Aile Hukuku
Boşanma, tazminat, nafaka ve velayet davalarında hukuki danışmanlık ve dava takibi hizmeti.
Bireylerin özel hayatlarında karşılaştıkları en hassas ve şahsî nitelikli ihtilafların çözümünü konu edinen aile hukuku, yalnızca eşler arasındaki ilişkileri değil, aynı zamanda çocukların durumu, mal rejimleri, soybağı gibi bir dizi hukukî düzenlemeyi de içerir.
Aile hukukunda, boşanma süreci taraflar arasındaki irade uyumuna göre iki ana başlık altında değerlendirilir: Anlaşmalı boşanma ve çekişmeli boşanma. Anlaşmalı boşanma süreci, tarafların boşanmanın malî sonuçları ve çocukların durumu hususunda mutabakata varmalarıyla şekillenir. Bu kapsamda, anlaşmalı boşanma için protokol tanzimi ve hukukî mütalaa verilmesi hizmetiyle, tarafların menfaatlerini gözeten ve yargılama sürecini kolaylaştıran nitelikte bir boşanma protokolü hazırlanmakta; anlaşmanın hukuka uygunluğu yönünde danışmanlık ve dava takibi hizmeti sunulmaktadır. Zira anlaşmalı boşanma sürecinin, usul kurallarına uygun şekilde yürütülmesi ve mahkemece hızlı şekilde sonuçlandırılması büyük önem taşır. Bu nedenle anlaşmalı boşanma davası açılması ve dava sürecinin takip edilerek neticelendirilmesi hizmeti çerçevesinde, mahkemeye sunulacak belgelerin hazırlanması, duruşmaya katılım ve kararın kesinleşme sürecinin izlenmesi sağlanır.
Taraflar arasında boşanma koşulları üzerinde bir uzlaşı bulunmadığı durumlarda ise çekişmeli boşanma davası açılması ve dava sürecinin takip edilerek neticelendirilmesi gerekmektedir. Bu tür davalarda kusur oranları, maddî ve manevî tazminat talepleri, çocukların velayeti ve nafaka gibi birçok yönlü husus incelenmektedir. Bu süreçte delillerin toplanması, tanıkların dinlenmesi ve uzman mütalaalarının sunulması gibi aşamalar mevcuttur. Çekişmeli boşanma davalarında en temel unsur, boşanmanın dayandığı hukukî nedenin ispat edilmesidir. Türk Medeni Kanunu'nda düzenlenen genel boşanma sebebi olan "evlilik birliğinin temelinden sarsılması" iddiası, evlilik ilişkisinin sürdürülemez hâle geldiğini ortaya koyan somut vakıalarla desteklenmelidir. Bunun dışında zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış, terk ve akıl hastalığı gibi özel boşanma sebeplerinin ileri sürülmesi hâlinde ise bu nedenlerin varlığı ayrıca ispatlanmalıdır. Her durumda, dava açan tarafın karşı tarafın kusurunu ortaya koyacak biçimde olayları belgeleyebilmesi önemlidir.
Davanın başarılı bir şekilde ilerlemesi için dava dilekçesinin hukukî dayanaklara uygun biçimde hazırlanması, tanık listelerinin zamanında sunulması ve dava konusuna ilişkin delillerin eksiksiz olarak dosyaya kazandırılması gerekir. Bu kapsamda sunulacak deliller; mesaj kayıtları, sosyal medya içerikleri, sağlık raporları, kolluk tutanakları, banka dökümleri ve diğer yazılı belgeler olabilir. Tanıkların beyanları, özellikle tarafların evlilik süresindeki davranışlarını ve kusur iddialarını aydınlatacak nitelikte olmalıdır. Velayet, nafaka ve tazminat talepleri bakımından da, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarının tespiti amacıyla bilirkişi raporları, SGK dökümleri ve yaşam standartlarını ortaya koyan belgeler sunulmalıdır ve Mahkemeden kolluk marifetiyle sosyal ve ekonomik durum araştırması talep edilmelidir.
Çekişmeli boşanma davalarında çocukların durumu ise ayrı bir hassasiyetle ele alınır. Velayet talebi olan tarafın çocukla ilişkisi, bakım yeterliliği, yaşam koşulları ve çocuğun psikolojik gelişimine sağlayacağı katkı dikkate alınır. Mahkemeler bu konuda sosyal hizmet uzmanlarının veya pedagogların incelemelerine başvurabilir, çocukla birebir görüşmeler yapılabilir. Aynı şekilde iştirak ve yoksulluk nafakası talepleri de, tarafların gelir durumu ve çocuğun ihtiyaçları çerçevesinde değerlendirilir. Bu yönüyle dava, yalnızca eşler arası bir hukukî ihtilaf değil, aynı zamanda çocuğun üstün yararının korunduğu çok yönlü bir sosyal süreçtir. Bu hizmet, yalnızca dava sürecinde temsil ve takiple sınırlı kalmayıp, yargılama sonrası hükmün uygulanması, nafaka ve tazminat alacaklarının tahsili için icra işlemlerinin yürütülmesi, gerekirse istinaf veya temyiz başvurularının hazırlanması gibi aşamaları da kapsar. Ayrıca boşanma davası yanında, mal rejimi tasfiyesi davası gibi bağlantılı davaların açılması, aile konutu şerhi talepleri, soyadı değişikliği ya da velayet değişikliği gibi ikincil süreçlerin başlatılması zorunluluğu da doğabilmektedir.
Evlenme akdi öncesinde taraflar, mal rejimini belirleyerek muhtemel uyuşmazlıkların önüne geçebilirler. Bu doğrultuda sunulan eşlere evlenme öncesi safhada, uygulanacak mal rejimi sözleşmelerinin tanzimi ve tüm yönlerini kapsayacak şekilde hukukî danışmanlık hizmetiyle, edinilmiş mallara katılma, mal ayrılığı veya paylaşmalı mal ayrılığı rejimleri arasında bilinçli bir tercih yapılması sağlanır.
Boşanma sonrasında gündeme gelen mal paylaşımı süreçleri, uygulamada en karmaşık hukukî sorunlardan birini teşkil eder. Mal rejimi tasfiyesi davalarının takip edilerek neticelendirilmesi hizmetiyle, evlilik süresince edinilen malların hangi eşe hangi oranda ait olduğu yönündeki iddialar hukukî ve malî analizle desteklenerek mahkemeye sunulur.
Nafaka, hem eşin hem de çocuğun yaşam standardının korunmasına yönelik bir hukukî müessesedir. Nafaka davası açılması ve dava sürecinin takip edilerek neticelendirilmesi kapsamında, yoksulluk, iştirak ve tedbir nafakası türlerinde taleplerin yöneltilmesi, uygun nafaka miktarının tespiti ve sürecin etkili şekilde yürütülmesi sağlanır. Ayrıca nafaka borcunun ödenmemesi durumunda nafaka alacaklarının icra işlemlerinin yapılması ve takip edilerek neticelendirilmesi yoluyla alacakların tahsili temin edilmektedir.
Aile içi ilişkilerde kişilik haklarının ihlâli, özellikle aldatma fiilinin varlığı halinde manevî tazminat gündeme gelebilir. Bu çerçevede aldatan eş ve 3. kişi hakkında manevî tazminat davası açılması ve takibi hizmetiyle, mağdur eşin kişilik haklarının korunması ve uğradığı manevî zararın giderilmesi hedeflenir.
Soybağının tesisi ve nesebin reddi, çocuğun hukukî statüsünü doğrudan etkileyen kritik meselelerdir. Soy bağının kurulması davası açılması ve dava sürecinin takip edilerek neticelendirilmesi hizmetiyle, babalık karinesinin çürütülmesi veya çocuk ile anne arasında hukukî bağın kurulması amaçlanır. Buna karşılık, nesebin reddi davası açılması ve dava sürecinin takip edilerek neticelendirilmesi hizmetiyle, babalık karinesine itiraz edilerek soybağı ilişkisi sonlandırılmak istenir.
Ayrıca çocuğun menfaatinin korunması, velayet düzenlemesi ve çocuğun malları üzerindeki işlemler bağlamında önem arz eder. Müşterek çocukların velayetinin verilmesi için taleplerin takibi ve neticelendirilmesi hizmetiyle çocuğun üstün yararına uygun kararların alınması hedeflenir. Buna ek olarak, çocuğun mallarının korunması davası açılması ve dava sürecinin takip edilerek neticelendirilmesi hizmetiyle çocuğa ait malvarlığının kötüye kullanılmasına karşı hukukî koruma sağlanır.
Milletlerarası unsurlar içeren aile hukuku ihtilaflarında, yabancı ülkelerde verilmiş boşanma kararlarının Türkiye’de geçerli olabilmesi için tanıma ve tenfiz süreçleri gereklidir. Yabancı ülke mahkemelerinden alınan boşanma kararlarının tanınması ve tenfizi davası açılması ve dava sürecinin takip edilerek neticelendirilmesi hizmeti, hem usul hem de esasa ilişkin birçok teknik ayrıntının gözetilmesini gerektirir. Bu süreç, Türkiye’de yeniden yargılama yapılmadan kararın geçerlilik kazanmasını sağlar.
Aile hukuku alanında ortaya çıkan her bir uyuşmazlık, hem hukukî hem de insanî boyutlarıyla derinlikli bir analiz gerektirir. Bu nedenle, aile ilişkilerinin korunması ve sona erdirilmesi süreçlerinde hukukî destek, tarafların hak ve menfaatlerinin en etkin şekilde gözetilmesine olanak tanımaktadır.
Aile Hukuku bağlamında, büromuzca sunulan hukukî hizmetler şu şekildedir:
BOŞANMA SÜREÇLERİ VE NETİCELERİNE DAİR HUKUKİ HİZMETLER
Anlaşmalı boşanma için protokol tanzimi ve hukukî mütalaa verilmesi: Anlaşmalı boşanma, tarafların evlilik birliğini sona erdirme konusunda iradelerinin tam olarak örtüştüğü ve boşanmanın tüm hukukî, ekonomik ve ailevi sonuçları üzerinde mutabakata vardıkları bir dava türü olup, Türk Medeni Kanunu’nun m. 166/3 hükmünde düzenlenmiştir. Bu hükme göre, evlilik en az bir yıl sürmüş olmalı ve eşler birlikte başvurmalı veya bir eşin açtığı davayı diğeri kabul etmelidir; ancak asıl belirleyici unsur, tarafların boşanmanın sonuçlarına dair bir protokol düzenleyerek bunu mahkeme huzurunda onaylamalarıdır. Bu protokol, yalnızca şekli bir belge olmaktan çok, boşanmanın doğuracağı her türlü hakkın ve yükümlülüğün —misal olarak yoksulluk nafakası, iştirak nafakası, velayet düzenlemesi, kişisel ilişki tesisi, maddî ve manevî tazminat, mal rejiminin tasfiyesi, taşınmazların devri, ev eşyalarının paylaşımı gibi— açık ve net biçimde kararlaştırıldığı, ileride doğabilecek anlaşmazlıkları önleyecek nitelikte detaylı bir metin olmalıdır. Hukukî mütalaa hizmeti ise bu aşamada kritik bir rol üstlenir; zira tarafların hazırladığı protokolün sadece karşılıklı irade beyanlarını içermesi yeterli değildir, metnin Türk Medeni Kanunu’na, içtihatlara, kamu düzenine ve özellikle çocuk haklarına uygunluğu da değerlendirilmelidir. Mahkeme hâkimi, protokolün bu koşulları taşıyıp taşımadığını denetler ve uygun bulmadığı takdirde taraflara düzeltilmesi için süre verebilir ya da anlaşmalı boşanmayı kabul etmeyebilir. Bu nedenle, uzman bir hukukçu tarafından sunulan mütalaa hizmetiyle, protokolde kullanılan ifadelerin hukuken bağlayıcı ve açık olmasına, tarafların iradelerinin gerçeği yansıtmasına, ileride iptal, tenkis veya tazminat davalarına yol açacak muğlaklıkların ortadan kaldırılmasına dikkat edilir. Ayrıca, protokolde kararlaştırılan hususların uygulanabilirliği, tarafların ekonomik ve sosyal durumlarına uygunluğu, hâkimin kamu düzeni açısından müdahale ihtimali doğuracak unsurların bulunup bulunmadığı gibi konular da ayrıntılı olarak analiz edilir. Bu hizmet, sadece bir belge hazırlama işi değil, boşanmanın taraflar açısından telafisi güç hak kayıplarına yol açmaksızın hukukî güvenlik içinde gerçekleşmesini sağlayan, boşanmanın etkilerini en az zararla yönetmeye yönelik teknik ve stratejik bir danışmanlık sürecidir.
Anlaşmalı boşanma davası açılması ve dava sürecinin takip edilerek neticelendirilmesi: Anlaşmalı boşanma davası, eşlerin evlilik birliğini sona erdirme konusunda karşılıklı ve tam bir irade birliği içinde oldukları, boşanmanın mali ve kişisel tüm sonuçlarını aralarında anlaşarak belirledikleri bir yargılama sürecini ifade eder ve Türk Medeni Kanunu’nun m. 166/3. hükmü uyarınca düzenlenmiştir. Bu dava türünde, en az bir yıl süreyle evli kalmış olan eşlerin birlikte mahkemeye başvurmaları ya da bir eşin açtığı boşanma davasının diğer eş tarafından açıkça kabul edilmesi zorunludur. Dava süreci, taraflarca hazırlanmış ve imzalanmış olan anlaşmalı boşanma protokolünün, dava dilekçesiyle birlikte mahkemeye sunulmasıyla başlar. Bu protokolde, özellikle velayet, nafaka, tazminat, mal paylaşımı, kişisel ilişki düzenlemeleri gibi başlıkların ayrıntılı şekilde yer alması ve hukuka uygun olarak düzenlenmiş olması şarttır. Mahkeme, tarafları duruşmaya davet ederek, bizzat dinler ve boşanma iradelerinin özgürce ortaya konup konulmadığını değerlendirir; hâkimin kanaatine göre protokolde gerekirse değişiklik yapılması da talep edilebilir. Bu noktada, dava sürecinin hukukî bilgi ve usul bilgisiyle yürütülmesi büyük önem taşır; çünkü protokol ne kadar eksiksiz hazırlanmış olursa olsun, duruşma öncesi ve sırasındaki ifade tutanaklarında yer alan çelişkili ya da yetersiz beyanlar, davanın reddiyle sonuçlanabilir. Bu hizmet, sadece dava dilekçesinin hazırlanmasından ibaret olmayıp, protokolün mahkeme tarafından kabul edilebilir hâle getirilmesi, tarafların haklarının ve yükümlülüklerinin eşit ve adil biçimde dengelendiğinden emin olunması, duruşmaya katılımın organize edilmesi ve kararın kesinleştirilmesine kadar geçen tüm süreci kapsamaktadır. Ayrıca, kararın kesinleşmesiyle birlikte velayet kararlarının icrası, nafaka ödeme yükümlülüğünün başlatılması, tapu veya araç devir işlemleri gibi uygulamaya ilişkin işlemler de çoğu zaman bu sürecin bir uzantısı olarak hukukî destek gerektirir. Hâkimin, anlaşmalı boşanmayı onaylaması ve tarafların iradelerini duruşma esnasında tekrarlaması hâlinde verilen karar kesinleşinceye kadar geçen süre boyunca yapılacak işlemlerin eksiksiz ve hızlı şekilde yürütülmesi, taraflar açısından boşanmanın pratikte de uygulanabilir sonuçlar doğurmasını sağlar. Bu nedenle, anlaşmalı boşanma süreci ne kadar uzlaşmaya dayansa da, hukukî danışmanlık ve profesyonel temsil desteği ile yürütüldüğünde hem hak kayıplarının önüne geçilir hem de psikolojik ve sosyal olarak daha az yıpratıcı bir sonuç elde edilir.
Çekişmeli boşanma davası açılması ve dava sürecinin takip edilerek neticelendirilmesi: Çekişmeli boşanma davası, eşler arasında evliliğin sona erdirilmesi konusunda irade birliği bulunmadığı veya boşanmanın hukukî ve mali sonuçları üzerinde anlaşma sağlanamadığı durumlarda açılan, çoğu zaman kapsamlı delil sunumu, tanık beyanları, bilirkişi incelemeleri ve uzun süren yargılama süreçlerini içeren karmaşık bir dava türüdür. Türk Medeni Kanunu’nun 161 ila 166. maddeleri arasında düzenlenen boşanma sebeplerinden biri veya birkaçı ileri sürülerek açılabilen bu davada, davacı eş evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını, zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış, terk, akıl hastalığı gibi özel boşanma nedenlerinden birinin mevcut olduğunu ve artık ortak yaşamın sürdürülemeyeceğini mahkemeye delillerle ispatlamak zorundadır. Dava dilekçesi hazırlanırken boşanma sebebi açıkça ve hukukî temele dayalı şekilde ifade edilmeli, varsa fiziksel veya psikolojik şiddet, aldatma, ekonomik baskı gibi olaylara dair fotoğraf, tanık, mesaj kayıtları, ses kayıtları, hastane raporları, sosyal medya paylaşımları, adli kayıtlar gibi deliller dikkatle toplanmalıdır. Aynı zamanda, bu dava yalnızca boşanma talebini değil, aynı zamanda velayet, nafaka (tedbir, yoksulluk, iştirak), maddî-manevî tazminat ve mal paylaşımı gibi talepleri de içerdiğinden, geniş kapsamlı bir hazırlık gerektirir. Dava sürecinde önce ön inceleme duruşması yapılır, ardından tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde tanıklar dinlenir, bilirkişi raporları alınır ve gerekli hâllerde sosyal hizmet uzmanı, pedagog veya psikolog desteğiyle çocuğun üstün yararı gözetilerek velayet değerlendirmesi yapılır. Tarafların talep ve savunmaları arasında ciddi farklılıklar bulunduğundan, hâkim olayların oluş zamanını, kusur oranını ve evlilik birliğinin devam etme olasılığını ayrıntılı biçimde değerlendirir. Bu hizmet kapsamında, çekişmeli boşanma davasının açılmasından önce somut olayın hukukî analizi yapılır; dava dilekçesi ve karşı dava dilekçesi titizlikle hazırlanır, duruşmalara katılım sağlanır, delillerin toplanması, tanıkların hazırlanması, uzman görüşlerinin sunulması ve yargılamanın her aşamasının etkin şekilde takibi gerçekleştirilir. Ayrıca, hüküm sonrasında gerekirse istinaf veya temyiz başvuruları da yapılarak kararın denetimi sağlanır. Çekişmeli boşanma davaları çoğu zaman sadece hukukî bir uyuşmazlık değil, aynı zamanda taraflar arasında ciddi duygusal, sosyal ve ekonomik etkiler doğuran süreçlerdir; bu nedenle dava sürecinin profesyonelce yönetilmesi, hem hak kayıplarının önlenmesi hem de tarafların hukukî güvenlik içinde yargılamayı tamamlaması açısından büyük önem taşır. Uzman bir hukukçu desteğiyle yürütülen çekişmeli boşanma davalarında yalnızca davayı kazanmak değil, aynı zamanda uzun vadede sürdürülebilir ve adil bir çözüm elde etmek de temel hedef olmalıdır.
Boşanma sonrası soyadı değişikliği talebi ve dava süreci: Boşanma kararı ile birlikte, kadın eşin evlilik sırasında aldığı eşinin soyadını kullanma hakkı kendiliğinden sona erer; ancak kadın, evlilik soyadını kullanmaya devam etmek istiyorsa, Türk Medeni Kanunu’nun m. 173 hükmü uyarınca "meşru menfaatin varlığı" gerekçesiyle boşanma sonrası soyadı kullanma davası açarak bu talebini mahkemeye iletebilir. Meşru menfaatin varlığı; kişinin mesleki tanınırlığı, akademik unvanlarının bu soyadı ile özdeşleşmiş olması, çocuklarıyla soyadı birliğinin korunması, kamuoyundaki bilinirlik, bürokratik işlemlerde zorluk yaşamamak gibi çok çeşitli nedenlere dayanabilir ve her somut olayda mahkeme tarafından ayrı ayrı değerlendirilir. Bu davada önemli olan husus, soyadının kullanılmaya devam edilmesinin eski eşin kişilik haklarını ihlal etmemesi ve davacının gerçekten haklı, objektif bir menfaate sahip olduğunu ispatlamasıdır.
Evlilik birliğinin temelinden sarsılması iddiası olmadan ayrılık davası açılması: Ayrılık davası, Türk Medeni Kanunu’nun m. 170. hükmü kapsamında düzenlenen ve evlilik birliğinin sona erdirilmesini değil, tarafların belirli bir süre boyunca hukuken ayrı yaşamalarına imkân tanıyan hususî bir dava türüdür. Bu dava, özellikle evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı iddiası ileri sürülmeden, ancak tarafların birlikte yaşamalarının artık geçici olarak mümkün olmadığı durumlarda başvurulan, boşanma müessesesi ile karıştırılmaması gereken geçici ve dengeleyici bir hukukî çözümdür. Ayrılık kararı, genellikle taraflar arasında yaşanan geçici uyumsuzluklar, duygusal çatışmalar, psikolojik gerilimler veya evlilikte yaşanan geçici krizin taraflarca geri dönülebilir görüldüğü durumlarda tercih edilir. Mahkeme, evlilik birliğinin henüz onarılamayacak düzeyde sarsılmadığını, ancak ortak yaşamın da taraflar açısından şu an için sürdürülemez olduğunu kanaat getirirse, genellikle 1 ila 3 yıl arasında değişen sürelerle ayrılığa karar verir. Bu karar, taraflara ayrı yaşama hakkı tanıdığı gibi, bu süre içinde evlilik birliğinin korunup korunamayacağının denenmesine de imkân verir. Ayrılık kararı sırasında mahkeme, taraflar arasında nafaka düzenlemesi, çocukların geçici velayeti, kişisel ilişki düzeni, konuttan kimin ayrılacağı, eşlerden birinin geçici korunmaya alınması gibi konularda da geçici önlemler alabilir. Dava, boşanma gibi tarafların evlilik bağını sona erdirme iradesiyle açılmadığı için, hem sosyal hem hukukî sonuçları itibarıyla daha sınırlı ve koruyucu bir niteliğe sahiptir. Bu hizmet kapsamında, evlilik birliğinin içinde bulunduğu durumun dikkatli analiz edilmesi, ayrılığın gerekçesinin hukukî dile dökülerek dava dilekçesinin hazırlanması, mahkemeye sunulacak belgelerin toplanması, gerektiğinde taraflar adına nafaka veya velayet konularında geçici talepte bulunulması, duruşma sürecinin takibi ve ayrılık süresinin sonunda mahkeme kararının sonuçlarının değerlendirilmesi gibi aşamalar profesyonel biçimde yürütülür. Ayrılık davası, çoğu zaman boşanma öncesi son bir çözüm olarak tercih edilir ve taraflara düşünme, kendi sınırlarını gözden geçirme ve evliliğin devamı konusunda karar verme imkânı tanır. Bu nedenle, hem aile birliğinin korunmasına duyulan saygı hem de bireylerin şahsi haklarının güvence altına alınması açısından önemli bir yargısal müessesedir.
NAFAKA DAVALARI VE İCRA TAKİPLERİNE DAİR HUKUKİ HİZMETLER:
Nafaka davası açılması ve dava sürecinin takip edilerek neticelendirilmesi: Nafaka davası, evlilik birliği içinde veya boşanma sonrasında ekonomik olarak zayıf durumda bulunan eşin ya da çocuğun geçimini sağlamak amacıyla diğer taraftan mali katkı talep etmesi üzerine açılan ve Türk Medeni Kanunu’nun 175, 182 ve 186. maddeleri başta olmak üzere çeşitli hükümlerine dayanan önemli bir aile hukuku davasıdır. Nafaka türleri arasında yer alan tedbir nafakası, boşanma davası süresince geçici geçimi sağlamaya yönelik olup, mahkemece resen veya talep üzerine hükmedilebilirken; yoksulluk nafakası, boşanma sonrası yoksulluğa düşecek olan taraf lehine hükmedilir ve süreli ya da süresiz olabilir. İştirak nafakası ise, boşanma sonrasında velayet kendisine verilmeyen ebeveynin, çocuğun bakım, eğitim ve sağlık giderlerine katılımını ifade eder. Nafaka davasında hâkim, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarını dikkate alarak adaletli bir nafaka tutarına hükmeder; bu kapsamda SGK kayıtları, maaş bordroları, malvarlığı bilgileri, banka hesap dökümleri gibi deliller dosyaya sunulur. Açılacak dava, bağımsız bir nafaka talebini içerebileceği gibi boşanma davasıyla birlikte veya sonrasında da açılabilir. Bu hizmet, nafaka talebinin hukukî dayanaklarla gerekçelendirilerek dava dilekçesinin hazırlanması, ekonomik koşulları gösteren belgelerin toplanması, karşı tarafın beyan ve itirazlarının değerlendirilmesi, duruşmaların takibi, gerektiğinde bilirkişi incelemelerine iştirak edilmesi ve nihai hükmün kesinleştirilmesi sürecinin tamamını kapsar. Ayrıca karar sonrası hükmedilen nafakanın düzenli şekilde ödenmemesi hâlinde icra takibi başlatılması ve yasal tahsil süreçlerinin yürütülmesi de hizmetin devamı niteliğindedir.
Nafaka alacaklarının icra işlemlerinin yapılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Nafaka borçlusu tarafından hükmedilen nafakanın ödenmemesi hâlinde, alacaklının icra yoluna başvurma hakkı mevcuttur. Bu doğrultuda ilamlı icra takibi başlatılarak ödeme emri düzenlenir ve gerektiğinde cebri icra işlemleri yürütülür. İcra takibinin etkin ve usule uygun yürütülmesi, alacağın hızlı tahsili bakımından önem arz eder.
İştirak nafakasının artırılması veya azaltılması davası: Çocuğun ihtiyaçlarındaki artış veya velayet sahibi ebeveynin gelir durumundaki değişiklikler doğrultusunda iştirak nafakasının yeniden belirlenmesi talep edilebilir. Bu dava ile çocuğun yaşam koşullarına uygun bir katkı sağlanması hedeflenir.
Yoksulluk nafakasının kaldırılması veya süresinin sınırlandırılması talepleri: Boşanma sonrası hükmedilen yoksulluk nafakası, şartlar değiştiğinde mahkemeden kaldırılabilir ya da azaltılabilir. Özellikle nafaka alan kişinin çalışmaya başlaması veya evlenmesi gibi durumlarda bu hizmet önem arz eder.
TAZMİNAT DAVALARI VE İCRA SÜREÇLERİNE DAİR HUKUKİ HİZMETLER
Nişanın bozulması temelinde açılacak maddî ve manevî tazminat davaları: Nişanlılık müessesesi, her ne kadar evlilik gibi hukukî sonuçlar doğuran bir birliktelik olmasa da, Türk Medeni Kanunu’nun 118 ve devamı maddeleri uyarınca hukuken korunan ciddi bir sosyal ilişkidir ve haklı bir neden olmaksızın nişanın bozulması hâlinde taraflar arasında maddî ve manevî tazminat sorumluluğu doğabilir. Nişanın bozulması sonucunda, özellikle evlilik hazırlıkları kapsamında yapılan masraflar (nişan töreni giderleri, takılar, eşya alımları, davetiyeler vb.) ile nişanlının veya ailesinin maruz kaldığı zararın giderilmesi amacıyla maddî tazminat, kişilik haklarının zedelenmesi, toplum önünde küçük düşme, hayal kırıklığı ve duygusal yıkım gibi sebeplerle ise manevî tazminat talep edilebilir. Dava, haksız olarak nişanı bozan tarafa karşı, diğer taraf veya onun anne ve babası gibi yakınları tarafından, nişanın sona erdiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılmalıdır; bu süre hak düşürücü niteliktedir. Davada hâkim, tarafların sosyal çevresi, nişanın süresi, yapılan masrafların kapsamı, nişanın bozulma şekli ve olayların oluş biçimini değerlendirerek uygun bir tazminata hükmeder. Bu hizmet, nişanın haksız nedenle bozulduğu yönündeki hukukî gerekçelerin dilekçeye dökülmesi, yapılmış masrafların ve yaşanan kişisel mağduriyetin belgelendirilmesi, tanıkların tespiti ve dinletilmesi, dava sürecinin etkin şekilde yürütülmesi ve mahkeme kararının icra kabiliyetine kavuşturulması gibi tüm aşamaları kapsamaktadır. Böylece hem uğranılan maddî kayıplar hem de manevî yıpranma hukukî yollarla telafi edilmeye çalışılır.
Tazminat alacaklarının icra işlemlerinin yapılması ve takip edilerek neticelendirilmesi: Mahkeme tarafından hükmedilen maddî ve manevî tazminat kararlarının yerine getirilmemesi durumunda, icra daireleri nezdinde ilamlı icra takibi başlatılır. Alacaklının haklarını teminat altına almak amacıyla taşınır ve taşınmazlara haciz konulması, banka hesaplarına bloke uygulanması gibi yollar kullanılarak tahsil süreci yürütülür. Bu süreçte yasal sürelerin ve prosedürlerin doğru işletilmesi büyük önem taşır.
VELAYET, ÇOCUK HAKLARI VE ÇOCUKLA KİŞİSEL İLİŞKİ KURULMASINA DAİR HUKUKİ HİZMETLER
Müşterek çocukların velayetinin verilmesi için taleplerin takibi ve neticelendirilmesi: Boşanma veya ayrılık sürecinde en önemli hukukî ve duygusal meselelerden biri, müşterek çocukların velayetinin kime verileceği konusudur. Türk Medeni Kanunu’nun 336 ve devamı maddeleri uyarınca, hâkim velayet konusunda karar verirken çocuğun üstün yararını esas alır ve tarafların taleplerini, ebeveynlerin çocuğa sağlayacağı fiziksel, duygusal ve sosyal imkânları, bakım ve gözetim kapasitelerini, yaşam koşullarını, çocuğun yaşı ve ihtiyaçlarını ayrıntılı biçimde değerlendirir. Bu süreçte pedagog raporları, sosyal inceleme sonuçları, çocuğun eğitim durumu, tarafların birbirleriyle ve çocukla olan iletişim biçimleri önemli rol oynar. Ebeveynlerden biri ya da her ikisi tarafından velayet talebinde bulunulabilir ve dava süresince geçici tedbir kararıyla çocuk bir ebeveyne bırakılabilir. Bu hizmet, velayet talebinin gerekçelendirilmesi, ilgili belgelerin toplanması, tanık beyanlarının düzenlenmesi, gerektiğinde uzman görüşlerinin alınması, duruşmalara katılım ve velayete ilişkin nihai kararın uygulanmasına kadar tüm yargı sürecinin titizlikle takibini kapsar. Ayrıca velayet kararından sonra çocuğun teslimi, kişisel ilişki düzenlemesi ve gerekiyorsa velayet değişikliği için başvuruların yapılması gibi sonraki işlemler de hizmetin devamı niteliğindedir. Amaç, çocuğun fiziksel güvenliği ve ruhsal bütünlüğünü esas alarak, onun sağlıklı gelişimine en uygun ebeveyn yanında yaşamasını hukukî güvence altına almaktır.
Çocuğun Mallarının Korunması davası açılması ve dava sürecinin takip edilerek neticelendirilmesi: Çocuğa ait malvarlığının korunması amacıyla mahkemeden izin alınması gereken hâllerde, çocuğun menfaatine uygun kararların alınması önem taşır. Özellikle velilerin kötüye kullanım ihtimali bulunan durumlarda, malvarlığı üzerindeki tasarruflara sınırlama getirilmesi için dava yoluna gidilir. Bu süreçte çocuk lehine alınacak tedbir kararları ile hukukî güvence sağlanır.
Çocuğun teslimi ve kişisel ilişki kurulması taleplerinin takibi: Türk Medeni Kanunu'nun m. 182 hükmü uyarınca, boşanma veya ayrılık sonrası velayet hakkı kendisine verilmeyen ebeveyn ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulması bir hak olduğu kadar çocuğun gelişimsel ihtiyaçları açısından da zorunluluktur. Mahkeme, çocuğun yaşı, eğitimi, sağlık durumu, ebeveynlerin sosyal ve ekonomik koşulları gibi birçok unsuru dikkate alarak kişisel ilişki kurulacak zaman aralıklarını belirler. Belirlenen gün ve saatlerde çocuğun diğer ebeveyne teslimi, kimi zaman velayet hakkına sahip tarafça engellenebilmektedir. Bu gibi durumlarda çocuğun teslimi için icra müdürlüğü kanalıyla işlem yapılması, çocuğun psikolojik açıdan zarar görmeden ebeveyniyle ilişki kurabilmesini sağlamak bakımından dikkatle yürütülmesi gereken bir süreçtir. Bu hizmet, hem kişisel ilişki kurulmasına yönelik talebin hazırlanması hem de mahkeme kararlarının uygulanabilirliğinin sağlanmasına yönelik idari ve hukukî sürecin takibini içerir.
Çocukla kişisel ilişki kurulması davası açılması: Velayet hakkı kendisine verilmemiş olan ebeveynin, çocukla belirli gün ve saatlerde görüşmesini sağlamak amacıyla açılan kişisel ilişki davası, hem ebeveynin temel bir hakkı hem de çocuğun gelişimsel bütünlüğünün korunması için önemlidir. Bu dava, genellikle boşanma sonrası ortaya çıkan uyuşmazlıklarda ya da evlilik dışı doğan çocukların durumu gibi özel hâllerde gündeme gelir. Türk Medeni Kanunu m. 325 çerçevesinde açılan bu dava kapsamında mahkeme, çocuğun yaşı, taraflar arasındaki ilişki, geçmiş iletişim düzeyi ve çocuğun yüksek yararı gibi kriterleri dikkate alarak kişisel ilişkinin kurulup kurulmayacağına ve ne şekilde kurulacağına karar verir. Davanın sağlıklı yürütülebilmesi için pedagojik değerlendirme raporlarının temini, tanık beyanları ve sosyal inceleme raporları büyük önem taşır. Bu hizmet, söz konusu davanın açılması, delillerin sunulması ve duruşma sürecinin profesyonel şekilde takibi gibi unsurları kapsar.
Kişisel ilişki tesisine ilişkin mahkeme kararının icra yoluyla uygulanması: Mahkemece kurulan kişisel ilişki kararlarının yerine getirilmemesi hâlinde, İcra İflas Kanunu’nun m. 25/a hükmü uyarınca çocuğun teslimi için cebrî icra yoluna başvurulması mümkündür. Bu süreçte icra müdürlüğü aracılığıyla velayet hakkını ihlal eden tarafa çocuk teslimi için ödeme emri gönderilir; emre uyulmaması hâlinde çocuk, zor kullanılmaksızın ancak gerektiğinde kolluk kuvveti ve pedagog eşliğinde teslim alınır. Bu uygulama, çocuğun psikolojik bütünlüğünü koruyacak hassasiyetle yürütülmeli, çocuğun herhangi bir travmaya maruz kalmaması için uzman desteğiyle işlem gerçekleştirilmelidir. Bu hizmet, mahkeme kararının uygulanması amacıyla gerekli başvuruların yapılması, icra dairesi işlemlerinin yürütülmesi, gerektiğinde infaz sürecinde pedagog ya da sosyal çalışmacı desteğinin sağlanması gibi çok yönlü hukukî ve tatbikî adımları içerir.
Geçici velayet (tedbiren velayet) talebiyle dava açılması: Boşanma veya ayrılık davası devam ederken çocuğun menfaatinin korunması amacıyla geçici (tedbiren) velayet kararı alınması mümkündür. Türk Medeni Kanunu m. 169 uyarınca, hâkim, çocuğun güvenliği veya ebeveynler arası ciddi anlaşmazlık hâllerinde yargılama süreci sonuçlanmadan önce geçici tedbir kararıyla çocuğun velayetini bir tarafa verebilir. Bu karar, dava sonuna kadar geçerli olmakla birlikte, çocuğun yaşam koşullarındaki değişiklikler veya taraflardan birinin davranışları dikkate alınarak değiştirilebilir. Tedbiren velayet talepleri, özellikle şiddet, ihmal, istismar gibi vakalarda çocuğun güvenliğinin hızlı şekilde sağlanabilmesi açısından kritik öneme sahiptir. Bu hizmet, geçici velayet talebinin gerekçelendirilmesi, delillerin sunulması, hızla mahkemeye başvurulması ve kararın uygulanması süreçlerinin bütüncül şekilde takibini kapsar.
MAL REJİMİ VE MALVARLIĞINA İLİŞKİN DAVALARA DAİR HUKUKİ HİZMETLER
Mal rejimi tasfiyesi davalarının takip edilerek neticelendirilmesi: Mal rejimi tasfiyesi davaları, evliliğin boşanma, iptal veya ölüm gibi sebeplerle sona ermesi sonrasında eşler arasında uygulanmakta olan mal rejiminin sona erdirilmesi ve bu rejim kapsamında edinilen malların hukuka uygun biçimde paylaşılması amacıyla açılan, aile hukukunun en karmaşık ve teknik yönlerinden birini oluşturan dava türüdür. Türk Medeni Kanunu’nun 218 ve devamı maddelerinde düzenlenen bu dava, özellikle edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu evliliklerde büyük önem taşır. Söz konusu rejimde, evlilik süresince edinilen tüm mallar ortak kabul edilir ve evlilik sona erdiğinde her iki eşin bu mallarda eşit oranda katılma hakkı doğar; ancak mal ayrılığı veya paylaşmalı mal ayrılığı gibi rejimlerde bu hakların kapsamı ciddi şekilde değişir. Mal rejimi tasfiyesi davası, boşanma kararının kesinleşmesinin ardından açılabileceği gibi, ölüm hâlinde tereke işlemleri sırasında da gündeme gelebilir. Bu dava, çoğu zaman boşanma davasına paralel olarak değerlendirilse de usulen ayrı bir yargılamaya tabidir ve çekişmeli yargı süreci gerektirir. Davanın açılabilmesi için, mal rejiminin sona erdiği tarih itibarıyla eşlerin sahip olduğu malların niteliği, kişisel mal–edinilmiş mal ayrımı, katkı oranları, borçlar ve değer artış payları ayrıntılı biçimde ortaya konulmalıdır. Bu nedenle, taşınmaz tapu kayıtları, banka hesap dökümleri, maaş bordroları, ticari işletme belgeleri, vergi kayıtları, araç ruhsatları, SGK dökümleri ve benzeri malvarlığına ilişkin belgelerin titizlikle toplanması gerekir. Ayrıca, kişisel malların edinilmiş mallar içine karıştırıldığı veya evlilik içinde yapılan yatırımlarda bir eşin diğerine katkı sağladığı durumlarda, katkı payı alacağı, değer artış payı, denkleştirme gibi talepler de gündeme gelebilir ve dava bu yönüyle hem aile hukukunu hem de borçlar hukukunu ilgilendiren karma bir nitelik kazanır. Mahkeme, tarafların beyanları, sunulan belgeler ve gerektiğinde atanan bilirkişilerin raporları doğrultusunda mal rejiminin tasfiyesine karar verirken, hakkaniyete uygun bir paylaşım yapılmasını gözetir. Bu hizmet, boşanmanın kesinleşmesinden sonra açılacak mal rejimi tasfiyesi davasının hazırlanmasından başlayarak; taraflar arasında yapılacak mal tespitinin değerlendirilmesi, belgelerin toplanması, bilirkişi incelemelerinin yönetilmesi, mahkeme nezdinde dava sürecinin etkin şekilde takip edilmesi ve hükmün kesinleştirilmesi aşamalarına kadar tüm süreci kapsar. Ayrıca, dava sonunda hükmedilen alacakların tahsili için icra takibi başlatılması, taşınmazların devri veya bedel ödenmesi gibi infaz işlemlerinin gerçekleştirilmesi de bu hizmetin devamı niteliğindedir. Mal rejimi tasfiyesi davaları, eşlerin maddî varlıklarının adil bir şekilde paylaşılmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda evlilik süresince yapılan katkıların görünür ve hukukî güvence altına alınmasını sağlayan, adalet duygusunu doğrudan etkileyen hayati önemde davalardır. Bu nedenle, hem hukukî hem de mali açıdan kapsamlı bir analiz ve titizlikle yürütülen temsil gerektirir.
Eşlere evlenme öncesi safhada, uygulanacak mal rejimi sözleşmelerinin tanzimi ve tüm yönlerini kapsayacak şekilde hukukî danışmanlık: Evlenme öncesi safhada eş adaylarının, evlilik süresi boyunca edinilecek malların paylaşımı ve malvarlığı yönetimi konusunda karşılıklı irade serbestisiyle bir düzenleme yapmaları, Türk Medeni Kanunu’nun 202 ve devamı maddelerinde düzenlenen mal rejimi sözleşmeleriyle mümkündür. Kanunen eşler arasında aksi kararlaştırılmadıkça edinilmiş mallara katılma rejimi uygulanır; ancak eşler, evlenmeden önce veya sonra mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı ya da mal ortaklığı rejimlerinden birini tercih edebilirler. Bu tercih, yalnızca bir sözleşmeyle geçerli hale gelir ve sözleşmenin yazılı şekilde yapılması ve noterde düzenlenmesi şarttır. Bu noktada sunulan hukukî danışmanlık hizmeti, eşlerin mal rejimleri arasındaki farkları, her rejimin evlilik sürecindeki etkilerini ve boşanma veya ölüm hâlinde doğuracağı sonuçları anlayarak bilinçli bir tercih yapmalarını sağlamayı amaçlar. Söz konusu danışmanlık sürecinde, eşlerin bireysel malvarlığı yapısı, mesleki faaliyetleri, geleceğe ilişkin ekonomik beklentileri ve risk öngörüleri göz önünde bulundurularak, kendilerine en uygun mal rejimi belirlenir ve buna göre özgün bir mal rejimi sözleşmesi taslağı hazırlanır. Örneğin, girişimcilik faaliyetinde bulunan bir eşin mal ayrılığı rejimini tercih etmesi, diğer eşin olası ticari borçlardan etkilenmemesi açısından önemli bir koruma sağlar; ya da evlilikte bir tarafın yoğun mal edinimi yapacağı öngörülüyorsa, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi tercih edilerek kişisel malların sınırları çizilebilir. Hazırlanan mal rejimi sözleşmesi yalnızca yasa maddelerinin tekrarından ibaret olmamalı; eşlerin somut yaşam koşulları ve hukukî iradeleri doğrultusunda ayrıntılı hükümler içermelidir. Bu hizmet, eşler arasında mal rejimi sözleşmesinin maddî ve şekli geçerlilik şartlarına uygun biçimde hazırlanmasını, noterde düzenleme işleminin gerçekleştirilmesini, sözleşmenin ileride doğabilecek mal paylaşımı ihtilaflarına karşı koruma sağlayacak şekilde hukukî güvenlik altına alınmasını kapsar. Aynı zamanda, eşlerin talepleri doğrultusunda sözleşmeye kişisel malların tanımı, edinilmiş malların kapsamı, katkı oranlarının belirlenmesi, evlilik süresince yapılan yatırımların statüsü gibi özel hükümler eklenerek sözleşme kişiselleştirilebilir. Böylece, mal rejimi sözleşmesi sadece bir formalite değil, ileride yaşanabilecek uyuşmazlıkların önüne geçecek, mal paylaşımına dair belirsizlikleri ortadan kaldıracak güçlü bir önleyici hukuk aracı hâline gelir. Bu sürecin uzman bir hukukçu eşliğinde yürütülmesi, hem sözleşmenin hukuken geçerli olmasını hem de tarafların iradelerinin doğru ve açık biçimde yansıtılmasını sağlar.
Aile konutu şerhi konulması ve kaldırılması işlemleri: Türk Medeni Kanunu’nun m. 194 hükmü uyarınca, aile konutu, eşlerin birlikte yaşadığı ve ailenin ortak hayatının sürdürüldüğü taşınmaz olarak tanımlanmakta ve bu konut üzerindeki tasarruf işlemleri belirli sınırlamalara tabi kılınmaktadır. Aile konutu şerhi, bu konutun tapu siciline işlenerek eşlerden birinin diğer eşin açık rızası olmaksızın konutu satması, kiraya vermesi ya da üzerinde başka bir hak tesis etmesinin önüne geçmeyi amaçlar. Bu şerh, özellikle evin malik olmayan eş açısından ciddi bir koruma sağlar; eşin barınma hakkının güvence altına alınmasını temin eder. Şerh konulması için taşınmazın aile konutu olduğunun belgelenmesi ve Tapu Müdürlüğü’ne başvuru yapılması gerekir. Öte yandan, evlilik birliğinin sona ermesi, konutun aile konutu niteliğini yitirmesi veya tarafların ortak iradesi doğrultusunda bu şerhin kaldırılması da mümkündür. Bu işlem, aile birliğinin korunması ile mülkiyet hakkı arasında denge kuran önemli bir hukukî mekanizmadır.
Aile konutu şerhi konulması ve tapu iptali davası açılması: Aile konutunun eşlerden biri tarafından diğer eşin açık rızası alınmaksızın üçüncü kişilere satılması ya da devredilmesi durumunda, bu işlemin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla tapu iptal ve tescil davası açılması mümkündür. Türk Medeni Kanunu’nun m. 194 hükmüne dayanan bu dava, eşin barınma hakkını korumaya yönelik olup, aile konutu şerhinin bulunmaması hâlinde dahi, taşınmazın aile konutu niteliği ispatlanabilirse korunma sağlanabilir. Yargıtay içtihatlarında da yerleşik şekilde kabul edildiği üzere, aile konutu hakkının üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilmesi, iyi niyet iddiasını bertaraf edebilmektedir. Bu kapsamda dava dilekçesinde taşınmazın aile konutu olduğuna dair delillerin sunulması, taraflar arasında fiilen birlikte yaşandığının ortaya konulması ve işlemin eşin rızası olmadan yapıldığının ispatı gerekir. Tapu iptal davası ile birlikte, aile konutu şerhinin geriye dönük olarak etkili kılınması ve mal varlığının haksız el değiştirmesinin önlenmesi hedeflenir. Bu hizmet, hem aile hukukunun koruyucu ilkelerine hem de taşınmaz hukukunun temel kurallarına dayalı olarak yürütülür.
Aile konutunun kira sözleşmesine müdahale talebiyle dava açılması: Eşlerden yalnızca birinin taraf olduğu kira sözleşmesiyle edinilen aile konutunda, diğer eşin barınma hakkının zedelenmesi ya da sözleşme kapsamında hak kaybı yaşanması durumunda, Türk Medeni Kanunu’nun m. 194 hükmü gereği kira sözleşmesine müdahale talebiyle dava açılması mümkündür. Bu dava genellikle mal sahibi ile kiracı eş arasında yaşanan ihtilaflarda ya da kiracılık sıfatı bulunmayan eşin konuttan çıkarılması riskinin doğduğu hâllerde gündeme gelir. Hâkim, davayı değerlendirirken konutun aile konutu niteliğini, evliliğin devam edip etmediğini ve kira sözleşmesinden doğan yükümlülüklerin her iki eşe etkisini dikkate alır. Davanın kabulü hâlinde, kira sözleşmesine taraf olmayan eş de sözleşmeden doğan haklardan faydalanabilir ve konuttan çıkarılamaz. Böylece eşin barınma hakkı ile mülkiyet ya da sözleşme serbestisi ilkeleri arasında hassas bir denge kurulmuş olur. Bu hizmet, konutun statüsünün belirlenmesi, kira sözleşmesinin hukukî analizinin yapılması ve ilgili yargı sürecinin titizlikle yürütülmesini içerir.
Evlilikte ortak konutun belirlenmesi ve tahsisi davası: Evlilik birliği içinde birden fazla konutun varlığı ya da eşlerin birlikte yaşadıkları konut konusunda uyuşmazlığa düşmeleri hâlinde, ortak konutun hangisi olduğunun belirlenmesi ve bu konutun geçici veya kalıcı olarak taraflardan birine tahsis edilmesi için aile mahkemesine başvurulabilir. Bu dava, evlilik devam ederken veya boşanma süreci içerisinde gündeme gelebilir. Mahkeme, tahsis kararını verirken çocukların velayet durumu, eşlerin sosyal ve ekonomik şartları, konutun konumu, ulaşım ve çalışma koşulları gibi birçok kriteri birlikte değerlendirir. Özellikle şiddet mağduru eşin güvenliğinin sağlanması ve çocukların istikrarlı bir yaşam sürdürmesi bakımından, konutun hangisine tahsis edileceği ciddi etkiler doğurur. Tahsis edilen eşin konutta oturma hakkı korunurken, diğer eşin konutu terk etmesi ve konut üzerindeki haklarının sınırlanması da gündeme gelebilir. Bu dava türü, hem barınma hakkı hem de aile düzeninin geçici olarak korunması amacıyla açıldığından, sosyal ve hukukî dinamiklerin birlikte değerlendirilmesini gerektirir.
SOYBAĞI, BABALIK VE EVLAT EDİNME İŞLEMLERİ HİZMETLERİ
Soy bağının kurulması davası açılması ve dava sürecinin takip edilerek neticelendirilmesi: Soy bağının kurulması davası, bir çocuğun baba ile arasında hukuken geçerli bir soybağı ilişkisinin bulunmaması hâlinde, bu ilişkinin mahkeme kararıyla tesis edilmesini amaçlayan, hem biyolojik gerçekliğe hem de çocuğun temel haklarına dayanan önemli bir aile hukuku davasıdır. Türk Medeni Kanunu’nun m. 301 hükmü uyarınca, evlilik dışında doğan çocuk ile baba arasında soybağı, ancak babanın çocuğu tanımasıyla veya babalık hükmü verilmesiyle kurulabilir; tanımanın gerçekleşmediği durumlarda açılacak babalık davası, soy bağının kurulmasına ilişkin en yaygın yargısal yoldur. Bu dava, anne tarafından, çocuğun kendisi tarafından veya belirli koşullarda Cumhuriyet savcısı ve sosyal hizmet müesseselerince çocuğun doğumundan itibaren bir yıl içinde açılabilir. Babalık davasında temel amaç, çocuğun biyolojik babasının kim olduğunun tespiti ve buna bağlı olarak çocuğun nafaka, miras ve kimlik haklarının güvence altına alınmasıdır. Mahkeme, davada ileri sürülen iddiaları değerlendirirken, DNA analizi başta olmak üzere, tıbbi bilirkişi raporları, anne ile baba arasındaki ilişkiyi kanıtlayan mesaj, fotoğraf, tanık beyanı, ortak yaşama dair kayıtlar gibi her türlü delili dikkate alır. Bu davada hâkimin takdir yetkisi geniş olmakla birlikte, DNA testi sonucu pozitif çıktığında, genellikle babalık karinesi kabul edilir ve soybağı kurulmuş sayılır. Dava sonucunda mahkeme, çocuğun nüfus kaydına babanın adıyla birlikte tesciline karar verir; bu karar aynı zamanda babaya karşı nafaka yükümlülüğünü doğurur ve çocuk, baba yönünden tam miras hakkına sahip olur. Süreç, özellikle tanımanın reddi, başka bir kişiyle soybağı ihtimali, babalığın inkârı gibi savunmalarla karmaşıklaşabilir; bu nedenle dava teknik, bilimsel ve hukukî yönleri birlikte barındıran bir yargılama süreci gerektirir. Ayrıca, soy bağının kurulması yalnızca maddî hukukî sonuçlar doğurmakla kalmaz; aynı zamanda çocuğun psikolojik ve sosyal kimliğini etkileyen, kim olduğunu bilme hakkını tanıyan, insan onuruna ilişkin bir yön taşır. Bu hizmet kapsamında, dava dilekçesinin hazırlanmasından başlayarak delillerin toplanması, bilirkişi ve laboratuvar sürecinin yönetilmesi, duruşmalara katılım, kararın kesinleştirilmesi ve nüfus müdürlüğüne bildirim işlemleri dâhil olmak üzere tüm yargısal ve idari süreçler bütüncül biçimde yürütülür. Dolayısıyla soy bağının kurulması davası, yalnızca bir babalık tespiti değil, çocuğun kişiliğini, güvenliğini ve gelecekteki haklarını doğrudan etkileyen, aile hukukunun en temel ve insani boyutlarını içeren davalardan biridir.
Nesebin reddi davası açılması ve dava sürecinin takip edilerek neticelendirilmesi: Nesebin reddi davası, Türk Medeni Kanunu’nun 286 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup, evlilik birliği içinde doğan çocuğun kocadan olmadığına dair hukukî bir iddianın ileri sürülmesi amacıyla açılan, soybağını ortadan kaldıran ve son derece teknik boyutlar içeren bir davadır. Hukuken, evlilik içinde doğan veya evliliğin sona ermesinden itibaren 300 gün içinde doğan çocuk, evli olunan kocanın çocuğu sayılır; bu bağ karine niteliğinde olup, ancak nesebin reddi davası yoluyla çürütülebilir. Bu dava, koca tarafından, çocuğun doğumunu öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılmalıdır; süre hak düşürücü niteliktedir ve süresi geçtikten sonra açılan davalar usulen reddedilir. Davanın tarafı öncelikle koca olmakla birlikte, bazı durumlarda çocuk veya mirasçılar da sınırlı şekilde dava hakkına sahip olabilir. Davada davacı, çocuğun kendisinden olmadığına dair iddiasını güçlü ve somut delillerle, özellikle DNA testi gibi bilimsel yöntemlerle ispatlamalıdır. Ancak yalnızca biyolojik bağın olmaması yeterli olmayıp, çocuğun başka bir erkekle soybağının kurulmuş olup olmadığı da değerlendirilir; zira çocuk hukukî koruma altındadır ve onun soybağının belirsiz hâle gelmemesi, üstün yarar ilkesinin bir gereğidir. Bu nedenle mahkemeler, nesebin reddi taleplerini değerlendirirken, sadece biyolojik gerçeklikle değil, çocuğun aile içindeki fiili konumu, anne ve kocanın evlilik ilişkisi, aralarındaki mesafe, doğum sırasında kocanın bilgisi ve rızası gibi sosyal ve ahlaki unsurları da dikkate alır. Dava sürecinde gizlilik esastır, zira mesele doğrudan bireyin kişilik haklarını, aile bütünlüğünü ve çocuğun psikolojik gelişimini etkileyen niteliktedir. Bu hizmet kapsamında, hak düşürücü sürenin hesaplanması, dava dilekçesinin hazırlanması, tanıkların tespiti, bilirkişi ve laboratuvar raporlarının temini, duruşma sürecinin takip edilmesi ve hükmün kesinleştirilmesi gibi işlemler bütüncül biçimde yürütülür. Davanın kabulü hâlinde çocuğun soybağı kocayla sona erer; bu durum çocuğun velayeti, nafaka yükümlülüğü, miras hakkı gibi birçok hukukî sonucu da beraberinde getirir. Bu nedenle nesebin reddi davaları, sadece teknik değil aynı zamanda sosyal ve etik boyutları olan, aile hukukunun en hassas davalarından biridir ve sürecin titizlikle ve uzmanlıkla yönetilmesi gerekir.
Babalık hükmünün kaldırılması davası: Babalık hükmünün kaldırılması davası, çocuğun soybağının mahkeme kararıyla kurulmuş olduğu hâllerde, bu ilişkinin gerçeğe aykırı biçimde tesis edildiğinin ileri sürülmesi üzerine açılır. Bu dava, babalık kararıyla çocukla arasında soybağı kurulan kişi tarafından, çocuğun gerçekte kendisinden olmadığına ilişkin yeni ve kesin delillerin ortaya konulmasıyla gündeme gelir. Türk Medeni Kanunu’na göre, DNA testi gibi bilimsel yöntemlerle soybağının biyolojik olarak mevcut olmadığı ispatlandığında, daha önce verilen babalık kararının kaldırılmasına karar verilebilir. Bu tür davalarda kamu düzeni açısından çocuğun kimliği, miras hakkı, nafaka yükümlülüğü ve aile yapısındaki dengeler gözetilmekte, aynı zamanda çocuğun üstün yararı ilkesi temel alınmaktadır. Hükmün kaldırılması, sadece soybağına ilişkin sonuçları değil, çocuğun nüfus kaydının da yeniden düzenlenmesini gerektirir. Bu süreç, titizlikle yürütülmesi gereken, hem delil hem de süre açısından sıkı kurallara tabi bir hukukî işlemdir.
Babalık hükmünün iptali davası açılması (yargı yoluyla): Yargı kararıyla kurulan babalık ilişkisinin sonradan gerçeğe aykırı olduğu anlaşıldığında, bu ilişkinin iptali amacıyla “babalık hükmünün iptali” davası açılabilir. Bu dava, önceki babalık kararının dayandığı delillerin güvenilirliğini yitirdiği, aldatma, hata veya sahtecilik gibi hukukî irade sakatlıklarının bulunduğu hâllerde gündeme gelir. Babalık hükmünün iptali davasında, mahkeme yalnızca biyolojik bağın bulunup bulunmadığını değil, aynı zamanda önceki yargılamada adil bir değerlendirme yapılıp yapılmadığını da inceler. Genetik incelemeler ve uzman görüşleri büyük önem taşır. Bu tür davalar, hem babalık ilişkisinin maddî hukuk yönünden çözümlenmesi hem de önceki hükmün geçersiz kılınması nedeniyle şekli adaletin sağlanması açısından karmaşık ve hassas niteliktedir. Dava sonucunda iptal kararı verilmesi hâlinde, çocukla baba arasında kurulan tüm hak ve yükümlülükler sona erer, nüfus kayıtları yeniden düzenlenir.
Tanımanın iptali davası açılması: Tanımanın iptali davası, Türk Medeni Kanunu m. 298 hükmü uyarınca, baba tarafından evlilik dışı çocuğun tanınması işleminin irade sakatlığı, hile, tehditle yapılması veya tanıyan kişinin çocuğun biyolojik babası olmaması gibi nedenlerle iptal edilmesini konu alır. Bu dava, çocuğun annesi, çocuk, mirasçılar ya da ilgililer tarafından açılabilir ve tanımanın geçerliliği ile hukukî sonuçlarını ortadan kaldırmayı amaçlar. Tanımanın iradeye dayanmaması, gerçek babalık ilişkisinin bulunmaması gibi durumların ispatı hâlinde, tanıma işlemi geçmişe etkili şekilde hükümsüz hâle gelir. Bu tür davalar, soybağının hukuken yeniden yapılandırılması anlamına geldiğinden, hem tarafların özel hayatları hem de çocuğun kimlik ve miras hakları üzerinde doğrudan etki yaratır. Bu süreçte delil değerlendirmesi, DNA testleri, tanık beyanları ve olayın koşulları birlikte dikkate alınarak mahkeme tarafından karar verilir.
Evlilik dışı çocuğun tanınması işlemleri ve nüfus kayıt düzeltme süreci: Evlilik dışı doğan çocuğun baba tarafından tanınması işlemi, soybağının kurulmasını sağlayan tek taraflı ve iradeye dayalı bir beyan niteliği taşır. Tanıma, nüfus müdürlüğünde, noter huzurunda veya mahkeme huzurunda yapılabilir ve Türk Medeni Kanunu m. 295 ve devamı maddelerine dayanır. Tanıma işlemiyle birlikte çocuk, tanıyan babanın soyadını alır ve ona karşı nafaka, miras gibi haklara sahip olur. Ancak tanıma işleminin nüfus kayıtlarına yansıması için idari ve hukuki süreçlerin titizlikle yürütülmesi gereklidir. Özellikle daha önce nüfusa yanlış kaydedilmiş bilgiler söz konusuysa, nüfus kayıtlarının düzeltilmesi davası açılması gerekir. Bu süreçte, soybağı ilişkisinin kurulmasının çocuğun yüksek yararına hizmet etmesi ve ilgili delillerle desteklenmesi gerekir. Tanıma işlemi ve buna bağlı kayıt düzeltmeleri, hem hukuki hem de kişisel statüyü doğrudan etkilediğinden, doğru ve eksiksiz bir şekilde yürütülmelidir.
Çocuğun adının veya soyadının değiştirilmesi davası: Çocuğun adının veya soyadının değiştirilmesi davası, çocuğun menfaatine aykırı, alay konusu olan, toplum içinde küçük düşürücü, dinî veya kültürel sebeplerle uygunsuz kabul edilen isimlerin değiştirilmesi amacıyla açılır. Türk Medeni Kanunu ve Nüfus Hizmetleri Kanunu kapsamında açılan bu dava, mahkemeye sunulacak gerekçeli dilekçe ve güçlü dayanaklarla desteklenmelidir. Özellikle çocuğun psikolojik gelişimi ve sosyal çevresinde maruz kalabileceği ayrımcılık gibi hususlar, hâkimin takdirinde önemli yer tutar. Soyadı değişikliği ise çoğunlukla soybağının kurulması veya kaldırılması gibi süreçlere paralel olarak yürütülür. Yargı kararıyla ad veya soyad değiştirildiğinde, bu durum nüfus kayıtlarına işlenir ve çocuğun kimlik belgeleri yeniden düzenlenir. Davanın kabulü için somut gerekçelerin yanı sıra çocuğun üstün yararının açık biçimde ortaya konulması gerekir.
Evlat edinme işlemleri ve mahkeme sürecinin yürütülmesi: Evlat edinme, biyolojik bağ dışında bir soybağı ilişkisi kurulmasını sağlayan, kamu düzenine ilişkin ciddi bir kurumsal ve hukukî işlemdir. Türk Medeni Kanunu m. 305 ve devamı hükümlerinde düzenlenen bu süreçte, evlat edinmek isteyen kişinin veya çiftin yeterliliği, çocuğun menfaati, sosyal hizmet müesseselerinin değerlendirmeleri ve adlî sicil incelemeleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılır. Evlat edinme başvurusu mahkeme kararı ile sonuçlandırılır ve bu karar, çocuğun soyadını, mirasçılık statüsünü, velayetini ve diğer haklarını etkiler. Sürecin sağlıklı işlemesi için sosyal inceleme raporlarının sunulması, çocuğun yaşı ve rızası gibi hukuki koşulların sağlanması ve evlat edinmek isteyen bireyin yükümlülüklerini karşılayabilecek yeterliliğe sahip olması gerekir. Evlat edinme davası, çocuğun yaşamında kalıcı değişiklikler yaratacağından, son derece dikkatle yürütülmesi gereken bir yargısal işlemdir.
Evlat edinme işlemlerinin yürütülmesi ve mahkeme onay sürecinin takibi: Evlat edinme işlemlerinde mahkeme onayı, sürecin en kritik aşamasını teşkil eder ve evlat edinme ilişkisinin resmiyet kazanmasını sağlar. Başvuru sonrası, sosyal hizmetler birimi tarafından yapılan araştırmalar, evlat edinmek isteyen kişinin yaşı, medeni durumu, ekonomik koşulları, evlat edinilecek çocukla uyumu gibi kriterler çerçevesinde değerlendirilir. Mahkeme onayı verilmeden evlat edinme tamamlanmış sayılmaz ve herhangi bir hukuki sonuç doğurmaz. Bu süreçte evlat edinilecek çocukla ilgili gerekli belgelerin temini, psikolojik ve sosyal değerlendirmelerin yapılması, varsa çocuğun rızasının alınması gibi işlemler uzman bir takibi gerektirir. Mahkeme onay sürecinin olumlu sonuçlanabilmesi için, hem evlat edinmek isteyen kişinin yükümlülüklerini yerine getirmesi hem de tüm yasal prosedürlerin eksiksiz şekilde tamamlanması gerekir. Bu hizmet, sürecin başvurusundan yargı kararı aşamasına kadar kesintisiz hukuki destek sunulmasını içerir.
Evlat edinmenin iptali davası açılması: Evlat edinme ilişkisinin kurulmasından sonra ortaya çıkan ağır ihlaller, aldatma, istismar, kötü muamele, yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya kanunen iptal sebebi teşkil eden diğer durumlar evlat edinmenin iptalini gündeme getirir. Türk Medeni Kanunu’na göre evlat edinmenin iptali, kamu düzenini ilgilendiren ve çocuğun korunmasına yönelik bir müessese olup mahkemeye başvuru yoluyla gerçekleştirilir. Bu dava, evlat edinen veya evlat edinilen ya da Cumhuriyet savcısı tarafından açılabilir. Mahkeme, iptal kararı verirken çocuğun psikolojik durumu, mevcut sosyal ilişkileri, evlat edinme sonrası yaşanan fiilî gelişmeler gibi birçok yönü değerlendirir. İptal kararı, evlat edinme ilişkisini geçmişe etkili biçimde ortadan kaldırır; taraflar arasındaki mirasçılık, soybağı ve diğer tüm hukukî bağlar sona erer. Bu nedenle dava, hem çocuk hem de evlat edinen açısından ciddi sonuçlar doğurur.
VESAYET VE KAYYIMLIK İŞLEMLERİNE DAİR DAVALAR VE HUKUKİ İŞLEMLER
Vesayet davası açılması ve vesayet altına alınan kişinin işlemlerinin yürütülmesi: Vesayet müessesesi, Türk Medeni Kanunu’nun 396 ve devamı maddeleri uyarınca, ayırt etme gücünden yoksunluk, yaşlılık, savurganlık, madde bağımlılığı, ağır hastalık gibi nedenlerle kendi işlerini yürütemeyecek durumda olan kişilerin hukukî korunmasını sağlamak amacıyla oluşturulmuş bir temsili yetki sistemidir. Aile hukuku çerçevesinde bu dava, kişiye vasi atanması suretiyle onun adına hukukî ve malvarlığına ilişkin işlemlerin yürütülmesini güvence altına almayı hedefler. Vesayet davası, sulh hukuk mahkemesinde açılır ve mahkemece kişisel durumun tespiti için sağlık kurulu raporu, sosyal inceleme ve gerekirse tanık beyanları dikkate alınır. Vasi olarak atanan kişi, vesayet altındaki kişinin menfaatlerini gözetmekle yükümlü olup, mahkemenin denetimi altında işlem yapar. Bu süreçte vasi tarafından yapılacak işlemlerin yasal sınırlar içerisinde yürütülmesi ve vesayet makamının (sulh hakimi) izninin alınması gereken hâllerde gerekli prosedürlerin titizlikle uygulanması gerekmektedir.
Kayyım atanması talebiyle dava açılması: Kayyım, belirli bir hukukî işlem ya da süre bakımından kişinin temsile yetkili olamadığı hâllerde atanabilen, sınırlı yetkiye sahip bir temsilcidir. Türk Medeni Kanunu m. 426 ve devamı hükümleri uyarınca, kayyım atanması için kişinin malvarlığına ilişkin belli işlemleri yapamaması, menfaat çatışması yaşanması veya temsilciliğin kanunen geçici olarak imkânsız hâle gelmesi gibi gerekçeler yeterlidir. Aile hukuku kapsamında, özellikle küçüklerin menfaatiyle ebeveynin menfaati çatıştığında (örneğin aynı mirasın paylaşımında taraf olduklarında) kayyım tayini gerekli olur. Mahkemeye yapılacak kayyım atanması talepleri, gerekçeli dilekçe ve destekleyici belgelerle birlikte sunulur; kayyımın görevlendirilmesiyle birlikte kişi adına yalnızca belirlenen işlem bakımından temsil yetkisi oluşur. Bu hizmet, hukukî temsilde geçici boşlukların doldurulması ve bireylerin çıkarlarının hukuka uygun biçimde korunması bakımından büyük önem taşır.
Vasi veya kayyımın görevden alınması ve değiştirilmesi davası: Vasi ya da kayyım olarak atanan kişilerin görevlerini ihmal etmeleri, kötüye kullanmaları veya artık temsil yükümlülüğünü gereği gibi yerine getirememeleri hâlinde, Medeni Kanun’un 479 ve 483. maddeleri uyarınca görevden alınmaları ya da değiştirilerek yerine başka bir temsilcinin atanması mümkündür. Bu süreç, çoğu zaman vesayet altındaki kişinin veya yakınlarının, kayyımın görev alanındaki hukukî işlemler sırasında ortaya çıkan ihmalleri veya kötü niyeti fark etmeleri üzerine başlatılır. Aile hukuku kapsamında bu tür davalar, temsil edilen kişinin haklarının ve kişisel bütünlüğünün korunması bakımından önemlidir. Mahkeme, yapılan başvuruyu değerlendirirken mevcut temsilcinin işlem kayıtlarını, varsa şikâyetleri ve sosyal raporları dikkate alır; görevden alınma hâlinde yeni vasi ya da kayyım belirlenerek sürecin kesintisiz işlemesi sağlanır. Bu dava türü, temsil ilişkisinin güvenilirliğini teminat altına alır ve hukukî koruma sisteminin denetim fonksiyonunu işletir.
Ebeveynlik yetkisinin kısıtlanması veya kaldırılması talebi: Ebeveynlik yetkisinin kısıtlanması veya kaldırılması, çocuğun fiziksel veya ruhsal sağlığı, güvenliği ya da gelişimi açısından ciddi risklerin bulunduğu durumlarda, kamu otoritesi eliyle alınan koruyucu bir tedbirdir. Türk Medeni Kanunu m. 348 ve 349 uyarınca, çocuğun velayet hakkına sahip olan anne veya babasının yükümlülüklerini ihmal etmesi, kötüye kullanması veya çocuğa zarar vermesi hâlinde, aile mahkemesi çocuğun üstün yararını gözeterek ebeveynlik yetkisinin sınırlandırılmasına ya da tümüyle kaldırılmasına karar verebilir. Bu tür talepler genellikle sosyal hizmet raporları, pedagog görüşleri, sağlık belgeleri ve tanık beyanlarıyla desteklenir. Karar verildiğinde çocuğun korunması için geçici velayet düzenlemeleri, koruyucu aile veya devlet koruması gibi alternatif çözümler de devreye sokulur. Bu dava, aile hukukunun en ağır müdahalelerinden biri olarak değerlendirilmekte olup, hem çocuğun esenliğini hem de ebeveynlik sorumluluğunun anayasal çerçevede değerlendirilmesini içerir.
MİLLETLERARASI VE YABANCI UNSURLU AİLE HUKUKU İŞLEMLERİ
Yabancı ülke mahkemelerinden alınan boşanma kararlarının tanınması ve tenfizi: Yabancı bir ülke mahkemesi tarafından verilen boşanma kararlarının Türkiye’de hukukî sonuç doğurabilmesi için tanınması ve gerekli hâllerde tenfizi gereklidir. Tanıma, kararın yalnızca kesin hüküm teşkil etmesi ve kişisel statüye ilişkin etkilerinin kabulü için yapılırken; tenfiz, kararın Türkiye'de icra kabiliyeti kazanmasını sağlar. Bu işlemler, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 50 ve devamı maddeleri uyarınca yürütülmekte olup, yabancı mahkeme kararının usule uygun biçimde verilmiş olması, Türk mahkemelerinin münhasır yetki alanına girmemesi ve Türk kamu düzenine açıkça aykırı olmaması gibi şartlar aranmaktadır. Bu süreçte, ilgili kararın aslı veya onaylı sureti, kesinleşme şerhi ve yeminli tercümesi mahkemeye sunulur. Tanıma ve tenfiz davaları, özellikle uluslararası evliliklerin sona ermesi sonrası velayet, mal rejimi ve soyadı gibi hak ve yükümlülüklerin Türkiye’de de geçerli olmasını sağlamak bakımından kritik öneme sahiptir.
Boşanma sonrası çocukların yurtdışına çıkarılmasına ilişkin muvafakatname düzenlenmesi: Boşanma sonrası velayet hakkının bir ebeveyne verilmiş olması, çocuğun tek başına yurtdışına çıkarılabilmesi anlamına gelmemekte; diğer ebeveynin de açık rızasının bulunması gerekmektedir. Bu rızanın şekli ise çoğu zaman noter onaylı muvafakatname şeklinde düzenlenir. Muvafakatname, hem çocuğun güvenliğinin sağlanması hem de uluslararası çocuk kaçırma vakalarının önlenmesi açısından temel bir belgedir. Türk Medeni Kanunu ve uygulamadaki yargı içtihatları çerçevesinde, çocuğun yurtdışına seyahati veya yerleşmesi gibi durumlarda diğer ebeveynin yazılı onayı alınmadan yapılan işlemler hukuka aykırı kabul edilebilir. Bu nedenle, düzenlenecek muvafakatnamenin kapsamı, geçerlilik süresi, gidilecek ülke ve seyahat amacının açıkça belirtilmesi gerekir. Bu hizmet, çocuğun yurtdışı çıkışı öncesinde gerekli belgelerin hazırlanması, noterde hukuka uygun şekilde düzenlenmesi ve gerekiyorsa konsolosluk işlemleriyle desteklenmesini kapsar.
Uluslararası çocuk kaçırma durumlarında Lahey Sözleşmesi çerçevesinde başvuru yapılması: Çocuğun bir ebeveyni tarafından diğer ebeveynin rızası dışında yurtdışına çıkarılması veya yurtdışında alıkonulması hâlinde, 1980 tarihli Lahey Çocuk Kaçırmanın Hukukî Yönlerine Dair Sözleşme çerçevesinde çocuğun iadesi talep edilebilir. Türkiye’nin taraf olduğu bu sözleşme, çocuğun yerleşik bulunduğu ülkeye en kısa sürede geri dönmesini sağlamak amacıyla uygulanır. Sözleşme, çocuğun haksız olarak bulunduğu ülkede geçici olarak barındırılmasına izin vermemekte; hukuka aykırı yer değiştirmelerin önlenmesini ve derhal iadesini esas almaktadır. Başvuru süreci, Türkiye’de Adalet Bakanlığı aracılığıyla yürütülür ve ilgili ülkenin Merkez Makamına ulaştırılır. Bu kapsamda, mahkeme kararları, velayet belgeleri, pasaport ve seyahat kayıtları gibi belgelerin usulüne uygun şekilde sunulması ve iade başvurusunun titizlikle takip edilmesi gerekmektedir. Bu hizmet, iade sürecinin başlatılması, Lahey Sözleşmesi çerçevesinde uluslararası iş birliğinin sağlanması ve iade kararının uygulanması aşamalarında hukukî destek sunulmasını içerir.
Yabancı uyruklu eşle evlenme süreçlerinin ve vatandaşlık başvurularının takibi: Yabancı uyruklu bir kişi ile evlenmek isteyen Türk vatandaşlarının karşılaşabileceği idari ve hukukî işlemler, hem ulusal hem de uluslararası düzenlemeler çerçevesinde şekillenir. Bu süreçte, yabancı eşin medeni hâl belgesi, doğum kaydı, pasaport ve evlenme ehliyet belgesi gibi belgelerin temini, noter onaylı ve yeminli tercümelerinin hazırlanması ve ilgili nüfus müdürlüğüne başvuru işlemleri yürütülmelidir. Ayrıca evliliğin yasal geçerlilik kazanmasından sonra, eşin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına başvurabilmesi için Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun öngördüğü süre ve koşulların (en az üç yıl evli olma, birlikte yaşama, kamu düzeni ve milli güvenliğe aykırı olmama gibi) yerine getirilmesi gerekir. Bu hizmet, evlenme öncesi belgelerin temini ve evlenme işleminin gerçekleştirilmesinden başlayarak, sonrasında vatandaşlık başvurusu, oturma izni ve aile birliği gerekçesiyle ikamet süreçlerinin yürütülmesine kadar geniş bir hukukî danışmanlık ve temsil sürecini kapsar.
AİLE İÇİ ŞİDDET VE KORUMA TEDBİRLERİNE DAİR HİZMETLER
Evden uzaklaştırma ve koruma tedbiri kararlarının alınması: Aile içinde gerçekleşen fiziksel, psikolojik, ekonomik veya cinsel şiddet vakalarında, mağdurun güvenliğini sağlamak amacıyla en hızlı ve etkili müdahale araçlarından biri, evden uzaklaştırma ve koruma tedbirlerinin alınmasıdır. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca, şiddet uyguladığı iddia edilen kişi hakkında, mahkeme kararı olmaksızın dahi, kolluk amirleri tarafından geçici süreyle uzaklaştırma tedbiri uygulanabilir. Ardından, mağdurun başvurusu üzerine aile mahkemesince ivedilikle verilen koruma tedbirleriyle, şiddet uygulayan kişinin müşterek konuttan uzaklaştırılması, mağdurun adresine yaklaşmaması, iletişim kurmaktan men edilmesi gibi kararlar alınabilir. Tedbirler, öncelikle mağdurun can güvenliğini sağlamak ve yeniden şiddet yaşanmasının önüne geçmek amacı taşır. Bu süreçte, delil şartı aranmaksızın yalnızca makul bir şüphe yeterli görülmekte, kararlar gerekirse kolluk kuvvetleri eliyle uygulanmaktadır. Tedbir kararlarının takibi, gerektiğinde uzatılması ya da ihlal hâlinde zorlama hapsi talebi gibi işlemler de bu hizmet kapsamında yürütülür.
Aile içi şiddet mağdurları için 6284 sayılı Kanun kapsamında koruma kararı alınması: 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, aile içi şiddet mağdurlarının can güvenliğini sağlamak, fiziksel ve psikolojik bütünlüklerini korumak amacıyla oluşturulmuş özel bir yasal düzenlemedir. Bu kanun kapsamında verilen koruma kararları; yalnızca eşler arasında değil, birlikte yaşamış veya halen yaşayan partnerler, nişanlılar, kardeşler, ebeveynler ve çocuklar arasında meydana gelen her türlü şiddet olayına karşı uygulanabilir. Fiziksel şiddetin yanı sıra, ekonomik, psikolojik ve cinsel şiddeti de kapsayan bu düzenleme, şiddet riski altındaki kişilere yönelik olarak hızlı, etkili ve çok boyutlu tedbirlerin alınmasına olanak tanır. Koruma kararının alınması süreci, mağdurun ya da vekilinin doğrudan aile mahkemesine, kolluk kuvvetlerine, Cumhuriyet Savcılığına veya mülki idare amirliğine başvurmasıyla başlar. Bu başvurularda dikkat çekici olan husus, koruma kararının alınabilmesi için delil ya da belge sunulmasının zorunlu olmamasıdır; mağdurun beyanı esas alınır. Mahkeme ya da yetkili makam, başvuru üzerine gecikmeksizin tedbir kararlarını verebilir. Bu kararlar arasında şiddet uygulayanın müşterek konuttan uzaklaştırılması, mağdura yaklaşmaması, iletişim kurmasının yasaklanması, çocukla kişisel ilişkinin sınırlandırılması veya kaldırılması gibi hükümlerin yanı sıra mağdurun kimlik ve adres bilgilerinin gizlenmesi, geçici barınma yeri temini, psikolojik destek ve iş yeri değişikliği gibi destekleyici önlemler de yer alabilir. Bu hizmet, söz konusu koruma kararlarının alınması için gerekli hukukî başvurunun hazırlanması, mağdur beyanının etkin şekilde sunulması, kararın kapsamının mağdurun güvenliğini tam olarak sağlayacak biçimde belirlenmesi ve tedbir kararının uygulanmasının denetlenmesi gibi çok yönlü adımları kapsar. Ayrıca, kararın süresi dolmadan önce uzatma talebinde bulunulması, şiddet failinin kararı ihlal etmesi hâlinde zorlama hapsi sürecinin başlatılması gibi takip işlemleri de bu hizmet kapsamında yürütülür. Gerekirse sosyal hizmet kurumları ve kolluk kuvvetleriyle koordinasyon sağlanarak, mağdurun maruz kaldığı tehlikenin tekrarlanmaması için etkin bir koruma mekanizması kurulur. Özellikle kadınlar ve çocuklar bakımından hayati nitelik taşıyan bu koruma süreci, yalnızca hukukî değil, aynı zamanda psikososyal bir destek boyutunu da içermelidir. Bu nedenle, koruma kararının alınması ve takibi, uzmanlıkla ve mağdurun insan onuruna yakışır bir biçimde yürütülmelidir.
Koruma Kararının Uzatılması ve Yenilenmesi Sürecinin Takibi: 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında verilen koruma kararları, belirli bir süreyle sınırlı olarak tesis edilir ve süresi dolduğunda kendiliğinden sona erer. Ancak şiddet riski ortadan kalkmamışsa ya da mağdur hâlen tehdit altında bulunuyorsa, bu kararların mahkeme aracılığıyla uzatılması veya yeniden tesis edilmesi mümkündür. Koruma kararının uzatılması süreci, hem mağdurun güvenliğinin kesintisiz biçimde sağlanması hem de hukukî korumanın sürekliliğinin temin edilmesi açısından hayati öneme sahiptir. Bu kapsamda, süresi dolmak üzere olan bir tedbir kararının sona ermesinden önce, yetkili aile mahkemesine dilekçeyle başvuru yapılarak mevcut riskin devam ettiği gerekçesiyle koruma süresinin uzatılması talep edilir. Mahkeme, mağdurun önceki beyanlarını, kararın ihlal edilip edilmediğini, şiddet uygulayanın tutum ve davranışlarını, gerekiyorsa sosyal inceleme raporlarını dikkate alarak karar verir. Bu hizmet, tedbir kararının geçerlilik süresinin takibini, gerekli belgelerin hazırlanmasını, süresinde başvurunun yapılmasını ve mahkeme kararının uygulanmasını içerir. Ayrıca, yenilenen kararın kolluk kuvvetlerine, sosyal hizmet kurumlarına ve diğer ilgili mercilere bildirilmesi sağlanarak mağdurun korunması bütüncül bir şekilde sürdürülür. Süreç boyunca hukukî destek sunulması, mağdurun haklarının zayıflamaması ve ikinci kez mağduriyet yaşanmaması açısından kritik öneme sahiptir. Özellikle şiddet eğilimi devam eden veya tehdit oluşturmaya devam eden failler söz konusu olduğunda, koruma tedbirinin yenilenmesi yalnızca hukukî bir hak değil, aynı zamanda bir hayat güvenliği meselesidir.
Tedbir Kararının İhlali Hâlinde Zorlama Hapsi Talebi: 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında verilen koruma tedbirleri, şiddet mağdurunun fiziksel, psikolojik ve sosyal bütünlüğünü korumayı amaçlayan idari ve adli nitelikteki kararlardır. Mahkeme ya da kolluk makamlarınca verilen bu kararların etkinliğini sağlayan en önemli unsurlardan biri, bu tedbirlerin ihlal edilmesi hâlinde zorlama hapsi uygulanabilmesidir. Zorlama hapsi, şiddet uygulayanın, verilen tedbire uymaması durumunda özgürlüğünün kısıtlanması yoluyla hem mağduru korumak hem de tedbire bağlayıcı güç kazandırmak amacı taşır. Bu yaptırım, ceza hukukuna dayalı bir ceza olmayıp, idari nitelikte bir infaz tedbiridir ve ihlal devam ettikçe uygulanabilir. 6284 sayılı Kanun’un m. 13 hükmüne binaen, koruma tedbirine aykırı davranan kişi hakkında, 3 günden 10 güne kadar, ihlalin tekrarı hâlindeyse 15 günden 30 güne kadar zorlama hapsine hükmedilebilir; ancak bu sürelerin toplamı 6 ayı geçemez. Mağdurun veya vekilinin, tedbir kararının ihlal edildiğini belgelerle birlikte (örneğin mesajlar, tanık beyanları, görüntüler, kolluk tutanakları vb.) aile mahkemesine bildirmesi üzerine, ihlalin tespiti hâlinde mahkeme doğrudan zorlama hapsine karar verebilir. Bu yönüyle, zorlama hapsi kararı için yeni bir suç işlenmiş olması şart değildir; yalnızca tedbir kararına aykırı bir davranışın varlığı yeterlidir. Hizmet kapsamında, mağdur adına tedbir kararının ihlal edildiğine ilişkin delillerin toplanması, ihlal bildiriminin hazırlanması ve mahkemeye sunulması, duruşma sürecinin takibi ve infaz sürecinin denetlenmesi gibi işlemler yürütülür. Ayrıca, zorlama hapsine karar verildikten sonra, bu kararın hızlı ve etkili şekilde infazının sağlanması, gerekirse kolluk birimleriyle koordinasyon kurulması da bu hizmetin parçasıdır. Zorlama hapsi mekanizması, sadece şiddet uygulayanı caydırıcı bir araç olmakla kalmaz; aynı zamanda mağdura verilen korumanın hukuk düzeni tarafından ciddiyetle takip edildiğini göstererek psikolojik bir güvenlik duygusu da sağlar. Bu nedenle, ihlalin görmezden gelinmemesi ve hukukî sürecin zaman kaybedilmeksizin işletilmesi büyük önem taşır.
Kimlik ve Adres Gizliliği Talebiyle Nüfus Kayıtlarının Korunması: 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında sunulan en etkili koruma önlemlerinden biri, şiddet mağduru bireylerin kimlik bilgilerinin ve adres kayıtlarının gizlenmesidir. Bu hizmet, hayati tehlike altında bulunan veya tekrar şiddete uğrama riski yüksek olan kadınlar, çocuklar ve diğer aile bireylerinin, şiddet failinin erişiminden uzak ve güvenli bir yaşam sürdürebilmesini sağlamak amacıyla geliştirilmiştir. Kimlik ve adres gizliliği uygulaması, kişinin nüfus kayıt sisteminde yer alan bilgilerinin üçüncü kişiler tarafından görülmesini engellemekle kalmaz; aynı zamanda sağlık, eğitim ve adli hizmetler gibi temel kamusal alanlardaki bilgilerin de koruma altına alınmasını sağlar. Söz konusu koruma önlemi için mağdur veya yasal temsilcisi tarafından Aile Mahkemesine başvuru yapılır ve talep edilen tedbirin gerekçeleriyle birlikte sunulması gerekir. Mahkeme, şiddet vakasının niteliğini, mağdurun beyanlarını, varsa önceki tedbir kararlarını ve risk durumunu değerlendirerek nüfus müdürlüğüne yazı yazarak gizlilik kararının uygulanmasını talep eder. Kararın verilmesinin ardından Türkiye Cumhuriyeti Kimlik Paylaşım Sistemi (KPS) üzerinden mağdurun kayıtlarına erişim engellenir ve bu bilgiye sadece sınırlı kamu görevlileri ulaşabilir. Ayrıca mağdurun adresi adrese dayalı nüfus kayıt sisteminde görünmez hâle getirilir; şiddet uygulayan eş, partner veya aile bireylerinin bu kayıtlara ulaşması mümkün olmaz. Hizmetin kapsamı yalnızca teknik anlamda bir gizlilik sağlamakla sınırlı değildir; aynı zamanda mağdurun başka bir adrese taşınması, barınma ihtiyacının sosyal hizmet kurumları tarafından karşılanması, çocukların okul bilgilerinin gizlenmesi ve hatta sağlık hizmetlerinde dosya erişimlerinin sınırlandırılması gibi bütüncül bir koruma yaklaşımını da içerir. Özellikle boşanma davası, velayet uyuşmazlığı, tehdit suçu gibi başka hukukî süreçlerin yürütülmesi sırasında bu gizlilik kararı hayati önem taşır. Kimlik ve adres gizliliği kararı, şiddet döngüsünü kırmak ve mağdurun yeniden hayata tutunmasını sağlamak açısından, aile hukukunun en koruyucu ve insan odaklı araçlarından biridir. Bu sürecin etkin işletilebilmesi için, hukukî temsilin uzmanlıkla yürütülmesi ve ilgili kurumlarla eşgüdüm içinde hareket edilmesi gerekir.
Boşanma Davaları
Aile, toplumun temel kurumlarındandır. Ancak günümüzde, boşanma davalarında çok ciddi bir artış görülmektedir. Kendi gözlemlerimize dayanarak, ülkemizde boşanma davalarının başlıca sebeplerinin tarafların ailelerinin aşırı müdahalesi olduğunu söyleyebiliriz. Bir tarafın ailesinin aşırı müdahalesi, diğer tarafı bunaltmakta ve evlilik birliğini sarsmaktadır.
Velayet Davaları
Boşanmakta olan eşler açısından, müşterek çocukların velayeti meselesi boşanma kararını verecek olan Mahkemece karara bağlanacaktır. Ancak boşandıktan sonra da, haklı nedenlerin mevcut olması halinde, velayetin değiştirilmesi için dava açılabilecektir.
Nafaka ve Tazminat Davaları
Boşanma sürecinde istenecek olan üç tür nafaka mevcuttur. Boşanma davasında hükmedilecek tedbir nafakası, boşanma sürecinde maddi zorluğa düşecek eş için ödenecektir. İştirak nafakası, müşterek çocukların bakım masraflarına katılma amaçlı olarak verilmektedir.
Babalık Davası ve Soybağının Reddi Davaları
Toplumsal hayatta, evli olmaksızın sürdürülmüş ilişkiler neticesinde doğan çocukların varlığı bir olgu olarak gözlemlenmektedir. Çoğu durumda ise, çocuğun biyolojik babası çocuğu nüfusuna almamaktadır. Bu durumda, babalık davası açma zarureti hasıl olmaktadır. Günümüzde Tıp biliminin geldiği nokta itibariyle, yapılacak olan DNA testi ile babalık durumu şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispat edilebilmektedir.
Aile Mallarının Bölüşümü
Aile mallarının bölüşümü, aile hukukunun en önemli meselelerinden biridir. Tarafların başkaca bir mal rejimi sözleşmesi kararlaştırmamış olduğu durumlarda, mevcut mal rejimi edinilmiş mallara katılma rejimidir. Mal rejimi, Mahkemece evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine yahut mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesiyle sona erecektir.