Çocuğun Adres Değişikliğinin Velayet ve Kişisel İlişkiye Etkisi

Çocuğun adres değişikliğinin velayet ve kişisel ilişkiye etkisi, Türk Medeni Hukuku’nda çocuğun üstün yararı ilkesine dayalı olarak hâkimin tetkik ve değerlendirmesiyle düzenlenen, ebeveyn hakları ile adalet dengesi arasında çözüm arayan bir hukuki kurumdur.

Çocuğun adres değişikliğinin velayet ve kişisel ilişki düzenlemelerine etkisi, Türk Medeni Hukuku çerçevesinde aile yaşamının korunması, çocuğun üstün yararı ilkesinin uygulanması ve ebeveynler arasındaki sorumluluk dengesinin gözetilmesi bakımından önem arz eden bir konudur. Velayet hakkını haiz ebeveynin başka bir şehre yahut ülkeye taşınması, yalnızca yaşam koşullarında değil, aynı zamanda çocuğun diğer ebeveyn ile kuracağı kişisel ilişki üzerinde de doğrudan etkili olmaktadır. Bu nedenle hukukî süreç, yalnızca özel hayatın gereklerine göre değil, kanun koyucunun belirlediği düzenlemeler ışığında da değerlendirilmelidir.

Velayet hakkı, yasa ve mevzuat uyarınca çocuğun bakım, eğitim, gözetim ve korunmasına dair yetki ve sorumlulukları içerir. Ancak bu yetki sınırsız değildir; her daim çocuğun üstün yararıyla kayıtlıdır. Şöyle ki, bir ebeveynin farklı bir yere taşınma iradesi, kişisel ilişki düzenini sekteye uğratacaksa, diğer ebeveynin bu hususta dava açarak düzenlemenin yeniden yapılmasını talep etmesi mümkündür.

Türk Medeni Kanunu hükümleri, çocuğun velayetinin kimde olduğundan bağımsız olarak, kişisel ilişki kurma hakkını güvence altına alır. Lakin bu hakkın somut şartlara uyarlanması gerekir. Çocuğun eğitim durumu, sağlık koşulları, psikolojik gelişimi ve sosyal çevresi gibi unsurlar, hâkimin takdir yetkisi çerçevesinde tetkik edilerek yeni bir düzenleme yapılır.

Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairelerinin uygulamalarında, ebeveynlerden birinin taşınma kararının keyfi olmaması gerektiği, zira bu kararın çocuğun hayat düzenini köklü şekilde değiştirdiği hususu özellikle vurgulanmaktadır. Halbuki yalnızca ebeveynin kişisel tercihleri değil, çocuğun menfaatleri öncelikli olarak dikkate alınmalıdır.

Yargıtay içtihatları, bu tür davalarda hakkaniyetli bir denge kurulması gerektiğini ortaya koymaktadır. Çocuğun velayetini üstlenen ebeveynin serbest dolaşım ve yerleşme hakkı ile diğer ebeveynin çocukla düzenli ilişki kurma hakkı karşı karşıya gelmektedir. Mahkeme, bu iki menfaatin çatışması hâlinde adalet ilkeleri çerçevesinde bir denge gözetmek durumundadır.

Anayasa Mahkemesi kararlarında, aile hayatının korunması ve çocuğun üstün yararı ilkesi anayasal düzeyde güvence altına alınmıştır. Ebeveynlerin bireysel özgürlükleri ile çocuğun menfaati çatıştığında, ölçülülük ilkesi gereği çocuğun yararı öncelikli kabul edilmektedir. Bu yaklaşım, Türk hukuk sisteminde anayasal değerlerin aile hukukuna yansımasının önemli bir göstergesidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ise çocuğun aile hayatına saygı hakkını, ebeveynler arasındaki ilişkilerin korunmasını ve devletin pozitif yükümlülüklerini açıkça vurgulamaktadır. Bilhâssa taşınma durumlarında, çocuğun diğer ebeveynle bağının kopmaması, süreklilik arz eden bir ilişki kurulabilmesi açısından önemli görülmektedir.

Velayet sahibi ebeveynin taşınması hâlinde, çocuğun kişisel ilişki hakkı yalnızca haftalık görüşmelerle değil, uzun süreli tatiller, yaz dönemleri veya elektronik iletişim imkânlarıyla da telafi edilebilir. Ancak her somut olayda bu düzenlemelerin ne şekilde yapılacağı mahkemenin takdirine bağlıdır.

Hukukî süreçte avukatın rolü, müvekkil adına en uygun kişisel ilişki düzenlemesini talep etmek, mevcut ilâm hükümlerinin yeni şartlara uyarlanmasını sağlamak ve çocuğun menfaatlerini kanun ve mevzuat çerçevesinde en iyi şekilde savunmaktır. Bu noktada dava dilekçelerinin teknik olarak sağlam hazırlanması ve delillerin eksiksiz sunulması önemlidir.

Tetkik edilen davalarda, ekseriyetle çocuğun eğitimine zarar vermeyecek, ebeveynler arasındaki iletişimi koparmayacak çözümler tercih edilmektedir. Zira kişisel ilişki hakkı, yalnızca ebeveynin hakkı değil, aynı zamanda çocuğun da temel bir hakkıdır.

Mevcut düzenlemelerin gözden geçirilmesi sürecinde mahkeme, pedagog ve sosyal hizmet uzmanlarının raporlarına başvurur. Bu raporlar, çocuğun psikolojik ve sosyal gelişimi açısından hangi düzenlemenin daha yararlı olacağını belirlemede yol gösterici olmaktadır.

Hâkim, taşınmanın zorunlu sebeplerden kaynaklandığı, iş veya sağlık gibi objektif gerekçelere dayandığı hâllerde farklı bir değerlendirme yapabilir. Ancak keyfi veya kötü niyetli taşınma girişimleri, çocuğun yararına aykırı bulunarak kişisel ilişki düzenlemelerinin yeniden belirlenmesine yol açar.

Çocuğun adres değişikliğinin etkileri, yalnızca bireysel haklar çerçevesinde değil, toplumun adalet duygusu açısından da önemlidir. Ebeveynler arasında hakkaniyetli bir çözüm bulunamaması, uzun süren ihtilaflara ve çocuğun psikolojik açıdan olumsuz etkilenmesine sebebiyet verebilir.

Bu nedenle, taşınma kararları sonrası açılan davalarda mahkemeler, yasa ve içtihatların ışığında, çocuğun üstün yararını merkeze alan, ebeveynler arasında makul bir denge kuran çözümler üretmektedir. Böylelikle hem adalet ilkeleri korunmakta hem de çocuğun sağlıklı gelişimi için uygun koşullar sağlanmaktadır.