Boşanma Sürecinde Velayet Talebi Hazırlığı

Boşanma sürecinde velayet, Türk Medeni Kanunu’nun 336 ve 337. maddeleri mucibince hâkimin re’sen karar verdiği, çocuğun üstün yararını esas alan ve ebeveynlerin ekonomik, sosyal, psikolojik koşullarının tetkik edilerek adaletin tesisine hizmet eden bir kurumdur.

Boşanma davaları, Türk Medeni Kanunu’nun temel düzenlemeleri çerçevesinde, yalnızca eşler arasındaki evlilik birliğinin sona erdirilmesiyle sınırlı olmayıp, çocukların velayetine ilişkin mühim meseleleri de beraberinde getirir. Çocuğun üstün yararı ilkesi, gerek ulusal mevzuat gerekse Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatlarında defaatle vurgulanan bir esas olup, hâkimin karar verirken her türlü menfaat çatışmasının üstünde tuttuğu bir mefhum olarak telâkki edilir. Bu noktada, hukuk bürosu tarafından yapılan hazırlık ve avukat aracılığıyla sunulan dilekçeler, kararın tesisinde önemli bir dayanak teşkil eder.

Velayet hakkı, kamu düzenine ilişkin bir hak olup, hâkim tarafından re’sen değerlendirilir. Şöyle ki, Türk Medeni Kanunu’nun 336 ve 337. maddeleri mucibince boşanma hâlinde müşterek çocuğun velayeti ebeveynlerden birine bırakılır. Burada hâkim, yalnızca tarafların taleplerini değil, çocuğun bakım ve gözetim koşullarını, ebeveynlerin psikolojik ve ekonomik yeterliliklerini de tetkik eder. Yargı mercileri, velayet konusunu sırf tarafların menfaatine değil, çocuğun gelişimine hizmet edecek şekilde mülâhaza eder.

Velayet uyuşmazlıklarının mâhiyet itibarıyla bireysel hak ve özgürlüklere temas etmesi, Anayasa’nın aile kurumunu ve çocuğun korunmasına ilişkin hükümleriyle doğrudan bağlantılıdır. Halbuki uygulamada, ebeveynlerden biri çoğu zaman kendi şahsi taleplerini öne çıkarmakta, bu da çocuğun haklarının ikinci plana itilmesine sebep olabilmektedir. Bu nedenle, hukuk bürosu tarafından yapılan dilekçelerde çocuğun fiziksel, duygusal ve sosyal gelişimine dair tafsilâtla açıklamalar yapılır, müteaddiden sosyal inceleme raporlarının istifade edilmesi talep edilir.

Yargıtay içtihatlarında velayet kararlarının, soyut beyanlara değil, somut delillere binâen verilmesi gerektiği istikrarlı biçimde vurgulanmaktadır. İlaveten, Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Daireleri de özellikle çocuğa yönelik psikolojik veya fiziksel istismar iddiaları hâlinde, delillerin hukuka uygun şekilde toplanıp değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. Böylece velayet meselesinin yalnızca medeni hukuk değil, ceza yargılaması boyutuyla da kesişebildiği gözlemlenir.

Velayetin düzenlenmesinde uluslararası hukuk da dikkate alınır. AİHM içtihatları, ebeveynlik haklarının korunması ile çocuğun menfaatleri arasındaki dengeyi, adalet ilkesi çerçevesinde tartışır. Lakin AİHM, daima çocuğun yararını ağır basan bir unsur olarak görür ve devletlerin geniş takdir yetkisini bu ilkenin sınırları içinde telâkki eder. Bu yaklaşım, Türk hukukunda hâkimin geniş takdir yetkisiyle paralellik arz eder.

Hukukî sürecin sağlıklı yürütülmesi için dilekçelerin hazırlanmasında kullanılan delillerin çeşitliliği büyük ehemmiyet taşır. Bilhâssa ebeveynlerin ekonomik durumlarını gösteren belgeler, sosyal çevrelerine dair tanık beyanları, çocuğun okul ve sağlık kayıtları tafsilâtla dosyaya sunulmalıdır. Bu belgeler, hâkimin hükmünce karar verirken istifade ettiği temel araçlar arasında yer alır.

Velayet meselesinde çoğu zaman taraflar arasında ihtilâfen tartışmalar doğar. Ebeveynlerden biri, diğerinin ebeveynlik kapasitesine yönelik ağır ithamlarda bulunabilir. Ancak bu iddialar delillendirilmediği takdirde hukuki değeri sınırlı kalır. Bilâkis, somutlaştırılmış ve mevzuata uygun şekilde sunulmuş belgeler, mahkemenin kanaatini doğrudan etkiler. Çocuğun pedagojik ve psikolojik gelişimi bu çerçevede ayrı bir önem arz eder.

Türk Medeni Kanunu’nun öngördüğü velayet düzenlemesi, yalnızca ebeveynlere değil, çocuğun toplumsal varlığına da yöneliktir. Zira çocuğun kimlik inşası, sosyal ilişkileri ve geleceğe dair imkânları velayet kararının doğrudan sonuçları arasında yer alır. Bu nedenle, avukat tarafından yapılan hazırlık süreci, yalnızca usulî bir zorunluluk değil, aynı zamanda adaletin tesisine yönelik bir katkı olarak telâkki edilmelidir.

Velayet uyuşmazlıklarında çoğu kez sosyal inceleme raporları, hâkimin kararında belirleyici rol oynar. Bu raporlar, sosyal hizmet uzmanları tarafından çocuğun yaşam koşullarını tafsilâtla inceleyen belgeler olup, mahkemenin mülâhazasında önemli bir yere sahiptir. Hâkim, bu raporların yanında tanık beyanlarını ve tarafların sunduğu belgeleri de tetkik ederek ilâmını oluşturur.

Mevzuatın öngördüğü düzenlemeler çerçevesinde, çocuğun üstün yararı ilkesinin yalnızca teorik bir kavram olmaktan çıkarılıp somut olaylarda tatbik edilmesi, velayet kararlarının istikrarını sağlar. Ancak bu istikrarın sağlanabilmesi için hukukî sürecin tüm taraflarının sorumluluk bilinciyle hareket etmesi icap eder. Burada avukatın rolü, yalnızca müvekkilini temsil etmek değil, aynı zamanda yargı mercilerine yol gösterici bir hukuki çerçeve sunmaktır.

Velayetle ilgili uyuşmazlıkların çözümünde, Anayasa Mahkemesi kararları da önemli ışık tutar. Çocuğun üstün yararı ilkesinin anayasal güvence altında bulunması, hâkimlerin verdiği kararların hak temelli bir zeminde şekillenmesini sağlar. Hâliyle, velayet düzenlemeleri yalnızca medeni hukuk alanında değil, temel hak ve özgürlükler perspektifinde de değerlendirilir. Bu mülâhaza, uygulamada daha adil ve dengeli kararların verilmesine katkı sunar.

Velayet meselesinin mâna ve mahiyet itibarıyla aile kurumunu doğrudan etkilemesi, toplumsal boyutu da beraberinde getirir. Bu bakımdan, velayet düzenlemeleri yalnızca bireysel haklarla sınırlı olmayıp, kamu düzenine ilişkin yönleriyle de mütalaa edilir. Kanun koyucunun öngördüğü hükümler, hâkimlerin geniş takdir yetkisiyle birleştiğinde, çocuğun gelişimine en uygun kararların verilmesine imkân tanır.

Tarafların, boşanma sürecinde velayet meselesine dair hazırlık yaparken hukuki danışmanlıktan istifade etmesi, sürecin sağlıklı ilerlemesi bakımından elzemdir. Zira hatalı veya eksik dilekçeler, velayet hakkının kaybedilmesine yol açabilir. Mukabilinde, usulüne uygun hazırlanmış ve delillerle desteklenmiş talepler, çocuğun yararını merkeze alan bir kararın verilmesini kolaylaştırır.

Velayet uyuşmazlıklarının çözümünde usule ve esasa dair ayrıntılı bir hazırlık yapılması hayati önemdedir. Bu hazırlığın profesyonel bir perspektifle yürütülmesi, hem ebeveynin haklarını hem de çocuğun menfaatlerini korur. Bu bağlamda, aile hukuku konularında uzmanlaşmış bir avukatın desteği, yalnızca mevzuata uygun dilekçelerin hazırlanmasını sağlamakla kalmaz; aynı zamanda hâkimin kanaatini etkileyecek delillerin hukuka uygun biçimde dosyaya kazandırılmasına da hizmet eder. Böylelikle, çocuğun üstün yararı doğrultusunda adaletin tesisine katkı sunulmuş olur.