Çocuğun İfadesinin Alınmasında Hukukî Destek

Çocuğun ifadesinin alınması, Türk Medeni Kanunu ve ilgili mevzuat mucibince velayet davalarında çocuğun üstün yararı ilkesine hizmet eden, pedagojik ve psikolojik hassasiyetlerle yürütülmesi gereken, adalet ve hakikat mefhumlarını temin eden yargısal bir usuldür.

Çocuğun ifadesinin alınması, velayet davalarının en hassas aşamalarından biridir. Zira bu aşamada çocuğun üstün yararı ilkesi gözetilmekte, onun iradesi belirli bir idrak yaşına ulaşmış olması hâlinde mahkeme tarafından dikkate alınmaktadır. Ancak çocuğun beyanı, salt usulî bir formalite olarak telâkki edilmemelidir. Hâliyle, hukuk bürosu veya avukat aracılığıyla bu sürecin pedagojik ve psikolojik boyutlarının korunmasına yönelik taleplerin dile getirilmesi, adalet sisteminin işleyişine ciddi katkılar sağlar.

Çocukların görüşlerinin alınmasında ulusal mevzuat kadar uluslararası mukarrerat da belirleyici olmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında, çocuğun katılım hakkının aile hayatına saygı ilkesiyle birlikte yorumlanması gerektiği yönünde müteaddiden vurgular yer alır. Bu bakımdan, Türk kanun düzenlemeleri, AİHM’in çizdiği çerçeve ile uyumlu bir yorum geliştirme zorunluluğunu doğurur. Binâen, çocuğun ifadesi alınırken salt hukuki prosedür değil, aynı zamanda onun ruhsal bütünlüğü de dikkate alınmalıdır.

Velayet davalarında mahkemeler, çoğu kez sosyal inceleme raporlarına başvurmaktadır. Ancak raporun varlığı, çocuğun doğrudan beyanının alınmasına müstesna bir durum teşkil etmez. Kanun hükmünce, belirli bir olgunluk düzeyine erişmiş çocuğun görüşünün alınması, velayet kararının adil ve hakkaniyetli biçimde tesisine imkân sağlar. Şöyle ki, çocukların sesini duyurmalarının önlenmesi, onların ileride geri dönülmez hak kayıplarına maruz kalmasına sebebiyet verebilir.

Avukat, çocuğun ifadesinin usulüne uygun alınmasında kritik bir role sahiptir. Çünkü çocuğun mahkeme huzurunda baskı altında kalmaması, uygun bir mekânın seçilmesi ve pedagojik destek sağlanması için gerekli mülâhazaları ileri sürebilir. Bu yönüyle, hukuk bürosu aracılığıyla yapılan girişimler, hem çocuğun yararının korunması hem de yargılamanın sağlıklı ilerlemesi bakımından önemlidir. Halbuki uygulamada, çocuk görüşmeleri ekseriyetle kayıt altına alınmamakta ya da usule uygun biçimde gerçekleştirilmemektedir.

Çocuğun ifadesinin alınmasında yasal dayanak, Türk Medeni Kanunu ve ilgili mevzuat hükümlerinde açıkça yer almaktadır. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurulara ilişkin değerlendirmeleri de, çocuk haklarının adalet sisteminde nasıl telâkki edilmesi gerektiğini ortaya koyar. Hakikat şu ki, Anayasa’nın aile hayatının korunmasına dair düzenlemeleri, çocuğun görüşünün dikkate alınmasını da içeren geniş bir mefhum içinde ele alınmalıdır.

Çocuğun ifadesinin pedagojik çerçevede alınması, yalnızca iç hukuk bakımından değil, uluslararası hukuk mükellefiyetleri mucibince de zaruridir. Çocuğun katılım hakkı, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin temel ilkelerinden biridir. Bu ilke, mahkemelerin çocuğun görüşünü usulüne uygun biçimde alma yükümlülüğünü güçlendirmektedir. Telâkki edilmelidir ki, çocukların kendi geleceklerine dair kararlarda söz sahibi olması, demokratik hukuk devleti mefhumunun da gereğidir.

Velayet davalarında tarafların birbirine karşı yönelttiği ithamlar çoğu kez çocuğun beyanını gölgeleme riski taşır. Bu nedenle mahkeme, taraf menfaatleri arasındaki ihtilâfen durumlarda çocuğun görüşünü bağımsız bir unsur olarak değerlendirmelidir. Bilâkis, taraflardan birinin yönlendirmesiyle oluşan beyanlar, çocuğun özgür iradesini yansıtmadığı için esas alınmamalıdır. Bu sebeple, beyanın alınma biçimi tetkik edilerek, çocuk üzerindeki muhtemel psikolojik baskılar bertaraf edilmelidir.

Çocuğun beyanının hukuken geçerli telâkki edilebilmesi için uygun ortamda alınması gerekmektedir. Bu ortamda pedagog, psikolog veya sosyal hizmet uzmanı hazır bulunmalı; çocuğa yaşına uygun sorular yöneltilmelidir. Aksi hâlde, beyanın sağlıklı ve güvenilir kabul edilmesi imkânsızlaşır. Hâlbuki mahkeme huzurunda ağır bir atmosfer içinde alınan beyanların, çocuğun gerçek iradesini yansıttığı iddia edilemez.

Bölge Adliye Mahkemesi kararlarında da görüldüğü üzere, çocuğun görüşünün usule aykırı alınması hâlinde, velayet kararlarının bozulması gündeme gelebilmektedir. Bu durum, kanun hükümlerine uygun hareket edilmesinin önemini bir kez daha göstermektedir. Adalet, yalnızca sonuçta verilen hükümle değil, o hükme ulaşılırken izlenen yolla da ölçülür. Bu sebeple, sürecin her aşamasında hukuk bürosu tarafından avukat aracılığıyla yapılacak müdahaleler önem arz eder.

Çocuğun ifadesinin alınması, yalnızca velayet davaları ile sınırlı değildir. Kişisel ilişki düzenlemeleri, nafaka uyuşmazlıkları veya koruma tedbiri taleplerinde de çocuğun görüşüne müracaat edilebilmektedir. Bu bakımdan, çocuk beyanı aile hukuku yargılamalarının müteaddiden karşılaşılan bir unsurudur. Binâen, yargının her seviyesinde bu konuya dair yeknesak bir uygulamanın oluşması elzemdir.

Çocukların görüşlerinin alınmasında yargısal pratik ile mevzuat arasında zaman zaman boşluklar ortaya çıkabilmektedir. Bu boşlukların giderilmesi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarından istifade edilmesi, ulusal hukuk düzeni ile uluslararası standartların uyumlu kılınması açısından gereklidir. İlaveten, Bölge Adliye Mahkemeleri’nin içtihat birliğine katkısı da göz ardı edilmemelidir. Mukabilinde, farklı dairelerin farklı yaklaşımlar sergilemesi, hukuki güvenlik ilkesini zedeleyebilir.

Avukat, çocuğun görüşünün alınması sırasında yalnızca usule ilişkin itirazlarla değil, aynı zamanda pedagojik hassasiyetlere dayalı taleplerle de yargılamaya yön verebilir. Bu noktada, hukuk bürosu aracılığıyla ileri sürülecek itirazlar ve öneriler, çocuğun menfaatini merkeze alan bir yargısal işleyişin tesisine katkı sağlar. Mefhum olarak, çocuğun üstün yararı ilkesinin somutlaştırılması, bu tür müdahalelerle mümkün olur.

Çocuğun görüşünün dikkate alınması, velayet kararlarının meşruiyetini artıran önemli bir unsurdur. Çünkü bu sayede, mahkeme kararları salt soyut hukuk normlarına değil, aynı zamanda çocuğun hayatına dair hakikatlere de dayanır. Telâkki edilmelidir ki, çocukların görüşleri, onların kişilik haklarının bir parçasıdır ve bu hakların korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir. Hâliyle, bu süreç ihmal edildiğinde, kararların adalet duygusunu tatmin etmesi de mümkün olmaz.