Eğitim Hakkı ve Okul Tercihine Dair İhtilâfların Çözümü
Eğitim hakkı, Anayasa ve Türk Medeni Kanunu mucibince çocuğun üstün yararı mefhumuna dayanan temel bir hak olup, ebeveynler arasında okul tercihi ihtilâfı çıktığında hâkim pedagojik, sosyal ve ekonomik unsurları tetkik ederek adalet ilâmı verir.
Eğitim hakkı, Anayasa’da güvence altına alınmış temel bir sosyal hak olmakla birlikte, Türk Medeni Kanunu hükümleri çerçevesinde velayet yetkisini kullanan ebeveynler arasında çocuğun hangi okulda eğitim göreceği hususunda ihtilafların ortaya çıkması mümkündür. Bu tür uyuşmazlıklarda, pedagojik gerekliliklerin yanı sıra, sosyal çevre, ekonomik koşullar ve çocuğun bireysel ihtiyaçları dikkate alınarak bir çözüm aranır. Avukat, müvekkil adına hazırladığı dilekçede bu unsurları tafsilâtla ortaya koyar ve mahkemenin kanaatini şekillendirecek verileri sunar.
Hâkim, eğitim tercihlerine dair davaları tetkik ederken, kanun mucibince çocuğun üstün yararını öncelikli telâkki eder. Burada “üstün yarar” mefhumu, yalnızca akademik başarı değil, aynı zamanda çocuğun psikososyal gelişimini de kapsayan geniş bir mâna taşır. Bu nedenle hâkim, kararını verirken ebeveynlerin menfaatleri arasında tarafsız bir denge gözetse de, aslolan çocuğun menfaatidir.
İçtihatlarda ekseriyetle görüldüğü üzere, mahkemeler çocukların eğitim hakkına ilişkin ihtilaflarda pedagojik raporlara, sosyal inceleme belgelerine ve okulun sunduğu imkânlara özel bir önem atfeder. Bilhassa Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Daireleri, farklı sosyoekonomik koşulların ve ebeveynlerin ihtilafen ileri sürdüğü argümanların değerlendirilmesinde yeknesak bir ölçüt geliştirmeye çalışmaktadır.
Yargıtay kararlarında da çocuğun eğitim tercihlerinde velayet hakkını kullanan ebeveynin keyfî takdirine sınırlama getirildiği, hâkimin ilâm hükmünce objektif kriterlere yaslandığı görülmektedir. Bu yaklaşım, çocuğun bir ebeveynin etkisiyle değil, pedagojik gerekliliklerin mukabilinde uygun bir eğitim ortamına yönlendirilmesi gerektiğini ortaya koyar.
Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurulara ilişkin kararlarında, eğitim hakkının yalnızca formel bir hak değil, aynı zamanda adalet ve eşitlik ilkeleriyle bağlantılı bir hakikat olduğu mülâhaza edilmektedir. Çocuğun menfaati ve haklarının korunması, temel hakların korunmasıyla doğrudan irtibatlıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları, çocuğun eğitim hakkı ile ebeveynlerin dini, kültürel ve pedagojik tercihlerinin çatıştığı hâllerde devletin pozitif yükümlülüklerine dikkat çeker. Mahkemeler bu çerçevede, ebeveynlerin müteaddiden sunduğu talepler arasında hakkaniyetli bir denge kurmaya çalışır. Halbuki tek taraflı tercihlerin empoze edilmesi, çocuğun yararına aykırı sonuçlar doğurur.
,Bu bağlamda, hukuk bürosu aracılığıyla yürütülen davalarda avukat, müvekkilin argümanlarını sistematik biçimde sunarken, mevcut yasa ve mevzuat çerçevesinde hâkimin kanaatini etkileyecek pedagojik raporlar ve uzman görüşlerinden istifade eder. Lakin unutulmamalıdır ki, her somut olayın kendi şartları çerçevesinde değerlendirilmesi icap eder. Şöyle ki, ebeveynlerden birinin ekonomik gücü daha yüksek olsa dahi, bu husus tek başına belirleyici değildir. Zira çocuğun psikolojik uyumu, arkadaş çevresi ve mevcut eğitim sürecinin kesintiye uğramaması gibi faktörler bilhassa mühimdir. Bu faktörler, hâkimin kararına doğrudan tesir eder.
Çocuğun okul tercihinde tarafların ihtilafen sunduğu delillerin değerlendirilmesi, hâkim için titiz bir tetkik süreci gerektirir. Mahkeme, müteaddiden gelen talepler arasında pedagojik faydayı esas alarak hükmünce bir karar verir. Burada dilekçelerde yer alan argümanların tutarlılığı ve belgelerle desteklenmesi büyük önem taşır.
Hukuki mülahazalar yanında, sosyolojik verilerden de istifade edilmesi mümkündür. Çocuğun yaşadığı çevre, mevcut okul arkadaşlıkları, sosyal alışkanlıkları ve kültürel aidiyetleri hâliyle eğitim kararının mahiyetini doğrudan etkiler. Bu nedenle pedagojik raporların yanı sıra sosyal inceleme raporları da dikkate alınır.
Bir başka önemli husus, tarafların birbirine karşı geliştirdiği tutumların çocuğun psikolojik bütünlüğünü zedeleyip zedelemediğinin incelenmesidir. Bilâkis, tarafların uzlaşmacı bir yaklaşım sergilemesi hâlinde çocuğun üstün yararına daha uygun çözümler üretilebilir. Ebeveynler arasında ortak bir telâkki oluşmadığı durumlarda ise hâkim, kanun mucibince müdahalede bulunur.
Mahkemelerin verdiği kararların ilâm niteliği, yalnızca ebeveynlerin yükümlülüklerini değil, aynı zamanda çocuğun eğitim hakkına dair temel bir güvenceyi de ifade eder. Bu itibarla, eğitim hakkı ile velayet ilişkisi arasındaki denge, hem iç hukuk hem de uluslararası insan hakları hukuku normları bakımından önemlidir.
Netice itibarıyla, eğitim hakkına dair uyuşmazlıkların çözümünde hâkim, tarafların ihtilafen sunduğu argümanları hükmünce değerlendirirken, müktesep hakların korunması ve çocuğun üstün yararı ilkesi çerçevesinde karar verir. Hukuk bürosu aracılığıyla yürütülen süreçlerde avukat, müvekkil adına pedagojik ve sosyolojik verileri hukuki çerçeveye dâhil ederek mahkemenin ikna sürecine katkıda bulunur; böylelikle adalet duygusuna uygun, dengeli ve çocuk yararına odaklı bir karar ortaya çıkar.