Çocuğun Dinî Eğitimine Dair Uyuşmazlıklarda Hukukî Çözüm

Çocuğun dinî eğitimine dair uyuşmazlık, ebeveynler arasında çıkan ihtilaflarda mahkemenin çocuğun yaşı, algı seviyesi ve pedagojik ihtiyaçlarını dikkate alarak çocuğun üstün yararını korumak amacıyla verdiği kararları ifade eden hukukî bir müessesedir.

Çocuğun dinî eğitimi hususunda ebeveynler arasında çıkan uyuşmazlıklar, Türk Medeni Kanunu çerçevesinde velayet hakkının kapsamı ve sınırları bağlamında değerlendirilir. Bu mesele, yalnızca ebeveynlerin inanç tercihleriyle sınırlı olmayıp, aynı zamanda çocuğun kişilik gelişimi, pedagojik ihtiyaçları ve temel hak ve özgürlükleriyle doğrudan irtibatlıdır. Mahkemenin görevi, böylesi ihtilaflarda çocuğun üstün yararını merkeze almak ve adalet duygusunu sarsmayacak bir çözüm üretmektir. Şöyle ki, dinî eğitim meselesi, hem özel hayatın korunması hem de ebeveynlik yetkisinin sınırları bağlamında farklı boyutlara sahiptir.

Bu tür davalarda avukat, müvekkilinin taleplerini mevzuat ve içtihat ışığında ileri sürerken, çocuğun özgür iradesinin korunması gerektiğini özellikle vurgular. Lakin çocuk üzerindeki velayet yetkisi, ebeveynlerden birine mutlak surette üstünlük tanıyan bir hak değildir. Bilhâssa Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay kararlarında, çocuğun algı seviyesi ve yaşına göre inançla ilgili tercihlerde kendi görüşünün dinlenmesi gerektiği telâkki edilmiştir. Böylece, hukuk bürosu pratiğinde çocuğun üstün yararı ilkesi her daim ön planda tutulur.

Din özgürlüğü Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır. AİHM’in yerleşik içtihatlarında, devletin çocukların dinî eğitimine ilişkin uyuşmazlıklarda tarafsız kalması, ancak çocuğun haklarının ihlali hâlinde koruyucu tedbirler alması gerektiği kabul edilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararlarında da, ebeveynlerin farklı inançlara sahip olması durumunda çocuğun iradesinin dikkate alınmaması hâlinde hak ihlali doğabileceği belirtilmiştir. Bu noktada mahkemenin görevi, aile bütünlüğü ile bireysel özgürlük arasında hassas bir denge kurmaktır.

Türk Medeni Kanunu uyarınca velayet hakkı, ebeveynlere çocuğun bakımı, eğitimi ve korunmasına ilişkin kararlar alma yetkisi tanır. Ancak dinî eğitim konusunda ortaya çıkan ihtilaflarda hâkim, kanun hükümlerini yorumlarken çocuğun gelişimsel ihtiyaçlarını tetkik eder. Bu bağlamda pedagojik raporlar, sosyal inceleme raporları ve uzman mütalaaları, mahkemenin değerlendirmesinde belirleyici unsurlardır.

Çocuğun dinî eğitimiyle ilgili uyuşmazlıkların çözümünde ekseriyetle çocuğun yaşı önemli bir kriter olarak ortaya çıkar. Zira küçük yaşlardaki çocukların iradesi yeterince olgunlaşmamış kabul edilmekte, ergenlik dönemine yaklaşan çocukların ise kanaatlerine bilhâssa değer verilmektedir. Halbuki ebeveynlerden biri, çocuğu kendi inancına yönlendirmek adına baskıcı tutum sergilerse, bu durum çocuğun özgürlük alanını daraltabilir ve mahkemenin müdahalesini gerektirebilir.


Avukat, bu davalarda yalnızca müvekkilinin taleplerini değil, aynı zamanda çocuğun pedagojik ve psikolojik menfaatlerini de dikkate alarak hukuki strateji oluşturur. Hukuk bürosu pratiğinde, mahkemeye sunulan dilekçelerde, çocuğun özgürlük alanının korunması, anayasal güvence altındaki din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edilmemesi gerektiği vurgulanır. Ayrıca ilâm niteliğindeki mahkeme kararları, ebeveynlerin gelecekteki davranış biçimlerini de doğrudan etkiler.

Mevzuat bağlamında tetkik edildiğinde, Türk Medeni Kanunu’nun velayet hükümleri yanında Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin ilgili düzenlemeleri de dikkate alınır. Kanun hükümlerinin yorumu yapılırken, ebeveyn hakları ile çocuğun kişisel özgürlüğü arasında makul bir denge kurulması elzemdir. Avukat, müvekkilinin lehine olan argümanları bu anayasal ve uluslararası normlarla destekleyerek mahkemeye sunar.

Bölge Adliye Mahkemeleri ve Yargıtay içtihatlarında, çocuğun üstün yararı ilkesine aykırı olacak şekilde tek taraflı dinî yönlendirmelerin sınırlandırılması gerektiği ifade edilmiştir. Bu durum, ebeveynlerin eşit haklara sahip olmalarına rağmen çocuğun iradesi söz konusu olduğunda farklı bir denge mekanizmasının işletildiğini gösterir. Halbuki ebeveynler arasındaki ihtilaf, yalnızca bireysel hakların çatışması olarak değil, çocuğun gelecekteki kimliğini doğrudan etkileyen bir uyuşmazlık olarak görülmektedir.

İçtihatlar incelendiğinde, mahkemelerin ekseriyetle tarafsızlık ilkesine önem verdiği görülür. Ancak çocuğun yüksek yararının zedelendiği hâllerde, mahkeme ebeveynlerden birinin taleplerini sınırlandırabilir. Bu yaklaşım, din özgürlüğü ile çocuk hakları arasında kurulan hassas dengenin bir tezahürüdür. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatlarında, çocuğun inanç alanında kendi geleceğini belirleme imkânının korunması gerektiği teyit edilmiştir.

Çocuğun dinî eğitimi konusunda ebeveynler arasında çıkan ihtilaflarda hukuki çözüm, kanun ve mevzuat hükümleriyle birlikte yüksek yargı mercilerinin içtihatları çerçevesinde şekillenir. Avukat, mahkemeye sunduğu argümanlarda çocuğun pedagojik ihtiyaçlarını ve özgür iradesini merkeze alarak, adaletin tesisini sağlar. Bu süreçte, çocuğun üstün yararı ilkesi, mahkeme kararlarının mâhiyetini belirleyen en önemli ölçüttür. Böylece, ebeveynler arası uyuşmazlık, hukukî yollarla dengeli ve çocuğun geleceğini güvence altına alan bir biçimde çözüme kavuşturulmuş olur.