Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne Bireysel Başvuru
Anayasa Mahkemesi başvurusu reddedildiyse, bireyler son çare olarak AİHM’ye başvurabilir.
Hukuk yargılaması alanında bir kişi, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini düşünüyorsa, iç hukuk yollarının tamamını tükettikten ve Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunduktan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapabilir. Bu süreç, Türk hukuk sisteminde de tanınmış olan ve 2010 yılında Anayasa’da yapılan değişiklikle iç hukuka entegre edilen bireysel başvuru sisteminin ardından Avrupa’ya taşınan bir yol niteliği taşımaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne hukuk davalarından kaynaklanan bir bireysel başvurunun yapılabilmesi için başvurucu, öncelikle medeni hak ve yükümlülüklerini ilgilendiren bir uyuşmazlıkta adil yargılanma hakkının (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, m.6), mülkiyet hakkının (Ek Protokol 1/1), özel hayat ve aile hayatına saygı hakkının (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, m.8) veya başka bir sözleşme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmelidir. Söz konusu hakların ihlali, yargılama sürecinde yaşanan adaletsizlikler, makul sürede yargılanmama, çelişmeli yargılama ilkesinin ihlali, kararların gerekçesiz olması, mahkemeye erişimin fiilen engellenmesi gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir.
Mahkemeye yapılan bireysel başvuruların büyük çoğunluğu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi (adil yargılanma hakkı) kapsamında değerlendirilmektedir. Bu madde yalnızca ceza yargılaması için değil, aynı zamanda medeni hak ve yükümlülüklerin belirlendiği her tür sivil yargılamayı da kapsamaktadır. Türk hukukunda örneğin tapu iptali ve tescil, tazminat davaları, işçilik alacakları, boşanma ve velayet gibi uyuşmazlıklar bu kapsamda değerlendirilebilir.
Buna ek olarak, mülkiyet hakkına ilişkin ihlaller de sıkça Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gündemine gelmektedir. Kamulaştırmasız el atma, imar planlarıyla fiilen mülkiyet hakkının sınırlandırılması, taşınmazlara konulan fiili engeller veya mal varlığına keyfi şekilde müdahale gibi eylemler AİHM tarafından mülkiyet hakkı ihlali olarak değerlendirilebilmektedir. Türk hukukunda bu tür durumlar özellikle idare hukukuna ilişkin görünüyor olsa da, sivil sonuçlar doğurduğu sürece medeni haklarla ilgili sayılmakta ve bireysel başvuruya elverişli hâle gelmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvurudan önce, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılması zorunludur. Anayasa’nın 148. maddesi gereğince, Anayasa Mahkemesi’ iç hukukta tüketilmesi gereken etkili bir başvuru yoludur. AYM’ye bireysel başvuru, kesinleşmiş kararın tebliğinden itibaren 30 gün içinde yapılmalı; oradan da olumsuz sonuç alınması hâlinde AİHM süreci başlamalıdır. AİHM açısından ise, AYM kararının başvurucuya bildirildiği tarihten itibaren dört ay içinde başvuru yapılmalıdır.
Başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvururken, iç hukuk yollarında ileri sürdüğü taleplerle tutarlı ve sözleşme hükümleriyle bağlantılı argümanlar sunmalıdır. Mahkemeye yapılan başvurular, sıkça iç hukuk temelli ifadelerle, örneğin "Yargıtay içtihadına aykırı karar verildi", "Usul hükümleri uygulanmadı" gibi gerekçelerle yapılmakta; fakat bu tür gerekçeler, eğer Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile bağlantı kurulamazsa, başvurunun reddine neden olmaktadır.
- Türk hukuk uygulamasında, hukuk yargılamasında AİHM’ye taşınan bazı örnekler şunlardır:
- Davanın makul sürede sonuçlandırılmaması (örneğin 10 yılı aşkın süren hukuk davaları)
- Mahkemeye erişim hakkının engellenmesi (örneğin teminat gösterilmesi şartı nedeniyle davanın açılamaması)
- Hakkaniyete uygun yargılanma ilkelerinin ihlali (örneğin tanıkların dinlenmemesi, savunma hakkının sınırlandırılması)
- Mahkeme kararlarının gerekçesiz veya çelişkili olması
- Yargılamanın tarafsız ve bağımsız bir mahkeme önünde yapılmaması
Hukuk davaları neticesinde ortaya çıkan insan hakları ihlalleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru konusu olabilmektedir. Başarılı bir başvuru için, başvurunun AİHS kapsamında açık şekilde temellendirilmiş olması, iç hukuk yollarının eksiksiz tüketilmiş bulunması ve sürelere titizlikle uyulması şarttır. Türkiye’de bu başvuruların etkin yürütülebilmesi için, insan hakları hukuku bilgisi ve AİHM içtihatlarına hâkimiyet, hem bireyler hem de avukatlar açısından vazgeçilmezdir.
Ceza Davalarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne Bireysel Başvuru
Ceza yargılaması sürecinde, kişi temel hak ve özgürlüklerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınmış hükümler uyarınca ihlal edildiğini düşünüyorsa, Türk hukukunda öngörülen tüm iç hukuk yollarını tükettikten sonra Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapabilir. Anayasa Mahkemesi’nden de ihlal kararı çıkmaması ve başvurunun esas yönünden reddedilmesi durumunda, kişi son çare olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurabilir.
Ceza davalarından kaynaklı bireysel başvuruların temel dayanağını AİHS’nin 6. maddesi oluşturmaktadır. Bu madde, herkesin adil, aleni ve makul sürede, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını güvence altına alır.
Ceza yargılamalarında bu hakkın ihlali, genellikle şu şekillerde ortaya çıkar:
- Makûl sürede yargılanma hakkının ihlali (yargılamanın uzaması): Davanın, tarafların ve davanın niteliğinin gerektirdiği süreyi aşacak şekilde uzun sürmesi, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelir.
- Savunma hakkına yeterli şekilde saygı gösterilmemesi: Sanığın kendini etkin biçimde savunma imkânlarından yoksun bırakılması, adil yargılama ilkesini zedeler.
- Tarafsız ve bağımsız yargı merciinin bulunmaması: Yargılamayı yapan mahkemenin siyasi, idari ya da kişisel etkilerden bağımsız hareket etmemesi, adaletin güvenilirliğini ortadan kaldırır.
- Gerekçesiz mahkeme kararları: Mahkeme kararlarında, iddia ve savunmaların neden kabul edilip edilmediğinin açıklanmaması, yargılamanın şeffaflığını ve denetlenebilirliğini ihlal eder.
- İşkence veya kötü muamele yasağının ihlali (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, m.3): Devletin görevlileri tarafından kişilere yönelik fiziksel ya da psikolojik şiddet, insan onuruna aykırı davranışlar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin m. 3 hükmü kapsamında mutlak olarak yasaktır.
- Suç isnadının net ve açık olmaması, suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırılık (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, m.7): Kişinin neyle suçlandığını anlamasını ve buna karşı kendini savunmasını engelleyen belirsizlikler ile kanunla açıkça tanımlanmamış fiillerin cezalandırılması, hukuk devleti ilkesini ihlal eder.
- Bu ihlaller, ceza yargılamasının hem şekli hem maddi yönleri bakımından Sözleşme ile güvence altına alınan standartların aşılması durumunda gündeme gelir.
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapabilmek için iç hukuk yollarının tüketilmesi şarttır. Türk ceza yargılamasında bu, genellikle şu sürecin tamamlanması anlamına gelir:
- Asliye Ceza veya Ağır Ceza Mahkemesi’nde ilk derece yargılaması: Suç isnadının ilk derece mahkemelerince değerlendirildiği, delillerin toplandığı ve esas hakkında hükmün verildiği yargılama aşamasıdır.
- İstinaf (Bölge Adliye Mahkemesi) süreci: İlk derece mahkemesinin kararının maddi ve hukuki denetiminin yapıldığı, hem usul hem esasa ilişkin yeniden inceleme yetkisini içeren ikinci dereceli yargı aşamasıdır.
- Temyiz (Yargıtay) süreci: İstinaf mahkemesinin kararına karşı, yalnızca hukuka aykırılık yönünden yapılan ve yargılamanın kanunlara uygunluğunu denetleyen nihai olağan kanun yoludur.
- Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru (kararın kesinleşmesinden itibaren 30 gün içinde): Temel hak ve özgürlüklerinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini düşünen bireylerin, tüm olağan kanun yolları tüketildikten sonra başvurduğu anayasal denetim mekanizmasıdır.
Anayasa Mahkemesi, başvuruyu reddederse veya süre yönünden incelenemez bulursa, başvurucu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kararın tebliği tarihinden itibaren dört ay içinde bireysel başvuru yapmalıdır.
Türk ceza hukukunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne konu olmuş bazı yaygın ihlal türleri şunlardır:
- Tutukluluğun makul sürede sona ermemesi (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, m.5/3).
- Tutuklamanın gerekçesiz olması veya otomatik hale getirilmesi.
- Kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanması ve etkili soruşturma yapılmaması (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, m.2 ve 3).
- Ceza infaz kurumlarında kötü muamele ve yetersiz koşullar (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, m.3).
- Savunma için gerekli belgelerden faydalanamama, tanık dinletme taleplerinin reddi.
- Delillerin değerlendirilmesinde çelişmeli yargı ilkesine aykırılık.
- Hakim önüne çıkarılmaksızın uzun süre gözaltında tutulma.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu tür başvurularda özellikle ihlalin ağırlığına, iç hukukta etkin bir giderim sağlanıp sağlanmadığına ve başvurucunun mağduriyetine bakarak değerlendirme yapar.
Ceza hukukuna özgü bir diğer mesele de tutuklu ve hükümlülerin bireysel başvuru hakkının nasıl kullanılacağıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamasında, cezaevinde bulunan kişiler, doğrudan kendileri ya da vekilleri aracılığıyla başvuru yapabilirler. Ehliyetsiz ya da iletişim kuramayacak durumda olan mahpuslar için vasiler atanarak bu hak kullanılabilir. Bu durum Türk hukukunda da Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun çerçevesinde düzenlenmiştir.
Ceza davaları karmaşık hukukî ve teknik meseleleri içerebildiği için, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılacak başvuruların insan hakları hukuku konusunda uzman avukat aracılığıyla hazırlanması başvurunun başarısını önemli ölçüde artırır. Özellikle savunma hakkının ihlali, soruşturma sürecindeki usulsüzlükler veya delil elde etme yöntemlerine ilişkin iddialar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin dikkatle incelediği konular arasındadır.
Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bazı durumlarda başvurucunun avukatlık ücretini karşılayamayacak durumda olduğunu tespit ederse, ücretsiz hukuki yardım da sağlayabilir. Bu nedenle başvuru formunun bu hususları içerecek şekilde eksiksiz hazırlanması gerekir.
Ceza davalarında ortaya çıkan insan hakları ihlalleri yalnızca ulusal hukuk sistemi içinde değil, uluslararası denetim mekanizmaları nezdinde de incelenebilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru, ceza adaletinin temelini oluşturan adil yargılanma hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence yasağı gibi hakların ihlali durumlarında etkili bir denetim ve giderim yoludur. Türk hukuk sistemi içinde tüm iç hukuk yolları tüketildikten sonra yapılan başvurular, yalnızca bireysel adaleti değil, sistemsel sorunların düzeltilmesini de sağlayabilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne Haksız Tutukluluk Nedeniyle Tedbir İstemli Başvuru
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru yoluyla başvurulabilecek konulardan biri de haksız tutukluluk iddiasıdır. Özellikle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin beşinci maddesi kapsamında ihlal edildiği durumlarda, kişi yalnızca ihlalin tespiti ve tazminat talebiyle değil, aynı zamanda Mahkeme'den tedbir kararı verilmesini talep ederek de başvuruda bulunabilir. Tedbir istemli başvuru, başvurucunun içinde bulunduğu durumun aciliyeti ve hayati risk taşıması hâlinde Mahkeme'nin derhâl müdahalesini sağlamak amacıyla kullanılır. Bu başvuru türü, olağan başvuru süreci devam ederken alınabilecek geçici bir koruma mekanizmasıdır.
Türk hukukunda haksız tutukluluk iddiaları öncelikle Ceza Muhakemesi Kanunu çerçevesinde ele alınır. Kişinin özgürlüğünün kısıtlanması, kanuni bir dayanağın bulunmaması, kuvvetli suç şüphesinin yeterince somut verilerle desteklenmemesi, tutuklamanın ölçüsüz olması veya tutukluluğun makul süreyi aşması gibi nedenlerle haksız tutukluluk iddiaları gündeme gelir. Bu gibi durumlarda kişi, öncelikle iç hukuk yollarını tüketmekle yükümlüdür. Bu yollar arasında sulh ceza hâkimliğine yapılan itiraz, üst dereceli mahkemeye yapılan başvuru gibi olağan kanun yolları ile birlikte, nihayetinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılması zorunludur. Anayasa Mahkemesi’nden sonuç alınamaması veya başvurunun sürüncemede bırakılması hâlinde kişi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurma hakkına sahiptir.
Bilhassa tutukluluk hâlinin siyasi saiklerle sürdürüldüğü, ciddi sağlık sorunları olan kişilerin cezaevinde kalmaya devam ettiği ya da kişiye yönelik hayati risklerin bulunduğu hâllerde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru sırasında tedbir talep edilmesi mümkündür. Mahkeme, bu tür talepleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtüzüğü’nün m. 39 hükmü çerçevesinde değerlendirir ve başvurucunun yaşama hakkı, kötü muamele yasağı veya ciddi özgürlük ihlallerine uğrama riski taşıdığı kanaatine varırsa, ilgili devlete yönelik geçici tedbir kararı verebilir. Bu kararlar bağlayıcıdır ve devletler tarafından uygulanması zorunludur.
Tedbir talebiyle yapılan başvurularda, başvurucunun içinde bulunduğu özel koşulların açık ve somut şekilde belgelerle desteklenerek sunulması gerekir. Sadece tutukluluğun devam ettiği veya uzun sürdüğü yönündeki genel iddialar tedbir kararı için yeterli değildir. Başvurucunun sağlık durumu, yaşamsal tehlike arz eden cezaevi koşulları, tutukluluk kararındaki keyfîlik unsurları, özgürlüğüne yönelik ihlalin siyasi ya da ayrımcı nedenlerle gerçekleştiğine dair güçlü veriler bulunmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu gibi durumlarda başvuru dilekçesini öncelikli olarak incelemeye alabilir ve devlet makamlarına hızlı biçimde açıklama yapmaları için süre verebilir.
Türkiye’de haksız tutukluluğa ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında, tutuklamanın salt ceza soruşturmasının ciddiyetine dayanılarak sürdürüldüğü, tutuklamaya alternatif tedbirlerin değerlendirilmediği, yargı mercilerinin tutukluluk kararlarını otomatik şekilde uzattığı ve özellikle muhalif görüşlere sahip kişilerin yargı süreçlerinde tarafsızlık ilkesine aykırı uygulamalarla karşılaştığı yönünde tespitler yapılmıştır. Bu bağlamda Mahkeme, bazı davalarda tutukluluğun siyasi amaç taşıdığına hükmetmiş, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu tür kararlar, sadece başvurucu açısından değil, Türkiye’nin yükümlülükleri açısından da önemli sonuçlar doğurmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne tedbir istemli başvuru yapacak kişilerin, bu başvurularını usulüne uygun, belgelere dayalı ve sözleşme bağlamında hukuki temeli olan argümanlarla hazırlamaları gerekir. Başvuruların Mahkeme’ye e-posta yoluyla gönderilmesi, tedbir talebinin özellikle belirtilmesi ve gerekçelendirilmesi zorunludur. Tedbir kararı alınması hâlinde, devlet bu kararın gereklerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür. Aksi takdirde, sözleşmeye taraf devlet olmanın getirdiği yükümlülükler ihlal edilmiş sayılır ve bu durum yeni başvurulara ve diplomatik sonuçlara yol açabilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne haksız tutukluluk nedeniyle tedbir istemli başvuru, olağan bireysel başvurunun ötesinde, acil ve ağır insan hakları ihlalleri durumlarında başvurulabilecek istisnai fakat etkili bir mekanizmadır. Bu başvuru türü, özellikle yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı bakımından telafisi imkânsız zararların önüne geçilmesi amacıyla kullanılmaktadır. Türkiye bağlamında ise bu tür başvurular, hem bireysel adaletin sağlanmasına katkı sunmakta hem de yargı organlarının uluslararası insan hakları standartlarına uygun hareket etme yükümlülüğünü hatırlatmaktadır.
İdari Davalar ve Vergi Davalarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru
İdare hukuku ve vergi hukuku alanında yürütülen yargılamalar sonucunda kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği durumlarda, Türk hukukunda öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesinin ardından bireyler, sırasıyla Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yaparak ve oradan da sonuç alamadıkları takdirde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru yoluna başvurabilirler. Bu başvuru hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınmış temel hakların, özellikle adil yargılanma hakkı, mülkiyet hakkı, etkili başvuru hakkı ve ilgili diğer özgürlüklerin ihlal edilmesi hâlinde gündeme gelir.
Türkiye'de idari yargı merciileri, birey ile kamu otoritesi arasındaki uyuşmazlıkları çözmekle yetkilidir. Bu kapsamda Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararlar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılık teşkil eden bir ihlal içerdiğinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin denetimine konu olabilir. Ancak bunun için öncelikle tüm iç hukuk yolları tüketilmiş ve Anayasa Mahkemesi nezdinde bireysel başvuru süreci tamamlanmış olmalıdır.
İdari yargıda yapılan bireysel başvurular genellikle, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması, mahkemeye erişim hakkının engellenmesi, idarenin işlem veya eylemleri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali, yeterli gerekçe içermeyen kararlar, veya çelişmeli yargılama ilkesine riayet edilmemesi gibi nedenlere dayanmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu tür başvurularda, idari işlemin keyfiliğini değil, yargılama sürecindeki temel hak ihlallerini değerlendirir.
Vergi davaları ise genellikle, bireyin mal varlığına devlet eliyle yapılan müdahalelere ilişkin olduğu için mülkiyet hakkı (Birinci Ek Protokol madde 1) bağlamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi denetimine açık hâle gelir. Vergi borcunun tahakkuku, haciz, cebrî tahsilat işlemleri, faize ilişkin uygulamalar ve zamanaşımına dair düzenlemeler gibi pek çok konuda bireyin malvarlığı hakkı sınırlanabilir. Ancak bu sınırlamanın kanuna dayanması, kamu yararına olması ve orantılılık ilkesine uygun olması gerekir. Aksi hâlde bu müdahaleler mülkiyet hakkının ihlali anlamına gelebilir.
Ayrıca vergi davalarında da adil yargılanma hakkı kapsamında yaşanan ihlaller Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınabilmektedir. Vergi mahkemelerinde yargılamanın çok uzun sürmesi, idarenin belgeleri mahkemeye sunmaması, savunma hakkının yeterince tanınmaması ya da temyiz sürecinin kapalı olması gibi durumlar, Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında hak ihlali olarak değerlendirilebilir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, özellikle vergi uyuşmazlıklarının da “medeni hak ve yükümlülük” kapsamında değerlendirilebileceğini içtihatlarında belirtmiştir.
İdari ve vergi davalarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılabilmesi için, ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf ve gerekirse Danıştay nezdinde temyiz yolları kullanılmalı, karar kesinleştikten sonra Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılmalıdır. Anayasa Mahkemesi başvuruyu kabul etmez ya da esasa girerek reddederse, bu kararın başvurucuya tebliğinden itibaren dört ay içinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapılması gerekir.
Başvurunun kabul edilebilir bulunması için, dilekçenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve varsa ek protokollerine açık şekilde dayandırılması ve iç hukuk yollarında ileri sürülen hak ihlallerinin, Sözleşme ile bağlantılı olarak somut, gerekçeli ve sistematik biçimde belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesi yalnızca bir şikâyet bildirimi değil; olayın, süreçlerin ve hukuki ihlalin Sözleşme perspektifinden anlatıldığı bir yapı arz etmelidir. Bu nedenle başvurucu, hangi sözleşme maddesinin hangi devlet eylemi ya da ihmaliyle, hangi tarihte ve nasıl ihlal edildiğini ayrıntılı biçimde açıklamalıdır. Başvurunun soyut veya yüzeysel ifadelerle hazırlanması hâlinde, Mahkeme başvuruyu ilk inceleme aşamasında reddedebilir.
Uygulamada sıklıkla karşılaşılan hata, başvuruların bir Danıştay temyiz dilekçesi ya da idari yargı istinaf dilekçesi formatında hazırlanması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile bağlantı kurulmaksızın yalnızca ulusal hukuk hükümlerine atıf yapılmasıdır. Bu tür dilekçelerde, örneğin idare hukuku ilkeleri, vergi usulü normları veya yargı yetkisi dışı teknik gerekçeler öne çıkarılmakta, ancak başvurunun temel taşı olması gereken insan hakları ihlali boyutu ihmal edilmektedir. Bu yaklaşım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin değerlendirme kriterleriyle örtüşmediği için başvurunun esasa girilmeden reddedilmesine yol açabilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yalnızca ulusal hukukun doğru uygulanıp uygulanmadığını inceleyen bir temyiz mahkemesi değildir; aksine, temel hakların uluslararası insan hakları standartlarına uygun şekilde korunup korunmadığını denetleyen bir üst insan hakları yargı merciidir. Bu nedenle Mahkeme’nin dikkatini çeken asıl mesele, başvurucunun uğradığını iddia ettiği muamele ya da kararın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında bireysel bir mağduriyet yaratıp yaratmadığıdır. Mahkeme, yalnızca hukuk teknikleri açısından değil, aynı zamanda ihlalin ağırlığı, bireyin yaşadığı mağduriyetin derinliği ve kamu gücünün bu süreçteki rolü açısından da bir değerlendirme yapar.
Bu çerçevede, etkili bir başvuru dilekçesi, olayları sade ama detaylı şekilde anlatmalı, başvurucunun hangi haklarının nasıl çiğnendiğini net bir şekilde ortaya koymalı ve bunu destekleyen belgelerle birlikte sunulmalıdır. Ayrıca başvurunun kabul edilebilir bulunması yalnızca hukuki argümanların varlığına değil, aynı zamanda prosedürel uygunluğa da bağlıdır. Bu nedenle gerek iç hukuk yollarının tüketildiğini gösteren belgeler, gerekse başvuru süresine uyulduğunu kanıtlayan deliller dosyada mutlaka yer almalıdır. Tüm bu unsurların birleşimi, başvurunun kabul edilebilirlik eşiğini geçmesini ve esasa girilerek Mahkeme nezdinde gerçek bir incelemeye tabi tutulmasını sağlar.
İdari işlemler veya vergiye ilişkin devlet müdahaleleri nedeniyle temel hak ve özgürlükleri ihlal edilen bireyler, Türk hukukunda mevcut tüm yolları tükettikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapabilirler. Bu başvuru hakkı, sadece bireysel adaletin sağlanmasına değil, aynı zamanda idarenin insan haklarına duyarlı bir hukuk anlayışıyla hareket etmesine katkıda bulunur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, hem Türkiye’deki idari uygulamalarda hem de vergi hukukunun temel ilkelerinde daha insan hakları merkezli bir yaklaşımın gelişmesini teşvik etmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarına Uygun Başvuru Hazırlama Teknikleri
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuru, yalnızca şekli şartların yerine getirilmesiyle değil, aynı zamanda Mahkeme'nin yerleşik içtihatlarına uygun olarak hazırlanmış içerik ve yapı ile başarıya ulaşabilecek nitelikte bir süreçtir. Mahkeme, başvuruları değerlendirirken, yalnızca başvurucunun mağduriyetine değil, bu mağduriyetin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ona ek protokollerle güvence altına alınan hak ve özgürlükler çerçevesinde somut, gerekçeli ve ölçülü şekilde ortaya konulmasına da önem verir. Bu nedenle başvuru sahiplerinin, başvurularını Mahkeme'nin yerleşik kararları doğrultusunda yapılandırmaları gerekmektedir.
Başvurucular, Türkiye'de iç hukuk yollarını tükettikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapmadan önce, yaşadıkları süreci sadece ulusal hukuka göre değil, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde analiz etmelidir. Bu, başvurunun yalnızca bir istinaf ya da temyiz dilekçesi olmaktan çıkıp, insan hakları merkezli bir ihlal bildirimine dönüşmesini sağlar. Örneğin, uzun süren bir idari dava süreci, sadece “yargılama süresinin uzunluğu” olarak değil, "makul sürede yargılanma hakkının ihlali" olarak tanımlanmalı ve Mahkeme'nin daha önce benzer olaylarda verdiği kararlarla ilişkilendirilmelidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvurularında sıkça yapılan hatalardan biri, yaşanan olayın yalnızca anlatılması ama bunun hangi sözleşme maddesiyle bağlantılı olduğunun belirtilmemesidir. Başvurucunun, örneğin yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı, özel yaşamın korunması gibi hangi haklarının ihlal edildiğini net ve doğrudan göstermesi gerekir. Ayrıca başvuruda, bu ihlalin ne zaman, hangi devlet kurumu tarafından ve nasıl gerçekleştiği somut olarak açıklanmalıdır. İddiaların soyut kalması, Mahkeme tarafından “açıkça dayanaktan yoksun” gerekçesiyle reddedilmesine neden olur.
Başvurunun güçlendirilmesi açısından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin benzer olaylara ilişkin verdiği kararların başvuru dilekçesinde atıf yoluyla kullanılması önemlidir. Mahkeme, yerleşik içtihatlarına uygun şekilde yapılandırılmış başvuruları daha ciddiyetle ele almakta ve benzerlik taşıyan durumlarda içtihat birliği sağlama eğilimindedir. Bu bağlamda, örneğin tutukluluk süresinin uzunluğuna ilişkin bir başvuruda, “Kudła v. Polonya” veya “Demirel v. Türkiye” gibi emsal kararlar gösterilebilir. Bu, başvurunun hem hukuki çerçevesini belirler hem de Mahkeme’ye somut bir değerlendirme zemini sunar.
Başvuru formunda olayların gelişim süreci açık, sıralı ve kronolojik şekilde sunulmalıdır. Mahkeme, olayları ve süreci bir bütün olarak değerlendirir; bu nedenle dağınık, çelişkili ya da kopuk anlatımlar başvurunun etkisini zayıflatır. Hangi tarihte neyin yaşandığı, başvurucunun ne tür bir mağduriyete uğradığı, hangi başvuruların yapıldığı ve bu başvurulara nasıl yanıt alındığı net bir şekilde ifade edilmelidir. Bu yapı, Mahkeme’ye başvurunun ciddiyetini ve başvurucunun mağduriyetini daha doğru değerlendirme imkânı sunar.
Başvuruyu destekleyen belgeler –mahkeme kararları, tebliğ mazbataları, savunmalar, bilirkişi raporları gibi– eksiksiz ve düzenli biçimde başvuruya eklenmelidir. Her belgenin başvuru formunda ilgili olduğu bölümle ilişkilendirilmesi ve gerekirse kısa açıklamalarla Mahkeme’nin dikkatine sunulması gerekir. Özellikle iç hukuk yollarının tüketildiğini ve başvurunun süresinde yapıldığını gösteren belgelerin eklenmemesi, başvurunun doğrudan reddine yol açabilir. Belgeler mümkünse Fransızca veya İngilizce özet açıklamalarla desteklenmelidir.
Başvurunun içtihatlara uygun şekilde hazırlanabilmesi için, insan hakları hukuku konusunda uzmanlaşmış bir avukattan destek alınması önemlidir. Özellikle Türkiye’de Anayasa Mahkemesi önünde tüketilmiş ve başarısız olmuş bireysel başvuruların, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde yeniden yapılandırılması, yalnızca usul değil aynı zamanda içerik açısından da profesyonel yaklaşım gerektirir. Bu nedenle başvurucuların, dava stratejilerini Mahkeme'nin yaklaşımına uygun biçimde planlamaları gerekir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılacak başvuruların etkili ve sonuç alıcı olabilmesi, başvuru sahiplerinin yalnızca yaşadıkları mağduriyeti değil, bu mağduriyetin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında neden ihlal oluşturduğunu güçlü biçimde ortaya koymalarına bağlıdır. Bu bağlamda Mahkeme’nin yerleşik içtihatlarına uygun başvuru hazırlama tekniklerine hâkimiyet, başvurunun kabul edilebilir bulunması ve esasa girilerek olumlu karar alınabilmesi açısından belirleyici rol oynar. Türkiye’den yapılan başvuruların çoğunun usulden reddedildiği düşünüldüğünde, içtihat temelli, sistematik ve hukuken tutarlı bir başvuru hazırlamak son derece kritik bir gerekliliktir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başvuru Formunun Doldurulmasında Dikkat Edilecek Hususlar
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılacak bireysel başvuruların değerlendirilmeye alınabilmesi için, başvuru formunun eksiksiz ve usule uygun şekilde doldurulması zorunludur. Başvuru formu, yalnızca kişisel bilgilerin yer aldığı bir belge olmayıp, başvurunun dayandığı olayların, hukuki ihlal iddialarının ve delillerin sistematik biçimde sunulduğu temel metindir. Bu nedenle formun hazırlanması, şekli bir işlem olarak görülmemeli; Mahkeme’ye yapılan ciddi bir başvuru beyanı olarak ele alınmalıdır.
Başvurucu, formda kimlik bilgilerini tam ve doğru şekilde belirtmeli, kendisine ulaşılabilecek açık adres, telefon numarası ve e-posta bilgilerini eksiksiz olarak sunmalıdır. Eğer başvuru bir avukat aracılığıyla yapılacaksa, avukatın adı, baroya kayıtlı olduğu yer, iletişim bilgileri ve noter onaylı vekâletnamesi form ekinde sunulmalıdır. Vekâletname olmaksızın yapılan başvurular kabul edilmemekte; imzasız veya kimliksiz formlar Mahkeme tarafından işleme alınmamaktadır.
Formda olayların özeti verilirken, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında anlam taşıyan olaylara öncelik verilmelidir. Olaylar kronolojik bir sıra ile, tarih belirtilerek anlatılmalı; kimin, ne zaman, ne yaptığı ve bunun başvurucunun hangi temel hakkını nasıl ihlal ettiği açık ve somut biçimde ortaya konulmalıdır. Söz konusu anlatım, kişisel kanaat veya yoruma dayanmamalı; belgeye, karara ya da resmi bir işleme dayanan gerçeklik üzerinden kurulmalıdır. Mahkeme soyut, genellemeci, belgelere dayanmayan iddiaları dikkate almamakta; bu tarz başvuruları ciddi bulunmayan dilekçeler arasında değerlendirmektedir.
Başvuru formunda hangi sözleşme maddelerinin ihlal edildiği açıkça belirtilmeli, mümkünse her bir madde için ayrı ayrı açıklama yapılmalı ve bu hak ihlalleri ile olaylar arasında doğrudan bir bağ kurulmalıdır. Örneğin adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ileri sürülüyorsa, bu ihlalin duruşma yapılmaması, tanık dinlenmemesi, gerekçesiz karar verilmesi ya da yargılamanın aşırı uzun sürmesi gibi somut sebeplerle ilişkilendirilmesi gerekir. Sözleşme maddelerinin yalnızca yazılması yeterli değildir; bu hükümlerin nasıl ihlal edildiği detaylı biçimde açıklanmalıdır.
Formun sonunda, iç hukuk yollarının nasıl ve hangi tarihlerde tüketildiği belirtilmelidir. Türkiye’de iç hukuk yolları tüketilmeden doğrudan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvurular kabul edilmemektedir. Bu nedenle başvurucunun, yargılamanın hangi tarihte sona erdiğini, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapıp yapmadığını, bu başvurunun ne zaman sonuçlandığını ve son kararın kendisine ne zaman tebliğ edildiğini açıkça belirtmesi zorunludur. İç hukuk yollarının tüketildiğini ve başvurunun süresi içinde yapıldığını gösteren tüm belgeler, başvuru formuna eklenmelidir.
Mahkeme’ye sunulan başvuru formu, başvurucunun el yazısıyla ya da bilgisayarla doldurulabilir; ancak okunaklı, açık, sade ve düzenli olması önemlidir. Çok uzun, dağınık, konu dışı bilgiler içeren, tekrar eden ifadelerle dolu veya hukukî analizden yoksun dilekçeler, Mahkeme nezdinde ciddiyetini yitirebilir. Başvuru formunun sonunda, başvurucunun ya da avukatının imzası yer almalı; imzasız formlar doğrudan reddedilmektedir.
Son olarak, Mahkeme’ye gönderilecek başvuru formu ve ek belgeler, posta yoluyla ve doğrudan Mahkeme’nin Strasbourg’daki resmi adresine gönderilmelidir. Faks ya da elektronik posta yoluyla yapılan başvurular kabul edilmemektedir. Gönderilen başvuru paketi tek seferde, eksiksiz olarak ulaşmalıdır; eksik evrakla yapılan başvurular değerlendirmeye alınmaz ve sonradan tamamlama imkânı tanınmaz. Bu nedenle başvurucular, formu doldurmadan önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin güncel başvuru rehberini dikkatle incelemeli, başvurularını bu rehberde yer alan kriterlere uygun biçimde hazırlamalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Yapılan Başvurularda Sık Yapılan Usuli Hatalar
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, her yıl on binlerce bireysel başvuru almakta ve bunların önemli bir kısmını, esas yönünden incelemeye geçmeden usulden reddetmektedir. Bu durum, başvuru yapan kişilerin haklı olduklarını düşündükleri meselelerde bile, başvurularının Mahkeme tarafından ele alınmadan sonuçsuz kalmasına neden olmaktadır. Özellikle Türkiye’den yapılan başvurularda, başvuru sahiplerinin hem iç hukuk prosedürlerinde hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdindeki süreçte yaptıkları yaygın usul hataları, başvuruların başarısız olmasına yol açmaktadır.
En yaygın ve temel usul hatası, başvuru yapılmadan önce tüm iç hukuk yollarının eksiksiz olarak tüketilmemesidir. Türkiye’de bir temel hak ihlali iddiasında bulunan kişinin, sırasıyla ilk derece mahkemesi, istinaf, temyiz ve ardından Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru sürecini tamamlamış olması gerekir. Bu yollar tüketilmeden doğrudan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapılması, başvurunun “kabul edilemez” bulunmasıyla sonuçlanır. Başvurucuların çoğu, Anayasa Mahkemesi başvurusunu atlamakta veya bu başvuruyu şekil yönünden hatalı yaparak süreci usulen tamamlamadan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitmektedir. Oysa Mahkeme, yalnızca iç hukukta etkili yolların tüketilmesi hâlinde başvuruyu kabul edilebilir saymaktadır.
Bir diğer sık hata ise, başvuru süresine riayet edilmemesidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararın başvurucuya tebliğinden itibaren dört ay içinde yapılmalıdır. Bu süre, 1 Şubat 2022 tarihinde yürürlüğe giren On Beş No’lu Protokol ile altı aydan dört aya indirilmiştir. Dört aylık süre hak düşürücü niteliktedir ve herhangi bir mazeret gösterilerek uzatılamaz. Uygulamada başvurucular, ya süreyi yanlış hesaplamakta ya da başvuruyu eksik evrakla göndermekte ve Mahkeme’nin eksiklikleri tamamlatma imkânı tanımadığını bilmemektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurular, Mahkeme tarafından yayımlanan standart başvuru formu aracılığıyla yapılmak zorundadır. Bu formun usulüne uygun şekilde ve eksiksiz doldurulmaması hâlinde, Mahkeme başvuruyu hiç değerlendirmeksizin reddeder. Uygulamada en sık rastlanan hatalar; başvuru formunun imzalanmaması, gerekli belgelerin (karar örnekleri, tebliğ belgeleri, iç hukukta kullanılan dilekçeler) eklenmemesi, formun Türkçe olarak gönderilmesi, başvurucunun açık adresinin belirtilmemesi gibi teknik nitelikteki eksikliklerdir. Mahkeme bu tür usul eksiklikleri bakımından herhangi bir esneklik göstermemektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir başvurunun yalnızca başvurucunun mağduriyet hissine değil, somut bir hak ihlali iddiasına dayanmasını bekler. Bu nedenle dilekçede, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin hangi maddesinin ihlal edildiği, bu ihlalin hangi olayla, nasıl ve ne zaman gerçekleştiği açıkça ve sistemli bir şekilde belirtilmelidir. Uygulamada birçok başvuru, bir Danıştay temyiz dilekçesi veya bir Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru dilekçesi gibi kaleme alınmakta ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile somut bir bağlantı kurulmamaktadır. Bu tür başvurular, Mahkeme tarafından “açıkça dayanaktan yoksun” olarak değerlendirilir ve kabul edilemez bulunur.
Başvurunun etkili bir şekilde incelenebilmesi için, başvuru formu ve ekleri anlaşılır, özlü ve düzenli biçimde hazırlanmalıdır. Mahkeme, gereksiz ayrıntılarla dolu, olayları net şekilde aktarmayan veya konudan sapmış dilekçeleri ciddi bir eksiklik olarak değerlendirir. Bu tür başvurular, başvurucunun iddiasının ciddiyetini zayıflatır ve Mahkeme nezdinde başvurunun özensiz olduğu izlenimini doğurur. Özellikle yasal kavramlara hâkim olmayan başvurucuların, hak ihlallerini anlaşılır biçimde ifade etmesi önemlidir. Dilekçeler sade, ama hukuki temellendirmesi güçlü bir yapıda hazırlanmalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru süreci, yalnızca hukuki bilgi değil, aynı zamanda Mahkeme'nin içtihatlarına, uygulama kurallarına ve değerlendirme kriterlerine hâkimiyet gerektirir.
Uygulamada bazı başvurucular, insan hakları hukuku konusunda uzman olmayan avukatlarla veya profesyonel danışmanlık yeterliliğine sahip olmayan kişilerle başvuru yapmakta, bu da başvurunun hem usulen hem de esasen zayıf kalmasına neden olmaktadır. Başvurunun Mahkeme nezdinde ciddiyet kazanması, büyük ölçüde usul kurallarına eksiksiz uyumla ve uzmanlık bilgisiyle mümkündür.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru ciddi bir hukuki süreçtir ve usul kurallarına tam uyum gösterilmesini zorunlu kılar. Türkiye’den yapılan başvuruların önemli bir kısmı, usul eksiklikleri nedeniyle daha Mahkeme tarafından incelenmeden elenmektedir. Bu durum, bireylerin uğradığı muhtemel hak ihlallerinin etkili bir şekilde giderilememesi anlamına gelir. Bu nedenle başvuru süreci profesyonel şekilde yürütülmeli, başvuru dilekçesi dikkatle hazırlanmalı ve başvuru sahibinin sürelere, belge düzenine ve Sözleşme ile kurulan bağlantılara azami özen göstermesi sağlanmalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru, iç hukuk yolları tükenmesine rağmen temel hakların korunamadığı durumlarda başvurulabilen önemli bir yoldur. Etkili sonuç için başvuru formu hukuka uygun hazırlanmalı, deliller eksiksiz sunulmalı ve süreç uzman bir avukatla yürütülmelidir. Merak ettiğiniz cevaplar Sık sorulan Sorular bölümümüzdedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne Bireysel Başvuru: Sık Sorulan Sorular