Bilirkişilik Yönetmeliğindeki Değişikliklerin Hukuki Değerlendirilmesi
03 Mayıs 2025 tarihli Bilirkişilik Yönetmeliği değişiklikleri, bilirkişilik sisteminin uzmanlaşma, denetlenebilirlik ve kişisel verilerin korunması esasları çerçevesinde yeniden yapılandırılmasını hedefleyerek, teorik ve uygulamalı eğitimin niteliğini artırmakta, uzmanlık alanlarının detaylandırılması yoluyla yargılamada bilirkişiye duyulan güveni güçlendirmekte ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına paralel biçimde yargının tarafsızlık ve adil yargılanma ilkeleriyle uyumunu temin etmeye çalışmaktadır.
Avukat Dr. Tolga Ersoy | 08/05/2025
Bilirkişilik kurumu, yargılamanın sağlıklı işleyişi bakımından ekseriyetle başvurulan ve teknik meselelerin izahında temel rol oynayan mühim bir müessesedir. Bu çerçevede, 03 Mayıs 2025 Tarihli ve 32889 Sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bilirkişilik Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile 3 Ağustos 2017 tarihli Bilirkişilik Yönetmeliği'nde yapılan son değişiklikler, yalnızca uygulayıcılar nezdinde değil, hukukî sistemin bütünlüğü açısından da tafsilâtla incelenmeyi gerektirir. Hâliyle, yapılan bu tadilatlar, yargı erkinin güvenilirliği ve tarafsızlığı bakımından doğrudan etkili olabilecek mâhiyettedir.
Yönetmeliğin 4. maddesindeki tanım değişikliği, bilirkişilik listesine dâhil edilen bilgilerin kapsamını genişletmekte; kişisel verilerin korunmasına yönelik tedbirlerin artırılması da dikkat çekmektedir. Bu değişiklikle birlikte, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu hükümleriyle uyum sağlanarak, kişisel mahremiyetin teminat altına alınması amaçlanmaktadır. Bu itibarla, bilirkişilerin hem uzmanlık alanlarının netleştirilmesi hem de kimlik bilgilerinin sınırlandırılması suretiyle, daha güvenli ve denetlenebilir bir sistemin inşasına yönelinmiştir.
Listeye ilişkin tanımın yeniden düzenlenmesi, bilirkişilerin temel ve alt uzmanlık alanlarının ayrıca belirtilmesini zorunlu kılarak, ihtisaslaşmayı teşvik eder niteliktedir. Şöyle ki, uzmanlık alanlarının detaylandırılması, davalara tevzi edilen bilirkişilerin ilgili konuda gerçekten yetkin olup olmadığını tespit edebilme imkânı sağlamaktadır. Bilhâssa karmaşık teknik ihtilaflarda, uzman olmayan kişilerin telâkki ettikleri görüşlerin hükme esas alınmasının doğuracağı hukukî sakıncalar, bu düzenlemeyle azaltılmaya çalışılmıştır.
Burada şu sual tebarüz etmektedir: Bu tür ayrıntılı uzmanlık sınıflandırması, bilirkişi havuzunun daralmasına sebep olmayacak mıdır? Bu endişeye mukabil, eğitim şartlarının yükseltilmesiyle birlikte sistemin kendi içerisinde yeterli sayıda uzman yetiştirmesi öngörülmektedir. Bu bağlamda yapılan düzenlemelerin, mefhum olarak kısa vadede sınırlı sayıdaki uzmanlığa sahip bilirkişilerle işlemekte güçlük çekilebileceği, ancak uzun vadede kaliteyi artırarak sistemin kurumsallaşmasına vesile olacağı düşünülmektedir.
Yönetmeliğin 30. maddesinde yapılan değişiklik, temel eğitim süresini teorik ve uygulamalı olmak üzere dengeleyerek, teorinin pratiğe tatbikini esas alan bir yapı kurmuştur. Bilirkişiliğin sadece bilgiye değil, tecrübeye de dayalı bir görev olması göz önünde bulundurularak, uygulama eğitiminin en az beş yıl fiilen bilirkişilik yapanlarca verilmesi şartı getirilmiştir. Bu yönüyle düzenleme, bilirkişilik kurumunun meslekî ehliyet ve liyakat ilkeleriyle yeniden şekillendirilmesine yöneliktir.
Buna bağlı olarak 33. maddenin yeniden düzenlenmesiyle, bilirkişilik eğitimi verebilecek kuruluşların sınırları netleştirilmiştir. Daire Başkanlığı’nın izniyle eğitim verebilecek kuruluşların yalnızca üniversiteler, Türkiye Adalet Akademisi ve kamu niteliğinde meslek üst kuruluşlarıyla sınırlandırılması, keyfî uygulamaların önüne geçilmesini hedeflemektedir. Eğitim izinlerinin en fazla üç yıllık sürelerle verilmesi de sistemin dinamik ve sürekli denetim altında olmasını sağlamaktadır.
Bir başka dikkat çekici husus, bilirkişi eğitimi verecek kişilere yönelik getirilen yüksek akademik unvan şartıdır. En az doktora derecesine sahip hukukçuların teorik eğitim verebilmesi, bu alanın bilimsel temellerle donatılmasını sağlayacak nitelikte bir düzenlemedir. Bu sayede, eğitim sürecinde hukukun temel ilkelerine dair daha derin bir kavrayışın kazandırılması hedeflenmektedir.
Yönetmeliğin 46. maddesi çerçevesinde, oluşturulacak bilirkişi listelerine kişisel verilerin korunmasına ilişkin 6698 sayılı Kanun hükümlerinin açıkça dâhil edilmesi, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına paralel bir düzenlemeyi yansıtmaktadır. Nitekim bu mahkemelerce, kişisel verilerin korunması hakkı bir temel hak olarak telâkki edilmekte, idarî uygulamaların bu çerçevede sınırlandırılması gerektiği müteaddiden vurgulanmaktadır.
Yine aynı maddede, liste oluşturma yetkisinin bölge kurullarına bırakılması, yargı çevresindeki ihtiyaçlara göre özelleştirilmiş bilirkişi dağılımının yapılmasına imkân tanımaktadır. Bu yerel yönetim mantığı, Bölge Adliye Mahkemesi kararlarında da benimsendiği üzere, yerel ihtiyaca göre çözüm üretme kabiliyeti sunmaktadır. Böylece adaletin gecikmeden tesis edilmesi sağlanmış olacaktır.
Nitekim 61. maddedeki değişiklik ile delil toplama yetkisi, bölge kurulu başkanı veya görevlendirilen üyenin bizzat ya da istinabe suretiyle yürütmesi şeklinde düzenlenmiştir. Bu durum, bilirkişi atamalarında şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesini güçlendirmekte, delil tedarikinde keyfîliğin önüne geçmektedir. Hükmünce, delil değerlendirme sürecinin kurumsal temellerle güçlendirilmesi, yargı kararlarının daha isabetli ve meşru şekilde oluşmasını mümkün kılacaktır.
Burada şu sual sorulabilir: Tüm bu düzenlemeler karşısında yargının bilirkişiye bağımlılığı azalacak mı, yoksa daha da mı artacaktır? Bu sorunun cevabı, bilirkişiliğin uzmanlık alanlarıyla sınırlı ve denetim mekanizmalarıyla desteklenmiş bir işlev üstlenmesiyle mümkündür. Bu itibarla, doğru uygulama ile yargının asli işlevinden sapması engellenecek, bilâkis yargılamanın bütünlüğü sağlanacaktır.
Yönetmelik hükümlerinin Adalet Bakanlığı’nın yürütümüne bırakılmış olması, idarî sorumluluğun tek elde toplanarak uygulamada yeknesaklık sağlanmasını temin etmektedir. Bu durum, hukuk devletinin kurumsal işleyişi açısından önem arz etmekte olup, mükerrer ve çelişkili uygulamaların önlenmesine katkı sağlayacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları da göz önüne alındığında, bilirkişinin tarafsızlığı, uzmanlığı ve yetkinliğinin yargılamanın adilliği açısından belirleyici bir unsur olduğu izahtan varestedir. Bilirkişi görüşünün bağlayıcı olmamakla birlikte, hâkim üzerinde tesir gücü bulunduğu da uygulamada sıkça mülâhaza edilmektedir.
Yönetmelikte yapılan bu son düzenlemeler, bilirkişilik kurumunun sistematik, denetlenebilir ve uzmanlaşmış bir yapıya kavuşmasını hedeflemektedir. Özellikle ceza yargılamasında bilirkişi raporlarının belirleyici rolü göz önüne alındığında, tecrübeli ceza avukatlarının bilirkişi raporlarının tetkikinde ve hükme esas alınabilirliğinin değerlendirilmesinde sağlayacağı katkı, sistemin doğru işleyişi bakımından zarurîdir. Bu meyanda, teknik konulara hâkim hukukçuların desteğiyle hakikate ulaşma ihtimali artacak, yargının kamu nezdindeki itibarı da korunmuş olacaktır.
İlgili düzenleme: https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2025/05/20250503-4.htm