sonucu devletin güvenliğini tehlikeye atacak bir suçtur. Türk Ceza Kanunu'nun 338. maddesi, bu tür casusluk faaliyetlerinin, failin kasıtlı bir amacı olmadan, yalnızca dikkatsizlik veya ihmal sonucu gerçekleştirilmesini suç sayar. Casusluk eylemleri, genellikle bilinçli ve planlı olarak yapılırken, taksirle işlenen bu suçlar, daha az belirgin zararlar oluşturabilir ancak yine de ciddi güvenlik tehditlerine yol açabilir. Devletin gizli ve stratejik bilgileri, dikkatsizlik nedeniyle yanlış ellere geçebilir, bu da devletin savunma yeteneğini ve millî güvenliğini riske atar. Taksirle casusluk, kasıtlı casusluk kadar tehlikeli olmakla birlikte, suçlunun niyeti olmaksızın da büyük zararlar doğurabilir.
IV.7.14-) Devlet Güvenliği İle İlgili Belgeleri Elinde Bulundurma Suçu:
Devlet güvenliği ile ilgili belgelerin izinsiz bir şekilde elde edilip, saklanması, millî güvenliği tehlikeye atan ciddi bir suçtur. Türk Ceza Kanunu'nun 339. maddesi, bu tür belgelerin izinsiz olarak bulundurulmasını suç saymakta ve buna yönelik ağır cezalar öngörmektedir. Devletin güvenliğini sağlamak için gizli tutulan belgelerin ele geçirilmesi ve saklanması, bu bilgilerin yanlış ellere geçmesine ve potansiyel olarak düşman unsurlar tarafından kullanılmasına zemin hazırlayabilir. Bu suç, yalnızca devletin iç işleyişine zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda uluslararası güvenlik düzenini de sarsabilir. Devlet güvenliği ile ilgili belgelerin kötüye kullanılması, egemenlik ve bağımsızlık gibi temel devlet çıkarlarına büyük tehditler oluşturur.
IV.8-) Yabancı Devletlerle Olan İlişkilere Karşı Suçlar:
Yabancı devletlerle olan ilişkiler, millî güvenlik, diplomasi ve egemenlik açısından büyük öneme sahipken, bu ilişkilere karşı işlenen suçlar, devletin dış politikasına ve uluslararası düzene ciddi zararlar verebilir. Türk Ceza Kanunu, yabancı devletlerle ilişkilerin güvenliğini koruma amacıyla, bu ilişkilere yönelik suçları ayrıntılı bir şekilde düzenlemektedir. Bu suçlar, casusluk, diplomatik ilişkilere zarar verme, yabancı devletler lehine faaliyetlerde bulunma gibi eylemleri kapsar ve devletin uluslararası prestijini, stratejik çıkarlarını ve güvenliğini koruma amacını taşır. Yabancı devletlerle olan ilişkileri zedeleyen bu tür suçlar, yalnızca devletin dış politikasını tehdit etmekle kalmaz, aynı zamanda uluslararası ilişkilerdeki istikrarı da tehlikeye atar. Bu bağlamda, ilgili suçlar, hem millî hem de küresel düzeyde güvenliği sağlamak için büyük bir öneme sahiptir.
IV.8.1-) Yabancı Devlet Başkanına Karşı Suç İşlenmesi:
Yabancı devlet başkanına karşı işlenen suçlar, uluslararası ilişkilerde büyük gerginliklere ve diplomatik krize yol açabilecek ciddi eylemlerdir. Türk Ceza Kanunu'nun 340. maddesi, yabancı devlet başkanına karşı yapılacak her türlü saldırı, hakaret veya zarar verme eylemini suç olarak tanımlar ve bu tür fiiller için ağır cezaî yaptırımlar öngörür. Yabancı devlet başkanına yönelik suçlar, yalnızca bireysel bir saldırı değil, aynı zamanda iki devlet arasındaki ilişkileri tehdit eden, uluslararası hukuka aykırı bir davranış olarak değerlendirilir. Bu suç, devletlerarası saygı ve işbirliğine zarar vererek, uluslararası barış ve güvenliği tehlikeye atabilir. Dolayısıyla, yabancı devlet başkanına karşı işlenen suçlar, uluslararası düzeni sarsma potansiyeline sahip, büyük bir diplomatik risk taşıyan suçlardır.
IV.8.2-) Yabancı Devlet Bayrağına Karşı Hakaret Suçu:
Yabancı devlet bayrağına karşı hakaret, uluslararası ilişkilerde ciddi diplomatik ve hukukî sonuçlar doğurabilecek bir suçtur. Türk Ceza Kanunu'nun 341. maddesi, yabancı devlet bayrağına yönelik her türlü hakaret veya zarar verme eylemini suç sayar ve buna karşı cezaî yaptırımlar öngörür. Bayrak, bir devletin egemenliğini, bağımsızlığını ve millî onurunu simgeleyen bir semboldür; dolayısıyla, bu tür bir hakaret, yalnızca bayrağın kendisine değil, aynı zamanda o devlete ve halkına da saygısızlık anlamına gelir. Yabancı devlet bayrağına yapılan hakaret, uluslararası saygıyı zedeler ve devletlerarası ilişkileri olumsuz etkileyebilir, hatta bazı durumlarda savaş veya ciddi gerginliklere yol açabilir. Bu bağlamda, yabancı devlet bayrağına yönelik hakaret, yalnızca bir suç değil, aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük bir diplomatik tehdit olarak kabul edilir.
IV.8.3-) Yabancı Devlet Temsilcilerine Karşı İşlenen Suçlar:
Yabancı devlet temsilcilerine karşı işlenen suçlar, devletlerarası ilişkilerde derin krizlere ve diplomatik çatışmalara yol açabilecek eylemlerdir. Türk Ceza Kanunu'nun 342. maddesi, yabancı devlet temsilcilerine karşı yapılan her türlü saldırıyı, hakaret veya zarar verme eylemini suç olarak kabul eder ve buna karşı ağır cezaî yaptırımlar belirler. Devlet temsilcileri, kendi devletlerinin egemenliğini ve uluslararası ilişkilerdeki çıkarlarını temsil eden kişiler olduklarından, onlara yönelik yapılan suçlar yalnızca bireysel bir saldırı değil, aynı zamanda o devlete karşı bir tehdit olarak değerlendirilir. Yabancı devlet temsilcilerine karşı suçlar, uluslararası hukuka aykırı olup, karşılıklı diplomatik ilişkilerin bozulmasına, hatta savaşın kıvılcımını ateşleyecek derecede ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu tür suçlar, devletlerin millî güvenlik ve uluslararası prestijleri açısından büyük riskler taşır.
V-) ÖZEL CEZA YASALARINDAKİ SUÇLAR:
Türk Ceza Kanunu dışında kalan özel ceza yasaları, belirli alanlarda suçları tanımlayan ve cezaî yaptırımlar getiren düzenlemelerdir. Bu yasalar, genellikle ekonomik düzeni ve toplumsal refahı korumaya yönelik suçları ele alır. Örneğin, Vergi Usul Kanunu’ndaki suçlar, vergi yükümlülüklerinin yerine getirilmemesi, vergi kaçakçılığı, usulsüz fatura düzenlenmesi ve mükellef bilgilerini yanıltma gibi eylemleri kapsamaktadır. Bu suçlar, vergi gelirlerinin düzgün bir şekilde toplanmasını engeller ve devletin mali yapısını zayıflatır. Sermaye Piyasası Kanunu’ndaki suçlar ise, sermaye piyasasında haksız kazanç sağlama amacıyla yapılan manipülasyonlar, içsel bilgilerin kötüye kullanılması, piyasa manipülasyonu ve yatırımcıyı yanıltıcı faaliyetleri içerir. Bu suçlar, piyasa güvenini sarsar ve finansal sistemin sağlıklı işleyişini tehlikeye atar. Ayrıca, İcra ve İflas Kanunu’ndaki suçlar, iflas eden kişinin mal varlıklarını gizlemesi, alacaklıları yanıltması veya borçları ödememek amacıyla mal kaçırması gibi eylemleri içerir. Bu tür suçlar, ekonomik düzenin bozulmasına ve adil rekabetin engellenmesine neden olabilir. Bu özel ceza yasaları, toplumsal ve ekonomik düzenin korunmasında önemli bir rol oynar ve özel alanlardaki suçların cezaî yaptırımlarla önlenmesini sağlar.
V.1-) Vergi Suçları
Vergi suçları, temelde 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümlerine aykırılık temelinde kovuşturulan suçlardır. Bu suçlarda amaç, yasal düzenlemelere uymayan mükelleflerin cezalandırılması yoluyla ticari hayatı denetim altında tutmak ve devletin vergi kaybının önüne geçebilmektir. Zira devletin en temel kazancı vergi alacağı olduğundan dolayı, bu alan cezaî yaptırımlar ile korunmaktadır.
V.2-) Sermaye Piyasası Suçları
Sermaye Piyasası Suçlarını, 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda tanımlanan suçlar teşkil eder. Bu suçlar, ilgili yasanın m. 106 hükmünde tanımlanan Bilgi Suistimali, m. 107 hükmünde tanımlanan Piyasa Dolandırıcılığı, m. 109 hükmünde tanımlanan Usulsüz Halka Arz Ve İzinsiz Sermaye Piyasası Faaliyeti, m. 110 hükmünde tanımlanan Güveni Kötüye Kullanma Ve Sahtecilik, m. 111 hükmünde tanımlanan Bilgi Ve Belge Vermeme, Denetimin Engellenmesi, m. 112 hükmünde tanımlanan Yasal Defterlerde, Muhasebe Kayıtlarında Ve Finansal Tablo Ve Raporlarda Usulsüzlük, m. 113 hükmünde tanımlanan Sır Saklama Yükümlülüğünün İhlali suçlarıdır.
V.3-) Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu'nda Yer Alan Suçlar
3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet Ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu kapsamında tanımlanan suçlar, yasada belirtilen kamu görevlilerinin ve yükümlülerin mal bildiriminde bulunmama suçu, mal bildiriminin içeriğine dair gerçeğe aykırı açıklama suçu, gerçeğe aykırı bildirimde bulunma suçu, haksız mal edinme, mal kaçırma veya gizleme suçu, haksız mal edinme, mal kaçırma veya gizleme suçudur. Bu suçların takip ve muhakeme usulü ile zoralım uygulaması da aynı yasada düzenlenmiştir.
V.4-) Basın Suçları
Basın suçları, 5187 sayılı Basın Kanunu’nda tanımlanmış suçları kapsamaktadır. Bununla birlikte, Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanan bir kısım suçların basın yoluyla işlenmesi de mümkündür. Basın suçları takibi şikâyete bağlı olmayıp, re’sen kovuşturulan suçlardır ve Basın Kanunu’nda müeyyidesi ağırlıklı olarak para cezası şeklinde düzenlenmiştir.
V.5-) İş Kazasından Kaynaklı Suçlar
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, işyerlerinde sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı oluşturulmasını sağlamak amacıyla işveren ve çalışanların sorumluluklarını ayrıntılı şekilde belirler. İş kazalarının önlenmesi için alınması gereken tedbirlerin yerine getirilmemesi, hukukî ve cezaî mesuliyet doğurur. İşverenin sorumluluğu geniş olup, yalnızca çalışanlarını değil, diğer kişileri de kapsar.
V.5-) İcra ve İflas Kanunu’ndaki Suçlar:
İcra ve İflas Kanunu'ndaki suçlar, borçlunun mali durumunu kötüye kullanarak alacaklıları zarara uğratması, iflasın kötüye kullanılması ve diğer haksız kazanç sağlama eylemleriyle ilgilidir. Bu suçlar, genellikle borçlunun iflas etmeden önce mal kaçırma, taşınmazları veya değerli eşyaları gizleme, alacaklıları yanıltarak ödeme gücünü saklama gibi eylemleri içerir. İflas eden bir kişi, iflas masasına bildirilen mallarını saklamış veya gizlemişse, bu durum İcra ve İflas Kanunu'na aykırı olarak suç teşkil eder. Ayrıca, borçlunun mal varlıklarını kasıtlı olarak eksiltmesi veya borçlarını ödememek amacıyla usulsüz işlemler yapması da suç sayılır. Bu tür suçlar, ekonomik düzenin korunmasını engeller ve ticaretin dürüst ve adil şekilde işlemesini tehlikeye atar. Kanun, bu tür eylemlere karşı ciddi cezaî yaptırımlar öngörerek, alacaklıların haklarını güvence altına almaya çalışır.
Ceza Hukuku Makalelerimiz
Avukat Tolga Ersoy tarafından kaleme alınan, hukuki meselelerin ve içtihatların değerlendiği çalışmalar hukuki bilgilendirme ve bilimsel amaçlı olup, tavsiye niteliğini haiz değildir.